19. Yüzyıl Kürt Ayaklanmalarında Kadının Yeri ve Rolü
19 ve 20.yüzyıllar, Kürtler açısında kanlı yüzyıllardır. Kürtler, bu dönemde hem dış düşmanlarının kendi güdümlerinde ulus devletler kurma projeleri, hem de Kürt egemen sınıflarının çıkar kavgaları sonucu kırımdan, katliamdan geçirilirken; Kürtler için ölümden bin kat daha beter bir tuzak kurulur. Önderliğin deyimiyle ‘kapan’ olan bu tuzak, büyük tahribatlara yol açar. Kürtler isyan etse bir türlü, isyan etmeyip teslim olsa bir türlü, her iki durumda da katliamla yüz yüze kalırlar.
19. yüzyıl boyunca gelişen ayaklanmalara baktığımızda ayaklanmayı birincil dereceden yöneten ya da yürüten Kürt kadınlarına rastlamamaktayız. Yukarıda da belirttiğimiz tarih yazılımlarından kaynaklı da olabilir. Kürt toplumunda yönetimde erkek önde gelse de keskin sınırlar olmamakla birlikte, oluşabilecek herhangi bir boşluk anında Kürt kadını hemen otorite oluşturabilir ve o an işleyişin başına geçer. Daha çok da ölen eşinin yerine aşireti yöneten rolündedir. Bazen ayaklanma önderinin annesi, bazen eşi, bazen kız kardeşi, bazen de kızı olarak savaşlarda yerini alır. Yönetim alanında kimi zaman eşiyle birlikte Mirliği ya da aşireti yönetir, kılıç kuşanarak kahramanlık destanları yazar. Zaten bu yüzyıl boyunca genelde Mîr ya da Bey önderlikli başlatılan ayaklanmaların hepsi de çok kanlı şekillerde bastırılmış olup Mîrlik ya da aşiretin ileri gelenleri daha çok sürgünlere yollanmışlardır.
Elimizde bulunan çok sınırlı kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre bu yüzyılda öne çıkmış birkaç Kürt kadının hayat hikayesi bize o dönem hakkında bazı bilgiler verebilmektedir.
Halime Hanım
Hakkari Emirliği, 19. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğunda güçlü bir konuma sahiptir. Osmanlı İran savaşlarında Osmanlı yanında İran’la savaşırlar. Sonrasında emirliğin iç anlaşmazlıkları üzerine Osmanlı, Emirliğe saldırır. Bu sırada yönetimde bulunan Nurullah Bey kız kardeşi Halime Hanımı Elbak (Başkale) Emiresi olarak tayin eder. Emirliğin iç çatışmaları gölgesinde Halime Hanım Elbak Kalesini yönetir. 1845’te Osmanlıların saldırması üzerine daha çok kan dökülmesin diye kaleyi Osmanlılara teslim eder.
Adile Hanım
Baban Emirliğinden Abdulkadir Sahipkıran Beyin kızı olan Adile Hanım, Erdelan doğumlu olup orda büyümüştür. Memur olan babasının Tahran’a atanmasıyla yaşamını orda devam ettirir. 1859 da Caf Aşireti’nin reisi Muhammed Paşa’nın oğlu Osman Bey ile evlenerek Halepçe’ye yerleşir.
Çok zeki olan Adile Hanım, kayınpederinin ve eşinin yönetimde oldukları süreçte dahi aşiretin idaresinde büyük rol oynamıştır. 1909 yılında eşinin ölümünden dolayı, aşiretin yönetimine kendisi geçmiştir. Birçok defa meclislere katılmıştır. Yabancı diplomatlarla görüşmeler yapmış, gazetelere mülakatlar vermiştir. Her yerde medeni cesaretiyle ön plana çıkmıştır.
Adile Hanım, Halepçe’yi tek başına 15 yıl boyunca yönetmiştir. Yönetimde olduğu sıralarda Halepçe’de yaşam koşulları düzelmiş, kültürel seviyesinde ilerlemeler kat edilmiş, ekonomide ilerlemeler yaşanmıştır.
