Orta Çağda Köylü Hareketleri

0
615

 Köleci sistem içinde feodal ilişkiler daha önceden ortaya çıksa da, feodalizmin bölgedeki gelişimi 7. yüzyıldan sonra başladı. Artan köleci çelişkilerin çözümü anlamına da gelen İslamiyet’in Arap fetihleriyle yayılması, bölgeyi yeni bir sürece soktu. O zamana kadar bölgede hakim olan Zerdüşt diniydi. Kürtler de kendi yaşamlarına uyarladıkları biçimiyle bu dini yaşıyorlardı. Hıristiyanlık Antakya-Şam hattından ötede, Anadolu’da hüküm sürerken, Yahudilik dağınık bir biçimde Filistin, Lübnan ve Arap yarımadasındaki küçük topluluklarda yaşanıyordu. Arap toplulukları ise, henüz çok tanrılı inanç sistemleri içindeydi. Bölge, Anadolu tarafından gelen Bizans akınlarıyla, doğudan gelen Sasani akınları arasında bir hayli yorgun düşmüştü. Zerdüştlüğü devlet dini haline getirerek Bizans ile hakimiyet kavgası veren ve bu yüzden yorgun düşen Sasani Devleti, 637 yılındaki Kadisiye Savaşında, Arap-İslam ordularına yenildi. 636’da Yarmuk Savaşında Bizans’ı da yenen Arap-İslam ordularının başarılarında, bölge halklarının bu köleci güçlere destek vermemesi belirleyici oldu. Köleci egemenliğe karşı İslam’ı büyük umutla karşılayan halklar, bu güçleri Arap-İslam orduları karşısında yalnız bıraktılar. Kendileri de halklaşma sürecini yaşayan Arapların bunu bölge zenginliklerini gasp ederek gerçekleştirmeye yönelmesi, İslamiyet’i baskıcı ve sömürgeci bir konuma savurdu. Bu, bölge halklarının yüzlerce yıl sürecek direnişlerini başlattı. Arap-İslam ordu 90 ları Amed’e beş ay süren bir direnişten sonra girebildi. Kuzey Kürdistan’ın fethini ise, 639’da büyük bir zulümle tamamladı. Kadisiye’de Sasanilere destek vermeyen Kürtler, 642’deki savaşta Sasanilerin yanında yer aldı. Fakat savaşı Arap-İslam güçleri kazandı. Büyük merkezler ve ovalık alanlar itibarıyla Kürdistan’ın işgali tamamlandı. Ama Arap-İslam güçlerinin denetimi sağlamaları hiçbir zaman tam gerçekleşmedi. Küçük büyük direnişler sürüp gitti. Hızla gericileşen Arap sömürgeciliği, Şehrezor’u ancak 643’te düşürebildi. O da birkaç yenilgiden sonra ve büyük bir güçle mümkün oldu. Emevi Hanedanlığının devraldığı İslam Devletinin baskıcı ve sömürgeci karakteri daha da ağırlaştı. İslam’ın kendi içinde de bölünmeleri yaşadığı bu hanedanlık döneminde, bölge halkları da çeşitli mezheplere ayrıldılar. Direnişler, muhalif mezhepler altında büyümeye başladı. Emekleri ve inançları üzerindeki baskılara direnen halklar arasında Kürtler, büyük bir gücü oluşturdu ve hemen hemen tüm isyanlarda yer aldılar. Emevi ve Abbasi hanedanlıkları arasındaki çekişmede Abbasilere destek veren bölge halkları, 748 yılında Kürt Komutanı Ebu Müslîm Horasani önderliğinde büyük bir ayaklanma başlattılar. 750’de Küçük Zap Suyu kenarında Emevi ordularını yenen ayaklanma güçleri, Emevi Devletini yıktılar. Ayaklanmaya Kürtler öncülük ettiler. İkinci büyük güç Farslardı. Fakat ayaklanma tüm bölge halklarını içeriyordu. Emevilerden sonra İslam hanedanlığını devralan Abbasi Hanedanı, Ebu Müslîm Horasanî’yi Kürdistan ve Horasan valisi olarak tanıdı. Bu bölgelerde bağımsız bir devlet olmaya giden Ebu Müslîm Horasani, 754 yılına kadar Abbasi Hanedanına vergi ödemediği gibi çeşitli yasalar çıkardı ve bir ordu kurmaya girişti. Bir düşünce adamı da olan Ebu Müslim Horasani, resmi mezhepler dışında Zerdüştlüğün derin izlerini taşıyan bir öğreti de geliştirdi. Farsların İslam’ı Şialık biçiminde kendilerine uyarlamaları gibi, İslam’ı Kürt halkına uyarlamaya çalıştı. Ebu Müslîm Horasani 754 yılında davet edildiği Bağdat’ta, Halife Mansur tarafından öldürtüldü. Abbasilerin 500 yıl süren hanedanlığı boyunca sürecek ayaklanmalar zinciri, bu olayla başladı. Kürdistan’ın Güney ve orta bölgelerinde Ebu Müslim takipçilerinin bir dizi ayaklanması gerçekleşti. Farsların desteğiyle bastırılan ayaklanmalar derlenip toparlanarak yeniden boy gösterdi. Sorq-˚ Alem Ayaklanması bu dönem ayaklanmalarının en ünlüsüdür. Ebu Müslim öğretisini esas alan ayaklanma güçleri, 790’da harekete geçtiler. Başını Kürtlerin çektiği ayaklanmaya, Abbasi politikalarından bunalan tüm bölge halkları katıldı. Adeta bir din savaşı gibi süren çatışmaların bir yanında resmi mezhep temsilcisi Abbasi Hanedanlığı, diğer yanda muhalif mezhepler ve dinler koalisyonu biçimindeki bölge halkları vardı. Ayaklanmacılar kendilerine sembol olarak kızıl bayrağı seçmişlerdi. İsyana adını veren kızıl bayrak, tarihte ilk olarak burada kullanıldı. Gurgan’da başlayan ayaklanma aşırı vergilerin, zorla Müslümanlaştırmanın ve Batıni mezhepler ve diğer dinler üzerindeki baskıların kaldırılmasını, yine Abbasi Hanedanlığının yıkılmasını amaçlıyordu. Ayaklanma yedi yıl sürdü, fakat yenildi. Çok geçmeden Azerbaycan merkezli Babek Ayaklanması gelişti. Sorq-˚ Alem’in devamı sayılabilecek büyük Babek Ayaklanmasının bir kolu da Kürdistan’daydı. Ayaklanma 815’te başladı ve yirmi iki yıl sürdü. Kürdistan kolunun başında bulunan İsmail Kurdî ve güçleri yirmi iki yıl boyunca savaştı. Bir ihanet sonucu yenilen Babek isyanının üzerinden bir yıl geçmeden yeni bir ayaklanma başladı. 838-839 arasında, Süleymaniye civarında başlayan ayaklanma bir yıl sürdü. Başını Mir Cafer adında bir Kürdün çektiği ayaklanmaya katılanlar da ağırlıklı olarak Kürtlerdi. Yenilen Mir Cafer hareketinden otuz yıl sonra, ağır sulama işleri, pamuk tarlaları ve madenlerde çalıştırılmak üzere Afrika’dan getirilen siyah kölelerin ayaklanması başladı. Yoksul köylüler ve muhalif mezheplerin yanında, Güney Kürdistan’daki tüm Kürt aşiretleri de isyana katıldı. Bağdat’ta 869’da başlayan ayaklanma Güney Kürdistan dağlarında 883’e kadar sürdü. 930’daki Daysam İsyanı bu isyanlar zincirinde büyük bir halka oldu. Güneyi ve Doğu Kürdistan’ın tümünü kapsadı. Mazdek ve Hürremiler isyanlarıyla bu zincir uzadı. Abbasi Devletinin üç yüz yıl savaşmak zorunda kaldığı ayaklanmalar nedeniyle, Kürdistan adeta savaş alanı oldu. Kürdistan, Abbasilere karşı isyan eden tüm halkların sığınağı haline geldi. Kültürel ve toplumsal yapı büyük alt üst oluşları yaşadı ve bunlar günümüze dek uzanan sorunların da kaynağı oldu. Kürtler İslamiyet ile taşınan feodalizmle daha ileri bir düzeye yükseldiler. Fakat kalıcılaşan işgal, istila, sürekli varlığını hissettiren sömürgeci zor ve en önemlisi de kendine yabancılaşma bu gelişmenin bedeli oldu. Eğer gelişme ve gerileme kıyaslanacak olursa, uzun vadede gerilemenin ağır bastığı söylenebilir. Bir örgütlenme ve hayat tarzı, direnerek yaşama ve kendini üretme bilinci olan Zerdüştlük yavaş yavaş yitirildi. Kürtlerin milli dini kabul edilen Zerdüştlük ya tümden bırakıldı, ya muhalif mezhepler içine yedirildi, ya da marjinal topluluklarda yaşatılmaya çalışılan bir inanç haline geldi. Parçalı toplumsal yapısına rağmen, kültürel ve sosyal birliğin harcı olan Zerdüşt dininin yitirilmesi en büyük kayıp oldu. Zira toplumsal ideoloji işlevini gören Zerdüştlükten uzaklaşma, bir anlamda Kürtlükten uzaklaşmaya, giderek Araplaşmaya yol açtı. Denemeler olduysa da, Kürtler İslam’ı kendilerine uyarlayarak bir milli ideoloji ortaya çıkaramadılar. Bunda Kürt egemen kesimlerinde gelişen işbirlikçilik önemli rol oynadı. Ayaklanmaların yenilgi sebeplerinden birini de bu oluşturdu. Araplaşmanın gelişmesi, Arap egemenliği karşısında isyana kalkan halkın önüne her defasında işbirlikçilik ve ihaneti dikti. Kürdistan’da feodalleşme, sömürgeleşme ve Araplaşma birbirini tamamlayarak gelişti. 10. ve 11. yüzyıllar içinde yaygın ayaklanmaların da etkisiyle Abbasi egemenliğinin zayıflaması, görece de olsa rahat bir gelişme dönemine yol açtı. Abbasi Devleti, 11. yüzyıla doğru Kürdistan üzerindeki denetimini hemen hemen kaybetti. Halifeliğin kısmi manevi etkisi dışında fazla bir etkinliği kalmadı. Bundan yararlanan kimi Kürt beylikleri sınırlarını genişleterek bağımsız beyliklere dönüşebildiler. Merkezileşmiş feodal bir devlet oluşturulamadıysa da, küçük devletçikler ortaya çıktı. Tarihe Şeddadiler, Hasneviler adıyla geçen devletçikler böyledir. Mervani Kürt Devleti bunların içlerinde en bilinenidir. 985’te bir ayaklanma düzenleyerek Silvan’ı ele geçiren Bad-bin Dostık, Farqin ve Amed’ten Van’ın kuzeyinde yer alan Erciş’e kadar ki bölgeyi denetimine aldı. Ayaklanma başarıyla sonuçlanarak devlete dönüştü. Diğer ayaklanmaların uğradığı akıbete uğramadı. Abbasi Devleti gibi Bizans’ın da iç çatışma ve istikrarsızlık nedeniyle bölgede denetiminin zayıflaması bunda rol oynadı. Bad-bin Dostık 991’de Hamedanlar ile Musul yakınlarında girdiği savaşta öldü. Yerini yeğeni Ebu Ali Hasan aldı. Merwaniler 993’te Erciş, Muradiye ve Ahlat’a kadar ilerleyen Bizans ordusunu yenerek gelişimini sürdürdüler. Yenilen Bizans ile on yıllık bir saldırmazlık anlaşması yapıldı. Bu uzun bir barış ve istikrar dönemine yol açtı. Bu ortamda kültürel ve sosyal alanlarda önemli gelişmeler yaşandı. Melayê Cizirî bu dönemde yaşadı. 1071 Malazgirt Savaşında Selçukluları büyük bir güçle destekleyen Merwani Devleti yine Selçuklular tarafından 1085 yılında yıkıldı. 93 Bölge halkları ve Kürtler, Türk gerçeği ile bir süredir tanışıyordu. Türk boyları 7. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan kuraklık, nüfus artışı gibi çeşitli nedenlerle bölgeye akın ediyorlardı. Henüz barbarlık aşamasında bulunan Türk boyları, 9. ve 10. yüzyıllarda İslamiyet’i kabul ettiler. Bölge devletleri içinde paralı askerlik, sınır muhafızlığı ve buna benzer biçimlerde yer alarak askerlik ve siyaseti öğrendiler. Talancı ve yayılmacı yapılarıyla bölge gerçeğine ters düşen Türkler, İslam’ın yayıcıları görünümünde bölge gerçeğine sızdılar. Geri yapılarıyla yapabilecekleri fazla bir şey olmayan Türk boyları, şiddet temelinde kendilerine yer açtılar ve şiddetleriyle yıkıcı bir rol oynadılar. Kısa sürede çıkmaza saplanan feodalizme taze kan oldular. Yıkılmaya yüz tutmuş feodal sistem Türklerle 20. yüzyıla kadar taşınan bir gerçeklik oldu. İçinde büyüdükleri Abbasi Devleti zayıfladığında harekete geçen Türk boyları, 1071’deki Malazgirt Savaşından sonra Selçuklu Devletini kurdular. Merwani Devletinin 1085’de yıkılmasından hemen sonra Kürdistan önemli oranda Selçuklu denetimine girdi. Selçuklular döneminde tam bir denetimden bahsedilemez. Sosyal, siyasal ve kültürel olarak Selçuklularla aynı düzeyi yaşayan Kürtler, iç işlerinde bağımsızdılar. Kürdistan Eyaleti adıyla Selçuklu Hükümranlığına bağlı olan Kürtlerle Türkler arasındaki ilişki bir egemenlik ilişkisinden çok, ittifaka yakındı. Selçukluların yürüttüğü feodal sömürü ve baskının giderek artması, yoksul Türkmenler ve Kürtlerin tepkisini çekmede gecikmedi. 1240’da Baba İshak ve Baba İlyas önderliğindeki yoksul Türkmen köylülerinin ayaklanmasına Kürtler (özellikle Sünni olmayan Kürtler) de katıldılar. Kısa sürede gelişen isyan zorlukla bastırılabildi. Sünni Kürt aşiretleri, paralı Frenk askerleri ve Türk akıncılarından oluşan Selçuklu kuvvetlerini birçok savaşta yenen isyancılar, Doğu sınırından Amasya ve Çorum’a kadar olan büyük bir bölgeyi denetime almışlardı. Bu ayaklanmada Sünni Kürt aşiretlerinden oluşturulmuş bir güç de Selçuklu saflarında yer alıyordu. İslamiyet’in Kürtlerdeki olumsuz etkilerinin en çarpıcı görüldüğü bu ayaklanma yenildi. Fakat Selçuklu da bir hayli zayıf düştü. Bir süredir bölgeyi kasıp kavuran Moğollar, 1257’den itibaren zayıf düşmüş Selçuklu Devleti üzerine akınlara giriştiler. Kürdistan bir kez daha harabeye çevrildi. Birçok aşiret yok oldu, bir çoğu göç etti. Moğol istilasına karşı Kürtler, Araplar ve Türkmenler ittifaklar yaparak direnmeye çalıştılar. Selçuklular ise, Moğollara tabi oldu.Bir kasırga gibi bölgeyi harabeye çeviren Moğolların bölgedeki denetimi fazla sürmedi. 13. yüzyılın sonunda Moğol egemenliği yıkılınca doğan boşluk, irili ufaklı beyliklerce dolduruldu. Moğol-Selçuklu sentezi olan İlhanlı Devletinin 14. yüzyılda hakim olma çabaları da sonuç vermedi. Dahası bu devlet çok geçmeden yıkıldı. Bunu ikinci Moğol istilası izledi. Timurlenk’in başını çektiği Moğol orduları, öncekileri aratmayan bir kıyıcılıkla Kürdistan’ı bir kez daha işgal ettiler. Bu süreçte bir kısım aşiret de Moğolların yanında savaştı. İslam’ın yarattığı bölünme her işgal ve istila sürecinde derinleşti. Kürtler bu süreçte yok olmamak için olağanüstü direndiler. 1405’de Timurlenk’in ölmesi ile zayıflayan Moğol egemenliğine Osmanlı Devleti son verdi. 14. yüzyılın başından beri Bizans üzerine yaptığı akınlarla güçlenen Osmanlı Doğuya yöneldi. Bundan sonraki süreçte Safeviler ve Memluk Devleti ile bölge üzerinde hakimiyet mücadelesine girişti. Maraş-Kayseri hattına kadar Anadolu’da hakim olan Osmanlı idi. Bu hattın doğusunda Safevi Devleti, batısında Akdeniz’e açılan bölgede ise Memluk devleti yer alıyordu. Her üç güç için stratejik değer ifade eden Kürtler ve Kürdistan üzerindeki hakimiyet mücadelesi, Moğol akınlarından daha az yıkıcı olmadı. Bu hakimiyet savaşında Kürtleri yanına alan kazanacaktı. Bu yüzden özellikle Osmanlı ve Safevi Devletleri her yöntemi denediler. Özellikle mezhepsel farklılıkları sonuna kadar kullandılar. Kızılbaş Kürtleri yanına çekip Sünnileri ezerek denetim sağlamaya çalışan Safevi Devleti, 1507’de Kürdistan’ın tümünü alarak Osmanlı sınırlarına dayandı. Kürtlere ittifak ve dayanışma politikası ile yaklaşan Osmanlı’nın bu tavrı, sindirilip teslim alınan Sünni aşiretler arasında etkili oldu. Bu, Çaldıran Savaşının da kaderini belirledi. 1514’de Çaldıran ovasında Osmanlı ve Safevi orduları karşı karşıya geldiler. Sünni Kürt aşiretlerinin desteği ile savaşı kazanan Osmanlı ordusu, Tebriz’e kadar ilerledi. Yol boyunca süren Kızılbaş Kürt katliamı, Tebriz dönüşünde de devam etti. Kaynağını Ebu Müslim Horasani’den alan bir öğreti ile aralıksız direnen Kızılbaş Kürtler, en büyük katliamı bu dönemde yaşadılar. Osmanlı 1617’de Memlukları yenerek Mısır’ı ele geçirdi. Mısır’da bulunan “Kutsal emanetleri” başkentine taşıması, ona bir de manevi güç kazandırdı. Osmanlı ile Safevilerin Kürdistan üzerindeki hakimiyet mücadelesi ise 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşmasına yol açtı. Bu, Kürdistan’ın iki güç arasında bölünmesi demekti. Çizilen sınır 1923’e kadar kaldı. (Güneyde Zagros silsilesi, kuzeyde yaklaşık bugünkü Türkiye-İran sınırı). Anlaşmayla beraber Kürtlere dönük politikalar da değişti. İki güç de payına düşen parçada kurumlaşıp kalıcılaşmaya çalıştı. Bunun için de baskı, teslim alma, güçten düşürme ve işbirlikçileştirme politikalarını yoğunca yürüttüler. Bu, Kürdistan tarihindeki olumsuz gidişatı derinleştirdi. Osmanlı, Kızılbaş Kürtler ve onlarla birlikte hareket eden Türkmen aşiretleri üzerinde kitlesel kıyımlara girişti. Buna karşı direnme temelinde hareketler oldu. Yine gerek Safevilere, gerek Osmanlılara karşı çıkarları sarsılan beylerin ayaklanmaları gelişti. Fakat kısa sürede bastırıldılar. Bütün bu olumsuz gidişat içinde Kürtler yine de belli gelişmeler yaşadılar. Kültürlerini korumayı, hatta geliştirmeyi başardılar. Eserlerinde Kürt kültüründeki gelişmeyi görebileceğimiz Ahmedê Xanê (…/1652) bu dönemde yaşadı. 19. yüzyıla kadar sürecek statüko bu süreçte oluştu. Osmanlı’nın doğu ve güney sınırlarını koruyan Kürt beylikleri, imparatorluk içinde en geniş özerkliği yaşadılar. Bu özerklik bir nevi oynadıkları sınır muhafızlığı rolünün karşılığı oldu. Kızılbaş Kürtler üzerinde yoğun bir baskı ve yok etme politikası uygulayan Osmanlı, Sünni mezhepten Kürtlerle oldukça ileri bir ilişki ve ittifak içinde oldu. Kürtlük adına yaşanan kültürel, siyasal ve sosyal ilerleme de buradan güç aldı. Kürt beyliklerinde yaşanan ilerleme önemli bir düzeye ulaştı. 15. yüzyılda Avrupa’da kapitalist gelişme hızlandı. Bunun birçok alana, özellikle siyasete ve askerliğe yansıması, Osmanlı’nın Batıdaki yayılmasını durdurdu. Giderek geriletti ve Batıdaki Osmanlı varlığını ortadan kaldırdı. Gasp ve talanla yürüyen Osmanlı, batıda zorlandıkça doğusuna yüklendi. Batıdaki her geri adım, Doğuya ve özellikle de Kürdistan’a daha fazla vergi ve daha fazla asker alımı biçiminde yansıdı. Bunları karşılamada ayak direten Kürt beyliklerinin siyasi ve askeri otoriteleri sınırlandırılmaya başlandı. Bu temelde önce Kürt beylikleri arasındaki çelişkiler körüklenerek çatıştırıldı. Böylece birlik olma yolları tıkandı. Sonra denetledikleri alanlar küçük siyasal birimlere ayrılarak otoriteleri zayıflatıldı. Buna bir müddet tahammül eden Kürt beyliklerinde, halkın artan vergileri ve asker alımını karşılayamaz hale gelmesiyle bir ayaklanma zemini doğdu. Buna askeri ve siyasi otoritelerini kaybetmekle yüz yüze kalan hakim bey ve mir kesimlerinin rahatsızlığı da eklenince, yeni bir ayaklanma dönemine girildi.

Kaynak: Demokratik Kurtuluş Mücadelesinde Halk Hareketi SERHILDAN-Weşanên Serxwebûn

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here