”Önderliğin istediği kişilik zafer kişiliğidir”

0
832


Önder APO şunun çok iyi farkındadır: Yaşam ancak özgür bir toplumsal zeminde mümkün olabilir. O zaman kendisinin mevcut topluma itirazı olacaktır. Çünkü çözülen bu toplumda yaşam ihanete uğramıştır. Birincisi, bu toplum değişmek zorundadır. İkincisi, yaşam ancak bir toprak parçası üzerinde mümkün olabilir. O zaman özgür yaşam için yürüyüş, Kürdistan’ın fethine doğru olacaktır. Yani Önderliğin bütün yürüyüşü başından itibaren özgür bir Kürdistan’a ve özgür bir topluma doğrudur. Harekete geçiş noktası budur, başlangıç noktası burasıdır. Bu topraklar, buradaki insan, Kürt toplumu özgür olmak zorundadır. Bu anlamda Önderliğimiz için en yüce değer, kişinin ne kadar toprağına göre olduğu ve özgürlük anlamında halkına ne verebildiğiyle
ölçülmektedir. Ancak verili durum bunun tam tersini göstermektedir. Kürdistan’daki bu duruma müdahale
edip, değiştirmeye kalkışmak mucizevî olanı başarmaya çalışmaktır. Çokça güncellikten bahsediyoruz ya, güncellik mucizevî olanla çelişir. Güncel gerçeği dikkate aldığınızda, mucizevî olanı asla başaramazsınız. Başarmak için öncelikle güncel olandan kopmak durumundasınız. Mucizevî olan şey, güncel gerçekliğe batmış insanın göremediğini görmek, duyamadığını duymaktır, inanmadığına inanmak ve eyleme geçmek, onun hissedemediklerini hissedebilmektir. Önderlik gerçeği işte budur. Böyle bir çıkışla işe başladıktan sonra, Önderliğin vardığı nokta şudur: Yeni bir yaşam imkânı doğurmasa bile, köle bile denilemeyecek bir halkın yaşamına müdahale etmek ve sömürge bile denilemeyecek bir ülkede bu halkı direniş konumuna getirmek son derece onurlu bir
davranıştır. Bu halkın giriştiği direniş eylemi içinde tümüyle yok olması bile verili durumdan çok daha anlamlıdır. Yani onuruyla savaşarak ölmek bile bu verili durumda yosun harcı bir yaşamın mahkûmu olmaktan çok daha değerlidir ve bunun kendisinin de son derece büyük bir anlamı vardır. Kürt insanının böyle öleceğine, onuruyla savaşarak ölmeyi seçmesi çok daha önemlidir ve Kürt’ü bu noktaya getirmek oldukça değerlidir. Önderlik bize ne diyordu; “Ben sizi sistemin istediği gibi yaşatmadım. Sistem sizi bir
biçimde yaşatmak istiyordu. Bu alçaltıcı bir yaşamdı. Ben buna müdahale ettim ve sistemin sizi istediği tarzda yaşatmasına izin vermedim. Belki bizim istediğimiz gibi de yaşamadınız, ama olsun; sistemin sizi istediği tarzda yaşatmasına izin vermemek de benim için büyük bir başarıdır. Sisteme bunu yaptırmadım. Dolayısıyla istediğiniz gibi yaşamadınız.” Karşıt sistemi yaşayabiliyor muyuz?
Hangimiz istesek bile PKK’nin içinde karşıt sistemi istediğimiz gibi yaşayabiliyoruz? Belli ki hiçbirimiz yaşamıyoruz. İşte bu da Önderliğin başarısıdır. Belki Önderliğin istediği tarzda
yaşayamıyoruz, ama sistemin istediği gibi yaşamaktan da uzağız. Bu da Önderliğin büyük bir başarısıdır ve bunu da görmek gerekir. Bu onurlu bir şeydir, ama bununla zafer olmaz. Bu noktadan çok daha ileriye gitmek gerekir.
Bu noktada gerçektende Önderliğin istediği tarza gelmek, bu sistemi değiştirebilecek insanı ortaya çıkarmak ve zafer kişiliğini bu insanda gerçekleştirmek gerekmektedir. Eksik olan budur. Şu anda da eksik olan ve Önderliğin eleştirdiği husus yine budur. Önderliğin istediği kişilik zafer kişiliğidir. Zafer kişiliği tarzında bir kişiliği kendisinde somutlaştıran Zilan geleneğini sürdüren tek bir kadın veya Kemal Pir gerçekliğini devam ettiren tek bir erkek olsun, onlar bile Önderlik için yeterlidir. Önderliğin eleştirdiği şey sahte duruştur. PKK zafer kişiliğini ve mücadelede yenilmezliği
temsil eden bir güçtür. Önderlik yenilmezliğin temsilcisidir. Ama burada yenilgili kişilik ortamları vardır. Yenilgili kişiliklerin hâkim olduğu bir ortamda zafer kişiliği boy vermez. Önderliğin itirazları bunlaradır. Zilan zafer kişiliğidir, Kemal Pir zafer kişiliğidir. Bu kişilikler var oldukça, kim ne derse desin, kesinlikle bu sistem kaybetmiştir. Yeni sistem, Önderliğin sistemi, özgürlüğü mümkün kılan sistem mutlak suretle kazanılacaktır. Bu da bir gerçektir. Önderliğin itirazı ve öfkesi bu gerçeğin görülmemesinedir, bu nihilizmedir.

Özgür Toplumu Kurmak Özgür İnsanla Mümkündür

Bunlar çok önemlidir. Fakat yine de çıkış noktasına vurgu yapmak gerekir. Verili yaşamı reddediyorsanız, alternatifini de kuracaksınız. Alternatif yaşam da bir toplumsal zeminde
gerçekleşir. O zaman kendi toplumunuzu yaratacak ve özgür topluma ulaşacaksınız. Özgür toplumu kurmak özgür insanla mümkündür. O zaman özgür insanı yaratma eyleminde mutlaka sonuç alacaksınız. Özgür insan olmadan, çokça sözünü ettiğimiz özgür birey olmadan, özgür toplum olunmaz. Yaşam yeni toplumsallığımızsa ve özgür yaşamın tanımı doğru toplumsallığın tanımlanmasından geçiyorsa, öncelikle bunu doğru tanımlayıp bu temelde yeni bir yaşamı
yaratacaksınız. Onun öncü gücü kendisini Apocu çizgide her yönüyle gerçekleştiren bireydir. Bu da kadrolaşmakla mümkündür, toplumda özgür yaşamın temellerinin atılması bile özgür bireyle mümkündür. Orada özgür birey olmadan, orada bireyi özgürleştirip irade haline getirmeden, onu
kendine güven duygusuyla doldurmadan, onu “Yaşam olacaksa özgür olacak ya da hiç olmayacak” gibi bir anlayışla donatmadan, asla demokratik kuruluşa başlayamazsınız. Özgür birey işte budur; bu tarzda donanmış insandır.
Ancak kadro olmak ve PKK’lilik bunun çok daha ilerisindedir. Kadro Kürt halkının demokratikleşmesinin ışığıdır, onun ikna gücüdür. İnsanı bu düzeye getirmenin ikna edici kişiliği,
aydınlanmış ve kendisini Güneşten bir parti haline getirmiş PKK içerisindeki insandır. O ışıktır, gerçeği aydınlatır. O lamba tutar ve gerçeği gösterir. Diğeri ise gördüğü gerçeğe uygun davranır ve ona göre kendisini düzenler. Toplumdaki insan budur. Birey olmak isteyen insan, toplumdaki insan odur. Özgür birey olmak zorunda olan, toplumdaki insandır. Buna karşılık partili özgür birey olmayı da aşmış, daha da ileriye gitmiş ve kendisini fedai haline getirmiş insandır. Zilan, Kemal Pir de bir fedai kişiliğidir. Bu ortamın içerisindeki insan Zilan ve Kemal Pir olmak zorundadır. Bunu yapmayan, bu noktaya gelmeyen, kölelikten şikâyet eden insan mızmız, çaresiz, çözümsüz, yitik, bitik insandır.

Kuşku Her Zaman Arayışa Yöneltir

Henüz Önder Apo ile tanışmadan, bir değerlendirmesinde okuduğum Lenin’in bir belirlemesini hiç unutmadım. Lenin, yaklaşık olarak “Hiç kimse köle olarak doğdu diye
suçlanamaz. Ama kendi köleliğinin bilincine varan bir köle, bu köleliğe karşı mücadele edeceği yerde suskunluğa gömülüyorsa ya da o köleliğini meşru gösteren tutumlar içine giriyorsa, böyle bir köle her özgür insanda tiksinti ve nefret duyguları uyandıran aşağılık ve asalak bir hayvandır”
diyordu. Bu, Lenin’in tanımıdır, benim tanımım değil. Tabii bu bir bakıma Önderliğimizin de tanımıdır. Kölelik kabul edilemez ve sistemin kendisi, uygarlığın kendisi köleliktir. Dolayısıyla devlet odaklı uygarlık sistemi kabul edilemez.
Önderliğin sistemine girecekseniz eğer, gerçekten özgür yaşama girmek istiyorsanız, mevcut durumu sorgulamanız ve öncelikle yeni bir doğuş yaratarak yeni yaşama bir giriş
yapmanız gerekir. Bu yeni yaşam da öncelikle genelde devlet odaklı yaşamdan, özel olarak da kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlar. Giriş noktası budur. Genelde devlet odaklı
yaşamdan, yani uygarlık sisteminden kopmak, ikincisi ve daha çarpıcı olarak kapitalist modern yaşamdan kopmak, Önderlik paradigmasına girişin temel koşuludur. Bu kapıdan adım atmadan Önderlik paradigmasına girilemez. Bu açıdan uygarlıktan kopmak –Önderliğin deyişiyle– en büyük
özeleştiridir. Bunlar Önderlik gerçekleridir. Bu tarzda değerlendirmeden, sorunu bu tarzda ortaya koymadan, Önderlikle bütünleşemeyiz. Doğal doğuş Önderliksel çıkışın bütün temel belirtilerini içinde taşır. Yedi yaşından sonra,
özellikle ilkokula gidişle birlikte başlayan süreç ve okul süreçleri, Önderlik açısından aslında bir uygarlık ormanına giriştir. Arayışı kendisini uygarlık ormanına dalışa götürmüştür. Önderliğin yaşam felsefesinin temelinde kuşku vardır. Kuşku her zaman arayışa yöneltir. Kuşku şudur: Doğru olan nedir diye bir soru sorduğunuzda, bu soruya doğru cevap bulamadığınız müddetçe kuşkularınız devam edecektir. Yeni bir yaşam arıyorsanız, doğru olmadan yaşam olmayacağına göre, o zaman doğru nerede sorusuyla karşı karşıya gelirsiniz. Önderlik her zaman doğru olan nedir sorusuna yanıt aradı. Önderlik öyle bir kişiliktir ki, yüzeysel ve doğruluğu kuşku götürür gerçeklerle de uzun süre yaşayamaz. Diyelim ki ‘doğru, kapitalist gerçekliği reddetmek ve sosyalizme yönelmektir’ diyorsunuz. Kapitalist gerçeklikten kopuyor ve sosyalizmle tanışıyorsunuz. ‘Doğru sosyalizmin içindedir’ diyorsunuz. Ama burada bile kuşkularınız devam ediyor. Burada bile yüzeysellikten uzaklaşıp gerekli derinliği yakalayarak verili doğruyu
sorgulamak ve gerçeği bütün özellikleriyle anlamak durumundasınız. Önderliğin arayışı bu çerçevede devam ediyor. Önderliğin uygarlık ortamı içerisinde ortaokul ve lise dönemlerini düşünelim. Görünürde hep sistemin içindedir, adeta sistemin midesindedir; sistem kendisini eritip öğütmeye çalışıyor. Ama eritemiyor, sistem Önderlik kişiliğinde vücut bulamıyor, kendisini Önderlikte somutlaştıramıyor. Dolayısıyla kusmak zorunda kalıyor. Ama Önderlik de bu süreçte kendi deyişiyle sistemin midesini delemiyor. Arayışı devam ediyor, ama verili dünyaya karşı itirazını çok daha yüksek düzeyde seslendiriyor. Bu anlamda lise sıralarındayken yazdığı bir kompozisyon yazısının başlığı son derece ilginçtir: “Sen benim hiç doğmayan çocuğumsun” diyor. Bunun anlamı şudur: Özgür yaşam hala doğmamıştır ve onun arayışı hala devam etmek zorundadır. Bu kişiyi
müthiş gerginleştirir, onu zorlar. Bu noktada Önderliğin nasıl bir ruhsal gerilimi yaşadığı rahatlıkla anlaşılabilir. Ruhsal gerilimin kendisi açısından istenmeyen bir durum değil, tersine kendisinin istediği bir koşul olduğu ortadadır. Ruhunun gerilimini yitirenler asla büyük arayışlara
yönelemezler. Gerçeği arayış yürüyüşü her zaman sancılı ve acılıdır. Bizler gerçeği ararken yalnızca kendi kişisel yazgımızla ilgilenmiyoruz, bir bütün olarak insanlığın durumuyla ilgileniyoruz. Dolayısıyla çıkışımızda evrensellik vardır. İnsanlığın yazgısıyla ilgilenen, gerçek anlamda evrensel olandır. İnsan kendi yazgısını değiştirmek isterken bile bunun insanlığın yazgısını değiştirmeye bağlı olduğunu fark eder. Önderliğin çıkışında da bu vardır.