Qedem Xêr
Yönetimde yer alan bir diğer şahsiyette Qedem Xêr Hanım’dır. Kürdistan’ın doğusunda bulunan Loristan’da kardeşinin yerini alır ve İran Şahı’na karşı yürütülen özgürlük mücadelesinde orduya önderlik eder. İlk etapta büyük bir direniş ortaya koyup başarı elde eder. Ama sonra İran Şahı Ömer Şikak’ın da yardımını alarak Qedem Xêr’e, saldırır. Qedem Xêr, uzun süre mücadele etse de bu güce karşı koyamaz ve esir düşer. Üç yıl zindanda kalır. Zindanda olduğu sırada hastalanır ve vefat eder.
Kürt aşiretlerinde reislik yapmış olan ama hayatları hakkında pek fazla bilgi bulunmayıp sadece isimlerini ifade edebileceğimiz yönetici Kürt kadınları da bulunmaktadır. Bunlardan bir kaçı şunlardır; Perihan Hanım, Şemse Hanım, Nehrili Meryem Hanım…
20. Yüzyıl Ayaklanmalarında Kürt Kadının Yeri ve Rolü
20. yüzyıla gelindiğinde yüzyılın hemen başında Birinci Dünya Savaşı başlar. Savaştan sonra İngiltere, Fransa, Amerika ve Almanya gibi emperyal, sömürgeci devletler Ortadoğu’da, özellikle de Kürdistan üzerinde çıkar hesapları yaparlar. Bu hesaplarında Kürt kartını sürekli ellerinde bulundururlar. Kürt egemen tabakaları ve işbirlikçilerinin bu dönem ayaklanmaları üzerinde belirleyici etkileri olmuştur.
Bu yüzyıldaki ayaklanmalar, daha sert ve kanlı yöntemlerle bastırılmaya çalışılmış, Kürdistan’ın hemen hemen her yeri katlimalara sahne olmuştur. Kadın çocuk demeden on binlerce Kürt bombalanmış, kurşuna dizilmiş, yakılmış ve zalimce katledilmiştir. Kürt kadınının bu katliamlara karşı tavrı da aynı sertlikte olmuştur. Düşmanın eline geçmemek için kayalardan atlamış, kendini sulara atmış ama teslim olmamıştır. Bu tavrın halk arasında çok güçlü bir etkisi olmuştur. Bazı bölgelerde (Dersim gibi) o kadar çok katliam yapılmıştır ki neredeyse bölge insansız kalmıştır. Kürt halkı başta kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla düşmana teslim olmaktansa ölmeyi tercih etmişlerdir. İnsanlık bu derece özgürlüğüne tutkun, yurduna bağlı bir halk gerçekliğiyle karşı karşıyadır. Bu yüzyılda da yine ayaklanmalara damgasını vuran, sosyal yaşamda iz bırakan Kürt kadınlarının kısa hayat hikayeleriyle devam edeceğiz.
Kürt Kadınları Teali Cemiyeti
Kürt Kadınları Teali Cemiyeti (KKTC), Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) bünyesinde, 1919 yılının mayıs ayında Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’da yaşayan Kürt kadınları tarafından kurulur. Kürt Kadınları genelde KTC bünyesinde çalışmalara katılmışlarsa da ayrı, organik olarak KTC’ye bağlı olarak ulusal bilincin Kürt toplumuna, Kürt insanının bilincine götürülmesine çaba harcamışlardır. Derneğin adı, tarihi kaynaklarda Teali Nisvan-ı Kurdi (Kürt Kadınlarını Yüceltme), Kürt Kadınları Teali Cemiyeti (Kürt Kadınlarını Yükseltme Derneği) olarak geçmektedir. Cemiyetin kurucu başkanı Süleymaniyeli Doktor EncumYamulki Hanım’dır. Cemiyetin açılışı savaş sürecinde çıkmış olan ve büyük yıkımlara maruz kalan tüm Kürtler için güzel bir haber olur.
KKTC’nin ilk çalışması, Sultan Ahmet meydanında kadın-erkek birçok Kürt vatandaşıyla birlikte çalışmalarına başlamak için bir mevlüt okutmak olur. Cemiyetin amaçları için Kürt Kadınları Teali Cemiyeti nizamnamesi adında bir tüzük oluşturulur.
Kürt Kadınları Teali Cemiyeti, kuruluş nizamnamesinde, cemiyetin amaçlarının gerçekleşebilmesi için; …cemiyet üyelerinin en önemli görevleri cemiyetin bu çalışmalarından ve tüm fırsatlardan sonuna kadar cemiyet namına yararlanmaları ve Kürt ulusal uyanışını sağlamak için cemiyet namına gerekli propaganda yapılması ifade edilmiştir. Yamulki Hanım, cemiyetin amaçları için yapılacak çalışmaları şu sözleriyle ifade etmiştir: “Hanımefendiler! Derneğin amacı ülkemizde yardıma muhtaç ne kadar Kürt kadın ve çocukları varsa onlara iş bulmak, yönetim merkezleri açmak, okullar açmak, öksüz yavrularını bilgilenmeye çağırmak ve öğretmenlik yapabilenlerimizin de öğretmenlik yapmalarıdır. Demek istiyorum ki dernek mümkün olduğu kadar maddi ve medeni yardımda bulunacaktır. Ayrıca Kürt kadınlarımızın medeni bu bakış açısıyla yükselmesini ve ilerlemesini sağlayacak Kürt kimliğinin örgütlü düzeyde savunmasını sağlamak, aile yaşamında köklü reformlar oluşturabilmek, göç ettirme ve kitle halinde öldürmeler nedeniyle sefalet içine düşmüş olan Kürt öksüz ve dullarına iş bulmak ve maddi yardımda bulunarak onları, içinde bulundukları sefaletten kurtarmak da belirlenen amaçlar arasındadır.”
Encum Hanım cemiyetin bu amaçlarını yerine getirebilmek için de konuşmasında toplantılar yapacaklarını, konferanslar ve müsamereler düzenleyeceklerini, kütüphaneler ve tartışma salonları açacaklarını ve Kürt kadınının bu çalışmalara nasıl katılacaklarını, ayrıca gazete, mecmua, kitap ve risaleler yayınlayacaklarını ifade etmiştir.
Cemiyetin amaçlarına ulaşıp faaliyetlerini düzenleyebilmesi için, Kürt halkı maddi ve manevi desteğini eksik etmemiştir. Yamulki Hanım da konuşmasında bu beklentiyi şu sözleriyle ifade etmiştir: “Dernek ulusun yaralarını sarmak için sizlerin fedakârlığına muhtaçtır. Her Kürt yardım için bize elini uzatır ve her fedakârlığı başarı ile yaparsa, ulusal isteklerimizin de gerçekleşeceğini göreceksiniz.”
Cemiyetin tam olarak neden kapatıldığı öğrenilememiştir. Ama 1928 yılında eşi Dilara Hanım, cemiyetin İstanbul’daki faaliyetlerine katılmış olan Kamil Bedirxan makalesinde: “Konstantinopolis milliyetçilerinin hilekârlıkları ve soruşturmaları yüzünden” kapatıldı denmiştir. Ana örgüt olan Kürdistan Teali Cemiyeti de Kemalist rejim tarafından kapatılmıştır.
KKTC, o dönemde Kürt kimliğinin gelişmesi, Kürt kadınının ulusal mücadeleye katılması, Kürt çocuklarının ve kadınlarının eğitim alanında önemli gelişmeler kat etmelerine aracı olmuştur.
Gulizar Hanim
Gulizar Hanim Simayîl Xanê Şıkakın kardeşi Cafer Ağanın kızıdır. 1920 den 1930’a kadar Kürdistanın özgürlüğü için Rıza Şah Pehlevinin devletiyle savaşır. Mîna Qazînin önerisiyle Kürdistan Kadınlar Birliğine üye olur.
Hafse Hanê Naqıp
Kürtlerin haklarını savunup milli özgürlük mücadelesine katkı sunmak isteyen bir Kürt kadını da Hafse Hanê’dir.1891 de Süleymaniye de doğar. Şeyh Maruf Hafid’in kızıdır. Çok küçük yaşlarda öğrenmeye meraklıdır. Şeyh Mahmud Berzenci’nin kuzeni ve kardeşinin karısıdır. Hafse Hanê, sosyal alanda kadınların yöneticisidir. Kürt yurtseverliliğinde de sadece kadınların değil, tüm Kürt yurtseverlerin onur duydukları bir yeri vardır. Ayrıca eşsiz bir hümanisttir. Hafse Hanê’nin divanında hem okuma ve yazmadan, hem ahlak ve Kürt yurtseverliğinden bahsedilirdi ve divan yüksek halk okulu gibiydi.
Birbirine çok benzediğini düşündüğü Kadın ve Kürdistan konularındaki çalışmalarını eş zamanlı yürüten Hafse Hanê, 1930 yılında, Kürtlerin ulusal hakları konusunda açık bir mektup kaleme alır. Ve bu mektubu, o dönem halkların sorunlarının çözümü ve barışın sağlanması için kurulduğunu ilan eden Milletler Cemiyeti’ne gönderir. Bu, bir Kürt kadını tarafından, haklarının alınması ve sorunun çözülmesi amacıyla uluslararası platforma ulaşan ilk ileti olması yönüyle, ciddi öneme sahip bir olaydır. Böylece Kürt halkının özgürlük davasını dünya kamuoyuna taşımıştır. İlk Kürt Kadın Okulunu açar. Bununla da yetinmez, kadınlar için konağını okuma merkezi, akşam okulu haline getirerek Kürt kadınlarının eğitim seviyesinin yükselmesi için çaba sarf eder.
Cins kimliği çalışmalarının yanı sıra Kürt kimliği içinde çaba harcamaktan bıkmayan Hafse Hanê Naqip, Kürdistan Cumhuriyeti kurulduğunda, bu Kürt Cumhuriyeti’ne yardım için tüm gücünü harcadı. Qazî Muhammed, Hafse Hanê’ye, önemli çabaları nedeniyle bir teşekkür mektubu gönderdi.
Amcasının oğlu Şeyh Mahmud’un Derbend-ş Baziyan’da İngiliz askerlerince esir edilmesinden sonra Hafse Hanê’de Şeyhlerin büyük bir bölümüyle İran’a geçer. Hafse Hanê Naqip burada açlık ve yoksulluk içinde yaşar. 15 Nisan 1953 tarihinde yaşamını yitirir.
Rindêxan
Şêx Said isyanı kanla ve idamlarla kırıldıktan sonra Mala Eliyê Ûnis 1926’da Kemalistlere karşı başkaldırırlar. Sason İsyanı olarak da adlandırılır. Hiçbir şekilde ne Kemalistleri tanırlar ne de vergi verirler. 1934’e kadar devlet her saldırıda yenilir. Bu saldırılarda Mala Eliyê Ûnis kadınlı erkekli omuz omuza savaşırlar. Bunlarda biri de Mihemedê Elî’nin kızı Rindêxan’dır. Rindêxan güzelliği ve kahramanlığıyla bölgede ün salar ve savaşçılığıyla da bir efsaneye dönüşür.
Türk ordusu bölgedeki Kürt aşiretlerinin de yardımıyla (başta Cemîlê Çeto’non aşireti) 1937’de büyük bir saldırı düzenler. Mereto Dağında ağır çatışmalar yaşanır. Mereto kimyevi gazlarla, uçaklarla bombalanır. Aşiretin hemen hemen tamamına yakını öldürülür. Katliamın sayısı tam belli değildir ama on binden fazla Kürdün öldürüldüğü kesindir.
