Savunma, özünde doğanın varolma eylemidir. Tüm varlıkların kendilerini savunmaları meşrudur ve doğada canlılık emaresi gösteren her varlık, bu mekanizmaya sahiptir. Savunma mekanizmaları olmayan canlılar hiç bir zaman kendi soylarını sürdüremezler.
Böylelikle doğanın canlı olduğu anlayışına ikna oluyoruz. Örneğin bir gül çok rahat koparılmaya izin vermez, dikenleriyle kendini savunur. Isırgan otu, kirpi, bukalemun gibi doğanın bu en ufak canlılarında dahi bu yasa yaşamın, canlılığın kanıtı, özgünlüğü ve zenginliği olarak dile gelmektedir. Her şey doğada ahenkli bir düzen içinde sürüp gitmektedir.
Doğada yaşayan en mükemmel canlı olarak tanınan insanda böyle bir mekanizmanın olmaması düşünülemez. İnsanlar her koşul ve her şartta çok kıt imkanlarla da olsa kendilerini savunmayı bilmiş, teslim olmamak için direnmişlerdir. Yaşamın kendisini dahi, savunma eyleminin ürünü sayabiliriz. Ölüme veya hiçliğe canlılığın verdiği yanıt yaşamdır. Savunma varolmanın adı ve gerçeğidir. Uygarlığın gelişimiyle başlayan süreç, insan, doğa ve toplum gerçeğinde büyük altüst oluşlar yaratmıştır.
Uygarlığın kirli yüzünün iktidar eylemliğiyle katliamlar, talanlar ve işgaller gelişmiş, günümüze kadar da bu akış hiç durmaksızın süregelmiştir. Uygarlığın öteki yüzü, yani demokratik uygarlık güçleri olarak tanımladığımız toplumsal kesimlerin yaşamlarında direniş dünden bugüne hiç son bulmayan bir yaşam duruşu olmuştur. Bu direnişin adı öz varlığından, özgürlüğünden, ahlaki, politik özelliğinden kolayca kopmamanın bilinci, örgütlülüğü ve eylemidir. Öz savunma olarak tanımladığımız bu yaşamın ve eylemin en kutlu gerçeği olmasaydı, insana ve insanlığa dair erdemler var olamazdı. Tarih bu kutsal eylemliklere tanıktır.
İnsanlar ana tanrıçanın aşklı, özgürlüklü, neşeli komünal yaşam düzeninde her gün çoğalan maddi manevi yaşam yaratımlarının kutsallığında yaşadı bin yılları. Bu uzun zaman kesitinde insan kızı ve oğlunun kutsal eylemi olan toplumsallığın gücüyle çoğaldı ürün. Çoğalan ürün toplumsal yarıklarda pusuya yatan erkeğin iştahını kabartıyordu. Avcılık sanatıyla kurnazlığı, komployu öğrenen erkek, bu defa avını göz diktiği ana kadının el emeği, göz nuru olan emeğine yönelterek toplumun ahlaki yapısını çiğnedi. Devletli, sınıflı uygarlık gelişimiyle karşı devrimini zirveleştirdi. Zigguratların katlarında örülen bu yeni yaşamın hakimiyetinden sonra kurnaz, hain, güçlü adamımız artık tanrıdır, devlettir, hakimdir. Yere, göğe sığdırılmayan iktidardır. Diğer bir deyişle erkeğin azmanlaşmasıdır.
Binlerce yılın intikamını kadından alırcasına düşürdükçe düşürür, öldürdükçe öldürür. Kadın en değersiz mal kılınarak pazarlarda satılır, alınıp kafeslere konulur; o bir köledir artık. Öyle ki yaşamı elleri ile yaratan kadın, artık erkeğin ellerine bakmakta, hakarete, açlığa, küfre, dayağa, tecavüz ve tacize maruz bırakılır. Zihni kelepçelenen, ruhu dumura uğratılan kadın, artık bedenini koruyacak gücü bulamaz kendisinde. Evde kocası, iş yerinde patronu, sokakta her önüne gelenin defalarca taviz ve tecavüzünün mağduru kılınmıştır. Toplumsal cinsiyetçiliğin kurbanı olarak boynuna kadar diri diri ölüm çukurlarına gömüldükten sonra kafasına taşlar vurularak yaşamını yitirirken dahi bir başkası için yaşamını yitirir.
Dünün yaratanı, ekonomosun mimarı kadın her türlü ekonomiden uzak tutulur, elinde hiçbir şey bırakılmaz. Bazen onurunu da ayaklar altında ezdirerek birkaç kuruş kazanmanın peşine düşer, emeğinin karşılığını alamayacağını bilerek…
Ahlak tanrıçası kadın, toplumda ahlaksızlığı yayıyor diye yargılanır, yakılır ve parçalanır. Politikanın asıl yaratıcısı olan kadın, bugünün kör, lal kadını olarak çaresizliğe mahkum edilir.
