Şehitler partisi PKK – Rohat BARAN

0
778

1990! Amed’de artık farklı bir hava oluşuyor. PKK Amed’in neredeyse her yerinde örgütlenmiş, birçok yere devlet-polis giremiyor. Bazı yerlere günün sadece bazı saatlerinde yoğun güvenlik tedbirleriyle baskınlar halinde girebiliyor. Hevallerin ruhu her yerde dolaşıyor, toplum bundan muazzam bir güç alıyor, gözü kara bir biçimde soykırımcı sömürgeci asker-polis güçlerine aldırış etmeden eylemini gerçekleştiriyor. Devletin mahalleleri, şehirleri basmasını, köyleri yakıp boşaltmasını, insanları götürüp aylarca işkencelerden geçirmesini bilerek, yaşamını vermeyi göze alarak hevallere canla başla sahip çıkıyor, lojistik destek sağlıyor, eylemlere katılıyor. Yaşamda da onlara efsanevi bir anlam yüklüyor.

Toplumun kahramanlarını yitirmesi, bu olgunun artık giderek kendisinde herhangi bir şey çağrıştırmaması, olmaması ne kötü şey! Aslında umutsuzluğun, çürümüşlüğün, yozlaşmanın düzeyini ortaya koymak için çok önemli bir veri olmaktadır. Sormalıyız kendimize kahramanların var mı? Varsa kimlerdir? İnsanın yaşam anlayışını ve hangi düşünceden, kimden ne düzeyde etkilendiğini ve nasıl bir geleceğin kendisini beklediğini belli düzeyde yansıtır. Esasta toplumlar kahramanlarla ayakta olur ve yürürler. Onların yaşadığı, ortaya koyduğu, yarattığı yaşam değerleri insanlar için rol model olur. Onlarla yürünür, onlar gibi olmak istenir. O model olma, kahramanlık öğesi aslında toplumsal bir tılsımdır.  İşte hevallerin yaptığı en önemli şeylerden biri, Kürt toplumunda yok edilmek istenen kahramanlık olgusunu canlandırmış olmalarıydı. Tılsım tüm toplum üzerinde etkisini göstermişti. Amed’de biri bir hevali gördü mü, onunla bir çay içti mi kendisini dünyayı fethedecek insan gücünde görürdü. Polis ne, jandarma, ölüm ney ki! Heval var bu dünyada, hevali yaratan düşünce, ideoloji ve yaşam felsefesi var. Onlar olduktan sonra hiçbir şey olmaz, olsa bile ne olacak ki! Her şey çok güzel olur ve anlamıyla bütünleşir.

Bir hevali gördüm, on gün boyunca yemeden, içmeden uyumadan, durmadan yürümüştü… Biri vardı bağlarsan on arabayı çekebilecek palaskayı beline bağlayıp öyle bir sıktı ki, palaska ikiye ayrıldı… Bir heval şehit olmuştu, cenazesi düşmanın eline geçmesin diye onu bir yere saklamışlar; aradan 10 ay geçmesine rağmen cenazesini almaya gittiğimizde canlı gibi duruyordu… Bir heval vardı, bulunduğu yere binlerce, milyonlarca mermi yağdırıldı, orada taş üzerinde taş kalmadı, ama ona bir şey olmadı, en küçük bir çizik bile bedeninde oluşmadı… Bir heval vardı, bir çuval un, bir çuval şekeri sırtına alıyor, yanında silahı, raxtı, mermiler, bombaları saatlerce yürüyor, bir dakika bile soluklanma ihtiyacı duymuyordu… Bir kere bir alanda iki heval vardı gördüm, düşman her türlü teknikle, on binlerce askerle onlara saldırıyor, ama bir sürü ambulans gelip yüzlerce asker cenazesini götürüyordu, ama hevallere bir şey olmadan çemberi yarıp çıktılar… Bunun gibi onlarca, hatta yüzlerce hikaye, destan ve yaşanmış olay duyulur, kulaktan kulağa aktarılırdı. Doğru muydu, yanlış mıydı? Abartı mıydı, gerçek miydi? Kimse buna bakmazdı, bu önemli değildir. İnsanlar düşündüğünü, gördüğünü, duyduğunu söylüyordu. Her şeyden önemlisi buna inanıyordu. Bu da inançlarını daha da derinleştiriyor, kahramanlarını da toplumsal gerçekliklerini de güçlendiriyordu.

