21 Ocak’ta kurucuları arasında Ahmet Davutoğlu’nun da olduğu Bilim ve Sanat Vakfı’na kayyum atanması son günlerin en önemli gelişmelerinden biri oldu. Daha önce de yine kurucuları arasında Davutoğlu’nun olduğu Şehir Üniversitesi’ne 2019’un son günlerinde kayyum atanmış ve daha sonra üniversite Marmara Üniversitesi’ne bağlanmıştı. Bu AKP’den ayrılıp ayrı bir parti kuracağını açıkladığından beri doğrudan Davutoğlu’nu hedef alan ikinci hamle oldu.
Bununla birlikte, ilk önce Şehir Üniversitesi’ne, sonrasında Bilim ve Sanat Vakfı’na kayyum atanmasını iktidarın kendinden kopanların burnunu sürtmesi ve aynı yoldan gitmek isteyenlere gözdağı vermek olarak okumak resmin tamamını görmemek olacaktır. Tabii ki bu bir yönüyle bir burun sürtme ve gözdağı verme eylemidir. Ama bu hakikatin sadece bir ve aslında en önemli de olmayan bir yönüdür.
Aynı şekilde bu kayyum atamaları kayyum zulmünün ilk uygulayıcısı olması nedeniyle hafif bir tebessümle “etme bulma dünyası” veya “sıra size de geldi” denilerek alaya alınacak bir gelişme de değildir.
Evet sıranın birilerine geldiği açıktır. Ama sıranın kime geldiği üzerinde kolaya kaçmadan biraz daha kafa yormakta fayda var. Bu gelişme sadece AKP’den ayrılanlara yönelik bir hamle olmanın ötesinde, aslında mevcut iktidar bloğu içindeki mücadelenin ve dengelerin de bir dışa vurumu olarak okumak gerekir.
Bu köşede daha önce de çeşitli defalar belirtildiği gibi, şu an Türkiye’yi idare eden faşist blok, yani Beyaz Türk Faşizmi ile Yeşil Türk Faşizmi arasında şartların zorlaması ile kurulan ittifak nihai amaçları açısından uyumlu, ittifak içi güç dengesi bakımından dengeli değildir.
Bu ittifakın taraflarının üzerinde anlaştıkları tek bir konu vardır; Kürt kazanımlarının bölgenin neresinde olursa oldun tasfiyesi. Buna bürokraside, orduda, poliste ve diğer alanlarda kendilerine rakip gördükleri kesimlerin Fethullahçı adı altında tasfiyesi ve devlet kadrolarının yeniden paylaşılması da eklenebilir. Bunların dışında bu ittifakın üzerinde anlaştığı ortak bir hedeften bahsetmek çok da imkanlı değildir. İki taraf da ittifakın şu an için bozulmaması adına karşı tarafın belli taleplerini kabul etmekte ama ne zaman olacağı sadece bir zaman sorunu olan iki taraf arasındaki nihai hesaplaşma öncesi güç toplamanın ve karşı tarafın alanını daraltmanın hesabını yapmaktadırlar.
Bu anlamıyla, Beyaz Türk Faşizmi ile Yeşil Türk Faşizmi arasında simbiyotik bir ilişkiden bahsedilebilse bile, bu ilişki içinde güçlenen ve kendini yeniden örgütleyen taraf Beyaz Türk Faşizmi’dir; Yeşil Türk Faşizmi ise iktidarda kalmayı başarsa bile 2019 seçimlerinde de görüldüğü gibi en güçlü olduğu düşünülen yerlerde bile sürekli güç kaybetmektedir.
Aslında Beyaz Türk Faşizmi, Yeşil Türk Faşizmi’ni kendi silahı ile vurmaktadır: takiye yapmaktadır. 28 Şubat sonrası siyasal İslamcılar nasıl kimi liberal ve sol çevreler ile askeri vesayete son verecekleri, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözecekleri, Avrupa Birliği’ne üye olunacağı havasını oluşturarak bir ittifak ilişkisi içine girdiyse; bugün de aynısını Beyaz Türk Faşizmi yapmaktadır. Ağızlarından AKP’yi destekledikleri lafını düşürmeden aslında onun altını oymaktadırlar. İşi bittiğinde ise nasıl Siyasal İslamcılar tren olarak gördükleri demokrasiden istedikleri durağa geldiklerini düşündüklerinde indilerse, bu ittifakı bozacaklardır.
Unutulmamalıdır ki, ittifakın Beyaz Türk Faşizmi kanadını oluşturan kesimlerin büyük bir kesimi 28 Şubat sürecinin temel aktörleri ve destekleyicileridir. Dün yarım bıraktıklarını zamanı geldiğinde yeniden yapmak istemeyeceklerini kim söyleyebilir.
Bu bağlamda Davutoğlu’na dönük bu hamleler, Siyasal İslamcıların eliyle bir başka Siyasal İslamcı kesimin dövülmesidir. AKP’yi yönetenler ister bilinci isterse de kısa vadeli çıkarları uğruna ve gelecekte tekrar güçlenip dümeni ele alabilecekleri umuduyla kendine rakip gördükleri bir kesimi tasfiye ettiklerini zannederlerken aslında kendi mezarlarını kazmaktadırlar.
Evet bu kayyum atamaları sıranın birine geldiğine işaret etmektedir. Ama sırası gelen sadece Davutoğlu veya AKP’den ayrılan, ayrılmayı düşünenler değil bizzat AKP ile temsil edilen anlayışın toptan kendisidir.
Sonuç olarak, bu ittifak treninin bir istasyona yaklaştığı kesindir. Tren istasyona geldiğinde kim trenden inecek, kim trenden atılacak veya trene yeni kimler alınacak bunu hep beraber yaşayarak göreceğiz.
Ama kendi düşen ağlamaz. Geçmişte kendisini defalarca darbe girişimlerinden kurtaran Abdullah Öcalan’ın barış elini havada bırakmanın bedelini AKP de ödemektedir. Kürdistan’da kaybettiği oyların, Batı’da kendisine dönük toplumsal desteğin erimesinin paniği ile sırf kısa vadeli hesaplar yaparak iktidarının ömrünü bir gün bile olsa uzatma adına bu ittifakı yaptılar. Kısa vadede iktidarlarını korumayı başarsalar da, Kürt karşıtlığı ve aşırı milliyetçi bir söylem ile birkaç seçimi öyle ya da böyle atlatmayı başarsalar da, bu ittifak aslında çok da uzun olmayan bir süre içinde iktidarlarını tamamen kaybetmelerinin yolunu açmıştır.
Tabii bunun en büyük kaybedeni bugün AKP’yi destekleyen mütedeyyin kesimler olacaktır.
Bizden uyarması…