Silopi’de sokağa çıkma yasakları sırasında katledilen Sêvê Demir’i anlatan Sara Aktaş, “Bugün yaşasaydı ona ‘Kesinlikle hayalini gerçekleştirdin. Başardın kıvırcık. Kadın kimliğinle kadınlarda büyük bir cesaret ve güven yarattın. Bizim yüreklerimize akan hüzün, düşmanlarının yüreklerine akan korku oldun, başardın’ derdim” sözlerine yer verdi.
Şırnak’ın Silopi ilçesinde 14 Aralık 2015’te ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında bölgeye giden Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Parti Meclisi (PM) üyesi Sêvê Demir, Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyesi ve Kongreya Jinên Azad (KJA) aktivisti Fatma Uyar ile Silopi Halk Meclisi Eşbaşkanı Pakize Nayır 4 Ocak 2016’da zırhlı araçtan açılan ateşle katledildi. Uzun yıllar Kürt kadın mücadelesinde yer alan Sêvê, kadın mücadelesine büyük bir iz bıraktı. Sêvê ile birlikte uzun yıllar kadın mücadelesinde yer alan Kürt aktivist ve siyasetçi Sara Aktaş, Sêvê’yi anlattı.
* Kürt kadınlarının mücadelesini nasıl tanımlamak gerekiyor? Dünya düzleminde etkili bir harekete dönüşmesi neye dayanıyor?
Kürt Kadın Hareketi’nin her yönüyle direniş üzerinden okunabilecek bir hareket olduğunu düşünüyorum. Nitekim Kürt kadınları ulusal bir hareket içinde cins bilinci edinerek, hem ulusal sömürüye hem cins kimliğinden kaynaklı sömürüye karşı her düzlemde ağır bedeller ödeyerek radikal bir kadın hareketinin yaratıcısı oldular. Dolayısıyla hem bölünmüş ülkelerini sömüren dört egemen devletin baskıcı politikalarına karşı, hem de Kürt toplumunun ataerkil yapısından kaynaklanan düşünme ve eylem biçimleriyle mücadele etmek zorunda kaldılar. Kürt Kadın Hareketi, bu çifte sömürüye karşı direnişinde yol aldıkça hem Ortadoğu’da hem de dünyada tanınmaya başlanmış, radikal kurumsallaşması ve ideolojisi ile etkili bir güç haline gelmiştir. Mücadelelerinin en başından itibaren ataerkil sistemin dayattığı toplumsal rol ve belirlenimlerden her türlü erkek egemen baskılara karşı muazzam bir direniş geliştirmişlerdir. Kadınlar, hapsedildikleri cezaevlerinden, koca evlerinden ve baba evlerinden çıkarak; sokaklara, alanlara ve dağlara akmıştır. Üstelik bunu sadece mücadele içinde ve odağında değil, yaşamın her alanında sürdürmüşlerdir. Dahası Kürt halkının uzun yıllardır kesintisiz biçimde süren özgürlük mücadelesinin başarısında da belirleyici bir etkide bulunmuşlardır. İşte tüm bu nedenlerle kanımca Kürt Kadın Hareketi, bugün Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun en önemli dönüştürücü gücü, AKP iktidarı karşısında ise en büyük devrimci enerjidir. Çünkü hayattan tamamıyla dışlanmış kadınların özgürlük mücadelesine muhalif olarak, isyankar olarak dahil olması ile devletin uyguladığı tüm köleleştirici politikaları boşa çıkarmayı başaran bir hareket var karşımızda.
“Militarizmle beraber yükselen ırkçı, cinsiyetçi şiddetin egemen olması, ırkçılığın yer yer cinsiyetçilik üzerinden kendini ortaya koyması polisin ve askerin kadınlara yönelik saldırganlıklarını ve tehditlerini arttırdı. KJA’lılar ise bu direnişlerde öncü düzeyinde rol oynadılar.”
2015-2016 sokağa çıkma yasakları döneminde KJA’lılar nasıl rol oynadılar?
KJA’lılar 2015-2016 ve sonrasında uğradıkları saldırıları, öncelikli olarak devlet güvenlik güçlerinin hedefi haline gelmelerini doğru temellerde anlamak için bu dönemi biraz daha geriye giderek anlatmakta fayda var. Kürt halkı açısından 2012 yılının son aylarında başlayan çözüm ve müzakere süreci kısmi bir çatışmasızlık ortamı yaratarak Kürt sorununun diyalog ve müzakere yöntemiyle çözülebileceğine dair umutları yükseltmişti. 21 Mart 2013 Diyarbakır Newroz’unda Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan tarafından hazırlanan ve “Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” ifadelerinin geçtiği “Demokratik Çözüm Deklarasyonu”nun okunmasıyla Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da çözüm sürecinin resmen başladığı ilan edilmişti. Newroz deklarasyonundan sonra Türkiye’de Kürt sorununun demokratik çözümü ve toplumsal barışa dair umutlar iyice yükselmiş, süreç geniş kesimler tarafından desteklenmişti. Ancak hemen sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın barışa evrilebilecek müzakere masasını yıkmasıyla eski çözümsüzlüğe dönen yeni bir süreç başlamıştı. Böylece Kürt halkına yönelik bu topyekun savaş ilanıyla 16 Ağustos 2015’te sokağa çıkma yasağı adı altında başlayan kent ablukalarıyla birlikte tüm hukuki ve insani haklar askıya alınarak Türkiye tarihinin en yıkıcı dönemlerinden biri başlatılmıştı. Dünya tarihinde örneğine az rastlanan bir biçimde, birçok ilçe aylarca ablukaya alınmış, binlerce asker, polis, özel tim ve korucunun yanı sıra illegal paramiliter güçler tarafından kentlere ağır silahlarla saldırılmış, yakılıp yıkılarak yaşanamaz hale getirilmişti. Saldırıların çok daha ağır kıyımlara dönüşmesini önlemek için halk hendek ve barikatlar kurarak, sokak aralarına asılan çarşaflarla suikastçılardan ve keskin nişancılardan kendilerini korumaya ve savunmaya çalışmıştı. Sonuç olarak büyük vahşet ve katliamların yaşandığı bir yıllık savaş sürecinde bini aşan sayıda insan yaşamını yitirdi. Milyonlarca insan sokağa çıkma yasaklarından doğrudan etkilendi. Yaşam alanlarını terk etmek zorunda kaldılar. Bu dönem boyunca Kürt kadınları ise KJA çatısı altındaki örgütlülükleri ile yaşam hakkına ve yaşam alanlarına sahip çıkmak için büyük bir sebat ve irade ile direndiler. Kadınlar bu bakımdan kırmaya çalıştıkları ablukaların sonuçlarından özgün bir biçimde etkilendiler. Yaşam alanlarının savunulması, gündelik hayatın yeniden örgütlenmesi ve abluka etkilerinin giderilmesinde büyük rol oynayarak, katliamla karşı karşıya kaldılar. Militarizmle beraber yükselen ırkçı, cinsiyetçi şiddetin egemen olması, ırkçılığın yer yer cinsiyetçilik üzerinden kendini ortaya koyması polisin ve askerin kadınlara yönelik saldırganlıklarını ve tehditlerini arttırdı. Halk içinde halkla birlikte mücadele eden KJA’lılar ise bu direnişlerde öncü düzeyinde rol oynadılar diyebiliriz.
* Abluka altındaki bölgelerde KJA’lılar ve özellikle Sêvê Demir’in hedef alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürdistan’da AKP yönetimi 2000’li yıllardan sonra kadınlardan istediği biatı zorla elde etmek için her türlü saldırganlığı olağan hale getirdi. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi’nin kadınlara vaat ettiği etik, özgürlük ve kimlik karşısında fazla bir başarı elde edemedi. Öncelikle Kürt kadınları her dönem Kürt Özgürlük Hareketi’nin can damarları, emekçileri olarak rol oynamışlardır. Hareketin kurduğu yeni ahlak, insan ilişkileri ve hak algısının baş mimarları ve taşıyıcıları olmuşlardır. Kadınların Kürt Özgürlük Hareketi içinde her düzeyde irade ve karar gücü olarak var olmaları Türkiye Cumhuriyeti’nin cinsiyetçi modernite projesinin temelini sarstı. Bu bakımdan devlet kendini ancak bu kadınları değersizleştirerek, cezalandırarak, yok ederek yeniden inşa edebileceğini düşündü. Bu bağlamda dönemin konjonktürü içinde saray cuntası ve AKP iktidarı tarafından, saldırı altındaki bölgelerde gözaltılar da özellikle KJA’lı aktivist, belediye eşbaşkanı, parti eşbaşkanı, yönetici, Meclis eşsözcüleri konumundaki kadınların politik kimliğini hedef alındı. Zira gerek politik kimliğinden gerekse kadın kimliğinden dolayı ablukayı ve saldırıları kabul etmeyen kesimlerin başında kadınlar gelmişti.
“Devlet, ablukalarda en saldırgan uygulamalarını da Kürt kimliğine sahip çıkan, kadın özgürlük mücadelesinin öncüsü kadınlara yöneltmiştir. Bu nedenle abluka altındaki bölgelerde kadın siyasetçilere yönelik en ağır saldırılardan biri, 4 Ocak 2016 tarihinde Silopi’de Sêvê Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar’ın infaz edilmesiyle gerçekleşti.”
Kadınların bu direnişini kırmak için abluka bölgelerinde cinsiyetçi faşizm bir devlet politikası olarak işletildi. Bu aşırı saldırganlık ve yok etme politikası, öncü-politik kadınların infaz edilmesi, evlerin yağmalanması, kadın eşyalarının kıyafetlerinin ifşa edercesine parçalanması, ırkçı cinsiyetçi duvar yazılamaları ve söylemler, halkın değerlerine ve hatıralarına hakaret edilmesi şeklinde her an her yerde şiddet ve baskı olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla bu dönemde erkek iktidarının kadınlara ve kadın mücadelesine dönük bu savaş politikaları; militarizm ve milliyetçiliğe karşı ciddi itirazı olan kadının toplumsal dönüştürücü gücünü zayıflatma ve kadınları toplumsal olarak ikincil plana itmeyi amaçlamıştır. Devlet, ablukalarda en saldırgan uygulamalarını da Kürt kimliğine sahip çıkan, kadın özgürlük mücadelesinin öncüsü kadınlara yönelterek özgürlük mücadelesinin toplumsal dönüştürücü gücünü hedef almıştır. Bu nedenle abluka altındaki bölgelerde kadın siyasetçilere yönelik en ağır saldırılardan biri, 4 Ocak 2016 tarihinde Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde Sêvê Demir, Silopi Halk Meclisi Eşbaşkanı Pakize Nayır ve KJA aktivisti Fatma Uyar’ın yaralı haldeyken infaz edilmesiyle gerçekleşti. Sêvê Demir’in vücudundan 11 kurşun, Pakize Nayır’ın 5 ve Fatma Uyar’ın vücudundan ise 3 kurşun olmak üzere, 3 kadının vücudundan toplam 19 kurşun çıkartıldı. Cenazelerin teşhis edilmesi bile uzun bir zaman aldı. Böylelikle KJA’lılara açık bir şekilde tehdit mesajı verilmek istendi. Ancak Kürt kadınları tüm bu vahşi saldırılar karşısında geriye çekilmek yerine mücadeleye daha çok sahip çıktılar. Dolayısıyla bu saldırı ile Sêvê Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar yoldaşların, özgürlük iradeleri teslim alınmaya çalışıldı ve onlar nezdinde bütün Kürt kadınlarına mesaj verildi. Latin Amerikalı faşist general gibi “Önce Kadınları Vurun” şiarına sıkı sıkı sarılan AKP iktidarı, sarsılan iktidarını kadınları susturup, biat ettirerek sağlamaya çalıştı. Bu bakımdan Sêvê’de AKP’nin erkek egemen, kadın düşmanı siyasetinin karşısında halkına, yaşam alanına, kendi hayatına sahip çıkarak AKP’nin vahşi savaş politikalarının ilk hedefi oldu. Çünkü o direnmeyi seçen kadınlardan biriydi. Çünkü Sêvê, Fatma ve Pakize ete kemiğe bürünmüş devrimci kadın kimliğinin kendisiydiler.
“Onu mücadeleye iten ana motivasyon kaynağının ulusal ve kadın kimliğinin saldırı altında olması olduğunu düşünüyorum”* Sêvê’yi mücadeleye iten nedenler nelerdi?
Sêvê’nin hikayesinin, kendi halkının ve diğer Kürt kadınlarının hikayesinden farklı olduğunu düşünmüyorum. Doğduğu andan itibaren ülkesindeki savaş koşullarının etkilerini doğrudan yaşayan, hem ulusal kimliği hem cins kimliği bağlamında yok sayılan bir realitenin sonucunda tercihlerini bilinçlice yapan bir yoldaşımızdı. Mardin’in Savur ilçesine bağlı Şenocak köyünde dünyaya gelmişti. Ancak 90’lı yıllarda köy boşaltmaları nedeniyle ailesiyle birlikte önce Diyarbakır’ın Bismil ilçesine ardından da Manisa’nın Salihli ilçesine yerleşmek zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla ulusal kimliğinin yok sayılmasının etkilerini ailesi ile birlikte doğrudan deneyimliyor. Manisa’da yaşadığı yıllarda mücadele ile tanışıyor. Hem ailesine yardım ediyor, tarlada çalışıyor hem de siyasi parti içinde mücadele etmeye başlıyor. HADEP, DEHAP, DTP ve en son DBP’de büyük bir özveri ile çalıştı. 2005 yılında kuruluşunu ilan eden Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin (DÖKH) daha sonra KJA’nın yürütme kurulunda çalıştı. Ben Sêvê ile DÖKH çalışmaları sürecinde tanıştım. Daha sonra KCK adı altında gerçekleştirilen operasyonlarda birlikte gözaltına alındık ve beş yıl cezaevinde birlikte kaldık. Cezaevinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı 12 Eylül 2012’de başlattığımız süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eyleminin ilk gurubunda birlikte yer aldık. Cezaevinden çıktığımızda birlikte hem DBP hem de KJA çalışmalarını yürüttük. Tüm bu süreçlerde açık bir şekilde gördüğüm şey Sêvê’nin ulusal kimliği ve kadınlık kimliği bağlamındaki duyarlılığıydı. Onu mücadeleye iten ana motivasyon kaynağının da bu iki kimliğinin saldırı altında olması olduğunu düşünüyorum.
* Sêvê’nin mücadeleci kişiliğini nasıl tanımlayabilirsiniz?
Bana göre Sêvê en zor koşullarda bile umutlu olan ve akışkan bir sinerji taşıyan bir devrimciydi. Mücadelede ise ısrarın ve iradenin sembolü idi. Amaca bağlılık, özgürlüğe adanmışlık, özgür yaşamda sonuna kadar ısrar, Kürtlük bilincinin kadınlık bilinciyle harmanlanmış sentezi, boyun eğmezlik ve son derece soylu bir devrimci duruş, sevgi çağlayanı bir yürek, hayranlık uyandıran bir canlılık, hareketlilik ve akışkandı. Sanırım tüm bunların toplam ifadesine Sêvê diyebiliriz. 2012’de süresiz açlık grevinin öncü kadrolarındandı. “Sonuna kadar gidelim, bunlar bizim eriyen kemiklerimizden daha çok korkuyor” demişti bir keresinde. Bu cümleleri hatırladığımda cüretkar bir kafa tutuşun simgesiydi o diyorum. Toplumun tüm feodal kadınlık öğretileriyle aile kurumundan başlayarak hesaplaşmış, kadın özgürlük mücadelesinin işçisiydi.
* Sêvê’nin insan ilişkileri üzerinde kurduğu etkiler nasıldı?
Sêvê doğal bir kişiliğe sahipti. Kendi koşullarında toplumla ve kadınlarla iç içe büyümüştü. İnsanlarla diyalog kurmada hiç zorlanmazdı. Yaşam içinde sürekli akışkan ve canlı enerjisi onu çekim merkezi haline getiriyordu. Dolayısıyla toplum kadar yoldaşları ile de hep sıcak ilişkiler kurmayı başardı. Kürt Kadın Hareketinin kıvırcık Sêvê’siydi.
*Sêvê’nin en büyük hayali neydi?
Kendi yaşamının seçimini yaparken “Görev başında, bir sokak çarpışmasında ya da zindanda öleceğini” yazmıştı Rosa Luxemburg. Öyle de oldu. Lenin’in deyimiyle, “devrimin kartalı” Rosa, 1919’larda acımasız bir senaryoyla katledildiğinde, ölüsünden bile korkularak Spree Nehri’nin derinlerine bırakılmıştı. Onun ödediği bedel onun inançlarının gereklerine uygun yaptığı seçime de uygundu. Çünkü o öncü bir kadın olmayı tercih etmişti. Bana göre Sêvê’nin en büyük hayali de bir Kürt kadını olarak öncüleşmekti. Birçok kritik eylemde bu tutumunu hep açıkça yansıttı. Birçok eylemde bana direk yansıttığı duygu buydu. Bence Sêvê kahraman olmak istiyordu. Büyük bir direnişçi olarak tarihte iz bırakmak istiyordu. 4 Ocak 2016’de katledildiğinde onurlu seçiminin bedelini öderken bu hayali gerçek oldu.
* Sêvê bugün yaşasaydı ona ne söylemek isterdin?
“Kesinlikle hayalini gerçekleştirdin. Başardın kıvırcık. Kadın kimliğinle kadınlarda büyük bir cesaret ve güven yarattın. Bizim yüreklerimize akan hüzün, düşmanlarının yüreklerine akan korku oldun, başardın. Şimdi Tarihe iz bıraktın, Kürt kadınlarının kahramanları arasına ismini yazmayı başardın” derdim.
* Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Kuşkusuz tarih boyunca kadınların özgürlük mücadelelerinde varoluşları, tehdit olarak görülmüştür. En önde mücadele eden kadınların hunharca katledilişinin arkasında yatan gerçeklikte egemenlerin o büyük korkusudur. Kanımca Rosa’dan Sakinelere, Sakinelerden Sêvêlere uzanan, devrime adanmış kadınların hayatlarına kast etmenin özünde yatan da bu büyük korkudur. İşte Sêvê, Pakize ve Fatma egemenlerin çarkına çomak sokmuş, yüreklerine korku salmış kadınlardı. Direnişin ete kemiğe bürünmüş isimleriydi. Son olarak devrimin ustası Guevera’nın o muhteşem cümlesini bir kez daha hatırlatmak istiyorum: “Bir, iki, üç çiçek koparabilirsiniz ama baharın gelişini asla engelleyemezsiniz.”
Kaynak: http://www.jinnews.com.tr/