Rindêxan isyanın ta başından yenilgiye kadar savaşın en ön saflarında çatışır ve liderlik (komutanlık) yapar. Çatışmada Rindêxan yaralanarak düşmanın eline geçer. Türk ordusunun komutanı Rindêxan’ın güzelliği ve ünü karşısında hayretlere düşer. Rindêxan’ın bedenine sahip olmak ister. Bunun üzerine Rindêxan komutana; “Ben bir tutukluyum, bedenim üzerinde her türlü tasarruf yapma hakkına sahipsiniz. Fakat atalarımın egemenliğindeki topraklarda sizinle olamam. Eğer bu sınırlar içinde bana el uzatırsanız kendimi öldürürüm.” der. Bunun üzerine komutan atalarının topraklarının sınırları nerede biter diye sorar. Rindêxan; “Batman Çayı sınırımızdır, Malabadi köprüsünden sonra bana sahip olabilirsiniz.” der.
Askerlerin komutanı kabul ettikten sonra Malabadi Köprüsüne kadar gelirler. Köprüye ulaşınca Rindêxan son bir kez atalarımın topraklarına bakmak istiyorum der ve köprüye çıkmak ister. Köprüye çıkan Rindêxan ağır ağır ilerler, bu acılı tarihe, ihanete ve düşmana inat, düşmana esir düşmemek için kendini Batman Çayının kucağına atar.
Kürt kadınının düşmana teslim olmak, esir düşmektense yaşamamayı tercih etmesi geleneği bir kez daha tekrar eder. Kürt kadını bir kez daha direnişçi özünü sergiler, onuruna sahip çıkarak vatansız yaşamaktansa yaşamamayı tercih ettiğini gösterir.
Bölge dengbêjlerinin stranlarında da yerini alarak ölümsüzleşir. Bir strana göre Rindêxan’ın son sözleri şöyle olmuştur:
Benim güzeller güzeli Rindêxan
Dağların Mirinin kızıyım
Ey Tacik Turk
Ne ararsınız bu dağlarda
Rindê nam salmış
Ölüyorum, yaralı ve lâl
Teslim olmam düşman eline ve namussuz yaşamam
Gülnaz Ana
Kürt kadınını yiğitlik ve kahramanlığını ortaya koyan kadınlardan biri de 1927 yılında başlayan Ağrı Ayaklanması’nda ayaklanmaya katılan Gülnaz Ana’dır. Gülnaz Ana, ayaklanmaya katılmış olan İzzet Bey’in kız kardeşidir. Ayaklanmadan sonra tutuklanarak Muş Cezaevi’ne konulmuştur. O cezaevindeyken kardeşi İzzet Bey ve oğlu Sıddık Bey bir çatışmada öldürülüp, başları kesilerek Muş’a gönderilir. Fakat teşhis edilmek istenen kafalardan hangisinin Sıddık, hangisinin İzzet Bey’e ait olduğunu kimse bilmiyordu. Bunun için cezaevinde olan Gülnaz Ana çağrılır. Dr. Nuri Dersimi, Gülnaz Ana’nın kesik baslarla karşılaşmasını şöyle anlatır: “İlk önce İzzet Bey’in kesik başı önünde eğildi ve kardeşinin kahramanlıklarını yüksek bir sesle saydı. Ondan sonra oğlu Sıddık Bey’in kesik başına elini uzattı, gözlerini okşadı ve yüksek sesle, ‘Bu benim tosunumdur, buna ben bugün için süt verdim. Eğer Kürdistan davası uğruna bu suretle ölümünü görmeseydim, sütümü kendisine haram ederdim’ dedi…”
Gülnaz Ana şahsında evladını düşmanın yurdunu işgal etmesine karşı dursun diye yetiştiren Kürt kadınının profilidir tarihin tanık olduğu. Bir ana ki yaşamında her şeyinden daha değerlidir evladı ve onu da yurdunu işgalcilerden kurtarmak için yetiştirir, yani ciğerinden bir parçayı söker. Onun için, bu kadar değerlidir vatanı.