Sara’yı anlatmak gerçekten bir onurdur. Ama ne kadar anlatabiliriz, anlattıklarımız Sara’yı gerçekten ne kadar kapsar, nasıl Sara’yı tanımayanların tanımasını sağlayabilir, ne kadar hakkını verebiliriz bundan pek emin değilim. Çünkü Sara herhangi bir kadın değil, herhangi bir militan kadın değil, herhangi bir öncü kadın değil.
Sara efsanedir. Bana ‘bir efsaneyi anlat’ diyorsunuz. Efsaneler öyle kolay anlatılmaz. Efsaneler için şiirler yazılır, efsaneler için destanlar yazılır, efsanelerin filmleri yapılır, efsanelerin romanları yazılır, tabloları çizilir. Yani efsaneler için sanatın bütün dalları bir araya gelir, her biri kendi cephesinden onu işler, bir ifadeye kavuşturmaya çalışır. O bile tamamlamaz, yetmez yani. Bu nedenle Sara hakkında söyleyeceğim her şey yetersiz kalacak. Bundan neredeyse eminim. Neredeyse değil, eminim…
Sara’yı tanıma onuruna 1976’da kavuştum. Tuzluçayır’a, bizim mahalleye gelmişti. Hatice Ana’nın, yani bizim Rıza Altun’un evinde kaldığı bir kaç gün içinde, bir kaç kez ayaküstü gördüm. Ama selamlaşmanın dışında öyle çok yakından sohbet ettiğimizi, tanıştığımızı söyleyemem. Ama Sara’yı daha sonraki yıllarda Amed Zindanında, ardından Önderlik Sahasında aynı devrede, aynı yönetimde yer aldığım süreçte, yine Avrupa çalışmalarında, hakeza dağda ve farklı alan çalışmalarında tanıdım. Birlikte çalıştık, birlikte çok şey paylaştık. Ve bende çok derin izler bırakan bir arkadaş oldu.
Katledildiği gün nasıl etkilendiğimi anlatamam. Zor bir olaydı, kabul etmesi çok güç bir menfur olaydı. İki arkadaş ile beraber kahpece, sinsice, alçakça, hunharca katledilmişti. O gün bugündür benim bir tarafım felçtir. Çünkü hala Sara’nın kanı yerdedir. Bunu kimin, nasıl yaptığını biliyoruz. Ya da kimlerin nasıl yaptığını biliyoruz. Neden yaptığını da çok iyi biliyoruz. Sara’nın neden hedef alındığını da çok iyi biliyoruz. Bunları anlatacağız. Bunları dilimiz döndüğünce, yüklediğimiz anlam çerçevesinde, gözlemlerimizi bir araya getirerek, takip ettiğimiz gelişmeleri bir araya getirerek, onlardan çıkardığımız sonuçları üst üste koyarak ifade etmeye ve anlatmaya çalışacağız.
İlkelerin içinde kendini eritmişti
Sara’yı gerçekten yakından tanıyan herkes çok iyi bilir, çok disiplinliydi, çok düzenli bir arkadaştı. İlkeliydi yani. Kendi doğrularına delicesine bağlıydı. Onun düşüncelerinin aksinin doğru olduğu ıspatlanana kadar kendi doğrusundan vazgeçmeyen bir kadındı. Kendi doğrusunun, sözünün arkasında duran, sezgilerinin arkasında duran, duygularının arkasında duran bir kadındı. Devrimci bir kadındı. Son derece resmi, ciddi bir kadındı. Asla laubaliliğe yer vermezdi. O kadar beraber çalıştık, yan yana kaldık, yaşadık. Çok seviyeli, ciddiyeti ve arkadaş sıcaklığını koruyan, sevecenliğini içinde barındıran, çok seviyeli espriler dışında ben Sara arkadaşın en küçük bir ciddiyetsizliğine tanık olmadım. Her zaman ciddi, her zaman seviyeli, her zaman yapıcı bir arkadaştı. Ortamda asla laçkalaşmaya izin vermeyen, ne olduğunu ve kim olduğunu bilen, taşıdığı ve sahip olduğu misyona uygun oturup-kalkmasını, yaşamasını bilen ve bunu özümsemiş biriydi. Çok temiz, titiz ve mükemmeliyetçi diyebileceğimiz kadar her konuda örnek bir insandı.
