Sîdem LÎSA
Yaşamı uğruna ölecek kadar sevenlerin özgürlük aşklarını anlamak tarihi, toplumsal, kültürel derinlik istemektedir. Böylesi yoğun bir süreçten geçiyorken devrimi sağlayacak olanın ne olduğunu sanıyoruz ki? Bahçeli’nin aniden Kürt aşkının gelişmesi mi, Özgür Özel’in birden demokratlaşması mı, Erdoğanın katliama artık doymuş olması mı, Yaşar Güler’in gerillanın üzerine kimyasal yağdırmanın insanlık ayıbı olduğunu düşünmesi mi, İbrahim Kalın’ın erken yaşlarda ettiği Kürt kırım sözünden cayması mı, Ali Yerlikaya’nın Kürt halkına insan muhamelesi yapmaya başlaması mı?
Çetin Çetiner’in, Altan Tan, Orhan Miroğlu, Mehmet Metiner gibilerinin türk kuyrukçuluğundan vazgeçerek kendi halkını kırdırtma heveslileri olarak savaş çığırtkanlığını bırakacaklarına mı inanalım acaba. İbrahim Tatlıses, Mahsum Kırmızıgül, Sibel Can, Hülya Avşar gibilerin kendi dillerini, kültürlerini yaşama hevesleri mi gelişecek aniden yoksa. Kendi halkının kanına eli bulaşmış olan kontraların, korucuların, işbirlikçilerin, ihanetçilerin kendini affettirmek isteyerek öze dönüş yaşayarak iflah olmaları makul müdür bilmem ki? Mesela bir Emin Negis’in türk milliyetçiliği ve faşizmi için halay başı olup ne mutlu tırkım diyerek mendil sallamışken ve bu mankurtluğunu çok açıktan ilan ederek gereğini türk faşizminin bile beklediğinden çok daha etkili yürütmüşken aniden ne yapıyorum yaa demesi nasıl olur sizce de? Kimden ne bekliyoruz biz? Ka bi sor kendine sahiden, kimden ne bekliyorsun sen?
Devrimi nereden bekleyeceğiz? Özgürlüğü nereden bekleyeceğiz? Beklenti, arayışının karakteri olmaktadır. Geleceğinin akıbeti olmaktadır. Kürt halkı olarak artık şunu çok iyi bilmekteyiz ki özgürlüğü getirecek olan kesintisiz mücadeledir. Öz güçtür. Devrimin öz gücü halk olarak bizim irademizdir. Yani devrim, yukarıda saydıklarımızın dudaklarının arasında dökülecek kelimelerden çok, örgütlü gücümüz ile sağlanabilir ancak. Bu saydığımız isimlerin sözcüklerinden ancak kan süzülüverir.
Şimdi yine çok keskin bir süreç içerisindeyiz. Güneşimiz ‘tecrit devam ediyor’ dedi. Dört yıl sonra tekrardan Güneşimizden aldığımız ilk haber tecridin devam ettiği, koşulların değişmemiş olduğu üzerineydi. Öz gücüne olan güvenini vurguladı Güneşimiz. Yani düşman siyasetinde değişim olmamıştır ve bizim gücümüz vardır, bu güce dayanırsak kazanırız şeklinde okumalıyız bu mesajı. Şimdi bu öz güç, düşmanın bütün entrikaları karşısında zaman ve mekânı ile, pratiği ile oluşturucu karakterde olan Rojger ve Asyalar değil midir? Bu kanlı ağızları dize getirebilecek olan Rojger ve Asyaların fark edebildiklerimizin de ötesindeki tarihi, askeri, siyasi, ideolojik, toplumsal mesajlarla dolu zılgıtları değil midir? Ne oyun oynuyorsanız da ayağınızı denk alın aksi halde intikamımız ağır olacaktır demek bu elli yıllık savaşta verdiğimiz bedeller ve elde ettiğimiz kazanımların garantisi olmayacak mıdır?
Şimdi savaş naraları atılmaktadır yine her zamankinden belki daha da fazla. Erken deşifre edilmiş niyetler işte… Yoksa ne çabukta hazırlandı öyle kayyumlar, yığınaklar, projeler… Bitmiş tc nin bitmek bilmeyen çırpınışlarına tanıklık ediyoruz. Yaşlı Erdoğan yaşlı Osmanlının neferi olarak çökme devrindedir de, koltuk değneği olan Bahçeli takatsizlikten titreyen üçüncü bir bacak olarak, Erdoğan’ın yere yığılmasını engellemek istemektedir aslında.
Kimdir bu süreçte asıl rol sahibi olan? Bu en elzem sorudur. Tek cevabı vardır bence. Örgütlü halk. Bu süreçte hangi halk örgütlüyse o kazanır. Kürt halkı olarak asıl rol sahibi olan biziz. Beklemek nafiledir. Süreç elimizdedir. Peki sürecin dili nedir, ne yapmak gerekiyor diye soran çok olur biliyorum. Sürecin dili SERHILDAN dır. Şimdi tam da bunun zamanıdır. Bu süreci ne olursa olsun özgürlükle buluşturacak olan HALK SERHILDANLARI dır.
Sizce de öyle değil mi?