Gerçeği Arayış Yürüyüşü Her Zaman İnsana Acı Verir

Kürdistan’ın da elbette bir özgünlüğü söz konusudur. Ama evrensellik bu özgünlüğün içinde gizlidir. Önderliğin çıkışı zaten evrenseldir. Evrensel olmak, kendi gerçeğini insan, toplum, doğa ve evrenle birlikte ele almak ve bunlarla da ilgilenmek, bunların gerçeklerini de çözmek anlamına gelir. Zaten insansal oluşumu anlamak, bütün bu gerçekleri çözmekle eşdeğerdedir. Bunlar çözülmeden insani gerçeğe ulaşılamaz. Buna karşılık insan gerçeğini çözerek de bu
gerçeklere ulaşılabilir. Bu yüzden gerçeği arayış yürüyüşü her zaman insana acı verir. İnsanlığa dayatılan kaderi değiştirmek üzere eyleme geçmek insana her zaman acı verir. Zaten kahramanlık ya da soyluluk da bu acıya katlanma olgusunda yatar. Bir taşın altında kaldığı zaman, elinizden gelen acıya dayanmayı bir soyluluk belirtisi
sayamazsınız. Soyluluk belirtisi, insanın, toplumun, halkımızın yazgısını değiştirmeye çalışırken karşılaştığımız zorluklardan kaynaklanan acılara dayanma gücünde somutlaşır. Kahramanlık budur, soyluluk budur. Bütün şehit yoldaşlarımızın gerçeğine bakalım: Onlar neden bizim soy
damarımızdırlar? Hakiler, Hayriler, Kemaller, Mazlumlar, Zilanlar, Agitler, Beritanlar, Berivanlar neden soy damarımızdırlar? Çünkü onlar her türlü acıya karşı koyacak gücü kendilerinde yarattılar. Onların çektikleri acı dar anlamda kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmaktan
kaynaklanan bir acı değildi. Onlar bedensel ve ruhsal varlıklarını halklarına ve insanlığa adamış insanlardı. Onlar kendilerini insanlığın yazgısını değiştirmeye adamışlardı.
Soyluluk bu yazgıyı değiştirmeye çalışırken yaşanan acılara dayanma ve direnmeyi sürdürme gücü ve kararlılığında billurlaşır. Soysuzluk ise boyun eğmekle başlar. Boyun eğen,
bilerek veya bilmeyerek soysuzluğa adım atmıştır. Soysuzluk baş eğmişlikte ve bencillikte ifadesini bulur. Soysuzluk bencilliktedir, baş eğmişliktedir. Buna karşılık direniş ise soyluluk belirtisidir. İnsanlığın yazgısıyla ilgilenmek, bencilliğin tam karşıtı olanı yapmaktır. Bencillik,
insanlığın durumunu hiç göz önüne getirmemektir.

