Özgürlük düşümüzde yol alanlar yaşamlarımızda tüm ağırlığı ve derinliği ile kendini sonsuz kere yeniliyor. Hayat dediğimiz tüm yaşanmışlıkların toplamından mı ibaret? Toprağa düşenler, direnenler, yürüyenler bir hikaye anlatır bize dair.
Kendini var etmenin tüm hallerini yaşayarak kavrıyoruz kendimizi. Bilinç dediğimiz o parçalı ve çok yönlü huzursuzluğunu duyumsadığımız geçmiş, benliğin kendisidir.
Neler bıraktık geride, neler ile ilerliyoruz? Dünyanın tüm hallerini zihnimizde taşırken ölümün o yakıcı, o yok edici ve aynı zamanda sonsuz duygu birikimini nasıl anlamalıyız. Hafızamız kendini yenilemek ve tutunmak ister çoğu zaman ama tutunduğumuz değerler varlık biçimimize dönüşüyorken ben, biz nasıl kim olduğumuzu söyleyebiliriz.
Nerde ilk merhaba dedik nerede son defa vedalaştık. Hayal ile gerçek niye bu kadar geçirimsiz. Acı ile hüzün tarifsiz kalıyor çoğu zaman. Varlık sahamızı dolduran o büyük boşluğu tarifsiz kılan ve tanımlanamayan duygu çokluğunu anlatmak betimlemek sözün gücünü aşıyor.
Merhabanın adı nisandı. Tıpkı vedanın olduğu gibi. Bir ay hem bu kadar uzun hem de bu kadar kısa olmayı nasıl başarıyor? Ne çok anı, ne çok hüzün birikti hafızamızın koridorlarında. Bu labirentin sonsuzluğunda tüm yollar sana çıkıyor geçmişe uzanıp gidiyor, zamansız ve mekanız.
Nereden başlamalı, nerde durmalı insan? Seni nasıl yazmalı, hangi söz hangi duygu bunu anlatabilir ya da hakikatini yanıltmadan, eksiltmeden olduğu gibi aktarabilir. Denir ki zaman iyileştirdiği gibi solduruyor da insana dair olan her duyguyu. Oysa hep canlı duruyor dostluğun, yoldaşlığın. Nasıl yaşamalı sorusunun cevabı gibiydi yaşamın. Onun için anlatılması ağır, anlatılması güç.
İnsanlığa karşı duyduğun sevda dünyaya karşı hissettiğin sorumluluk, o her şeyden vazgeçişin ne kadar anlam kazanıyor bu anlamsız ve bencil zamanlarda. Zulme karşı amansız savaşın, amansız gidişin, gülerek vazgeçişin anlam dünyamıza bir kapı araladı.
Yaşam bir derya ise sen onun anlamını örnek, bunun emekçisi olmak için yaşadın hep. Ne zaman hayatın yalpalanmasına takılsa biri hemen yanı başında gülerek ‘yapacak çok iş var, gidecek çok mesafe. Hadi söyle değişime karşı kim durabilir’ derdin. Evet, kimse duramıyor, çok doğru söylüyordun.
Zor yıllarda, zor kavşaklarda ve zor vazgeçiş anlarında hep eyvallah demeyi bildin. Hiç durmadın, değişimi bir var olma haline dönüştürdün. Yüklerin en ağırını hep kendine sakladın. Tıpkı ölüm gibi.
Sana dair güzellikleri anlatmak, en yalın halini kelimelere sığdırmak ne kadar da güç. Sadece dünden ya da geçmişten kalan birer anıdan ibaret değil. Yaşamın her anında, mücadelemizin her soluğunda gülüşün bizimle yol alıyor.
Seni en iyi anlatan şey gülüşün ve çocuklarla kurduğun o tarifsiz bağ olmalı diyorum şimdi. Yeni Pazar’ın dar sokaklarında tandır başında oturan annelerin uzattığı taze ekmeği etrafında halka halka olan çocuklar ile geleceğin düşünü paylaşır gibi paylaşırdın. Özgürlüğe olan tutkun bir esinti gibi kaplardı sokakları. Bir tılsım gibi dokunurdu yüreğin yüreklere, gözlerin buluşurdu eylem anlarında. Ve eylemin o tarifsiz coşkusunu taşırdın olduğun her yere.
Kulağında Mahsuni Şerif’in sesi, elinde sazın semaha durur gibi yürüdün bu kavgada. O zamanlar sana bakınca geçmişten gelip geleceğe yürüyen bir derviş derdim hep. Bir dervişin sessizliğinde, mütevaziliğinde yürüdün Toroslara. Çukurova’nın o maviliğinde her geçtiğimizde dönüp İnce Memed’e selama dururdun.
Ve şimdi bilmelisin, İnce Memed’e dost olan sana, Renas Avaşin’e selama duruyor bütün deyişler.
* Renas Avaşin (Veli Demirci), Koçero Meleti (Volkan Bora), Nurhak Elbistan (Fırat Berkpınar), Zerdeşt Çarçella (Kemal Bal) ile birlikte 29 Nisan 2017 tarihinde, Semsûr (Adıyaman)’da şehitler kervanına katıldı.