İşte o zamanlar, yani daha ben Ortaokul birinci sınıfa giderken Aralık ayına bir hafta kala kötü bir haber aldık. Gerillanın içinde henüz yılını doldurmamış amcamın oğlunun bir arkadaşıyla şehit düştüğünü öğrendik. Her iki arkadaşın cenazesini serhildanlar, sloganlar, marşlarla köydeki mezarlığa gömdük. Uzun bir süre taziyeler sürdü. Aradan bir hafta, on gün yeni geçmişti ki, Siverekli olan Şehit Zindan’ın ailesi, naaşını alıp kendi köyüne götürmek için gelmişti.

Etrafta binlerce asker olmasına rağmen, yüzlerce kişinin katıldığı yürüyüşlerle mezarlığa gidilip Şehid Zindan’ın cenazesi çıkarıldığında ben de tam mezarın başındaydım. Tesadüfen tam durduğum yere çıkardılar cansız bedeni. Babası gelip kefene sarılı bedenin sadece yüz kısmını açtı. Yüzü gerçekten de canlı ve hiçbir şey olmamış gibi duruyordu. Sol gözünün burun tarafında birkaç kan damlası kurumuştu, o kadar. Gözlük takarmış eskiden. Babası, o iki damla kanı görünce gözlüklerinin yerini kan almış dedi. İki gözünden, bir de alnından öptü. Ondan sonra yüreğinin içinde oluşmuş korla topluluğa hitaben şunları söyledi: “Kimse ağlamasın! Ben ağlamayacağım! Annesi bana söz verdirdi, onun cansız bedenini gördüğümde ağlamayayım diye! Oğlum şerefiyle vatanını özgürleştirmek için şehit düştü! Ben şimdi ağlarsam onun mücadelesine, yaratmak istediği özgür Kürdistan’a ve bu uğurda şehit düşmesine hakaret etmiş olurum. Heval olurken (fiziksel olarak) şehit düşeceğini zaten o da biz de biliyorduk. Ama yaratılacak özgür bir ülkenin de ancak böyle olabileceğini de biliyorduk. Oğlum şehit düştü, yani özgür ülke oldu! Artık bu toprağın her parçasında o var, olacak! Ben ağlamayacağım, hiç kimse de ağlamasın, herkes tilili çeksin!”

Çocuktum daha, gözlerimde biriken damlaların bu sözlerden sonra akmasını istemedim. Peki, bu sözlerin söylenmesini sağlayan şey neydi? Duygular! Şimdi daha fazla cevaplar buluyorum. Ancak çok güçlü ve hakikati temsil eden ideoloji ve felsefeler böyle duyguları yaratabilir. Kürdistan’da, Kürt toplumunda bu olguları yaratan esas ideolojik-teorik güç PKK’dir. Bu ideolojik düşünce ve yaşam felsefesi hevali de kahramanlığı da cenazenin arkasından ağlamamayı ve tilili çekmesini de yarattı.

Önder Apo PKK’yi şehitler partisi olarak tanımlamıştır. PKK’nin partileşme gerçekliğini Haki Karer’in şehadetine verilmiş bir cevap olarak değerlendirmiştir. Onun için de Mayıs ayını şehitler ayı, 18 Mayıs’ı da şehitler günü olarak ilan etmiştir. Yukarıda anlattıklarım milyonlarca olaydan sadece biridir. Önder Apo’nun yarattığı PKK, özgürlük ve ülke için şehit vermeden çekinmeyi değil, şehitler partisi olmayı kendisine esas almıştır. Gücünü de, moralini de buradan almaktadır. Bundan sonra da bu çizgide devam edecektir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz