Politik kişilik, askeri kişilik dönemlere hakkını veren kişiliktir

0
59

Bugün 11 Nisan. Düşman karargahı sözüm ona Urfa’nın kurtuluş günü dolayısıyla, Fırat’la Harran’ı buluşturma adı altında bir gösteriye hazırlanıyor. Tabii bu gösteri de, bizim mücadelemize karşı, uzun bir süreden beri, Fırat’ı bir silah olarak kullanma çabalarının, en son bir adımıdır. Bilinçlidir; öyle Fırat’la Harran’ı birleştirme adı altında, ekonomik cepheden bir saldırıyı uzun süreden beri geliştirmek istediklerini biliyoruz. Hatırlardadır; Kenan Evren, Atatürk barajının temelini attığında “APO’culara karşı bu adımı atıyoruz, ama sonucunu kim getirecek?” biçiminde bir değerlendirmede bulunmuştu. Veya “kim yararlanacak?”. Büyük bir hızla bu adımı günümüze kadar, yeni adımlarla art arda yürütmek istediler. Özellikle silahlı savaşıma karşı, sözüm ona çok uluslu sermayenin de desteğiyle bir ekonomik cephe saldırısı haline getirmekte hayli iddialıydılar.

Özellikle bizim Ortadoğu sahasındaki çalışmalarımıza da gerek bu barajı, gerek Urfa tünellerini bir silah olarak kullanıp, hareket alanımızı daraltmayı da günlük olarak zaten politikanın ayrılmaz bir parçası olarak yürütmek istiyorlar. Bundan ne kadar sonuç alacakları ayrı bir konu olmakla birlikte, bu silahı oldukça daha yoğun bir biçimde kullanmak isteyeceklerdir. Hatta işte “İsrail’in yirmi yıllık su ihtiyacını da Atatürk barajı karşılıyor. Buna Suriye, Irak’ta çok muhtaçtır. Suyun kilidi artık elimizdedir. Petrolün de, Azeri petrollerinin de kilidini elimize alacağız ve böylece iki büyük kilit bizi böyle rüyalarımıza kavuşturabilir” biçiminde bir senaryoyu da yaymak istiyorlar.

Tabii bunun altındaki temel etken de, mücadelemizin nasıl bir seyir izleyeceğidir. Bu rüyalarının gerçekleşmesi için mücadelenin bastırılması çok büyük önem taşıyor. Yani işler gelip şu noktaya dayanmıştır; uluslararası sermayenin -başta ABD, Batı ülkeleri olmak üzere- çok muhtaç oldukları petrolün kontrolü olsun, yine Ortadoğu ülkelerinin çok muhtaç olduğu suyun kontrolü olsun, bu sorunlarla birlikte Kürt sorunu son derece iç içe geçiyor. Burada çok çeşitli görüşlerin, politikaların çatışması her geçen gün daha da artan bir eğilim halinde ortaya çıkıyor. Özellikle ABD’nin uluslararası politikasında baş yeri işgal eden Ortadoğu’daki istikrar, büyük önem taşıyor. En az kontrol altında tuttuğu bu bölgeyi, kontrol altında tutmak için, Kürt sorununa da gittikçe ilgisini artırarak devam ettiriyor. Tabii ABD’nin bu ilgisine karşı, diğer devletler de ilişkide veya çelişkide bulunuyorlar. Sessiz kalmayarak onlar da ilgilenecek.

Tüm bu sorunlar en son Güney operasyonunda gördüğümüz gibi, kendini yeniden açığa çıkardı. Son derece uluslararası bir sorun olduğu, çok taraflı bir sorun olduğu bütün yönleriyle ortaya çıktı. Evet, şimdi Türkiye’nin oynamak istediği role gelince; gerçekten hem ihtiraslı, kendi sermayesine bir açılım kazandırmak için, çok etkin olmak istiyor, hem de Kürt sorununun en temel muhatabı olduğu için sıkışıyor. Çok kişinin hayret ettiği büyük çaplı operasyon da bu nedenle, bu biçimiyle gelişti. “Bölgenin kabadayısı benim, beni hesaba katmayan burada herhangi bir etkinlikte rol oynayamaz, çözüm benden geçer” diyor. Bu amaçla aslında bu gösteriyi geliştirdi.