Çağlar hep kadın aleyhine işlese de kadın bu gerçeği ve yaşamı kabullenmemiş, tanrıların zulmü kadının içindeki özgürlük çığlıklarını susturamamışlardır. Her kadının yüreğinde gizli veya açık isyanlar daima var olmuştur. Bir çağrı ile her an isyana kalkmayı bekleyen bir yürek olmuştur kadın yüreği. Her şeyi ile halklar gibi silahsızlandırılan kadın, elindeki tek silahı olan bedenini hiç göz kırpmadan özgürlük yoluna adarken, bazen yaşamı bir ipin ucunda son bulmuştur. Köleliğin dayanılmaz sınırlara ulaşması kadının arayış ve eyleme geçmesini şart koşmuştur. Bunun akabinde modern kadın hareketi, Avrupa ülkelerinde kadın hareketleri, sendika ve vakıfları kurulmuştur. Gelişen bu mücadeleler kadının kendi tarihine dönüş çabası ve eylemliliğidir. Bu hareketlerin kendilerini eril sistem ve zihniyetinden köklüce koparmayışları, çabalarının köklü sonuçlar vermesini engellemiştir. Gelinen aşamada kapitalist sistem gerçekliğinde toplumun ahlaki politik düzeyini sıfırladığını görmekteyiz.
Bu toplumkırım gerçeğine karşı Rêber Apo öncülüğünde başlayan PKK özgürlük hareketi, kadın özgürlüğünü mücadelenin temel dinamiği olarak belirlemiştir. Kendini savunma, ancak ve ancak beş bin yıllık eril aklın yaratımlarından sonsuz boşanmayla sağlanabilecek bir durumdur. Halkların özgürlük problemini çözümleyen Rêber Apo, tarih boyunca gelişen tüm uygarlıkçı, devletçi, güç kurum ve uygulamalarının en temelde toplumları özgürlükler alanında sınırsız güçsüzleştirdiği ahlaki, politik dokusunu yok etme ısrarlılığıyla kendisini somutlaştırdığını belirtiyor. Yani iktidar tekelleri dünden günümüze toplumları silahsızlandırdıkları oranda varoluşlarını sağlamışlardır. İktidar tekelleri silahlandıkça toplum o oranda silahsız ve savunmasız bırakılmıştır. Bununla amaçlanan iktidarın hizmetine hazır ürün toplumu yaratmaktı. İktidarın kendisini varettiği zemin buydu. Bir avuç zorbanın korkunç güçlenmesine karşı toplumun önemli bir kesiminin muazzam güçsüzleştirilmesi iktidar tekellerinin en önemli amaçlarından biri olmuştur. Yani Öz Savunma bilinci ve eylemliğinden yoksun bir toplum kendisinin olamazdı; sistemin içinde erimeyi, yok olmayı yaşayan bir toplum olurdu.
Bu noktada gelişecek olan mücadelenin adı, ‘Öz savunma’ mücadelesi olur. Öz savunma, öze dönüş, öz kimliğini koruma, bu değerler yitirilmişse bunların yeniden kazanılmasının adıdır. Öz savunma ahlaki politik toplum olma ısrarlılığıdır. Özgürlüğünü koruma, yitirilen hak ve özgürlükleri yeniden kazanmanın dili, eylemi ve örgütlülüğüdür. Halklar için en vazgeçilmez olan yaşam direngenliğidir.
Öz savunmayı bir devleti yıkıp yerine yenisini kurmakta gören algılayış ve deneyimlerin vardıkları son durak da, iktidarın farklı bir varyantı olmaktır. Gelinen aşamada demokratik uygarlığın daimi güvenlik politikası olarak öz savunmayı tanımlıyoruz. Öz savunma örgütlülüğü, demokratik siyasetin, felsefenin yaşamsallaşacağı, ete kemiğe bürüneceği sahadır. Öz savunma bir yaşam duruşu, mücadele anlayışı, bir felsefe olarak yaşamın daimi hali olmaktadır. Bilinçlenen, örgütlenen, eylemleşen toplumsal kesimlerin özgürlüğü yaşamasıdır. Öz gücüne, öz iradesine, öz yönetimine dayalı yaşamayı başarmasıdır. Özgürlüğünü icra ettiği saha ve kurumlarda akışı engelleyen durumlarla mücadele etmesini bilmesidir. Yani gerektiğinde ahlaki ve politik özelliğini körelten kurum ve uygulamalarla mücadele etme cesareti ve eylemliliğidir.