Umut Özgürlüğün Zorunlu Var Oluş Koşuludur

İnsanlığın gerçeği arayış yürüyüşü ne kadar acılı olursa olsun, o kadar da heyecan vericidir. İnsanlığın yazgısıyla ilgilenmeyenler bir yazarın deyişiyle, “İnsan olmanın heyecanını yaşayamazlar” İnsan olmak heyecan verici bir serüvendir, ama aynı zamanda acılara yol açan sürekli bir eylemlilik halidir. Burada acı ve heyecan iç içedir. Bu yolda hissedilen sadece acı değildir, onun heyecanı da vardır. Zaten en acı veren ortamlarda bile bir haz duyarsınız. En acı veren koşullarda bile o hazzı mutlaka duyumsarsınız. İnsan olmanın hazzını yaşamak güzeldir. Kemal Pir’in işkence altında düşmana tek bir kelime bile söylememesi, İbrahim
Kaypakkaya’nın tüm çılgınca işkencelere rağmen düşman karşısında ser verip sır vermemesi, zulme ve zorbalığa asla boyun eğmeyen bu güzel insanlarda acaba nasıl duygular yaratmıştır? İnsan olmanın hazzını yaşamak işte budur. En insanlık dışı işkenceler altında direnirken mutlu olduğunuzu söyleyemezsiniz, ama bir haz duyarsınız. Büyük insan olmanın, düşmana boyun eğmemenin, bencil davranmamanın hazzını duyarsınız. Buna karşılık acılar karşısında bencil davranıp kendinizi kurtarmaya çalışmanız da mümkündür. Bu durumda arkadaşlarınızı ele verir,
kendilerini düşmana satarsınız. Bencil davranır da ‘ben neden öleyim, diğerini de yakalasınlar, hayatı mı kurtarayım’ derseniz, o zaman insanlıktan çıkmış olursunuz. Ama onlar bencil davranmadılar. Onlar hayatlarını ortaya koydular ki, diğerlerinin hayatları kurtulsun, başkalarının hayatları özgürleşsin, toplumun hayatı özgürleşsin. Bunun için kendi hayatlarını başkaları için feda ettiler ve bunu yaparken acı duymadılar. Onlar insan olmanın o büyük heyecanını, o görkemli hazzını herkesten daha fazla yaşadılar.
İşte Önderlik gerçeği budur. Önderlik gerçeği böyle bir onuru ve gururu yaşamanın temsilidir. Bunlar önemlidir, bunlar yaşamın gerçeğidir, bunlar Apocu gerçekliktir, bunlar Önder
Apo rehberliğinde başlayan insan olma serüveninde yaşananların çok sınırlı bir özetidir. Bunların hepsi Apocu devrimci gerçekliğin içinde vardır. Apocu gerçekliğin içine girmek, zaten insan olmanın heyecanını tatmaktır. Apocu hareketin içine gerçekten giren ve onunla bütünleşen insan,
insan olmanın hazzını en derin bir biçimde yaşadığını mutlaka hissedecektir. Çünkü burası bir heyecan ve coşku yeridir. Burada yılgın insanın, çözümsüz insanın, ağlamaklı insanın yeri yoktur. Burada umutsuzluğa ve inançsızlığa yer yoktur, burada sorumsuzluğa yer yoktur. Bir yazarın
dediği gibi, “Sorumluluk bir bilinç işi olduğu kadar bir gönül işidir. Her sorumlu, her gerçek sorumlu sorumluluğunu sevinç içinde gerçekleştirir. Sorumluluk sevinç içinde yaşamaktır. Her sorumluluk geleceğe açılan bir yönelim olmakla bir umudun ışığında heyecanlarla kendini gerçekleştirir. Sorumlu olmak umutlu olmaktır. Umut özgürlüğün zorunlu var oluş koşuludur”

Mücadele ve Direniş İnsanı Her Zaman Arınmaya Götürür

Önderlik gerçekleşmesinin ilginç bazı özellikleri vardır. Bütün soyluluk arz eden eylemlilikler ve o eylemlerin sahibi olan kişilikler hep Önderlik etrafında gerçekleşir. Ama aynı
zamanda cücelikler de O’nun etrafında gelişim gösterir. Öfkeler de, sevgiler de O’na yönelir. Büyük dostluklar da, büyük düşmanlıklar da O’na yönelir. Cücelik de oraya akın eder. Bu bir gerçektir. Önderlik gerçekleşmesi budur. Bu açıdan bizim için doğru olan, cüce kalmak yerine, o
soylu Önderlik gerçekleşmesinin en çarpıcı ifadesi olarak kendimizi de gerçekleştirmektir. Kendimizi Önderliğin bir yoldaşı haline getirmek ne kadar zor olursa olsun, insan olmanın heyecanının bu zorlukları aşmanın içerisinde gizli olduğunu bilerek partileşmeye adım atmaktır. Bu gerçekliğin içine girmek, bu yolda yürümektir. Hep PKK’liler çok fedakâr insanlardır denir ya, bu tanımlamayı tam benimsediğimi
söyleyemem. Fedakârlık bana hep sanki iyi bir şeyden vazgeçmekmiş gibi gelir. Bu anlamda Kemal Pir fedakârlık yapmadı, Mazlum Doğan fedakârlık yapmadı diye düşünürüm. Mazlum istediği gibi yaşadı, Mazlum herkesten daha iyi yaşadı. Çünkü yaşamanın en anlamlı biçimi
onların yaşamının ta kendisidir. Yaşamak, o an neyi emrediyorsa ona cevap olmaktır; dopdolu yaşamasını bilmektir. Yaşamak, dinin cennet olarak tarif ettiği bir mekânda, ağaçların serin gölgesi altında, durgun akan bir suyun kenarında yan gelip yatmak, yiyip içmek isterken bile elini kıpırdatmamak, sadece arzu etmek, arzu edilen her şeyin gerçekleştiğini görmek demek değildir. Bizim cennetimiz bu olamaz. Apocu cennet bir mücadele zeminidir.
Bunun ülke ve halk gerçekliğimizle bağını şöyle ifade edebilirim: Bir toplulukta muazzam bir kirlenme varsa, yaşam alabildiğine kirletilmiş ve ihanete uğramışsa, öncelikle gerekli olan bu kirlenmeyi ve ihaneti temizlemektir. Savaşın ateşi bu kirleri ve kötülükleri yakan bir ateştir. Bu açıdan mücadele ve direniş bizi her zaman arınmaya götürür. Mazlum direnişinin zirvesidir. “Direnmek yaşamaktır” diyoruz. Evet, yaşamak, ama nasıl bir yaşam istiyoruz? Elbette en soylu ve onurlu tarzda yaşamak istiyoruz. Temel değerlere en bağlı tarzda yaşamak istiyoruz. Mazlum,
Hayri, Kemal, Zilan ve bütün şehitlerimiz işte budur. Bu tarzda yaşamak sıradan bir yaşam değildir. Ömrünü şu kadar uzatma tarzında bir yaşam değil, içine anlam katarak yaşamak önemlidir. Önemli olan budur. Şehitler gerçeğimiz esas itibariyle bu anlama gelir.

Önderlik Gerçeği Çözüm Gerçekliğidir

Evet, bütün bunlar da Önderlik gerçeği etrafında vücut bulur. Mazlum’un, Hayri’nin, Zilan’ın, kısacası Haki’den başlayan bütün şehitler gerçeğimizin Önderlik etrafında gerçekleşen bir anlam yücelmesi olduğu kesindir. Bütün soylu güzellikler Önderliğin etrafında gerçekleşir ve hepsi Önderliği kendisi için esas alır. İnsan Önderliğe bütün varlığıyla katılmalıdır. Onu düşüncesi ve eylemiyle, maddi ve manevi gerçekliğiyle olduğu gibi kabul etmelidir. Katılmak budur. Bunun ardından sıra Önderliği anlamaya gelir. Önderlik anlaşılmak istenir. Sorgulayarak Önderliğe katılım sağlanamaz. Siz burada bir sistemi ve onun yaşamını sorgulamıyorsunuz. Ayrıca bu
Önderliğe katılmanız için size bir dayatmada bulunulmuyor. Önderlik gerçeği çözüm gerçekliğidir. Çözüm sorgulanmaz, yaşanır. İnsanlar çözümü sorgulamazlar, insanlar çözüme katılırlar hem de sorgulamadan katılır ve kendileri çözüm gücü olmak isterler. Niye çözüme katılırlar? Kendileri de
çözüm gücü olmak istedikleri için. Niye özgür insana katılmak isterler? Kendileri özgür olmak istedikleri için. Bir yandan anladık deyip yine de Önderliğe katılmayanlar, katılıp da gereklerini yapmayanlar da vardır. Bu da aslında bir tür Önderliği sorgulama biçimidir, yani rettir. Bazı özellikler işinize geldiği için kabul ediyorsunuz, ama diğerlerine katılmak zor olduğu için bundan kaçıyorsunuz. Veya bazı özellikleri o an sizin gerçeğinizle çelişiyor, bu durumda özünde ‘Ben seni reddediyorum’ diyorsunuz. Uygulamamak da bir bakıma reddetmektir. Sonuçta varılacak nokta
budur. Öyle anla-madık, anlamıyoruz demek hiç doğru değildir. Gerçek olan aslında bizim kavramak istemememiz, Önderliği anlamaya çalışmamamızdır. Önderlikler anlaşılmak, kavranmak ister. Önderlikler kendi-lerine katılım beklerler. Önderlik bunu çok net belirtiyor. “Eğer bana biraz saygı ve bağlılık varsa, sizin bana katılmanız gerekir, benim size değil” diyor. Önderlik kişiliği kanıtlanmış bir kişiliktir. Önderliğe katılmak ise ona bütün benliğinizle, ruhunuz, varlığınız ve düşüncenizle evet demektir. Önderliğe katılmak, O’na aşk ilan etmektir. Önderliğe bağlılık aşkın ta kendisidir. Çünkü Önderlik sadece birey olarak Abdullah Öcalan değildir; O’nda dile gelen bütün bir evrendir, insansal var oluştur, toplumsal gerçekliğimizdir. Önderlik evrenin dilidir, aşkın dilidir. Buna katılıyor, bunu aşk kabul ediyorsunuz. Çünkü Önderlikte
bunlar dile geliyor. Yalnızca kişi olarak Abdullah Öcalan’a değil, O’nda dile gelen gerçeğe katılıyor ve ona aşk ilan ediyorsunuz. Önderliksel gelişmede doğal doğuştan sonra gelen ikinci doğuş dönemi Önder Apo’nun kendisini PKK biçiminde örgütlediği ve bu biçimde doğru temelde bir toplumsallaşmayı başarmaya giriştiği sürecin ifadesidir. Bunun ön koşulları da esasta Önder Apo’nun sosyalizmle tanışmasıyla başlar. Sosyalizmle tanışmak önemlidir. Sosyalizmin tanımı bile Önderliğin sorusuna cevap verme
anlamında ciddi değer taşır. Sosyalizm toplumsallaşmanın bilimidir. İnsanın mücadelesinin özünde hep toplumsallaşmayı daha ileri düzeylere taşırmak olduğu göz önüne getirilirse, sosyalizmin insan kadar eski olduğu rahatlıkla görülebilir. Sosyalizm insanlık kadar eskidir. Bu
nedenle Önderliğin deyişiyle “Sosyalizmden kuşku duymak insandan ve onun toplumsal gerçekliğinden kuşku duymaktır” İnsan toplumsal bir varlıksa, toplumsallık insanlığın var oluş tarzıysa, toplumsallaşmanın bilimi olan sosyalizmden kuşku duyulamaz. Fakat bu tanışma döneminde sosyalizmin kendi içinde birçok eksikliği ve yetersizliği vardır. Bu sosyalizmin temel hatası devleti ve iktidarı amaçlarına varmada kullanacağı silahlar olarak
benimsemesidir. Sosyalist gerçekleşmeye doğru gider, özgürlük, eşitlik, adalet, paylaşım üzerinde yükselen yeni bir toplumsallaşmayı yaratmak isterken bunun araçları olarak devleti ve iktidarı kullanmak istemesidir. Bu sosyalizmde kirlenmeye yol açan, aynı anlamda reel sosyalizmi sistemin bir mezhebi olmaya götüren temel nedendir. Burada amaç yeni bir toplum ve yeni bir dünya yaratma olarak konulur, bunun araçları olarak devlet ve iktidar benimsenirken, yöntem olarak da kurtuluşa kadar savaştan söz edilir. Oysa zorunlu meşru savunma hali dışında savaş esas itibariyle bir cinayet-tir. Bu açıdan sosyalizmin zoru özgür toplumu doğuran bir ebe olarak tanımlayıp savaşa başvurması son derece ciddi bir eksikliği ve yetersizliği anlatır. Egemenlerin
diliyle konuşmayı esas aldığını gösterir. O açıdan bu kendi içerisinde zaaflar ve zayıflıkları olan bir sosyalizm türüdür.

Parti Ortak Dava İçin Bir Araya Gelen Fedailer Topluluğudur

Önderlik yeni bir toplumsallaşmanın yaratılmasına, bunun ön koşulu olarak da gerçek arkadaşlıkların birliği olan ve bu haliyle toplumsallığın çimentosu olarak değerlendirilmesi gereken bir partileşmeye yönelmiştir. Parti özünde bir arkadaş topluluğudur. Dava arkadaşları birliğidir, bir
yoldaşlar topluluğudur. Ortak bir davayı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen öncü insanların fedai topluluğudur. Önderlik buna girişmiştir. Burada altı özenle çizilmesi gereken bir husus vardır; Önderlik yeni bir toplumu kurmakta son derece samimi ve kararlıdır. Toplumun çıkarlarına, halkın özgürlüğüne sonuna kadar bağlılık vardır. Yani halklaşma esastır. Toplumsallaşma esastır. Türkiye gerçeğinde diğer sol gruplar mezhepleştikleri halde Önderlikteki bu kararlılık Kürdistan’da PKK hareketini halklaşmaya götürmüştür. Daha sonraki süreçte Önderliğin arayışlarının kendisini kesin bir çö-züme götürmesine neden olan durum da budur. Yani kendi içerisinde reel sosyalizmin
bazı zaaf ve zayıflıklarını taşısa da halklaşması, bu zaaflar ve zayıflıkların etkisini en aza indirgeyen bir durum ortaya çıkarmıştır. Bu durum Kürdistan gibi bir ülkede mezar suskunluğuna gömülmüş bir toplumu andıran Kürt toplumu içerisinde mucizevî bir gelişmeyi ortaya çıkarmış, Önderliğin kendi deyişiyle adeta üzerine dökülen betonun çatlatılması tarzında mezara gömülen insanı ayağa kaldırıp, mücadele eder bir konuma yükseltmiştir. Burada esas rol oynayan halkın çıkarlarına sonuna kadar bağlılıktır. Halka ve ülkenin davasına sonuna kadar bağlılık vardır. Kürdistan’ın özgünlüğü içerisinde evrenselliği yakalama olgusu vardır. Bunlar olmaksızın bu durumlar gerçekleşemez. Kuşkusuz bir sistemi reddedebilirsiniz. Ama bu onu aştığınızı göstermez. Bir sistemi aşmak demek, onu bütün özellikleriyle çözmek, sistemin bilme düzeyini yakalayıp, onunu ötesine geçmek
demektir. Sistemi bütün gelişim süreci içerisinde yerli yerine oturtarak anlamak, dolayısıyla onun çözümsüzlüğünü ilan etmek ve bunu aşacak çözümü ortaya çıkarmak önemlidir. Mevcut sistemi çözüp, aşmadan sadece onu reddederek ona alternatif olunan sisteme ulaşılamaz. Önderliğin bu yönlü çabaları vardır elbette. Fakat gerçek anlamda bir çözümün yaratıldığı söylenemez. Önderliğin deyişiyle hala doğru tam bulunabilmiş, kendisiyle birlikte yaşamın var olabileceği
gerçek hala yakalanabilmiş değildir. Bu süreç yine gerçeğin arayış sürecidir. 15 Şubat komplosuna gelindiğinde, bu komplonun öngününde mevcut durum, hala bir sistemin
yaratılamaması ve bu anlamda gerçek bir çözümün yakalanamaması durumudur. Önderliğin Atina Savunması’nda, 15 Şubat komplosu öncesinde Avrupa’ya çıkış macerasını değerlendirirken söylediği şeyler açıktır: “Benim Kürt halkı için özgürlük arayışım ve bu temelde Avrupa’ya çıkışım, tam da dünya çapında bir maceraya dönüşmüştü. Ama ne yazık ki hala kendimi bile tanıyamamıştım. Özgürlük anlamında bu halka ne verebi-lecektim?” diye sorar. Yani Önderliğin 15 Şubat komplosunun ön gününde bulunduğu nokta, esas itibariyle budur. Doğrudur, Önderlik o sistemi karşısına almış, o sistemden kopmuştur. Sistemin temsilcileri de bunu çok iyi bilmektedir.
Çünkü bu sistem Önderlik kişiliğinde hiçbir zaman vücut bulmamıştır. Bu açıdan Önderliği kabul etmemektedir.

Önderliğin Özgünlüğünde Evrensellik Vardır

Buradan şu sonuç çıkıyor: Önderlik bir çözüm arayışına girişiyor. Bu dar anlamda bir Kürt çözümü değildir. Bunu her zaman akılda tutmak zorundayız. Önderlik için Kürt Devrimi bir araçtır. Amaç, tüm insanlığın kurtuluşudur. Bunu göz önünde bulundurmayan biri, Önderlikten zerre kadar
bir şey anlamıyor demektir. Bu da peşi sıra bir gerçeği beraberinde getirir: PKK’ye gelen insan kendisini tüm insanlığın özgürleşmesine adamak zorundadır. Çünkü bir tane insanlık var; Kürtler, Türkler, tüm halklar toplum olarak bu insanlığın bir parçasıdır. İki tane insanlık yoktur. Bugün
insanlık kendisini primata yaklaştıran bir sisteme mahkûm edilmişken, dünya bir kenef haline gelmişken, doğa korkunç bir şekilde tahrip edilmişken, Kürdistan’da tecrit edilmiş özgür bir ada oluşturmakla yetinmek, bataklığın içerisinde kendisine küçük bir yaşam alanı açmak anlamına gelir ki, bunun kabul edilir bir yanı olamaz. Bu açıdan Önderliğin itirazı bütün bir dünyaya, bütün bir sistemedir. Başından beri bu böyledir. Onun özgünlüğünün içerisinde daha başından beri evrensellik vardır. Sosyalizm evrenselliği yakalamaktır. Sosyalizm sadece ulusların kurtuluş davalarıyla değil, bütün insanlıkla ilgilenir. Yani insanlığın bir özgürlük yürüyüşü varsa, bunun için ilk adımların atıldığı yerde elbette
sosyalizmin inşasına da girişilir. Ama tüm insanlık sosyalizmle buluşmadıkça, insanlığın gerçek kurtuluşu ve özgürlüğü de mümkün olamaz. Amaç esas itibariyle budur. Bu açıdan Önderlik verili sistemle hep çelişki halindedir ve onu kesinlikle kabul etmemektedir. Bu da Önderliği hep özgün bir duruşa yöneltir. Önderliğin duruşu özgün bir duruştur. Özellikle PKK hareketinin devletleşme doğrultusunda ilerlediği ve bunun olanaklarının arttığı bir dönemde, Önderlik kendi kişiliğinde bir anlam aşınmasının başladığını hisseder. Kendi temel devrimci özünden bir şeylerin koptuğunu, bir şeylerin kendisini rahatsız ettiğini duyumsar. Kendisi belki büyümüştür, ama karşısındaki insanlar cüceleşmektedir. Onları cüceleştiren bu sistemin kendisidir; bu devletleştiren, hiyerarşileştiren, iktidarlaştıran sistemdir, bu egemenlik sistemidir. Bu, sınıflaşma yaratan bir sistemdir. Önderlik kişiliği itibariyle en çok bundan rahatsızlık duyar ve arayışlarını sürdürür.

İnsan Ancak Uçurumun Kenarında Kanatlanır

Devam eden bu arayışa bağlı olarak, Önderlik 1996’dan itibaren esas itibariyle kadın gerçeği üzerinde yoğunlaşır. Arayışları Onu kadın sorunu üzerinde derinleşmeye yöneltir. Çözümü en fazla burada arar; burada büyük bir yoğunlaşma ve derinleşmeyi yaşar. Buna rağmen hala sistemi bütünlüklü olarak çözmekten uzaktır. Çünkü sistemi çözerek aşamamış, dolayısıyla kendi sistemini de yaratamamıştır. Diyorum ya, sistemi reddedersiniz, ona katılmazsınız ve bu mümkündür; sistemi reddetmek, en iyimser haliyle ona katılmamaktır. Ama bu durum sistemi aştığınızı göstermez. Sistemi aşmak öncelikle o sistemi anlamayı, onu bütün özellikleriyle çözmeyi şart kılar. Çözdüğünüzde onu aşacak sistemin iskeletini de oluşturur ve temellerini atarsınız. Önderlik işte bunu yaptı. Hâlbuki 15 Şubat komplosuna gelindiğinde, Önderlik açısından her şey adeta donmuş gibiydi. Bu, aslında bir çözümsüzlük noktası olarak da algılanabilir. Felaket budur ve burada bir uçurumun kenarına geliş vardır. Bu uçurumun kenarına geliş sadece fiziksel olarak bir kaybediş, bir idam teh-didiyle yüz yüze gelmek değildir. Kürt halkının daha çılgınca bir savaşla karşı karşıya gelmesi de değildir. Burada şu fark edilmiştir: Çözüm hala bulunamamış, gerçek çözüm hala yakalanamamıştır. Bunu fark ediş, gerçekten de yaşamın adeta donma noktasıdır. Önderlik bunun bilincine ulaşmış ve bu noktadan itibaren kendisine müthiş bir biçimde yüklenmiş, müthiş bir çabaya ve düşünsel yoğunlaşmaya yönelmiştir. Bu düşünsel yoğunlaşma sistem gerçeği üzerine yoğunlaşmadır; bir bütün olarak sistemi doğru bir biçimde çözme, onu doğru tanımlama ve
kendisini aşacak sistemi ortaya çıkarmaya çalışmadır.
Burada Önderliğin mucizevî tarzı bir kez daha kendini kanıtlamıştır. Sürecin karakteri ve ortaya çıkan gerçekler dehşet vericidir. Ama Önderliğin büyüklüğü ve dehası da burada kendisini gösterir. Önderlik, “Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir” der. “İnsan ancak uçurumun kenarında
kanatlanır.” 15 Şubat komplosu, her açıdan bir uçurumun kenarına varış anıdır. Bu uçurumdan aşağıya düşmek de olasılık dâhilindedir. Ama Önderlik bu noktada kanatlı düşünmesini bilir; sistemi bütün özellikleriyle çözerek, kendi sisteminin özelliklerini de ortaya koyar. Burada yakalanan sadece bir Kürt çözümü değildir. Bu tarz bir algılama sakattır, yakalanan bütün bir insanlık için çözümdür. Beş bin yıllık devletçi uygarlık sisteminin bütün kirlerinden, bütün
insansızlaştırma eylemlerinden, onun pratiklerinden kopmanın çaresi bulunmuştur. Bu çare “Ekolojik, Demokratik, Cinsiyet Özgürlükçü Toplum’dur” Bu sadece Kürt toplumuna özgü bir çözümü değil, bütün insanlığa ait çözümü içinde barındıran bir toplum biçimidir. Dolayısıyla Önderliğin yakaladığı çözüm yüzeysel değil derinliklidir, bölgesel değil evrenseldir, parçalı değil
bütünlüklü ve kapsamlıdır.

Gerçeğin Şifresi Çözülmüştür

Önderlik burada öncelikle doğru toplum tanımına ulaşır; doğru toplum tanımından yola çıkarak aslında devlet olgusunu çözer. Devlet yeni bir toplum demektir. Ama bu toplum, insanın var oluş halini anlatan doğal toplumdan kopuşu ifade eden bir toplum biçimidir; bir köle toplumudur. O zaman toplumu doğru tanımlayıp, doğal topluma dönüş yapmak insanı özgürleştirmenin en önemli yoludur. Önderlik, uygarlık temelinde oluşan yeni toplumun insanlığın var oluş halini anlatan toplumdan bir sapma olduğunu açıklığa kavuşturmuş; bu açıdan bakıldığında gerçeğin şifresini
çözmüştür. Çözülen, toplumun şifresidir. Elbette bizim de bu şifreyi çözmemiz gerekir. Şifrenin çözümü, uygarlığın veya hiyerarşik ve devletçi toplumun bir sapma olduğunu, bunun insanlıktan uzaklaşmayı anlattığını, bunun eseri olan sınıflaşmanın da insanlıktan bir düşüş anlamına geldiğini bilince çıkarmak ve bu temelde bundan kopuşu sağlamaktır. Sınıflaşmaya dayalı bir sosyalizm anlayışı sakattır. Öncelikle bundan vazgeçilmektedir. Çünkü iyi sınıf yoktur. Çünkü
kölelik de, serflik de, proleterlik de esas itibariyle köleliğin birer biçimidir. Her kölelik türü en temel insani gerçekliklerden kopmayı anlatır. Devletçi toplum bir kölelik toplumudur. Devlet odaklı uygarlık sisteminin özü budur. Bu anlamda özgürleşmek isteyen, öncelikle bu uygarlık sisteminden kopmak zorundadır. Önderlik 15 Şubat ile başlayan ve sonuna kadar öyle gidecek olan üçüncü yaşam
dönemini çok net bir şekilde tanımladı. Bu, “Üçüncü Doğuş” dönemiydi. Belki her kişi kendi yaşamında yeniden doğuşlar yaratabilir. Ancak Önderlikteki bu doğuş, insanlık için bir doğuştur ve bir çözüm dönemidir. Belirgin niteliği genelde devlet odaklı yaşamdan, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlamasıdır. Önder Apo, “Tekrar yaban yaşama koşmuyorum, on bin yıl öncesine gidecek değilim. Ama insanlığın bazı temel değerlerinin o yıllarda gizli olduğu da
kesindir. Uygarlığın bin bir hile ve zorbalıkla kestiği o dönem insanlığı bilimsel-teknik seviyeyle bütünleştirilmedikçe, insanlığın gerçek kurtuluşu ve özgürlüğü mümkün olamaz” dedi. Uygarlık ve devlet odaklı yaşamdan kopmanın bir gerileme olmadığını söyledi. Hiyerarşik ve devletçi sınıf
uygarlığından kopmanın en büyük özeleştiri olduğunu ifade etti. Önderlik “Bunu başaracağıma inanıyorum” diyor ve bizim de bunu başarmamızı istiyor. Yeni paradigmanın çıkış noktası budur.

27 Kasım Diriliş Bayramınız Kutlu Olsun

Anlamın Ve Hissin Yarattığı İnsan ÖNDER APO/Ali HAYDAR KAYTAN

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz