TJA’nın “Em Xwe Diparêzin” kampanyanın mücadele hattında gençlerle birlikte “aşk, sevgi ve özgürlükteki kabul-ret ölçütleri” de yeniden ele alınarak tartışılıyor. Sevgi ve aşk ölçütünün bireyin benliğine ve kişiliğine yapılan her türlü müdahaleyi reddetmeyi gerektirdiğini belirten HDP Gençlik Meclisi üyesi Dicle Doğan, “Özgür eş yaşam için mücadele etmeliyiz” diyor. Tevgera Jinên Azad’ın (TJA) 15 Eylül’de Diyarbakır’da startını verdiği “Em Xwe Diparêzin” (Kendimizi savunuyoruz) kampanyası farklı kesimlerden kadınların destek ve katılımıyla büyüyor. Tecride, savaş politikalarına, kadın katliamlarına, asimilasyona karşı özsavunmayı örgütlemeyi amaçlayan kampanya kapsamında kadınlar, birçok kentte gerçekleştirdiği eylem ve etkinliklerle patriarkal-kapitalist sisteme ve dayatmalara karşı ses yükseltiyor. TJA, kampanya kapsamında gençlerin sorunlarına da çözüm olmayı hedefliyor. “Özel savaş politikası olan cinsel şiddet ve işkenceyle kadını cinsel köle haline getiren, gençleri uyuşturucu ve ajanlıkla toplumdan koparan, itibarsızlaştıran tüm saldırılara karşı alanlara çıkarak kendimizi savunacağız” denilen kampanyanın mücadele hattında gençlerle birlikte “aşk, sevgi ve özgürlük” anlayışındaki kabul-ret ölçütleri de yeniden ele alınarak tartışılıyor. Konuya ilişkin Halkların Demokratik Partisi (HDP) Gençlik Meclisi üyesi Dicle Doğan, aşk ve sevgi kavramlarını değerlendiriyor.
‘Aşk, birçok duyguyu barındırır’
Genel tanımıyla aşkın “Bir kimseye veya bir şeye karşı duyulan aşırı sevgi, bağlılık ve tutku” olarak tanımlandığını ancak bu tanımın herkes için farklılık gösterebileceğini belirten Dicle, aşkın tanımını kapitalist sistemin dayattığı ikili ilişkiler üzerinden de daraltmamak gerektiğine vurgu yapıyor. Dicle, “Aşk güçlü bir duygudur. Bireyde büyük dönüşümler oluşturur. Doğaya ve mücadeleye aşk duyulabilir. Aşkı dar bir kalıba sığdırmak yanlış olur. Aşk hiçbir zaman iradeyi zayıflatmamalı, akıl, sezgi ve duyguları ortadan kaldırmamalıdır. Karar verici iradeyi yok etmemelidir. Sadece karşı cinse duyulan sevgi çok sınırlandırılmış ve daraltılmış bir duygudur. Toprak sevgisi, aile sevgisi, insan sevgisi, yoldaşlık sevgisi gibi birçok duyguyu barındırır. Sevgiyi dijital toplumun bize gösterdiği televizyondaki dizilerde yaşanan sevgi, aşk doğru temelde yürütülen gerçekçi duyguları barındıran bir durum değildir” diyor.
‘Ölçü, benliğe ve kişiliğe karşı saldırıların reddini gerektirir’
Sevginin ölçütünün, bireyin öz benliğine ve kişiliğine yapılan her türlü müdahaleyi reddetmek olduğuna dikkat çeken Dicle, “Hiç kimse başka bir kimsenin iradesini yok edecek şekilde tepki göstermemelidir. Bu aksi halde o sevgi değil, teslim almak istemektir. ‘Günümüzde aşk ayağa düşürüldü. Dönemin aşkları hakim sistemin insan ve topluma dayattığı zihniyetin açığa çıkmış halidir. Aşkın eğer gözü kör ise en kötü durumlara dahi düşürebilir insanı’ Ancak ister ikili ilişkilerde olsun isterse toplumsal yaşamın her alanında olsun özgür, eşit, demokratik birliktelikler esas olmalıdır. Ortak yaşam paylaşmaktaki iradi birliktelikler eşit olmalıdır” sözlerine yer veriyor.
‘Erkek, hegemonya kurma duygusundan çıkmalı’
Dicle, toplumsal cinsiyet rolleri ile geçmişten bugüne kadınlara yaşamın içinde ikincil bir rol verilmesinin sonucunda iradelerinin, duygu ve düşüncelerinin ötelendiğini hatırlatıyor. “Erkek toplumsal cinsiyet rollerinde sürekli iktidar elinde tutmaya ve bunu her koşulda sağlamaya çalışan olarak karşımıza çıkıyor. Erkek sistemin dayattığı o hegemonya kurma duygusundan çıkmalı, kendini özgürleştirmelidir” uyarısında bulunan Dicle, erkeklerin “erkekliklerini öldürmeleri gerektiğine” de vurgu yapıyor. Dicle, “Birbirine değer vermenin bu zamanda içi boşaltılmış, televizyonlarda, internette yansıtılan ikili ilişkilerin hepsi suni bir temele dayandırılmıştır. Bizler kapitalist sistemin bize dayattığı bu yargıları kabul etmemeli, özgür eş yaşam için mücadele etmeliyiz” diyor.
‘Özgürlük ve eşitlik mücadelesi aşk olgusuna daha yakınlaştıracak’
Patriarkal-kapitalist sistemde hiçbir bireyin özgür olamayacağının altını çizen Dicle, şunları söylüyor: “Özgürlük, aşırı hedonizme mahkum edilmemeli. Özgürlük, iradi olmalıdır. Yaşamın her alanında toplumsal olan için ve kişinin kendisi için değerler üretebilmektir özgürlük. Özgürce şarkı söyleyebilmek, dilini konuşabilmek, duygu ve düşüncelerini dile getirebilmek, yaşayabilmektir özgürlük. Şu an yaşadığımız koşullar özgürlüğümüzü daraltan, bizleri hapseden bir durumdadır. Özgürce sokaklarda gezemediğin, anadilini özgürce konuşamadığın gibi; bir kadın olarak özgürce sokaklarda gezdiğinde toplumsal değer yargılarına maruz kalıyorsun. Tecavüze uğradığında veya öldürüldüğünde bu normal karşılanıyor. Anadilini özgürce konuşmak istediğinde ötekileştiriliyorsun, dayak yiyorsun, katlediliyorsun. Özgürlük ve eşitlik mücadelesi bireyi aşk olgusuna daha yakınlaştıracaktır. Bu da öncelikle verili düzen aşklarının inkârından geçmektedir. Benim ‘kadınım’ demek yerine, ‘özgürleşmesi gereken kadınım’ demeye öncelik vermesi gerekir. Erkeğin binlerce yıldır kadın aleyhine edindiği egemenlik ölçütlerini kendinde ve erkek egemen toplumda aşması böylelikle kadınla denk güce ulaşmayı kabullenmesi gerekir.”
Kaynak:http://www.jinnews.com.tr/