“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor. Belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak” diyen İbrahim Kaypakkaya’yı anlatan kardeşi Ali Ekber Kaypakkaya, 47 yıl geçmesine rağmen hala “İbrahim’i andılar, adını yazdılar” gerekçesiyle soruşturmaların açıldığına dikkati çekti.
Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın işkence ile katledilmesinin üzerinden 47 yıl geçti. Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist (TKP-ML) ve Türkiye İşçi Köylü Ordusu’nun (TİKKO) kurucusu Kaypakkaya, Malatya, Dersim ve Antep bölgelerinde örgütsel faaliyetlerde bulundu. Kaypakkaya, 24 Ocak 1973’te kaldığı köyde bir öğretmenin ihbarı üzerine yakalandı. Yaralı olmasına rağmen yürütülen ve Diyarbakır cezaevine getirilen Kaypakkaya, günlerce işkenceye maruz kaldı.
İşkencelerle geçen sorgularda hiçbir şekilde kendisi ve örgütü hakkında ifade vermeyen Kaypakkaya, 16 Mayıs 1973’te yeniden sorguya götürüldükten iki gün sonra Diyarbakır’a gelen babasına intihar ettiği söylenerek, parçalanmış cenazesi teslim edildi. Kaypakkaya, Lenin’in “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” tezini oturtarak düzenlediği “Kürtler de bir ulustur ve kendi kaderlerini belirleme hakları vardır” yönündeki görüşlerini savundu.
Mücadele arkadaşları tarafından “ser verip sır vermeyen yiğit” olarak anılan Kaypakkaya’yı, kardeşi Ali Ekber Kaypakkaya anlattı.
TÜRK SOLUNA ELEŞTİRİ
Öldürülmesinin üzerinden 47 yıl geçmesine rağmen hala “İbrahim’i andılar, adını yazdılar” diye soruşturmalar açıldığını, hapis cezaları verildiğine dikkat çeken Kaypakkaya, “İbrahim’in fikirlerinin yasaklanması, işin bir boyutu ise diğer boyutu da rejimle bütün köprüleri atma cüretini gösteren Kaypakkaya düşüncesine, Türkiye solunun gösterdiği ilgisizlik, vurdumduymazlıktır” dedi. Kardeş Kaypakkaya, sola dair eleştirilerini ise şöyle sürdürdü: “Devletin yasaklamalarının yanı sıra solun ekseriyetinin paylaştığı paradigmalar için kökten ve cepheden bir eleştiri niteliği taşıyan fikirleri ve solun geleneksel zaafları olarak dile getirilen ve bence ‘Kurtuluş Savaşı Tarihi, Kemalizm, azınlıklar ve Kürt sorunu, parti, sınıf mücadelesi ve devrimin yolu’ konularında ifadesini bulan derin görüş farklılıkları, bu çevrelerin de İbrahim’e sırtlarını dönmelerine, yokmuş gibi davranmalarına yol açmıştır.”
İbrahim’in 1972’de yayınladığı “Türkiye’de Milli Mesele” başlıklı makalesine değinen Kaypakkaya, bu makalede dönemin çağdaşlarınca “Doğu Sorunu” olarak nitelendirilen olguya, İbrahim’in “Kürt Sorunu” tanımlaması yaptığını hatırlattı. Kaypakkaya, “İbrahim, ‘Doğu Sorunu’nun özünün, bölgede yaşanan feodal ilişkilerin tasfiyesiyle ortadan kaldırılabilecek ‘geri kalmışlık’ olduğunu dile getiren anlayışlara karşı, öncelikle, bu olgunun Türkiye’nin Milli Meselesi olduğunun altını çizer” diye belirtti. Ağabeyi Kaypakkaya’nın 1972 yılında Türkiye’de hakim sınıf milliyetçiliğinin ya da egemen ideolojinin kaynağı olarak “Kemalizm” tanımlamasında bulunduğunu söyleyen Kaypakkaya, “Ona göre, Kemalizm’den ideolojik bir kopuş yaşanmadan, hakim ulus milliyetçiliğinden de kopuş söz konusu olmayacaktır” diye konuştu.
İbrahim Kaypakkaya’nın “Demokratik Halk diktatörlüğü”, “ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı” ve “yaygın bölgesel özerklik ve demokratik yerel yönetimler” vurgusunun yazılarında yer aldığını kaydeden Kaypakkaya, “İbrahim yazılarında ‘Milli Mesele’yi gerek tarihsel gerekse de ilkesel açıdan uzun uzun ele alıyor” ifadelerinde bulundu.
‘GÜLÜMSEMESİ EKSİK OLMAZDI’
Ağabeyinin samimi, sıcakkanlı biri olduğunu ve yüzünden gülümsemesinin eksik olmadığını dile getiren Kaypakkaya, “Köye gelir gelmez hemen işe koyulan, diğer okullu çocuklar gibi kendini yüksekte görmeyen, çalışkan bir insan. Sert bir polemikçi. Arkadaşlarının anlatımına göre, Hasanoğlan Yatılı Okulu ortaokul bölümünde okurken, polisiye bir roman yazmaya da çalışıyor. Eve geldiğinde kardeşlerine karşı muziplikler de yapmayı seviyor. Onlara sevdiği türküleri, marşları da öğretiyor. Hatta Feride ablam, bu marşlardan birini okula teftişe gelen müfettişin yanında da söylüyor, öğretmeni sürgüne gitmekten İbo kurtarıyor. Toplumun en alt kesimlerine, çobanlara, hamallara, ağır işçilere, topraksız köylülere ayrı bir sempatisi var. ‘Ellerinden öpülmesi gerekenler bunlar’ diyor” şeklinde anlattı.
SEVDİĞİ TÜRKÜLER
Ağabeyinin sevdiği müziklere dair Kaypakkaya, şunları aktardı: “İbrahim’in İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndan arkadaşı Muzaffer Oruçoğlu’nun anlattığı kadarıyla okul döneminde keman ve mandolin çaldığını ve Burçak Tarlası türküsü başta olmak üzere, Ege ve Orta Anadolu türkülerini söylermiş. Oruçoğlu’nun aktarımıyla ağabeyi Kaypakkaya’nın, Ruhi Su’nun ‘Zahit Bizi Tan Eyleme’, ‘Drama Köprüsü’, ‘Eşrefoğlu Al Haberi’ türküleri ile Aşık İhsani’den ‘Korkuyorlar, korkacaklar korksunlar’ ,‘İşçi Çevresinin Rüştü Dedesi’, ‘Dün Geceki Düşüm’, ‘Balta’, ‘Biz Varız’ gibi türküleri sık sık söylermiş.”
BIRAKTIĞI MİRAS
Kardeş Kaypakkaya, İbrahim’in bugüne “Zulüm karşısında boyun eğmemeyi; doğru bildiği düşünceleri ifşa etme cüretini göstermeyi; mazlumdan, ezilenden yana tavrını her koşulda berrak bir şekilde ortaya koymayı; bunu yaparken, edebiyattan, sanattan, bilimden, felsefeden, halkın bin yıllara dayanan birikimle ürettiği kültürden beslenerek zenginleşmeyi; öğretmen olabilmek için önce iyi bir öğrenci olabilmeyi” miras bıraktığını söyledi.
Kaypakkaya, ağabeyinin “Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor. Belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak” sözüyle noktaladı.
MA