Operasyonu böyle geliştirirken, su operasyonunu da benzer amaçla bir silah olarak kullanmak istiyor. Özellikle Suriye karşısında çok problemlidir, en önemlisi de bunu vurgulamak istiyor. Bize yönelik son günlerde propagandalar geliştirdi. “Ahtapotun başı Suriye’de”, yine “operasyon sahasından bir gün önce kaçtılar. Dolayısıyla, sorunun çözümü için Suriye’yle sorunun halledilmesi gerekir” biçiminde bir politik gelişme ağırlık kazanıyor. Heyetler gelip gidiyor. Bunu ABD Dışişleri Bakanı da açıkça ortaya koyuyor. Özellikle Parti Önderliği’nin ve PKK çalışmalarının kabul edilmeyeceğini, buna karşı tavır içine girilmesi gerektiğini vurguluyor. Bunu tabii İsrail için de yapıyor. Türkiye için de yapıyor. Türkiye’yi de diğer yandan kışkırtarak, üzerimize baskı yapması için Suriye’ye yükleniyor. Ve böylece çeşitli silahları birden bire devreye sokarak, baskıyı bu arada üzerimizde yoğunlaştırarak, sonuç almaya çalışıyor. Alıp-almaması ayrı bir konu. Fakat düşmanın çok etkili olmak istediği, tüm gücünü tek bir merkezde bize yönelik olarak harekete geçirdiği açıktır.

Operasyon sahasında dördüncü haftaya girerken fazla etkili olmayacağı, tam tersine zarar hanesi çok gelişkin bir sonuçla karşılaştığı söylenebilir. Gerek petrol, gerek su hamlesinde de henüz çok sayıda çelişkili tutumlar içinde kalındığı, pek emin bir sonuca gidemeyeceği anlaşılıyor. Fakat ABD’yle birlikte, yoğun görüşmelerle birlikte, bölgede bir düzenlemeye gitmek istediği, bu arada Suriye’yle de çeşitli yaklaşımlar altında bölgede nasıl bir düzenlemeye gidileceği, bugünlerde yoğun tartışılıyor. Çok çeşitli seviyelerde heyetlerle, diplomasi trafiğini yoğunlaştırıyorlar. Bu, tabii bizim için de hem lehte, hem de aleyhte bir durumun gelişmesi anlamına gelir.

Diplomatik, siyasi, askeri bir çok alanı zorlayarak, bazı gelişmeleri sağlayabileceğimiz kadar, bazı olumsuzlukları da yaşayabileceğimizi her zaman gündemde tutuyoruz. Dolayısıyla, son derece dikkatli, tedbirli olma gereği açık. Dengeler değişir, çıkarlar çelişir, uyuşur ve bu da olumlu veya olumsuz bize yansır. Burada mühim olan; temel taktik çizgiye göre faaliyetleri, gaflete düşmeden, altından çıkılamayacak yönlere de kaydırmadan, büyük bir dirayetle, olgunluk ve sorumluluk anlayışıyla, tabii bütün bu dengeleri hesaplayarak ilerletebilmektir. Gerçekten, bu süreci iliklerine kadar hissetmek ve pratikte ne yapılabileceğine, günlük olarak her yönüyle kendini yenilemekten tutalım pratik adımları atmaya kadar, en alt düzeyden en üst düzeye kadar, her sorumluluk düzeyinin gelişmiş bir politik sorumlulukla cevap vermesi, sağlam değerlendirmeler kadar kendini pratikleştirmesi büyük önem taşıyor.

Özellikle bu süreçlerde, bizim insanlarımızın ve çoğu sorumlu çalışanlarımızın da gafilce yakalandıkları iyi bilinir. Fırsatı, olanağı görmemek kadar gafletten ötürü tehlikeyi de göremeyip, çok anlamsız kayıplara yol açtıkları, bolca örneklerle bilinmektedir. Bu dönemlerde, en yüksek sorumluluk düzeyi kadar, pratik beceriyi de yakalayarak, mesafe alınabileceği çok açıktır. Kendini kandırmayacak kişilikler, sorumluluklarını, aynı zamanda pratikte yol alışı da beceriyle sağlayabilen önderler, ilerlemeye yol açabilir. Aksi halde, iyi niyetli, ama gafil, dönemi tamamen kavramayan, kavrasa da pratik adımları atmayı beceremeyenler, sürekli kaybeden kişiliktir. Ve bunlar da içimizde yaygındır. Fırsatı görmemek kadar, tehlikeyi de görmeme sonuçta zararlara yol açma; bu, çok yaygın yaşanan bir durumdur.

Bunu da tabii görüp, son derece politik duyarlılığı gelişkin olan, attığı adımların ne anlama geldiğini bilen, kaza-belaya dikkat eden, -özellikle dönem, komploların da geliştiği bir dönemdir- komplolara da azami dikkati gösteren bir yürüyüş, yöneliş tarzı hayatidir. Bunun bir çok işareti de vardır. Yani komplonun işaretleri her zaman var, yoğundur bu günlerde. Aynı zamanda önemli gelişmelerin de işaretleri vardır. Kişi hazırlıklıysa, tedbirliyse, herhalde olumlu yönü ağır basan bir pratiğin sahibi olabilecektir. Güncel politikayı, bu yönleriyle kavramak gerekiyor. Bir politik kişilik, eğer gelişmek istiyorsa, ilerisi içinde kendini güçlü hazırlamak istiyorsa, bu süreçlere hakkını verirse, bunu sağlayabilir. Yoksa çokça yaşadığınız gibi, o subjektif niyetlerinizle imkanı da görememe kadar, zorluğu da göremez ve çok hafif, yüzeysel, o hep sergilediğiniz kişilik tarzlarıyla kandırmaca oynarsanız, varlığınızla-yokluğunuz bu dönemler için birdir.

Bu dönemler, zayıf kişiliği ortaya çıkardığı gibi, güçlü kişiliği de ortaya çıkarır. Başarıyı ortaya çıkardığı gibi, başarısızlığı da ortaya çıkarır. Dikkat edilirse, günlük taktiklere doğru anlam vermek, hemen her sahada güçlü yönelmek, çok önemli başarılara yol açar. Ama gafil, kendini yaşamaktan alıkoyamayan, hislerine mağlup olan, duygularına mağlup olan da tarihimizde bolca görüldüğü gibi hep kaybettirir. Ve bu kişilikler içimizde de gerçekten çok yaygındır. Onların varı-yoğu kendi özel dünyasıdır. Basit duygularıdır, basit rahatsızlıklarıdır, basit sorunlarıdır. Tabii böylesine politik olgunluk isteyen dönemlerde, bu kişiliklere esef ediyoruz. Onların heyecanı, coşkusu da anlamsızdır. Onların tıkanması, problemi de anlamsızdır. Bunları kabul etmemek gerekir. Bu dönemin kesin kabul edilecek yürüyüşü; çizgiye hakim, olgun, adımlarını çok iyi atmayı beceren ve bu konuda karar kadar, uygulamaya yine çok dikkat eden bir tarzın sahibi olabilmektir. Bunun dışında, hiçbir tarz sonuca götürmeyeceği gibi, kabul edilecek temel militanlık da bu çerçeve de rol oynar. Çok etkili olan bu süreçlere, dönemlere, yanılgılı yaklaşmayı, -ister subjektif niyetlerle, ister kendiliğinden- adeta koşullara esir düşmüş gibi yaklaşımları yaşatmamak gerekir. Bu dönemler, son derece öğretici dönemlerdir.

Yıllardır doğru-dürüst kendinizi politik, askeri çizginin gereklerine göre uyarlamadığınızı biliyorsunuz. Utanmadan, sıkılmadan ikide bir “şöyle daraldım, şöyle yüzeysel kaldım” laflarını artık etmemek gerekir. Ağır bir politik durumla karşı karşıya olduğumuzu, -ki gerçekten siz de politik mesleği tercih etmişseniz -buna hakkını vermek durumunda olduğunuzu, hiçbir gerekçeyle “şuram sızlıyor, buram ağrıyor, bilmem ne yapıyor” demekle, küstahça kendini aldatmamak gerektiğini çok iyi bilmeniz gerekir. Başarısızlığa bahane olmaz. Verimsizliğe bahane olmaz.

Politik kişilik, askeri kişilik; emreden, yürüten, çözen kişiliktir.

Dönemlere hakkını veren kişiliktir.

Bunun dışındaki bütün kişilik tarzı, gerekçeleri ne olursa olsun, niyeti ne olursa olsun, sadece kendini kandırır. Bunu da gerçekten iyi bir politik ilke olarak benliğinize yerleştirin. Tabii, bu geçen yıllarda bazı gelişmeleri yaşamıştık. 1990 baharı bilindiği üzere bir serihildan dönemiydi. Bugüne benzer süreçler yaşanıyordu. Yoğun operasyonlarla birlikte, yeni bir gelişme aşamasına girmiştik. Bir yandan son derece komplolarla dolu gelişmeler kadar, olumlu yönde de bir sıçramayı yaşıyorduk. 1990’ların bu ilk yarısında, hemen hemen bütün yıllar çok önemliydi. 1990 yılı, serihildan yılı olması yanında, gerillanın da çok önemli gelişmeyi yaşadığı bir yıldı. Yine düşmanın zindana dayalı bir çıkış politikasıyla birlikte, tasfiyeciliği dayatmaya çalışıyordu.

Gerekirse anayasayı da değiştirerek, işte kendine göre bir reformla -ki Özal’ın bir açılımı vardı, bunu bazı yönleriyle ortaya çıkarıyordu- devrimci mücadeleyi tasfiye kadar, reformları da bu kadar açık temelde geliştirme, -tabii icazetli reformlar; tamamen PKK’nin ezilmesine dayanan reformlar- başlangıç yılı gibi bir anlam veriliyordu. Dikkatli olunması gereken bir yıldı. Gerek içteki tasfiyeciliğe karşı, gerek dıştaki tasfiyelere, tasfiye girişimlerine karşı büyük bir çaba içinde olmak gerekiyordu. Ve bir de komplolar vardı. Çok önemli bir aşamaya gelmiştik. Bu komplolara karşı da son derece büyük bir dikkat içinde olmak gerekiyordu.

1990 aynı zamanda körfez savaşıydı. Ve 1991’de bir Kürt ayaklanması başlamıştı. Mart ayında Güney Kürdistan’da yine hamlemiz vardı. Düşmanın kontrolü aşılıyordu. Özal’ın giderek, kendini Kürt sorununun çözümüne dayatması vardı, kısaca çok hareketli geçen bir yıldı. Yine serihildanlar devam ediyordu. Gerilla hızlı bir büyüme içindeydi. Fakat TC’nin de, kendi içindeki ayrışması hızlanıyordu. Çatışmalar vardı. Bilindiği üzere, bir seçim oldu. Ve ANAP hükümeti dayanamayarak çekildi, yerine Demirel-İnönü koalisyonu gelişti. Bu da önemli bir farkı ortaya koyuyordu. Klasik yöntemle Kürt meselesini bastırma, tıpkı Cumhuriyetin ilk çağlarında olduğu gibi, “bastırarak ezme, tasfiye etme” bunu gündeme koymuştu. Sahtekarca, Kürt kimliğinin kabulünden de bahsediyordu. Ama gerçekten tam bir tasfiye ile işe girişmişlerdi.

Lice katliamı, yine 1992’de Şırnak katliamı ile niyetlerini bütün yönleriyle ortaya koydular. 1992’nin sonundaki o Güney savaşına yönelerek, bu işi tamamlamak istediler. Kendi içinde de çatışmaları devam etti. Özellikle Özal’ın yaklaşımları, biraz daha farklıydı. Bilindiği üzere, 1993’de biz, Mart’ta ve Nisan’da bazı siyasi tekliflerle ortamı lehimize çevirmek istedik. Basın toplantıları yapıldı ve oldukça etkili oldu. Düzen içindeki çelişkileri hızlandırdı. Özal politikalarının tepki görmesi ve öyle tahmin ediyoruz ki, bazı güçlerin komplosu sonucu tasfiyesi gerçekleşti. Dolayısıyla atmak istediğimiz taktik adım, oldukça da lehimize bir 1993 başlangıcı yarattı. Gerçi, gerilla bunu layıkıyla değerlendiremedi, ama yine de gerek kazandırdığı süre ve gerekse diplomatik sahada yol açtığı etkiler, hayli olumluydu.

Düşmanın bu Özal komplosunun üzerinde daha da durmak gerekiyor. Çünkü Özal, aslında bizimle etkili savaşmak istedi,  fakat öyle bir noktaya geldi ki; Türkiye’nin tıkanması istenilmiyorsa, bir siyasal görüşme yöntemine doğru adım atmak gerekir. Bu, derin bir çıkmazı, karışıklığı ortaya çıkardı. Ve halen de etkisi devam ediyor. Ayrıca, bu düzenlemede bazı komplolar da oldu, içinde gelişti. Bildiğiniz gibi, Özal yanlısı bazı paşaların tasfiyesi gündemdeydi. İleride sanıyorum tarih, bu konuda daha aydınlatıcı sonuçlara ulaşabilir.

Şu çok açık ki; ordu içinde de böyle bir çelişkinin yoğun yaşandığı bir süreçti. Ve politik arenada da öyle. Ama çok örgütlüydü. Altında ne olup-bittiğini, biz halen tam bilemiyoruz. Kısaca yakın süreçteki gelişmeleri, böyle değerlendirmemizin nedeni; kendi savaş tarihini tüm yönleriyle bilmeyenler, güne anlam veremezler. Ve gelişmelere, layıkıyla cevap veremezler. Sanıldığından daha fazla düşünce yönleriniz, özellikle politik düşünme ve davranma yetenekleriniz zayıf.

Bu arada, bir çelişki var. En az bilgiyle, yoğunlaşmayla siz devrimcilik yapmak istiyorsunuz ki, bu doğru değil. Bu kısır kişiliği aşmanız lazım. Günler çok şeye gebe, yani böyle kısır kişiliklerle buna ulaşamazsınız. Politik gelişme imkanı var. Savaşı da geliştirme imkanı var. Ama herhalde, bu cüce kişiliklerle değil. Son derece düşüncesiz, davranış verimsiz, çoğu da çapraşık, boşa çıkarıcı bir tarz, önemli gelişme şurada kalsın, tersine yol açar. Politik ve askeri sanat üzerinde yoğunlaşacaksınız. Şimdiye kadar kendinize yakıştırdığınız, olumsuz, yani neyi, ne kadar dediğiniz, neye ne kadar karşılık verdiğiniz belli değil aslında. Çok yenilgili, çok hafif yaşamaya alışmışsınız. Ve hep de iyi niyetlisiniz. Kötüsü de burada, çocuklar gibi heyecanlı, ama son derece temel gerçeklerden habersiz. Böyle politika yapılmaz. Hele savaş içine hiç girilmez.

Ben bile, bu kadar dengeli, ölçülü-biçili olmaya çalışıyorum. Bu kadar yoğunluğa rağmen, ne kadar güne cevap verdiğim tartışılabilir. Ama siz hiç sorumluluk bile duymuyorsunuz, ondan sonra da “ben yine de devrim için savaşıyorum, yaşıyorum” diyorsunuz. Bu kendini aldatmadır. Kendini kandırmakta gerçekten barizsiniz. Bir işe yeterli olmadığınızı bildiğiniz halde ve yeterli olmanın imkanı doğduğu halde, değerlendirme gereği duyma konusunda son derece sorumlulukta yetersizsiniz. Neden üstün başarılarla dolu bir yaşamınız yok? İşte en temel nedeni budur. Ne sanıyorsunuz. Devrim yapmayı? Pratiğinizde çeşitli bölgelerdeki gelişmeleri inceliyorum ve inanılmaz düşkünlükler görüyorum. Öyle açıklar verilmiş, öyle yetersizlikler gösterilmiş ki, kendi başına düşmanın başarısı için yeterlidir. Neden böylesiniz? Daha da deşildiğinde aslında tükenmiş, bitmiş bir kişiliksiniz. İddiası zayıf, inancı zayıf, değerlere bağlılığı zayıf, hırsı, azmi yine zayıf, o kendi başına aslında yenilmiş bir tip.

Şimdi bu ne kazandırıyor? Hazır imkanı bile göremiyorlar. Ben, nasıl yaşadığımı çok iyi biliyorum aslında. Ben bu kadar çapraşık, çelişkili bir ortamda yine yaşama gücü gösteriyorum. Sen, en özgür koşullarda, en rahat gelişme sağlanabilecek bir ortamda, imkan-olanaklarda kendini yaşatamıyorsun. Nasıl gelişeceksin, nasıl çizgiye cevap verebileceksin? Dünyanın bu kadar çelişkisine –hep de aleyhte çoğu- biz dayanabileceğiz, sen en özgür silahlarla, özgür imkan-olanaklarla bir örgütlenmeyi geliştirmeyeceksin, bir eylemi planlamayacaksın! O zaman seni nasıl değerlendirebiliriz? Şimdi burada herkes kendini tamamen görebilmeli. Biz üretiyoruz, ama herhalde üzerinde oynamak için değil. Kendini bile eğitmekten acizsen “ne geziyorsun” derler adama.

Doğru-dürüst bir çalışmaya yön veremiyorsan, hazır silahı değerlendiremiyorsan, hazır kadroyu örgütlendiremiyorsan, o zaman insan kendi kendine şunu sormalı; “ben neyim, kimim, kaç para ediyorum?”. Çünkü, politika ucuz bir sanat değil. Hele politik üretim, Kürdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğü için hiç kolay değildir. Bir silah temin etmek çok zordur, kelle koltukta yapılır bu işler. Ama halen tedbirsizlikten dolayı yüzlerce değer kaptırılıyor, insanlar kaybediliyor. Onun için artık bunu aşmak gerekiyor. Dediğim gibi, sorumluluk düzeyini aşındırmakla, bazı gelişmelerin üzerine -çok ikiyüzlülükle mi, desem, işte alıştığınız bazı köylü tarzlar filan var, küçük-burjuva kurnazlıkları var veya hamalca- öyle kendini dayatmakla politika yapamazsınız. Ondan sonra da “takındım,” “bunaldım, hastalandım” demekle de sadece utanmazlığı sergileyebilirsiniz.

Politikada bu duruma düşmek iflastır. Gelişmeler, sanıyorum sizleri de bu temelde biraz eğitiyor. Oldukça doğru bir politik-askeri kişiliğin nasıl olması gerektiğini gösteriyor. Bununla oynamayın diyorum size. İnsan bir çocukluk yapar, iki çocukluk yapar; bir köylülük yapar, iki yapar; bir küçük-burjuva hafifliğini yapar, iki yapar; ama bu kadar sürdürmez. Yaşam buna izin vermiyor, savaş bunu kaldırmıyor. Çok düzenli bir ordu değiliz diye, çok sıkı gelişmiş bir örgüt değiliz diye de kimse kendini böyle kandırmasın, özgür olabilme, kendini bu anlamda da en iyi eğitip, disipline etmedir. Bunu da hiç kimse bir an bile düşüncesinden uzak tutmasın.

Kendinizi çok ucuz değerlendiriyorsunuz, bu aynı zamanda partinin çok ucuz değerlendirilmesidir. Kendinizi ucuz kaybediyorsunuz, tabii bu partinin de büyük değerlerinin ucuz kaybedilmesidir. Kendi yaşamına büyük değeri veremeyenler, tabii ki, partinin, halkın yaşamına da değer veremezler. Kendine sıkı sıkıya disiplini uygulamayanlar, herhalde bir örgütte de disiplini uygulayamazlar. Kendisini sıkı sıkıya bir savaşçı yapamayan, herhalde bir örgütü savaşçı yaptıramaz.

Bunlar birbirlerine son derece bağlıdır. Günler bunu dayatıyor, bunu öğretiyor ve uygulatmayı da şart kılıyor.

Parti Önderliği

11 Nisan 1995

 

 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz