26 Nisan’da ilk duruşması görülen Kobanê Davası’nı ajansımıza değerlendiren DBP önceki dönem Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, “Mahkeme süreci bizim açımızdan, demokratik bir hukuk sisteminin, özgürlüklerin, eşitliğin, demokrasi ve barışın savunulacağı bir mücadele alanı olacaktır. Başka bir yaşam mümkün. Yeter ki dayanışmayı büyütelim, mücadeleyi yükseltelim” dedi.
Kobanê Davası’nda yargılanan 17 siyasetçi kadından biri olan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, tutuklu bulunduğu Kandıra Kadın Kapalı Cezaevi’nden 26 Nisan’da başlayan Kobanê Davası için Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne getirilmişti. Sebahat, şu an bulunduğu Sincan Cezaevi’nden 26 Nisan’da görülen Kobanê Davası’nın ilk duruşmasına ilişkin değerlendirme ve gözlemlerini mektup aracılığıyla ajansımızla paylaştı. “Karantina tedbirleri” adı altında hala tek başına bir hücrede tutulan Sebahat, Kobanê Davası’nın “Türkiye yargısı eliyle DAİŞ’in yenilgisinin intikamını almak” anlamına geldiğini vurguladı.
‘Cadı avı’ benzetmesi
Kürt kadın hareketi, Kürt siyasi hareketi ve Kürtlerin dostlarına yönelik gerçekleşen gözaltı ve tutuklamaların, Avrupa’da başlayıp milyonlarca kadının “cadı” oldukları iddiasıyla katledildikleri süreci andırdığını ifade etti. Sosyoloji profesörü yazar Maria Mies’in, “Cadılara yapılan zulüm genellikle sanıldığı gibi karanlık, akıl dışı Ortaçağ’ın bir kalıntısı değil, yükselen modern toplumun tezahürüydü” sözlerini anımsatan Sebahat, “Kadının emeğinin, bedeninin sömürülmesi, ekonomik yaşamın, bilimin dışına itilerek, bilim alanında yaptıkları her şeyin ‘büyücülük’ olarak adlandırılması, erkek egemen sistemin kendisini kurumsallaştırması, kadının toplumsal ekonomi ile siyasal ve bilim alanındaki etkinliğini ortadan kaldırmasının ifadesiydi. Cadı soykırımı ile hukukun profesyonelleşmesi arasında da doğrudan bir bağ olduğuna dikkat çeken Maria Miles, ‘Bu dönemden önce Alman hukuku eski German örf ve adetlerini izliyordu. Öğrenilecek bir disiplin değil, kamu hukuku ya da örf adet hukuku idi. Fakat artık Roma hukukuna geçildi’ tespitini yapıyor. Hukuk artık fakültelerde öğretilmeye başlanmıştır. O dönem bazı hukukçular bu fakülteler için ‘Hiçbir işe yaramadıkları gibi sadece insanların kafasının nasıl karıştırılacağını, nasıl iyinin kötü, kötünün iyi yapılacağını öğreten, yoksulardan haklarını esirgeyen ve zengine hakkı olmayanı veren parazitler yetiştiriyorlar’ dediklerini de aktarıyor” ifadelerini kullandı.
‘Ortaçağ’da ‘cadı’ günümüzde ‘terörist’’
Demokratik siyaset alanına yönelik baskıların Kürtlerin, sosyalistlerin, kadınların çevrecilerin “hukuk” mekanizması ile baskı altına alınmasının, gözaltı ve tutuklamaların, “cadı avı” ve “cadı soykırımlarını” hatırlattığına işaret eden Sebahat, Ortaçağ’da “cadı” olarak adlandırılanların günümüzde “terörist” olarak adlandırıldığına dikkat çekti. Sebahat, “Türkiye’de ‘terörizm’ kavramı o kadar geniş bir anlamda kullanılıyor ki iktidara biat etmeyen hemen herkes ‘terörist’ olarak lanse ediliyor. Demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük, barış gibi birçok kavram gerçek anlamının ötesinde, sadece iktidarın çıkarlarını korumak için maskelemek, yalanı gizlemek amacıyla kullanılmaktadır. Bağımsız yargı iktidarla, sarayla kurulan bağın üzerini örten bir söylemden başka bir anlam ifade etmemektedir. Talimatla iş yapan AKP-MHP’nin hukuk komisyon başkanları görevini gören mahkeme başkanları ile karşı karşıyayız. 26 Nisan’da görülmeye başlanan Kobanê Duruşması’nda bir kez daha buna tanıklık ettik. Tabi biz Kürtler bu uygulamalara yabancı değiliz. İstiklal Mahkemeleri’nde, DGM’lerde, Ağır Ceza Mahkemeleri’nde benzer bir yaklaşımla karşılaştık” şeklinde konuştu.
‘Hukuki bir baskıyla karşı karşıya kaldık’
Hukukçuların bunu “düşman hukuku” olarak tanımladıklarını kaydeden Sebahat, mesele Kürtler, kadınlar ve sosyalistler olunca Anayasa, yasa ve CMK’nin anlam ve içeriğinin değiştiğini ifade etti. Sebahat, 26 Nisan’da görülen duruşmada 22’nci Ağır Ceza Mahkeme başkanı şahsında “hukuki bir zorla, baskıyla” karşı karşıya kaldıkların altını çizerek, “Belli ki mahkeme başkanı önümüzdeki dönem siyasette kendine yer kapmak istiyor. O nedenle de hukuki gerekler yerine sarayın, Cumhurbaşkanı’nın gereklerine göre hareket ediyor. Tabi ki burada adil bir yargılanma ve adil bir kararın çıkmayacağı kesin. Tam da bu nedenle mahkeme süreci bizim açımızdan, demokratik bir hukuk sisteminin, özgürlüklerin, eşitliğin, demokrasi ve barışın savunulduğu, halkların eşitliği ve kardeşliğinin savunulacağı bir mücadele alanı olacaktır” diyerek mücadele edeceklerini vurguladı.
‘Tek adam rejimi önündeki tek engel HDP’dir’
Sebahat mahkemenin, iktidarın önündeki tek engelin demokratik siyasi alan olduğunu gösterdiğini belirtirken, sözlerini şöyle sürdürdü: “Faşist Cumhur İttifakı yeni rejim (tek adam rejimi) inşası önündeki tek engel, halkların, inançların, kadınların birleşik örgütlü gücünü ifade eden HDP’dir. Bu yargılamalarla bu engel ortadan kaldırılmak isteniyor. Cumhur ittifakının tekçi, otoriter, faşizan yönetimine karşı HDP’nin temsil ettiği demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü yönetim sistem, halklara umut ve moral vermekte, ‘Başka bir yaşam mümkün’ iddiasını diri tutmaktadır. Aslında bu yargılamalarla bu umut kırılmak istenmektedir. Ama bunlar nafile çabalardır. Yüzyıldır Kürtler her türlü devlet şiddetine, baskıya, zulme karşı direniyor. Bu direniş geleneği bugün de sürüyor ve sürecektir. Mesele sadece HDP’nin meselesi değildir. Bu süreç Türkiye’de demokratik bir Cumhuriyetin inşa edilip edilmeyeceği, halkların, inançların eşitliği, özgürlüğü, barış ve güven içinde yaşama iradesini de belirleyecektir. Yani bu yargılama sıradan, basit bir yargılama değil. Türkiye siyasetini, Türkiye halklarının, kadınların geleceğini etkileyecek sonuçlar açığa çıkaracaktır. Bundan dolayı demokrasi, eşitlik, özgürlük ve barıştan yana olan herkesin bu süreçte HDP ile dayanışma içinde olması gerekir. HDP için değil, kendileri için.”
‘IŞİD’in yenilmiş olmasının yargı eliyle intikamı alınıyor’
Sebahat, bu davalar ile kadın özgürlük çizgisinin de hedef alındığını vurguladı. 2015’ten bugüne özelde Kürt kadın hareketine, genelde ise tüm Türkiye kadın hareketine, sosyalist, feminist harekete yönelik bir saldırı yaşandığına dikkat çeken Sebahat, “Kayyım siyasetinin eşbaşkanlık, kadın kurumları yerel yönetimlerde kadın kazanımlarını hedef alması, İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede iptali, kadına yönelik şiddetin, katliamların artması, Cumhur İttifakının kadın özgürlük çizgisini hedef almasıyla alakalıdır. Kobanê Davası’nda bu yaklaşımı görüyoruz. Kürt kadınlarının IŞİD çetelerini yenilgiye uğratmalarındaki öncü rolü, Rojava Devrimi’ndeki kadının öncülük rolü tüm dünya halklarının, kadınlarının desteğini alırken, Türkiye bunu yargılama konusu yapmaktadır. Aslında bu davanın, Türkiye’nin desteklemekte sakınca görmediği IŞİD’in sahada yenilmiş olmasının Türkiye yargısı eliyle intikamının alınmak istenmesinden başka bir anlamı yoktur. Aslında bu gerçeği tüm dünya biliyor. 6-8 Ekim olayları denen ve onlarca insanın ölümüne neden olan sürecin asıl sorumlusunun iktidar olduğu, bu dava ile bu hakikati gizleme çabası olduğu gerçeğini herkesin bildiği gibi” diye belirtti.
‘Hakların dayanışması, ortak mücadelesi kazanacaktır’
Kobanê Davası’nda aynı zamanda dayanışmanın da yargılandığına değinen Sebahat, “Hatırlarsınız 2014’te dünyanın her yerinde insanlar sokağa çıktı ve 1 Kasım Dünya Kobanê Günü ilan edildi. Bu dayanışma Kobanê’nin özgürleşmesi ve IŞİD çetelerinin yenilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Türkiye’de yaşayan Kürtlerin, Kürtlerin dostlarının, HDP’nin göstermiş olduğu dayanışma halklara kazandırmıştır. Bundan sonraki süreçte hakların dayanışması, ortak mücadelesi kazanacaktır” sözlerine yer verdi.
‘Kaostan çıkışın tek yolu Kürt düşmanı politikalara son verilmesidir’
Tüm bu yaşananların esas nedeninin Kürt sorunu olduğunun altını çizen Sebahat, AKP’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yürütülen diyalog sürecini sonlandırmasının Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve toplumsal bir krize sürüklediğini vurguladı. “Türkiye’nin elinde kalan tek şey çıplak zordur” diyen Sebahat, sözlerini şöyle sürdürdü: “Devletin tüm baskı araçlarını toplum üzerinde kullanmaktadır. Kürt halkına karşı savaş politikalarını sürdüren, Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı siyasi, kültürel, ekonomik, ekolojik taleplerini zorla bastırmak isteyen faşist iktidara karşı, halk direnişini, mücadelesini sürdürmektedir. En son Newroz kutlamaları bunu çok net göstermiştir. Türkiye’nin bu kaostan, krizden çıkışının tek yolu Kürt karşıtı, düşmanı politikalara son vermesidir. Öncelikle Sayın Öcalan üzerindeki ağır tecrit ve izolasyon politikalarına son vererek, Sayın Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarını sağlamalı ve savaş, çatışma, çözümsüzlük siyasetine son verilmelidir. Bu politika sadece Kürtlere değil tüm Türkiye halklarına kaybettirmektedir. O nedenle demokrasi ve özgürlük güçlerinin bu süreçte daha inisiyatifli olması, Türkiye halklarına yeni bir seçenek sunması her zamankinden daha acil bir görevdir diye düşünüyorum. Başka bir yaşam mümkün yeter ki kendi öz örgütlülüğümüzü güçlendirelim, dayanışmayı büyütelim ve mücadeleyi yükseltelim. Herkese selam ve sevgilerimi sunuyorum.”