Özgürlük, doğru yaşam tanımına ulaşmak ve buna göre yaşamaya başlamaktadır. Kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğin sorularına verilecek cevaplar insanın özgürlük düzeyini göstermektedir. Doğru algılamak, evrenle kendisi arasında uyum ve özgürleşme savaşın da en temel ve en zorlu ilke kendini tanımaktır uyumlu bir ilişki sağlamaktır. Evrenin amacı özgürlük ise, bu amaca yakınlaşmış olmaktır. Bunun için gereken temel ise özgür düşünmeyi sağlayabilmektir. Bugün, gelişmiş teknolojinin insanların her anını gözlem altında tuttuğu, duygularını dahi kontrol altına aldığı bir çağda yaşamaktayız ve bu çağ gerçekliği özgür düşünmenin hemen hemen ortadan kalktığını bizlere göstermektedir. Bu anlamda ilk yapmamız gereken, duygu-düşünce ve davranışlarımızda etki eden hegemonik düşünce biçimlerinden sıyrılmak, bizlere nasıl düşünmemiz gerektiğini telkin eden egemenlikli zihniyetin tüm biçimlerinden (bilimcilik, milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, sanatçılık) kendimizi kurtarmaktır. Bunu başardıkça özgür düşünce gelişecektir. Özgür düşüncenin temelinde felsefenin konusu olan şüphe, sorgulama ve gerçeğin özünü ya da farklı olanı arama vardır. Bizler de, erkek egemenlikli yaşamların mecburiyetinden kendimizi sıyırdıkça, o zihniyeti sorgulayıp reddettikçe yeni özgür düşünceye zihnimizi, yüreğimizi ve beynimizi açabileceğiz. Kendin bilincini oluşturmanın özgürlükle bağlantısı, tüm felsefelerde öngörülen bir düzeydedir.
Kendini bilme, kendini tanıma ilkesi öte zamanlardan günümüze kadar felsefenin ve bilimin en temel uğraş alanı olmuştur. Kendi olma adına yüreğini acılara ve yalnızlıklara açmıştır insanlar. Cadı denilerek cezalandırılmış, engizisyonlarda yargılanmış, diri diri ateşe atılmışlardır. Günlerce aç, susuz, tüm beşeri zaaflarından sıyrılma mücadelesini vererek, yalnız başlarına dağlarda, ıssız kavurucu çöllerde kendilerini yaratmanın sancılarını yaşamışlardır. Yine de vazgeçmemişlerdir kendi olma kavgasından.
Kendini bilen insan en güçlü, en bilge, en erdemli insandır
Kendini bilen insan en güçlü, en bilge, en erdemli insandır. Bu bir bilgelik işidir ve kendini bilmek özgürleşmektir. Bu da her türlü bağdan kurtulmuş bir içsel özgürlükle gerçekleşir. İçsel özgürlük insanlıktan uzaklaştıran hiçbir şeye bağlı ve tutsak olmamaktır. Bunu sağlamak için de insanın köleleştirici tüm alışkanlıklarından, özgürleşmekten uzaklaştıran tutkularından sıyrılması gerekir. Kişi hazzın, arzunun, zenginliğin, şan ve iktidarın peşinden koşmamalıdır. Özgürlük bilgelikle gerçekleşebilir. Gerçek bilgelik de kişinin kendini bilme arayışıyla başlar. Ancak kendini bilenler çağın bilme sınırlarını aşarlar ve özgürleşirler. Peki, kişi kendini nasıl tanımalıdır? Öncelikle kişi kendine ben kimim? Neyim? Nereden geliyorum? Nasıl yaşamak istiyorum? Şimdiye kadar nasıl yaşadım? Evrenin ve yaşamın anlamı nedir? Ben yaşamımla evreni ne kadar etkiliyorum? sorularını sormalı ve özgürleşme savaşımında yalnızlığa, acıya, zorluklara cesaret edip edemeyeceğine karar vermelidir. Her insan gerçeğin ancak bir bölümünü kaldırabilir. Gerçeğin acımasızlıklarına rağmen bunu kaldırabilmek özgür bir beyni ve özgür bir yüreği gerekli kılar. Özgürleşme savaşımında en temel ve en zorlu ilke kendini tanımaktır. Bu savaştan başarıyla çıkanların kazanamayacakları hiçbir savaş yoktur. Bu savaşta kişi kendi duygularına, düşüncelerine ve güdülerine karşı bir savaşım içerisindedir. Kişinin kendisiyle arasında varolan uçurum bu tanıma sürecini zorlayıcı bir pozisyona sokmaktadır.
Kendini tanıyan kişi en etkili kişiliktir
İnsanın yüreğini ve beynini zehirleyen yalanlar vardır. Öncelikle bu yalanların itirafı yapılmalıdır. Burada önemli bir problem daha ortaya çıkar. O da insanın kendi kendini kandırmasıdır. İnsan neden kendini kandırmaya ihtiyaç duyar.
Çünkü yaşadıkları ile yaşamak istedikleri arasındaki kopukluk ve gerçeğe güç getirememenin yarattığı zayıflık savunma mekanizması olarak kişinin kendini kandırmasına ve yaşadıklarını gerekçelendirerek kendini tanımasından uzaklaşmasına neden olur. En yaygın yalan biçimi kişinin kendi kendine söylediği yalandır. Yalan kişiyi köleleştirirken gerçek kişiyi özgürleştirir. Kendini tanımak isteyen kişi kendi tarihiyle canlı ve doğru bir etkileşim içerisine girerek ilk anılarını araştırmalıdır. Çocukluk dönemi kişiliğin şekillenmesinde belirleyicidir. Çocuklukta yaşadıklarımızı yeniden yeniden gözden geçirerek bugünkü duruşumuz, davranışlarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız üzerindeki etkilerini araştırmalıyız. Varlığının anlamını öğrenmek, varoluşunun bilincine varmak isteyen kişi öncelikle kendine karşı dürüst olmalıdır. Kendini tanıyan kişi en etkili kişiliktir. Yaşanan zamanlar bizlere kendini bilmeden edinilen tüm bilgilerin insanlığa zarar verdiğini göstermiştir. İnsanın ve yaşamın öz bilgisine dayanmayan kurum, davranış, toplum, kişi, düşünce sapkındır. Evrenin, toplumun, yaşamın, doğal işleyişinin sağlanması özgürlüğün en temel ilkesi olan kendini tanıma, kendini bilme ilkesine bağlıdır.
Bilinçlenmek, insan hakikatinin bilgisine ulaşmaktır
Özgürlüğün temel bir diğer ilkesi de ahlak ve politik bilinçle beslenen doğallıktır. Doğallık ilkesini biz, bilinçli doğallık olarak ele almayı uygun bulduk. Doğallık salt özgürleşmek değildir. Bir kurdun açlığını gidermek için son koyunu da yemesi doğaldır ama insan hakikatinde bunun anlamı, başka bir yiyecek araması gerektiği, koyun türünün sürdürülmesi gerektiği, böyle olduğu takdirde o koyundan onu yaşatarak da faydalanabileceği şeklinde bilinçli olmayı şart kılmaktadır. Bu örnekte de açıklamaya çalıştığımız gibi doğallık özgürlük için önemlidir, ama bilinçsiz doğallık mevcut insan aklının ulaştığı sınırlarda insana büyük zararlar vermektedir. Bundan dolayı bilinçlenmek, insan hakikatinin bilgisine ulaşmak, evrenin insanda ulaşmış olduğu anlamı iyi anlamak gerekmektedir. Önderliğimizin çağın bilgi seviyesine ulaşmak dediği nokta, bu bilinci doğru edinmek gerektiğinin uyarısını da içermektedir. Bu anlamda oluşturulacak doğallığın bir diğer kazanımı da, kişiyi fikir zikir birliğine götürmesidir.
Fikri-zikri ve eylemi bir olmak özgürlüğün ilkelerinden biridir. Söz eylem birlikteliği şeklinde benzer bir anlatımla da ortaya konulmaya çalışılan bu gerçeklik, düşünce, ifade ve eylemin, duygu-düşünce-davranış uyumunun sağlanmasını anlatmaktadır. Söz ve eylem birlikteliği, edinilmiş bilincin davranışa, yaşam anlayışına dönüşmesi anlamını içermektedir. Söz ve eylem birlikteliği olanların kişiliklerinin güçlülüğünden söz edilebilir. Sözü ve eylemi çelişik olan kişilikler hem ortama güven vermezler hem de belli bir süre sonra kendilerine olan saygınlıklarını yitirirler. Edinilmiş bilinç eyleme, davranış biçimine akıtılmıyorsa kişinin kendi içinde aşınmalar yaşamasına neden olur. Bu da kişinin kendine olan saygısını yitirmesine, iç yozlaşmayı yaşamasına tekabül eder. Ne söylendiği kadar nasıl yaşandığı önemlidir. Kişinin eyleminin iç dünyası ve sözü ile çelişik olmaması gerekir. Ancak böyle bir kişilik değerlere ve ilkelere göre yaşama gücünü gösterebilir. Özü, sözü doğru olmak, olduğun gibi yaşamak yaşadığın gibi olmaktır. Söylenilen sözlerin duygu düşüncelerine ters düşmemesine kendi kendini boşa çıkarmamasına özen gösterilmelidir. Kişi inandığı bağlı olduğu değerleri öncelikle kendi yaşamıyla kanıtlamalıdır.
Sözü anlamlı kılan, onun kişilikle ve yaşamla yalan-dolansız ve de dolaysız bir etkileşim içerisine girmesidir. Söz, yürekle beynin etkileşiminin yaşama ve davranışa dönüşmesiyse anlamlı ve değerlidir. Zamanın başlangıcında sözün büyüleyici bir etki gücüne sahip olması ve kutsal kılınması insanların söyledikleriyle kendi aralarında his köprüsünü kurmalarından kaynaklanmaktadır. Ataerkil devletçi sisteme geçişle birlikte yalan girmiş insanın yaşamına.
Özgürlük, inandıklarını dile getirebilmek, dile getirdiklerine göre yaşayabilmektir
Sözcükler eski kutsallığını yitirmiştir. Özgürleşmek isteyen kişi söze eski kutsallığını kendi şahsında kazandırmalıdır. Ağızdan çıkanı kulak duymalıdır. Sadece kulağın duyması yetmez yürek duyumsamalıdır. Özgürlük, inandıklarını dile getirebilmek, dile getirdiklerine göre yaşayabilmektir. Dillendirdiklerine göre yaşayamamak o doğruyu dile getirene karşı inançsızlığı geliştirdiği kadar o kişi şahsında doğrulara tepkiyi geliştirmektedir. Kişinin kendi doğrularına, inandıklarına ihanet etmesi söz ve eylem birlikteliğini yakalayamamasından kaynaklanmaktadır. Diğer yandan da, düşündüğü ve söylediği gibi yaşayamayan birey, kendine karşı inançsızlığı yaşamakta, bir süre sonra özgüven kırılmasına dönüşmekte ve militan gerçeklikten uzaklaşmaktadır. Özgürleşme savaşımını verenlerin sözleri yaşamlarından yola çıkarak biçim almalı yaşamları sözlerine göre biçimlenmelidir. Günlük yaşamdan başlayarak bu ilkeyi yaşamsallaştırabiliriz. Belki zor bir başlangıç olacak ama küçük sözlerden başlayarak bulunduğunuz ortamda yaşamınızı sözünüze göre eylemselleştirirseniz özgürlükten bir soluk çekmiş olursunuz. Özünde özgürlük özü sözü bir olmaktır.
Köleliğe ve egemenliğe boyun eğmemek özgürlüğün ilkelerindendir. Kendi kişiliğimizde ve yaşamın her alanında egemenlik ve kölelik sisteminin yarattığı duygu, düşünce, davranış kalıplarını sorgulamayı ve değiştirmeyi gerçekten istemek, bunu başarma gücü ve cesaretini göstermek özgürleşme yolunda erkek egemen köle kadın ikileminin aşılmasında altın değerinde bir çabadır. Kadın köleliği en kadim ve en derin köleliktir.
Kadının köleliği salt fiziki bir kölelik değil ideolojik bir teslimiyettir
Kadının köleleştirilmesiyle toplumların, cinslerin köleleştirilmesinin önü açılarak tüm toplumlar kadınlaştırılmıştır. Bu yüzden özgürlüğü tanımlarken öncelikle yapılması gereken kadına içerilen köleliği aştıracak bir tanımlama geliştirmektir. Kadının köleliği salt fiziki bir kölelik değil ideolojik bir teslimiyettir. Kadının beyni, yüreği, davranışları, erkek egemenin denetimi altındadır. Önderliğimiz bu nedenledir ki erkek egemen köle kadın ikilemini aşmayan hiçbir özgürlük çabasının gerçek bir özgür kimlik sağlamayacağını da temel bir özgürlük kriteri olarak ele almak gerektiğini belirtir. Kadının beyni ve yüreği üzerindeki mülkiyet ve iktidar ilişkisi kırılmadan özgürlükten söz edilemez. Özgürlüğün önemli ölçütlerinden biri de egemen ve köle yanlardan sıyrılma mücadelesidir. Egemenlik ve kölelik anlayışını doğru bir biçimde yorumladığımızda, egemen ve köle özelliklere karşı savaş açtığımızda özgürlük doğrultusuna girmişiz demektir.
Evrim ANDOK