Savaş savaştır aslında. Adı özel de olsa, psikolojik de olsa, asimetrik de olsa savaş savaştır. İnsan insanlığına, doğanın doğallığına bilcümle mahlukatın yaşamına bir yerden…izinsiz giren, izinsiz değiştiren, alt üst eden bir olgu.
Savaş hep savaştır; cana, mala, ırza kasteden, çalan, talan eden, oynayan, tecavüz eden, ele geçiren. Zira o yok etme aslında çıkarma ve ele geçirme üzerine kurulmuştur. Egemenlere ait bir kavram olmasından da karakteri kolaylıkla anlaşılabilir. Biz de savaşıyoruz. Biz özgürlük ve demokrasi arayışçılarının ve savaşçılarının yürüttükleri mücadeleyi aynı kavramla ifadelendirmemiz aynı şeyleri yaptığımız anlamına gelmediği gibi bilakis tam tersini içerir. Ama Önderliğimizin de belirttiği gibi henüz başka kavramlarımızı bulamadığımız için ya da kavramları çalarak içeriğini çarpıtan egemenlerden kavramlarımızı geri alıp esas anlamına kavuşturamadığımız için ne yazık ki aynı kavramları kullanıyoruz. Ama kendimizi onlardan belirgin adlarla ayırmayı da biliyoruz ve ayırıyoruz da. Özgürlük savaşçıları, halk kurtuluş savaşı, devrimci halk savaşı gibi. Savaşımızın neye hizmet ettiği adından da anlaşılıyor.
Ama bir de egemenlerin savaşlarının adları var; psikolojik savaş, özel savaş, asimetrik savaş, birinci paylaşım savaşı ya da dünya savaşı. En anlaşılmaz olanı da dünya savaşı. Koskoca bir dünya nasıl savaşa sokulur gerçekten de. Bunca güzellikler, mucizeler, kutsallıklar, çeşitlilikler, zıtlıklar, renklilikler, barış ve uyum içerisinde bir arada yaşamı barındıran dünya nasıl savaşa sokulur? Yapılan çok saçma bir tanımdır. Kurnazca, kurnazlıkla dünyayı ele geçirme, dünyaya hakim olma savaşının tüm dünyaya mal edilircesine tanımlanması… Yapılan devletin savaşıdır ve devlerin savaşında katledilen milyonlar. Ve buna dünya savaşı deniliyor. Dünyaya ait olmayan ve asla ait olmaması gereken savaş. Dediğimiz gibi aslında adlandırmalardan da rahatlıkla neyi ele geçirmek istedikleri, neye saldırdıkları, neye ulaşmak istedikleri anlaşılabiliyor. Bir de tabii iktidarın gelişim tarihi, halkların direnişlerinin bilinçlenişi ve mücadeleyle bağlantılı olarak savaşın yönteminde, üslubunda, tekniğinde, araçlarında yol ve tarzında taktik ve stratejilerinde değişimler, zorunluluklar olagelmiştir. İlk çağlardaki, ortaçağlardaki açık, aleni gasp ve talan savaşları kapitalist modernist çağlarda artık meşruiyetini yitirince daha değişik savaş türleri devreye girmiş, özellikle ulus devlet sacayağı özel savaş taktik ve tekniklerini geliştirmelerini de sağlamıştır. Şimdi özel savaş gerçekten de “özel” bir savaştır. Bu savaşı biraz açımlayıp tanımlamalıyız ki bu savaşın neden en çok kadını kullanmak istediğini de anlayabilelim. Özel’liği nerededir? Genel savaş -iktidar kliğinin savaşı olarak hep anlamalıyız- adlandırmasının içinde bu özel nedir? Demek ki gizlenen, özel kılınan bir şeyler var. Ne olabilir gizlenen, özel kılınan? Bunca özgürlüklerden, bilişim ve teknoloji gelişiminden demokrasiden bahsedilen bir çağda tabii ki iktidarlar açık açık sizi ele geçirmek, mülk edinmek, gasp ve talan ederek kullanmak istiyoruz diyemezler. Yapılan işte demokrasi kliğinin ardında, tamamen demokrasi ve haklar, özgürlükler demogojisi yaparak halkları kandırmadır. Devletli toplum işinde de olsa halkların, cinslerin, ezilenlerin kazandığı hukuki bazı normlar, kurallar, sınırlamalar var. Bunları da kendine kalkan yaparak insan toplumunun şimdiye kadarki gördüğü en kurnaz savaş yaşanır böylece. Yani insanların yaşamlarının tam içinde, ortasında, gözünün önünde ama görünmez kılınan, fark edilmeyen savaş. Hisle ve kandırmacanın, yalan ve sahtekarlığın en çok geçerli kılındığı bir savaştır. En bariz örneğini Kürdistan üzerinden vermek daha isabetli olur. Çünkü Kürdistan NATO’nun Gladyo merkezli özel savaş konseptlerinin en çok kullanıldığı, en uzun süreli kullanıldığı coğrafyalardan biri. Dışarıdan gelip Kürdistan’a bakan, gezip dolaşan ve gözlemleyen herhangi bir insan Kürdistan’ın işgal atında bir ülke olduğunu ve bu topraklarda savaş yaşandığını, savaş koktuğunu, savaşın her yerde izinin olduğunu görür. Neredeyse her köyüne bir karakol, her dağının tepesine – ki dörtte üçü dağlık bir ülkemiz var- güvenlik kuvvetleri yerleştirilmiş. İlçe ve şehirlerinde, asker polis sayısı ilçe ve şehir nüfusundan fazla olan, okullarıyla asker kışlaları aynı avluda bulunan, bir şehirden bir şehre giderken defalarca yol kontrollerine maruz kalan, şehirlerinin, köylerinin içinde panzerler, akrepler, dağ geyikleri ve hatta tanklar geçen, dolaşan, caddelerinden ha bire askeri konvoylar geçen, havada helikopterler dolaşan, jet seslerinden sinirleri bozulan bir coğrafya, bir ülke… Dışarından bakan herhangi bir insanın bu görünen militarist yapılanmayla beraber, öldürülmekten, kaçırılmaktan, kovulmaktan, tecavüz edilmekten, aç, açıkta bırakılmaktan korkan gözlerle karşılaşmaması ve bunu fark etmemesi mümkün değilken, bu toprakların evlatları, savaşın tam ortasındakiler, savaş mağdurları, sanki normal koşullar altında yaşadıklarını zannediyorlar. Hatta savaştan habersiz, onlar için bu özel savaşa karşı savaşanlardan habersiz olabiliyorlar. İşte özel savaş budur.
Özel savaş, seni nasıl ve neyle öldürdüğünü, sana nasıl ve neden saldırdığını, kastettiğini bilmediğin savaştır. Düşmanın bilinmez kılındığı, düşmanın tanınmaz kılındığı savaştır. Kendi düşmanına hizmet ettiğin, kendi kendini onun kılıcına doğru uzattığın savaştır. Düşman Kürdistan’da, kendi Kürt’ünü, kendi neferlerini yaratarak özel savaşını, özel ordusunu da oluşturur. Evet, özel savaşın özel ordusu vardır. Bu ordunun en önemli ayağı da kandırılan toplumdur. Kürdistan’da asimilasyon, faili meçhul, toplu katliam, ahlaki ve politik dejenerasyonla adeta kendi Kürt’ünü yaratmaya çalıştı devlet ve halen de bundan vazgeçmiş değil. Bu devlet en çok da kadını, Kürt kızlarını, kadınlarını kullanmak istiyor. Akıl hocası CIA’nın “önce kadınları vurun” direktifini hiç şaşmadan, şaşırmadan Kürdistan’daki uyguladığı özel savaşta hemen yerine getiriyor yıllardır.
Dersim’de bir dağ köyünde karşılaştığım bir anımı anlatarak devam etmek istiyorum. Dersim’in Nazmiye ilçesinin bir dağ köyüne yakınlaşmış, kendimizi gizleyerek çevreyi gözetliyorduk. İki genç kızın koyunlarını otlatarak bize doğru yakınlaştıklarını gördük ve tam yakınımda bir yerde oturup kafa kafaya vererek konuştuklarını gördük. Ben çevrede düşman olup olmadığını sormanın ve aynı zamanda onlarla biraz konuşmanın iyi olacağını düşünerek önce sessiz ve gizli bir şekilde yanaştım. Onlara yakınlaştıkça ayağa kalkarak yürümeye başladım ve yanlarına kadar vardım. Yanlarında durdum halen beni fark etmemişlerdi. Öksürerek ses çıkarıp “merhaba” dediğimde korku ve telaşla bana bakıp ama aynı zamanda hemen kaçmak isteyen bir vaziyette “aaa siz daha bitmediniz mi?” diye sordular. Ben de “nasıl yani bitmediniz mi?” dediğimde “sizi operasyonlarla bitirdiklerini, kalmadığınızı söylüyorlar. Biz de çoktan bitmiştiniz sanıyorduk” dediler. Türkiye’nin batısındakilerin ya da moda deyimle Fırat’ın batısındakilerin savaştan habersiz olmasına anlam verebilirdim, ama hemen yanımızdakilerin silah seslerimizi duyanların, merkezden her gün kalkan helikopterleri görenlerin, asker cenazelerini görenlerin savaştan habersiz, bizim yıllardır bittiğimizi, savaş diye bir sorun kalmadığını düşünen gafil hallerine şaşkınlık ve hayretler içerisinde kalarak bakakalmışım. Hızla kendimi toparlayarak içimden geçen bu düşünceleri onlara da yönelttim. Daha sonra bana “bilmem hiç fart etmemiştik” dediler. Ben de onlara “biraz önce ayakta yanınıza, burnunuzun dibine kadar geldim, nasıl fark etmediniz, görmediniz beni?” dedim. Bu sefer biraz utangaç, “şey biz bunun daha küçük olanı göstererek, bir meselesi var da oğlanın biri ona takılıyor, evlerinin önünden geçip duruyor, onu konuşuyorduk” dediklerinde sorularıma cevabımı bulmuştum aslında. Tabii ki bir özel savaş medyası vardı. Dizileri ve çeşitli programlarıyla insanlarımızı kendi gerçek dünyalarından alıp sanal bir dünyaya götürüyor ve kendisiyle hiç alakası olmayan bir dünyaya çekiliyorlardı ve giderek kendilerine benzeştiriyorlardı. Türkçe konuşan, kapitalist modernitenin ölçüleri dahilinde beğenilere ve hayallere sahip olan, onlar gibi giyinip onlar gibi davranan, onlar gibi sevmeye, aşık olmaya çalışan bunu özgürlük gibi algılayan bir özel savaş gerçekliği vardı karşımda. Trajik, acı, kahredici. Düşmanını görmeyen, canına, onuruna katledeni, her gün yaşamına tecavüz edenleri görmeyen bir gerçeklik… Özel savaş şunu çok iyi bilmektedir: Toplumda önce kadınları kandırırsa, önce kadınları düşürürse, önce kadınları korkutursa, önce kadınları iradesizleştirirse vb. tüm toplumu da buna uyarlaması hiç zor olmayacaktır. Nitekim Kürt kızlarının bu dizilerle hayal dünyasına çekilip sonra allanıp pullanmış sivil polis, ajan, kontra tipler tarafından baştan çıkarılıp kandırılıp her tülü çirkefe çekildiklerini Kürdistan’ın her şehrinde, köyünde görmek mümkün. Kız, kadın kursları adı altında egemen kültüre özendirilip alıştırılan, öykünmesi sağlanarak bunu kendi evinde de uygulaması sağlanmaya çalışılıyor. Kültürel soykırım denilen savaş işte bu gündelik yaşam alanlarında özellikle kadın üzerinden başarılmaya çalışılır. Kültürel soykırımın ve devamında siyasi, ekonomik, askeri soykırımın kadın üzerinden geliştirilmeye çalışması özel savaşın çok eski bir kurnazlığının güncellenmiş halidir. İlk ev hırsızının, yani tekelci erkek aklının oyunlarının günümüz ülke hırsızlığında, talanında yeni versiyonlara kavuşturulmuş halidir yapılanlar. Kadın tam bir ideolojik bombardımanla adeta sersemletilir. Zaten tüm politik ekonomik alanlar gasp edilmiş, tekel altına alınmış olduğu için artık en dar dünyalara sürüklenir ve her türlü aldatılmaya açık hale getirilir. Kürdistan halkını açlık ve yoksullukla terbiye etme politikası bir de kadın üzerinde ayrı bir özenle uygulanır. Köy yakma, boşaltma, faili meçhullerle, baskılarla batı illerine, büyük şehirlere göçertilmeye zorlanan halkımız bu defa açlıkla, açıkta kalmayla yüz yüze bırakılır. Bir zamanların dışarı adım atması sınırlandırılan, çalışmasına izin verilmeyen kızlarımız, kadınlarımız, atölyelerde, konfeksiyonlarda, fabrikalarda asgari ücretler ve hatta asgari ücretin de altında çalışmaya mecbur kalır. Atölye ve konfeksiyonlar, fabrikalar vb. sadece çağdaş köleler gibi emek sömürüsüne tabi tutmakla yetinmez. Arabesk kültür, şehir özentiliği ile giderek kendi özünden uzaklaştırır. Bununla da kalmaz giderek düşürür, ajanlaştırır. Birçok Kürt kızının bu tür yerlerdeki içine girdikleri arkadaş (!) çevresiyle düşürüldüğünü, ajanlaştırıldığını biliyoruz. Örnekler daha da çoğaltılabilir ama çok örneklemeden ziyade özel savaşın artık yaşamın her hücresine dek kendini sızdırmaya çalışan bir savaş olduğunu anlamak, fark etmek ve ona karşı yaşamın her hücresinde savaş vermek, direnmek, mücadele etmek daha önemli biz kadınlar için. Bizi her zerreciğimize, duygularımıza, hayallerimize, bedenimize dek ele geçirmek, kullanmak ve yok etmek isteyen bir savaşın tam içindeyiz. Özelde de Kürt kadınları olarak yirmi dört saat özel savaş bombardımanı altındayız. Buna karşı mücadele üzerine de ayrıca uzun uzadıya yazılıp tartışılacak onca şey var ama yirmi dört saat Önderlikle yaşamak özel savaşa karşı en etkili çözüm formülü ve ona karşı başarı formülü olabilir diyerek, tüm Kürdistan kadınlarını erkek egemenliğinin ulus devlet aklının yeni savaş versiyonlarından biri olan özel savaşa karşı en uyanık ve etkin mücadeleye girmeleri gerekiyor ve mücadelelerinde başarılar diliyoruz.