Şehit düştüğü günün sabahı da dahil, hayatı boyunca hep spor yapmıştır. Dağda, zindanda, Avrupa’da, nerede yaşıyor ve bulunuyor olursa olsun her yerde bir devrimcinin sağlıklı, dengeli, ruh ve beden sağlığı arasındaki ahengin çok önemli olduğunu kavrayan ve bunun için de asla sporundan vazgeçmeyen, kendisini seven, kendisine saygı duyan, kendisine duyduğu saygıyı asla rencide edecek, zarar verecek bir şeye girmeyen, duruşunda herhangi bir abartıya da kaçmadan yaşayan bir kadındı. İnsan neyse odur. İşte Sara kişiliği böyle olduğu için, bunu özümsediği için ya da bu özelliklerin, ilkelerin içinde kendini eritmiş olduğu için böyleydi. Yoksa dostlar alış-verişte görsün hesabına değil. Kişilik, karakter, yapı itibariyle son derece söylediğim özellikleri içkinleştirmiş, özümsemiş bir devrimciydi.
Yaptığı tercihlerin yükünü kaldırırdı
Hep arayışçıydı, çok çalışkandı. Hep sorgulama ve arayış içindeydi. ‘Daha iyisi nasıl olabilir’ sorgulaması içerisinde olan, ama herkes gibi keşkeleri de olan, tercihler yapmak gerektiği zaman tercihlerini yapan, tavrını ortaya koyan, arkasından keşke deme ihtimali varsa da tercihini yapan ve aldığı karar veya tercihler olumsuz sonuçlandığında da gocunmadan onu boynunda bir değirmen taşı gibi kendisini yürütmek için kullanan, onunla kendine ağırlık yapan biri değildi. Yaşadığı, yaptığı tercihlerin yükünü de kaldıran, yanlış tercihlerin yükünü de kaldıran, ondan ders çıkartan ve yürüyüşünü aksatmadan devam eden, gerilemeden devam eden bir arkadaştı. Çok sık insanda gördüğümüz gibi bunalıma giren, moralsizleşen durumlar yaşanır. Sara böyle şeylere girmezdi. Bir karar vermiştir, sezgilerine, duygularına, düşüncesine, tecrübelerine dayanarak bir tercih yapmıştır. Sonucu ‘keşke böyle olmasaydı’ dediği noktaya gelse de bunu mesele yapıp, ayağına pranga gibi geçirip yürüyüşünü aksatmazdı. Ders çıkarıp bu yürüyüşüne devam eden biriydi.
Etrafıyla sürekli bir kavga halinde olmasına rağmen bu kadar dimdik yürüyen pek kişi tanımıyorum. Önderlik karşısında bile böyleydi, kendi doğrusunu savunan, iddiasını ortaya koyan bu böyle de olur diyebilen, ikna olana kadar da durduğu yerde duran ama ikna olduktan sonra da ikna olduğu doğru için kendisini ortaya koyan bir devrimciydi. Olması gereken devrimci bu. Yanlış düşünebilirsiniz, yanlış olabilirsiniz ama iknaya da kapalı olmazsınız. İkna olduktan sonra da eski savunduğunuz düşünce ya da kararlar hakkında da öyle tutucu, vazgeçmez, eskisinde ısrar eden, eski düşüncesinde ısrar eden bir duruş sergilemezsiniz. İkna olduysanız, ikna olmuşsunuzdur ve ikna olduğunuz şeyin gereğini yaparsınız. Çünkü ikna olmak, bunu kabullenmek, benimsemek bunun için olmaktır. O doğrultuda olmak, hareket etmek ya da çalışmaktır.
Sara Dava Kadınıydı
Sara’nın kavgacılığı da esas olarak buradan gelir. ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ diyor. Kavgası basit sebepler üzerine yürüten bir kadın değildi Sara. Ciddi politik, örgütsel, siyasal, toplumsal, kültürel, sanatsal alanlarda, ki bu alanların hepsinde çalışmıştır, yanlış gördüğü ve kendisine doğru gelmeyen düşünce, karar, tutum, davranış karşısında ve o davranışların sahipleri karşısında hep kavgacıydı. Hep savarşırdı yani. Asla uzlaşmacı değildi. Görmezden gelmezdi mesela. Görmezden gelmek umursamamaktır. Umursamayan bir insandan her şey olur ama devrimci olmaz.
Sara her şeyi umursayan bir insandı. En küçük davranıştan, bir mimikten, oturuş-kalkıştan, bir yemek yemeden, bir giyim kuşama kadar her şeyi umursardı. Her şeyin, kişiliğin dava insanlığına uygun olması gerektiğini düşünürdü. Ve kendisi öyleydi. Herkesin de böyle olmasını isteme hakkını buluyordu kendisinde. Çünkü dava insanıysan, bir davanın sahibiysen o davanın senden istediği, beklediği neyse ona göre olursun. O davaya gölge düşürecek herhangi bir duruş, oturuş-kalkış, giyim-kuşam, üslup-hitap asla kabul edilemez. Sara bunu asla kabul etmeyen bir dava kadınıydı. Davasına uygun olmayan davranış sahiplerine, düşünce sahiplerine, tutum ve duruş sahiplerine karşı kesinlikle mücadeleciydi, asla uzlaşmayı kabul etmez, asla kendisine bunu yakıştırmazdı. Bu nedenle herkesle, her şeyle neredeyse kavgalı olmuştur. Kendi doğrusu neyse o doğrultuda yapmıştır, onun yanlış olduğunu anladığı ya da ikna olduğu zaman da söylediğim gibi geri durmayı ve duruşunu ona göre ayarlamayı ustalıkla başaran biriydi. Sara deyince insanın aklına kavgadan başka bir şey gelmiyor. Çünkü Sara’nın normali kavga, mücadeleydi.
Sara kavgacıydı, çünkü ilke sahibiydi
Sara kiminle kavga etmedi ki. Herkesle kavga etti. Çünkü uzlaşmacı değildi. Uzlaşmacı olanın kavgası olmaz. Sara bunu asla kabul etmeyen bir dava kadınıydı. Herkesle kavgalıydı. Devletle kavgalıydı, dünya sistemiyle kavgalıydı, erkekle kavgalıydı, erkek egemen sistem, anlayış, duruş ve onu yansıtan her tür zihniyetle kavgalıydı. Gerici, artık işe yaramayan, miadını doldurmuş, zamanın ruhu karşısında varlığı anlamını yitirmiş, insanlığa-topluma katabileceği hiçbir şey olmayan gelenekler karşısında da kavgalıydı. Kendisine yanlış gelen her şeyle ve herkesle kavgalıydı. Geri klasik kadın duruşuna karşı kavgalıydı. Sara kavgacıydı, çünkü ilke sahibiydi. İlkeli insanların kavgası olur. İlkesiz insanların, oportünistlerin kavgası olmaz. Girdiği kabın biçimini alan, omurgasızların kavgası olmaz. Sara kişisel bir kaygıya kapılmadan kavga ederdi.
Dersim’deki geri, pısırık erkekten başlayarak kavga etmiştir. Hayatı hep kavgayla geçmiş, hep kavga etmiş. Annesi ile sırf devrimcilik yapabilmek için, özgürlük arayışında amaçlarına, hedeflerine erişebilmek için formalite bir evlilik yapmıştır ikna olmadığı halde. Başka bir çıkış yolu yok, tek çıkış yolu budur diye evlilik yapıp evden çıkmıştır. Evden çıkmak, anne otoritesinden kurtulmak, onun baskıcı yönetiminden kurtulup İzmir’e yerleşmek, işçilik yapmak, sendika kurmak, işçileri direnişe-greve sürüklemek, hapse girmek, direnmek… o genç yaşında Sara’nın yaptıkları bu. Sara’nın gerçeği bu. Kavga kadınıdır tabi. Herkesle kavga ediyor. Düzenle, devletle, işyerindeki uzlaşmacı işçi şefleriyle, sarı sendikacılarla kavga ediyor. İşçileri örgütlüyor, kadınları örgütlüyor, direnişe kaldırıyor, greve sürüklüyor. Kavganın en önünde, en ön safında yerini alıyor. Sara ‘hep kavgaydı yaşamım’ derken aslında bir cümle ile kendisini anlatmış. Çünkü bir kavga, dava kadınıydı.
Bir Tek Kadınlar Koğuşundan İtirafçı Çıkmadı
Böyle bir kadın düşmanın eline geçerse ne yapar? Onunki böyle sol-komünizm çocukluk hastalığı mıdır? Hayır. Sol-sekter bir yapıda mıdır? Hayır. Sol-sekter kişilikler, yapılar zoru gördüğü zaman tersine döner. Lenin de böyle ifade eder. En sol geçinenler, keskin solcular bir bakarsın en pısırık, teslimiyetçi, sağcıdan daha sağcı duruma düşerler. Lenin bu diğer sol hareketleri değerlendirirken bunun üzerine kitap bile yazmış; ‘Sol Komünizm Çocukluk Hastalığı’.
Sara zor günde, en zor dönemlerinde davasının kadını olduğunu göstermiştir defalarca. Yakalandığı her yerde, İzmir’de tutuklandığında, Elazığ’da PKK’ye yönelik 1979 Mayısında en kapsamlı operasyon yapıldı, bölgenin-eyaletin bütün yönetimleri yakalandı. Şahin Dönmez başta olmak üzere, ki kendisi o zamanlar merkez komitesiydi, hepsi çözüldü. Kimi az, kimi çok ama hepsi çözüldü. Elliye yakın belki de daha fazla gözaltına giren bu yapının içinde direnen, tek kelime etmeyen, konuşmayan bir kişi vardı. Kimdi dersiniz? Elbette Sara’ydı.
Şahin Dönmez bir tokat yemeden çözülüp, Sara’nın karşısına gelip ‘senin görevin şu değil mi, sen de katılmadın mı kongreye, sen de kuruluş kongresinde değil miydin niye inkar ediyorsun’ dediğinde, Sara onun yüzüne tükürecektir.
Bütün o vahşet döneminde asla onur kırıcı bir tutumu, davranışı kabullenmedi, şiddetle reddetti ve direndi. Düşmanın itirafçılaştırma, teslim alma, ihanet ettirme politikaları, uygulamaları karşısında kadınların hepsini bir arada tuttu. Diyarbakır zindanında iki koğuşu dolduracak kadar itirafçı çıktı, işkencelerle. Boyun eğenler, dayanamayanlar, işkence karşısında irade gösteremeyenler itirafçı oldu. Bütün gruplar arasında itirafçılar çıktı. Bir tek yerden itirafçı çıkmadı. Kadınlar koğuşundan… Kimin sayensinde diyerek bana soruyorsanız, elbette Sara sayesinde. Kadınları bir arada tuttu, onlara güç verdi, onları motive etti, onlara moral verdi, zor anlarında ellerinden tuttu. Onların yaralarını sardı, kendi acılarını unutarak, kendi yaralarını hiçe sayarak, işkencelerde zorlanan kadınların acılarını, yaralarını sardı. Sadece PKK’li kadın tutsakların değil, diğer örgütlerden gelen kadın tutsakları da motive eden, ayakta tutan, güç ve moral veren, dayanma gücü kazandıran elbette Sara oldu.
Hepimiz Sara’ya borçluyuz
Yoğun bir tecrit altında olduğumuz için, bırakın kadın koğuşundan bilgi almayı, durumlarını öğrenmeyi, haberleşmeyi; bir hücre içinde iki kişinin bile birbirleriyle fısıldayarak da olsa konuşulmasına izin verilmeyen bir mekanda, Diyarbakır vahşet ortamında, elbette çok sağlıklı bilgiler, haberler alınamazdı. Ama mahkeme buluşlarından, mahkemedeki savunmalardan kimin ne durumda olduğunu takip etme şansımız her zaman vardı. Yani Diyarbakır Cezaevini anlatmak aynen böyle. Burada anlatmaya kalksam herhalde bu röportajın bir hafta on gün sürmesi lazım. Tek kelimeyle vahşet ötesi bir cehennemin ortasında, cehennemden beter bir ortamda Sara sadece kendisini değil, kadınları da korumuş, ayakta tutmuştur. Direnişler sonucunda özellikle ’87 direnişinden sonra kadın tutsakların da bizim koğuşlarımıza gelip gitme hakkını elde ettik. Direnişimizin en önemli taleplerinden bir tanesiydi. Sara ile yüz yüze görüşme, alıp verme imkanı ondan sonra ortaya çıktı. Arkadaşların birçoğu zaten ’87 Şubat direnişinden sonra sürgüne gitmişlerdi.
O zamanlar cezaevi sözcüsü sorumluluğu hakkıyla Sara’ya teslim edildi. Yeri gelmişken söyleyeyim; hepimiz bu harekete çok şey borçluyuz. Ama gerçekten hareketimiz de Sara’ya çok şey borçlu. Biz Sara’ya borçluyuz. Hepimiz Sara’ya borçluyuz. Kendisi için hiç bir şey talep etmedi. Bu görev Sara’ya verildiğinde kabul etmedi, ‘benden daha iyi yapacak arkadaşlar var’ dedi. Ama en doğrusu en hakkaniyetlisi Sara’nın yürütmesiydi.
Tarihsel toplumun kadın karakterli özü Sara’da ifadeye kavuşmuştur
Biz Önderlik sahasındayken de Sara arkadaşla, Önderliğin en çok savaştığı arkadaşlardan birisiydi. Çok değer vermediği biriyle Önderlik bu kadar uğraşmaz. Gerçekten de Önderliğin Sara hakkındaki tespiti olağanüstüdür. Ben bunu şöyle anlarım; ‘Sara’nın tarihi, kadın özgürlük tarihidir’ büyük bir sözdür. Çok derin bir sözdür.
Sara bir kadındır. Sara nerenin kadınıdır? Ortadoğu’nun, Mezopotamya’nın kadınıdır. Sara Kürt kadınıdır. Hala bugün bile neolitik kalıntıların -ki genetik köktür bu- yaşamaya devam ettiği, ortalıktan o kadar uygarlık silsilesi geçmiş olmasına rağmen, kölecilik-feodal sistem-kapitalist moderniteye rağmen hala kalıntı düzeyinde de olsa o damar yaşamaya devam etmektedir. Çünkü insanlık Neolitik çağı kadınların etkili olduğu doğal toplumun, on binlerce yıl süren yaşamı o doğal toplumun çok uzun ömürlü, köklü, tarihi, derin yarattığı kültür böyle üç-beş bin yılda silinebilecek bir kültür ve gelenek değildir. Toplumun genlerine işlemiştir. Toplumsal gendir bu, kültürel gendir. Kadının etkili olduğu, toplumu etrafında birleştirdiği, çekip çevirdiği, icatlar yaptığı, yaşam kalitesini arttırdığı, insanlık tarihinde yerleşik hayatın ve toprağa dayalı üretimin gelişmesinin yaratıldığı bu sahanın evladıdır Sara. Sara herhangi bir yerin kızı değildir. Mezopotamya’nın kızıdır. Mezopotamya tarihsel toplum uygarlığının, doğal toplum gerçekliğinin kökü kadından beslenir, hayatını kadından almıştır. Sara’nın mayası buraya dayanır. Bu geleneğin parçasıdır.
İslam’ın kadını bu kadar körelttiği, bu kadar hiçleştirdiği, erkek egemen sistemin ya da Ortadoğu’daki erkek egemen uygarlık sisteminin kadını yerle bir ettiği bir yerde, bir coğrafyada bir kadının öne çıkması topluma, kadınlara ‘haydi kalkın ayağa, size yakışan özgürlüktür’ demesi ve önde yürümesi bir tesadüf değildir. Tarihsel toplumun kadın karakterli özü Sara’da ifadeye kavuşmuştur. İştar, İnanna tanrıçadır, Kibele tanrıçadır. Bunlar kadın özgürlüğü için Sara’dan çok mu acılara katlanmıştır. Sara kadar işkencelerden geçmiş midir? Sara kadar direnmiş midir? Sara kadar imkansızlıklar içinde aileden başlayarak, annesinden başlayarak, mahalle baskısından başlayarak erkeğin sınırlandırıcı, mülkiyetçi yaklaşımını yerle bir ede ede ayağa kalkmış ve kendi tahayyülünü yapmış bir kadından bahsediyoruz. Hangi tanrıça bunu yaptı? Şimdi onlara tanrıça diyoruz. Tanrıçalar, haklarını yemeyelim, mitolojiyi biliyoruz.
Sara dayandığı mirasa hayırlı bir evlat olduğunu kanıtlamıştır
Dolayısıyla Önderliğin ‘Sara’nın tarihi kadın özgürlük tarihidir’ derken ifade ettiği şeyi ben çok önemli buluyorum. Sara gerçekten de özgürleşebilmek için kendisini paramparça etmiştir. Her şeyi göze almıştır. Başına gelebilecek her felaketi göze almıştır ve hiçbirinden de pişman olmamıştır. Başına da gelmedik kalmamıştır. Sara özgürleşebilmek için kiminle kavga etmedi ki? Kendi yoldaşlarının erkek egemenliğini yansıtan en küçük bir mimiği karşısında bile sessiz kalmadı. Gerçekten de grup döneminin başından itibaren kuşkusuz evrimsel bir gelişme sürekli kendisini yeniden ve sürekli kendisini aşma, tamamlama ile özgürlük kavgasını kadın özgürlük kavgasıyla birleştirmeyi başarmıştır.
Sara ilk parti kuruluş kongresinde iyi-kötü, o zamanki birikimine, bilgisine, deneyimine dayanarak kadınlar için bir şeyler önerebilecek ya da taslak oluşturabilecek kadar kadın özgürlük kavgasını yürütmüş bir kadındır. Dolayısıyla kadın özgürlük tarihini anlamak istiyorsanız, Sara’yı tanıyacaksınız, bileceksiniz. Zaten Sara nasıl bir kişilikti sorusuna verdiğimiz cevapta her şey açık açık ortaya çıkıyor zaten. O ‘bir dava kadınıydı’. Kavgalı… Kavgayı ne için yapıyor? Özgürlük için. Kadınların özgürlüğü için, halkının, toplumun özgürlüğü için.
Kuşkusuz Sara tüm bu yenilmezliğini, pes etmezliğini arkasındaki tarihsel mirasa borçlu. Yani bu coğrafyada doğal toplumun yarattığı o derin kültüre borçlu. Dayandığı miras budur. Dolayısıyla dayandığı mirasa, hayırlı bir evlat olduğunu ortaya koymuştur, kanıtlamıştır Sara. Sara onlara layık olmuştur, onların mirasına hakkıyla sahip çıkmış, hakkıyla karşılık vermiş bir kadındır. Ana atasına bağlı, onun yarattığı değerlere bağlı, onun özgürlükçü, demokratik, eşitlikçi karakterine bağlı yaşamış, kavgasını her koşul altında yürütmüş bir kişilik olarak tarihteki yerini almıştır.
Ajanlar eliyle katledilen ikinci yoldaşımızdır Sara
Ama Sara’yı röportajlarla, makalelerle anlatmak zor. Böylesi insanlar bin yılda bir, yüzyılda bir tarih sahnesine çıkarlar eserler, her şeyi altüst ederler, yeni bir şafağın özgürlüğün patlamasını sağlarlar. Genellikle kendileri bunu görmezler ama yarattıkları fırtına buna yol açar. Kahramanların genellikle semeresini sürmeyenlerdir. Davalarının semeresini yaşamayanlardır. Cefasını çekerler, yükünü taşırlar, her türlü bedeli de öderler böylece toplum, kadın, erkek zamanla anlar, onların yanında saf tutar ve başarır. Sara’nın misyonunu hakkıyla yerine getirdiği aşikardır. Eğer böyle olmasaydı düşman Sara’ya yönelmezdi.
Haki’den sonra ajanlar eliyle katledilen ikinci yoldaşımızdır Sara. Neden Sara’yı vurdular sizce? Neden katlettiler? Kadınların, gençlerin, toplumun aklına eşitlik, demokrasi, özgürlük fikrini köklü, etkili yerleştirirsen, ‘ya özgür yaşam olacak ya olmayacak fikri’ toplumun her kesimine yedirip, bunları dağa davet ettikten sonra sen düşmanın birinci hedefisin zaten. Düşman özellikle Sara’yı seçti. ‘PKK belasını başımıza salanlardan biri de sensin, o kuruluş kongresine sen de katıldın, grup döneminden beri bu belanın içinde yer aldın, sen bizim devletimizin başına bu kadar büyük bir felaket sardın, sen kadınları, gençleri uyandırdın, dağlara çektin, kimlikleri olduğunu, bir tarihleri, geçmişleri olduğunu, dolayısıyla bir gelecekleri olması gerektiğini onlara gösterdin, o zaman hesabını vereceksin ya da bedelini ödeyeceksin’ demişlerdir. Devlet intikam almıştır. Sara intikam için öldürülmüştür. Sözde müzakereler devam ederken yapmıştır bunu. Düşman asla başından itibaren hiç bir zaman çözüm istemedi. Bu sistemin, bu devletin Sara ve onun yoldaşlarını kabul edebilecek kadar demokratik görüşe, hoşgörüye kavuşabileceğini düşünüyor musunuz, gerçekten bunu hayal edebiliyor musunuz?
Sara’yı işkencelerde lime lime eden bir rejim, sistem, bir devlet; gerçekten müzakere ve çözüm ister miydi? Asla. Hepsi bir oyundu, hepsi bir aldatmacaydı. Müzakerelerin tam orta yerinde hem de kalleşçe katlettiler. Kesinlikle bir intikamdır bu. Şunu da bilsin herkes; PKK bir intikam hareketi değildir, ama PKK kendisine kötülük yapan, düşmanlık yapan hiç kimseyi iflah etmemiştir. PKK’ye dürüstçe, dostlukla yaklaşan hiç kimse de onun iyiliğinden mahrum kalmamıştır. Bu devlet, bu cinayeti işleyenler, buna karar verenler bunun hesabını verecek. Mezarda da olsalar yakalarından tutup hesabını soracağız.
Sara’nın hayallerini gerçekleştirene dek mücadele edeceğiz
PKK’den, Kürt Kadın Özgürlük Hareketinden intikam almak için yaptılar. Bununla sözde kadınları, gençleri, Kürtleri umutsuzluğa sürükleyeceklerdi. Sara ve yoldaşlarının katledilmesiyle PKK’nin ilk grup döneminden beri yer alan, kuruluş çalışmalarına katılan, bu hareketin kökleşmesinde katkısı olan herkesi katledeceklerinin kararını itiraf ettiler. Nitekim daha sonra açığa çıktı. AKP Türkçü-dinci İslam devleti, bu kararı aldığını itiraf etti. Su uyur düşman uyumaz bu böyle biline. Türkiye Cumhuriyetinin gerçeği Diyarbakır cezaevidir. Asla değişmedi, değişmeyecek. Şimdi daha da katmerleşti. Türkçü-İslamcı devlet daha acımasızlığıyla asla işkenceci, imhacı karakterinden bir milim esnememiştir. Bu devletin demokratikleşeceğini hayal edenler yanılıyorlar. Bu devlet yerle bir edilmeden, yıkılmadan -ki zaten yıkımın eşiğindedir- yenisi inşa edilmeden, bütün çağ dışı, insanlık dışı karakteri köklü olarak devrimci tarzda yok edilmeden bir çözüm beklemek hayaldi. Dünün sorunu değildir bu birkaç yılın sorunu da değildir. Bu savaş kapitalist uygarlığın en ilkel, en barbar formu olan İslamcı-Türkçü karakteri ile sürüyor bu kavga. Bu tasfiye edilmeden kimse çözüm beklemesin. Bu yapıyla yaşamak mümkün değildir. Reformlarla bu iş olmaz.
Dolayısıyla Sara’nın tutkuyla savunduğu demokratik sosyalizmi kurana kadar kavgayı yürüteceğiz, mücadele edeceğiz. Sara’nın hayallerini gerçekleştirdiğimiz zaman Sara’ya olan borcumuzu ödemiş olacağız. Sara’ya borçluyuz, herkesi borcunu ödemeye davet ediyorum.
Metin Arslan
Kaynak: https://pajk.org/tr/sara-efsanedir/