Son dengbêj…

0
459

“Gün boyu haber dinlememiştim. Gece gördüğüm rüyayı da kendimden gizlemiştim. Ama o akşam saatinde parazitler Halil Dağ, Halil İbrahim Uysal’ı saklayamıyordu.”

2011 yılının 27 Kasım’ında Amed’in Pîran ilçesinde iki yoldaşıyla birlikte şehit düşen Armanc Kerboranî (Hüseyin Akdoğan), Halil Dağ’ın yakın arkadaşlarındandı. Armanc, Halil’in şehit düştüğünü 7 Nisan 2008’de Amed Eyaleti’nde dinlediği telsizden öğrendi. Ve aynı gün günlüğüne ‘Halil şehid oldu…’ başlığıyla bir yazı yazdı. Halil Dağ (Uysal)’ın şehadetinin 13. yıl dönümünde Armanc Kerboranî’nin Kuzey Günlüğü’nden kısa bir bölüm paylaşıyoruz:

***

Besta’da… Avyan’da. Büyük bir çatışmada ‘Besta’nın Avyan alanında, birkaç gün aralıksız süren şiddetli çatışmalarda HALİL DAĞ şehîd oldu…’

Bu cümleler ne saçma, bu cümleler gerçeğe ne kadar uzak! Ama yazık ne kadar da gerçek.

Halil şehit düştü…

Son dengbêj…

Kadim savaşçıların sadık dostu ve yol arkadaşı…

Ege’nin çocuğu, dağların, dağlar ülkesinin sevgilisi… Ve anlatıcısı… Gerçek ile hayalin iç içe geçtiği hayatların anlatıcısı… Anlayıcı, dinleyici ve anlatıcısı… İşaret edici, göstericisi… Dünyanın bir sırrı saklar gibi bir kıyamet işaretini gizler gibi gizlediği, ajansların görmezden geldiği yüzlerin, gözlerin, gülüş ve gözyaşlarının işaret edicisi. Dünyada kalan vicdanlı akıl ve yürekler için, işaret edici.

Şimdi ses sustu, çünkü anlatıcı sustu. Şimdi renkler dondu, çünkü baharın başında renklerin boy aynası kırıldı. Şimdi dağlar hüzünlü, çünkü yüreklerinden kocaman bir parçayı Ehriman kaptı… Şimdi dostlarının, yol arkadaşlarının gözleri sonsuzlukta asılı kaldı. Çünkü Halil oraya gitti…

Aşk; sarı, kızıl kara örgülerini kör bir bıçakla kesti, çünkü aşk gibi yaşayan öldü!

***

Her an, her an “saçma” diyorum “böyle şey mi olur?” diyorum, “mümkün değil” diyorum ve aslında bilmiyorum… Hiçbir şey bilmek istemiyorum.

***

Geride bu kadar acı bırakan kaç insan var bu asırda?

Kaç insan, bu kadar aşkı bıraktı ardında?

Kaç insan, böyle temiz kaldı ve böyle sevdi bu dünyada…

Kaç insan, bu kadar dilsizlerin dili, sessizlerin sesi, gizlenen, üzeri örtülenlerin, parlayan gülüşlerinin göstericisi oldu.

Kaç insan, böyle işaret etti?

Hevalê min, artık anlatıcımız yok, artık lâl’ız tüm zamanlar gibi… Hevalê min, artık hocan yok ve donan renklerde kör artık gözlerimiz… Dersim ve diğerleri, şimdi ne kadar da mahvolmuşlardır. Belki de hayat bundan böyle bir koca boşlukta, bir çırpınış bir yanıyla.

***

Ne diyorum ne demeliyim bilmiyorum… Ama zorlanıyorum.

Öfke duyuyorum bunların üzerinden, kendisini başarmış sayan serseri kafasız düşmana… Halil gibi kaç Türk var, bu kafasızlar, kör cahiller biliyor mu! Lanet olsun taş kesmiş yüreklerine! Kendilerini kazançlı sayıyorlar!!

***

Sonsuza bakmak istiyorum, bir şeyler görmek istiyorum. Yüksek kayalara çıkıyorum. Önümde hiçbir perde kalmasın istiyorum. Ahh bu geride bırakılan boğucu boşluklar olmasa, ne kadar da rahat bu yolda bir nefes gibi.

Çiçek açmış bir küçük ağaç var, bir badem… Yapraklarından önce açmış çiçeklerini. O çiçeğe dalıp gitmişken, bir an senin gözlerinle görmeye çalışıyorum Halil. Halil bunu nasıl anlatırdı insanlara, onu nasıl severdi… Beyazdan başka bir şey göremiyorum. Tüm dünya, taşlar, kayalar, bütün ağaçlar, toprak ve gökyüzü, hepsi beyaz gülün yaprakları gibi. Çünkü kör oluyorum.

Bu beyazlığın içinde çiçeğin dalında asılı kalmış iki yağmur damlası var. İki iri damla ya da iki mum, belki de dünyanın gözyaşları…

Ürperiyorum.. ‘Halil gibi bakmaya gücüm yetmez ki’ deyip kendime hak vermeye çalışıyorum.

Sonra küçük Dersim koşuyor imdadıma… Bütün dar zamanların ve bütün dardakilerin büyük dostu… Senden bir bahar önce Besta’da ağaçlara, dallara, tomurcuklara yürekten dualar eden küçüğümüz… Tomurcuklara yardım etsin diye ılık yağmurları, soğukları kovsun diye sıcak rüzgarları çağıra; kara ve donuk kışı, gürül gürül hayatların baharı ile devirmek için çırpınan, umudu koruyan küçük Dersimimiz…

Sonra Besta’nın ağaçları bir daha geç kaldı diyorum kendi kendime. Onlara sitem etmiyorum. Belki de onların yapraklarını ne kadar sabırsızlıkla beklediğimizi bilmiyorlar. İncecik yaprakların büyük kalkanımız olduğunu da.

**

O sis yine geldi şimdi. Sanki bugün günlerden bir başka gün der gibi. Sık sık gelen sisler. Dalga dalga sisler. Birkaç adım ötede hiçbir şey yok gibi.

Gün boyu haber dinlememiştim. Gece gördüğüm rüyayı da kendimden gizlemiştim. Ama o akşam saatinde parazitler Halil Dağ, Halil İbrahim Uysal’ı saklayamıyordu.

Gerçekten ağır geldi Galilo… Beni çok zorluyor. Çok incitiyor.

Halil Dağ…

Ardında dağ gibi eserler bırakan, ardında dağ gibi acılar ve görevler bırakan Halil Dağ. Ardında büyük yalnızlıklarla acı, umut, hüzün ve coşkuyla sürüklenen dostlar bırakan.

Nisan 2008-Amed

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here