Nagihan AKARSEL
Sömürgecilik hem tanımı itibariyle hem de uygulanma biçimiyle belirsizlikten gıdasını alan bir kavram. Bundan yeni sömürgecilik kavramı da nasibini alıyor. Zira neyin doğru neyin yanlış ya da neyin suç neyin ceza olduğu merkezi hegomonik iktidar tarafından belirlenir. Hatta çağın karakteri ve yürütülen biyo iktidar politikalarının bir sonucu olarak çok dolaylı ve gönüllü işbirliğine dayalı bir sömürü söz konusu. Dolayısıyla bireyin, toplumun farkındalığı felç ediliyor. Bu da suç ve ceza kapsamında neyin nereden nasıl ele alınması gerektiği konusunu muğlaklaştırıyor.
Fernand Braudel, “sömürgecilik kelimesinden Avrupa’nın en azından 1492’den beri olan her tür yayılmasını anlıyoruz” diyor. Ve bu yayılmacılığın sadece ilişki ve fiziki anlamda değil bütün bir toplumun, o toplumun tarihinin manipüle edilmesi ve öz dinamikleri üzerinde gelişmesinin engellenmesi olarak ifade ediyor. Toplumun tarihsel kültürel ve coğrafik değerleriyle sömürgeci güçlerin çıkarları doğrultusunda dönüştürülmesi de bunun bir parçası oluyor.
Yeni sömürgecilik
Yeni sömürgecilik kavramı ise ikinci dünya savaşından sonra özellikle 1960’lı yıllardan itibaren siyasi bağımsızlığını kazandığı halde siyasi, ekonomik, toplumsal ve teknik anlamda hakimiyet altında tutulmaya devam edilen ülkeler için kullanılan bir kavram oluyor. Bu diğer devletlerin işlerine karışmak üzere emperyalizmin devam eden hakimiyeti bağlamında da ele alınıyor. Yeni sömürgecilikte doğrudan bir askeri işgal olmadığı halde belirlenen toprakların siyasi sistem, hukuk devleti ve serbest piyasa ekonomisi gibi kavramlarla kontrol edilmesi de deniliyor. Bu aynı zamanda emperyalizmin karakterini de ortaya koymaktadır. Sömürgecilik ile yeni sömürgecilik arasındaki temel fark ise ilkinin meşruluğunu kanıtlamak için bile olsa açıklama yapma sorumluluğunun olduğu ancak yeni sömürgecilikte bunun meşru bir hak gibi görüldüğü, kültürel hegemonyaya dayandığı ve mekanizmasını dünya ölçeğinde oluşturduğu gerçeğidir.
Bu anlamda klasik sömürgeciliğe karşı kendini savunmak meşru olurken daha ince yöntemlerle yürütülen yeni sömürgeciliğe karşı kendini savunmak zor oluyor. Hatta savunduğunda suçlu konumuna düşmene neden olabilecek kadar ince yöntemlerle sürdürülüyor. Zira klasik olan doğrudan işgali, talanı, ganimeti ya da soykırımı askeri ve siyasi yöntemlere dayandırıp kılıfını oluştururken yeni sömürgecilik dolaylı bir işgal ve kırım yöntemi olarak ekolojik, toplumsal ve kültürel bir kırımı da bunlarla beraber hedefliyor. Günümüzde her ikisi de çeşitli şekillerde yapılıyor ve ataerkil sistem piyasa gücünü, dünya bankası, dünya ticaret örgütü ve benzeri üzerinden ulus-devletler üzerinde kendini hakim kıldığı kadar vazgeçilmez kılıyor.
Yeni hegemonyanın ince yöntemleri
Özünde her iki politikanın uygulanma biçimi ve yürütücüleri farklı olsa da hepsi de devletli hafızanın merkezi hegomonik gücünün dönemlere uyarlanmış yöntemleri oluyor. Ve Gramsci’nin dediği gibi hegomonya sadece zor yoluyla değil, entelektüel ve manevi liderlik olarak da kendini kurumlaştırıyor. Küreselleşme ile beraber de her yerin her yerde olması değil güçlü olanın her yerde olması ile bu hegemonya ince yöntemlerle daha da pekişiyor.
Ataerkil sistem ilk ve en kapsamlı sömürüyü kadın üzerinden yaptığı ve her kriz döneminde öncelikle kadınlara yöneldiği halde en ince yöntemlerle en örtülü şekilde sömürü yöntemlerini gizlemeyi de bu alanda sürdürüyor. Konu kadınlara dönük kırım ve sömürü politikaları olduğunda bir hukuktan bahsetmek hatta resmi kayıtlarda tek bir söyleme rastlamak dahi mümkün olmuyor. Elbette kadınların uzun mücadeleleri sonucu kazanılmış haklar, yapılmış sözleşmeler, yaratılmış alanlar var. Ancak bunların uygulanması devletin insafında olduğu için bu hakların korunması da ayrıca ve sürekli bir mücadele ile gerçekleşiyor.
Genelde dünya ölçeğinde özelde Kürdistan’da kadınlara dönük kırım politikalarında da bu aleni bir şekilde görülüyor.
Kürdistan’da suç’un tanımı?
Devletler arasında yapılan antlaşmalara baktığımızda buna 2002’de Lahey’de Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’ de dahil. Bütün suç tanımları -öldürme, toplu yok etme, köleleştirme, yerinden edilme, işkence, tecavüz, fuhuşa zorlanma, zorla kısır bırakma, kaybetme şeklinde vb.- çok açık bir şekilde ifade edildiği halde fiilen ve alenen Kürdistan’da kadınlara dönük gerçekleştirilen suçlara bu kapsamda hem uluslararası hem de devletler hukukunda yer olmadığını biliyoruz. Bu nedenle toplumsal ve kültürel güçlü bir dokuya sahip olduğu halde sömürge statüsünde dahi ele alınmaması İsmail Beşikçi’nin deyimiyle statüsüz sömürge ya da devletlerarası sömürge olması da Kürdistan’ı ele alırken daha kapsamlı bir analiz yapmayı gerektiriyor. Sömürgeciliğin birbirinin devamı olan klasik ve yeni yönleri ile Osmanlı’dan günümüze Kürdistan özelde de kadın üzerinden uygulanan bütün politikalar bu anlamda önemli. Bu devletlerin egemenliğinde olan Kürdistan ise bu anlamda çok katmanlı bir sömürgeciliği yaşıyor.
Kürt kadınlarına dönük özel ve amaçlı politikalar
Zira Kürdistan tarih boyunca her daim saldırıların hedefinde oluyor. Tarihte ilk planlı insan katletme ve emperyalist yayılmayı gerçekleştiren Akadlar Zagros dağlarında yaşayan Kürtler’in ataları Gutiler’i katlederken Asurlar tarihte ilk defa askeri katliamlar eşliğinde asimilasyon ve etnik soykırımı Kürtler’e uygulamıştır. Dağlarda yaşayan Kürtler devletli sisteme alternatif olan dokuları nedeniyle sürekli bu katliamların hedefinde olmuştur. Bu varlığını kimliklerin kırımı üzerinden yapan ve Osmanlı geleneği üzerinden şekillenen Türk devletinde de tek ulus, tek devlet, tek din ve tek millet resmi devlet ideolojisi olarak kurumlaşmıştır. Ve Kürtler, Ermeniler, Süryaniler başta olmak üzere farklı kimlikler özelde de kadınlar üzerinde geliştirdiği politikalar ideolojik bir karaktere sahiptir. Bu nedenle bireysel yönelimlerden toplu yönelimlere kadar hiçbiri münferit değildir, sistematiktir, önceki politikaların bir devamıdır. Kürdistan özgülünde geniş coğrafyaları işgal üzerinden kimliğini oluşturan Osmanlı imparatorluğundan TC’ye kadar Kürt kadınlarına dönük geliştirilen politikalar da bu nedenle özeldir, amaçlıdır. Kadına yönelimi cins kırımı olmanın ötesinde toplum, yaşam ve doğa kırımını kapsayan ideolojik bir karaktere sahiptir.
Bir bütün merkezi hegomonik iktidarın ve temsili biçimi olarak sömürgeciliğin yeni ya da klasik hali ile belirsizleştirilmeye çalışılan bu ideolojik karakterin en korkunç uygulamaları Kürdistan’da özelde de kadınlara dönük yaklaşımda yaşanıyor. Hem dolaylı hem de doğrudan sömürgeciliğin bütün etkilerini yaşadığı halde “Kürdistan sömürgedir” cümlesini ilk kurduklarında tir tir titrediğini belirtir Rêber Abdullah Öcalan. Bu gerçeği dile getirmenin artık dönülmez bir yolun başlangıcına girildiği anlamına geldiğini ifade eder. Zira Rêber Abdullah Öcalan güçlü bir tarihi bilinç ve toplumsal sorumluluk anlayışı ile yarım asırdır buna karşı ideolojik, örgütsel, askeri bir irade oluşturmayı da başarır. Bir nevi tarihsel toplumsal kültürel dokusuyla Ortadoğu’nun kök hücresi konumunda olan Kürdistan’ı ve bu dokunun can damarı kadınları bu mücadelenin öznesi kılarak bütün sömürgeci politikaları deşifre eder.
Kürdistan devrimi sömürgeciliğin kodlarını altüst etti
Bunun devletlerin oluşum aşamasında ayrışan ve şimdi egemenliği altında olduğu dört devlet dahil olmak üzere bütün bölgede etki gücü yüksek bir mücadele gücüne kavuşması ve Rojava devrimi ile küresel hegomonik güçlerin konumlandığı bir alana dönüşmesi bu gerçeği ile bağlantılıdır. Bu gerçek Kürdistan’da yürütülen mücadelenin de enternasyonal bir nitelikte gelişmesini beraberinde getirmiştir. Çünkü siyasi bir statüsü olmadığı halde dünyada egemen sistemlerin yöneldiği aynı zamanda sistem karşıtı hareketlerin de umut olarak görüp yönünü verdiği Kürdistan devrimi, sömürgeciliğin klasik ya da yeni bütün merkezi hegemonik kodlarının da altüst edildiği bir alan konumundadır. Bu nedenle Kürdistan’da bir bütün yürütülen sömürgeci politikaların evrensel bir yönü vardır ve yerelden gelişen mücadele evrensele cevap veren bir nitelikte gelişmektedir. Kürdistan kadın özgürlük mücadelesinin alternatif bir sistemin öncülüğünü yapması da sınıflı ve devletli uygarlık ile uyuşmayan bu dokusu ile bağlantılıdır. Dersim’den Zilan’a yine ’90’lı yıllardan günümüze yürütülen politikalar, yapılan katliamlar bugün AKP eliyle güncellenmektedir. Bugün en önemli fark Kürdistan kadın özgürlük mücadelesinin dünya genelinde kabul gören meşru direnişi ile beraber öncülüğünü ettiği alternatif sistem gerçeğidir. Bu gerçek ile bağlantılı sömürgeci güçlerin yönelimleri artsa da kadının buna karşı özsavunması da ideolojik, bilimsel, kültürel, örgütsel ve askeri bir şekilde sürmektedir.