Kadın, çağların karanlığına mahkum edilendi. Kendini savunamaz kılınandı kadın. “Beni savunur” dediklerince daima alınıp satılan, iradesi, duyguları, fikirleri sömürülendi. Kendisi olarak kalması, yaşaması engellenendi. Başkalarının olandı. Devletçi uygarlık güçlerinin en fazla mülkleşmeyi dayattıkları toplumsal kesimdi. Kadının öz savunma mücadelesini yükseltmemiz için haddinden fazla tarihsel ve güncel nedenlerimiz vardır.
Onun için öz savunma mücadelesinin bilimi olarak Rêber Apo, jineoloji bilimini gündemimize koymuş bulunmaktadır. Bu bilimin aydınlığında yaşama ve mücadeleye atılan kadın, kendi özgürlüğünde toplumsal özgürlükleri inşa eden hakkın, adaletin, özgürlüğün, hakikatin kadını olacaktır. Kadın, eril aklın soğuk, zalim, paylaşımsız egemen gerçeğine inat kadının hümaniter duygusal zekasıyla örülü jineoloji biliminin aydınlığında yeniden yaşamı temellendirmeyi başaracaktır. Jineolojinin konuları, kadının toplumsal mücadelelerdeki yerini, rolünü, öz savunma mücadelesinin kapsamını koymaktadır. Kadının öz savunma mücadelesinin dayanacağı temelleri şu biçimde tanımlamak mümkündür:
Eril aklın bütün zihin ve bilinç çarpıtmaları sonucu karanlıkta bırakılan kadın doğasının, gün yüzüne çıkartılması en başta gelen görevdir. Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı aydınlatılması olayı gün yüzüne çıkan kadın gerçeğiyle sağlanacaktır. Kadının sömürgeleşme tarihinde, büyük düşüşün, yitirilişin oluştuğu tüm tarihi evrelerin aydınlatılması gerekmektedir. Peşi sıra kurtuluş eyleminin diline geçilmelidir. Tüm uygarlık süreçlerinin tutsaklaştırdığı, sömürge kıldığı kadının özgürlüğü ve kurtuluşu için derin teorik bilimsel araştırmalar kadar, büyük ideolojik mücadelelerin de verilmesi gerekmektedir. Kadın öz savunması eril aklın yaşam dışına ittiği kadını yaşama çekme eylemliliği ve bilincidir. Bunun örgütlü, kurumlu halidir. Bilim dünyasından, ekonomiye, ekonomiden politikaya, politikadan felsefeye, yani her sahada kadının öz kimliği ile katılım sahibi kılınmasıdır. Ekonominin dışına itilen kadının yeniden ekonomusun sahibi ve örgütleyeni olmasıdır, politikayı kadının sezgisel, duygusal zekasının boy vereceği saha kılmaktır. Politikayı özünden boşaltan eril aklın aksine, kadının vicdan yüklü eylemi olarak yeniden geliştirmek toplumsal özgürlüklerin de yaşamsallaşması anlamını taşımaktadır. Gücüne, iradesine, bilincine güvenen kadını yaratmaktır.
Bugün kadının yaşadığı sefaleti, yoksulluk, cehalet yüklü yaşam, eril aklın intikamcı gerçeğinin sonuçlarıdır. Günümüzdeki ölümden beter kadın yaşamları ve dünyanın her yanında artan kadın ölümlerinin baş sorumlusu bu zihniyettir. Özcesi bu mücadele her sahada ve her biçimde geliştirilmek durumundadır. Biz kadınlara kendimizi güvende hissettiğimiz dağlarımızın dışında hiçbir zemin bırakılmamıştır. Devlet zihniyeti, kurum ve uygulamalarıyla bu durumun baş sorumlusudur. Hukukundan bilimine, felsefesinden ekonomisine, siyasetinden askerliğine kadar her şeyi egemenlik kokuyor, her yanından kadına hakaret akıyor. Alternatif kurumlarımızı yaratmak durumundayız. Yaşamın her yanına yayılan şiddet kültürünün sonuçları her gün duyduğumuz, rastladığımız, tanık olduğumuz gerçekliklerdir. Bunun bunca yaygınlaşmış olması kadının öz savunma mücadelesinin zayıflığının göstergesidir.
Bunun için bunun hızla aşılması gerekmektedir. Bir kadın ölümü bunca kolay olmamalıdır. Bir kadın, kurtuluşu ölümde aramamalıdır. Kadını savunmayı başkalarından beklememeliyiz. Kadınlar olarak kadına uzanan elleri, dilleri hesapsız bırakmamalıyız. Ordu da olsa, polis de olsa, koca da olsa, aile de olsa, gelenek de olsa ne olursa olsun, saldırı nereden gelirse gelsin kadının kendisini savunma gücü, iradesi, bilinci, örgütlülüğü ve eylemi mutlaka gelişmek zorundadır. Bununla öz savunma kurumlaşmalıdır. Kurulacak olan Öz Savunma Birlikleri’nin görevi her sahada gelişen saldırıların karşılıksız bırakılmaması olarak belirlenebilir. Dağda, ovada, şehirde, köyde her yerde kadının savunmasını yapabilmelidir.
Gelinen aşamada kadını devletin, kocanın, iktidar tekellerinin zulmünden çıkartmanın gereği vardır. Bunun adı ise çok güçlü örgütlenmektir. Demokratik siyasetin tüm yol ve yöntemlerini kullanmaktır. Erkeğin zulmünden kadınları kurtarıp onları mücadele sahalarına çekmek kadar, düzen sınırları içinde kadını erkeğe mahkum konumdan çıkartıp kendisini ifadelendireceği kurum ve olanaklara kavuşturmayı mücadelemizin esasına oturtmalıyız. “Bu kadın ben olmadan yapamaz, edemez” diyen erkeğe karşı onun elimizden çaldığı güç ve olanakları yeni baştan ele geçirerek bağımsız ve özgür yaşamın güzelliği, erdemi ortaya konulmalıdır. Bu zorunlu mücadelede elbette ki karşıtımıza benzememeye çalışacağız. Onun kirli araç ve yöntemlerini kullanmamaya özen göstereceğiz. Ama bir kadına tecavüz eden, bunu hak belleyen zihniyet, kurum, kişi kim olursa olsun bunu karşılıksız bırakmamak da insan olmanın, kadın olmanın gereğidir. Bu mücadelenin bir boyutu bu insan sefaletini yaratan sistemi aşmak ise bunun zengin eylemliliğini yaratıp somutlaştırmak da gerekmektedir. Sistem dönüşümünü yaratmak temel amacımızdır, ama böylesi kirli sistem saldırılarını kesinlikle yanıtsız bırakmamalıyız.
Erkeğin devleti, polisi, yargısı varsa kadınların da özgürlük militanları ve savunma kuvvetleri olduğunu artık göstermemiz gerekmektedir. Bunun kolay olmadığı doğru. Ama zorlukları ne olursa olsun başarılması gerektiği de bilinmelidir. Kendini savunan kadın toplumu savunan kadındır. Özgürleşen, örgütlenen, eylemleşen kadın özgürleşen toplumun kendisidir. Kendisi olmayan kadın toplumun başına beladır. Sahiden kadının özgürlüğü toplumun özgürlüğünün ölçütüyse kadınlar bunu en iyi öz savunma duruşu, zihniyeti, örgütü ve eylemliğini kazanarak sağlayabilirler. Haklar ve kadınların iç içe geçmiş özgürlük mücadeleleri gelişecek güçlü öz savunma mücadeleleriyle asıl anlamına ulaşacaktır. Kadının tüm sahalarda yükselteceği mücadele öz savunma anlamına gelirken, bunun en etkili yanı kadının demokratik eylemliliği iken silahlı gerilla güçlerine de büyük sorumluluklar düşmektedir. Gereken yerde ve zamanda demokratik mücadeleye güç katan eylemsel bir duruş, her yere ulaşabilen bir örgütlülük ve yaratıcı zengin eylemsel bir hat tutturulmalıdır. Özgün kadın eylemselliklerini zenginleştiren, meydanlardaki kadın kitlesine ruh veren, eylemlerine güç katan, evinden çıkmaya korkan kadına cesaret aşılayan eylemsel duruşlar pekala mümkündür. Biraz ısrar, bilindik tarzların dışına çıkmak özgün eylemi salt bir mayın eylemi olmaktan çıkartıp farklı sahalarda bunu başaran bir gerilla düzeyi hem mümkün hem de gerilla tecrübemizin rahatlıkla üstesinden gelebileceği bir gelişme düzeyidir. Dünyanın en örgütlü, en deneyimli kadın hareketi olarak, kendi farkımızı bu sahada da kanıtlayabiliriz. Büyük zorlukları aşmış bir hareket olarak ulaştığımız mevcut birikim ve tecrübeyle de bunu başarabiliriz. Bu konuda umutlu ve inançlı olduğumuzu belirtiyor, bu uğurda akan kanın, sarf edilen emeğin kadınlı, aşklı, neşeli, özgürlüklü yaşamı