Emine ERCİYES
Tarih her şeyin kökeni. Özellikle toplumsal olgular açısından tarihte kökünün olması topluma yararlı ya da zararlı bir olgu olma noktasında toplumsal değerlerin anlamlılığının ifadesi. Eğer bir olgunun tarih sahnesine çıkışı insanlığa kazandırmışsa bu olgu olumludur, meşrudur. Ama insanlığa zarar vermiş, toplumsallığı dağıtmış, sömürüye yol açmışsa bu gün olumlu gibi yansıtılsa da, aslında kökten itibaren zararlıdır, ret edilmelidir. Tarihin başlangıcında, egemen uygarlıklar açığa çıkmadan önce, her şey insanlığın ihtiyacı üzerinde icat edilmiştir. Ahlak, politika, ekonomi gibi kavramlar her zaman topluma kazandıran toplum lehine olgular olmuştur. Bu gün ahlak çökertilme, politika devletlerin toplumu kandırma demogojisine indirgenme, ekonomi toplumu sömürme aracı gibi kullanılma noktasına getirilse de, bu kavramlar öz olarak topluma aittir. Toplum lehinedir, sistemin kendini meşrulaştırma aracı haline getirilmiş çarpıtılmış hallerinden arındırılıp tekrar topluma mal edilmeyi gerektirmektedir. Diğer yönden devlet, iktidar gibi kavramlar ise ilk baştan toplum aleyhine, toplumu sömürme aracı olarak doğmuş ve asla toplum yararına olamazlar. Özgür toplum olmak için önce bunlardan kurtulmak gerekmektedir.
Toplumsal doğada tarih, olguların gerçek yüzünü açığa çıkarırken, evrensel boyutta, oluşumlar hakikatin en yalın doğal halidir. Evren hakikatin kendisidir. Evrende yersiz, gereksiz, zamansız hiçbir oluşuma yer yoktur. Vaktinde anlamlı olan oluşumlar bile evrendeki rolü bitip zamanı dolduğunda evren tarafından aşılır, daha yeni oluşumlara evrilir. Evrensel özelliklerle paralel olan evrene ters düşmeyen olgular aynı zamanda toplumsal doğanın da lehinedir, meşruluğu en iyi ifade eder. Öz savunma anlayışını önce evrende sonra da toplumda arayacağız buradan hareketle. Kısa bir çerçeve ile evrensel ve tarihsel temele bakıp günümüze, kadının bu günkü öz savunma durumuna geleceğiz. Egemenlikli sistem toplumun kuruluşuyla birlikte vaz geçilmez bir özelliği olan öz savunmayı gayri meşru, haksız, ilan ederken, sömürü aracı orduları meşru kılmış, savaşla elde edilen ganimeti hak ilan etmiştir. Oysa hakikat bunun tam tersidir. Hakkı çalınanın, saldırıya uğrayanın kendini savunma hakkı vardır, ama askeri gücüne dayanarak gasp, talan, katliam, fetih ile el koyma hırsızlıktan başka bir şey değildir, meşru değil alçakçadır.
Öz Savunma Evrensel Bir Özelliktir
İlk olarak doğaya baktığımızda, tüm varlıklarda kendini savunma temel bir ilkedir. Bu sadece biyolojik canlılık evresine ulaşmış canlılar için değil evrensel bir ilke olarak atom altı parçacıklarda dahi geçerlidir. Bunun en somut örneği Einstein ve atom altı parçacık arasındaki mücadelede göze çarpmaktadır. Einstein evet atomu, atom altı parçacıkların birçok özelliğini keşfediyor, ama aslında kendisi tüm kuralları net kesin olan Newton fiziğine inanıyor, bu nedenle atom altı dünyayı da bu kurallarla tanımakta oldukça kararlı ve ısrarlıdır. Einstein analitik zekanın tüm kurnazlıklarıyla parçacığın tüm özelliklerini anlamak için bir çok farklı deney yapmış ama parçacık Onun istediği gibi davranmayıp her seferinde farklı davranarak, planlarını boşa çıkarmış, onu yanıltmış ve şaşırtmıştır. Parçacığın insanı şaşırtan tabiatı çok renkli, insanı büyülemekte ve hala sırlarla dolu. Konumuz bu olmadığı için ayrıntılara girmeyeceğim. Ama şunu demek istiyorum, parçacığın denetime girmeye karşı koyması, tüm özelliklerinin bilinmesine karşı direnmesi, onun kendini savunmasından başka ne olabilir ki. Tüm özelliklerimiz evrensel kökenli. Evren maddesinden yapılmışsak maddi varlığımız evrendeki maddelerin insan formuna girmiş hali. Evrende bulunan tüm maddeler insan maddesinin yapı taşları olarak bulunmakta. Ama insan sadece beden değil, hatta daha fazla ruh, canlılık, akıl ve duygu, çünkü insanın diğer biyolojik canlılardan farkı bunlar. Cansızdan canlı, akılsızdan birden muhteşem insan aklı, ruhsuz kaba maddeden incecik insan duyguları doğmuş olmasını hangi bilimsel kuram açıklayabilir. Evren en canlı varlık, aklı tüm evreni yaratıp yürütüyor, biz insanlar onun evrimle ulaştığı son durağız, dolayısıyla tüm özelliklerimiz evren kökenli. Ya kendini savunma, yani öz savunma! Öz savunma tüm varlıkların temel özelliği olduğuna göre evrensel kökenli bir duygudur. Evren sürekli genişleyerek, ömrü dolan enerjisi biten varlıkları yeni bir varlığa evrilterek, zindeliğini korumakta ve canlı dinamik varlığını sürdürmekte ve hep yenilenmekte. Tüm bunlar evrenin kendini yenileyerek sürekli koruduğu anlamına gelmektedir.
Öz Savunmanın İlk Ortaya Çıkışı, Ana Tanrıça Öncülüğündedir, Varlığını Korumak Amaçlıdır
Toplumun ilk oluştuğu klan toplumunda, insan birikiminin ilk kültürleşmesi olan Neolitik toplumu aşamasında, toplum varlık yokluk sınırındadır. İnsan doğada tutunup var olabilecek mi, yoksa narin varlığı nedeniyle vahşi doğa içinde yem olup yok mu olacak. Vahşi hayvanların saldırılarına karşı, kaçarak, ağaçlara tırmanarak, taşla odunla kendini savunmaya çalışmak kendini korumak için yetmez. Sadece hayvanlar değil doğanın her şeyi tehlike ve zorluklarla doludur. Beslenmek başlı başına bir sorundur. Beslenemeyen toplum yok olur. Ot ve meyveler doğadan ilk yararlanılacak şeyler, fakat hangisi yenir, hangisi öldürücü zehirlidir. Bunu ayrıştırmak dahi toplumu korumak için büyük bir çaba demektir. Bu bilgi bile yıllardan bu yana süzülmüş olmalı, belki de zehirli bitkileri yiyen birçok insan bu uğurda öldü.
Toplumsal doğaya bakarak öz savunmanın kökenini aradığımızda kadın öncülüğüyle karşılaşmaktayız. Kadın toplumsallaşmanın öncüsü. Toplumu kuran, bilgeliğiyle toplumsal hafızayı geliştiren, toplumun maddi manevi tüm kültür yapısını inşa eden kadın. Kadının ilk toplumsallaşma aşamasında kutsal görülmesini sadece insanların varlığının devamını sağlaması ile sınırlı ele almak çok yarım bir bakış olur. Kadın çocuğu sadece doğurmamış, beslemiş, giydirmiş, korumuş, bildiği her şeyi ona öğretmiştir. Dünyaya gelen her çocuk toplumun devamı için kutsallıkla karşılandı. Fakat bu çocuğu insan yapmak kadının göreviydi. Asıl kutsallık da buydu. Çocuğu beslemek, giydirmek, soğuk ve sıcaktan, vahşi doğadan korumak, aklını kullanan bir insan olarak büyütmek kadının topluma karşı en büyük hizmetiydi. Toplumu korumanın en temel ayağı toplumsal hafızayı yeni nesle aktarmaktı. Topluma katılan her yeni insan şahsında kültürü inşa etmekti. Varlık koşullarını sağlamak toplumu korumanın ilk ayağıydı. İnsan olmanın farkı olan aklını kullanmayı, kültürü, dili, toplumsal yaşamı ona öğretmiştir. Toplum bunlarsız var olamazdı. Olsa da insan olmanın farkı açığa çıkmazdı. Bu özellikler insan olmanın farkı olmakla birlikte kadının toplumu savunma yöntemidir. Kadın, etrafında topladığı insanları, akıllarını kullanmayı öğreterek korumuştur. Konuşup anlatarak, paylaşarak, toplumu harekete geçirerek, bildiklerini aktararak korumuştur. Bilgeliği yaşamın sürmesinin ve korumanın en temel gereği olmuştur. Kadının kurduğu icat ettiği her şey toplumsal hafızaya kaydedilmiş, toplumsal kültür olmuş, insanlığı hep daha iyiye güzele taşımış ve insanlık bunlarla korunmuştur.
Tanrıça Star zamanından bahsediyoruz. Savaş ve aşk tanrıçası olarak mitolojide Tanrıça Star’ın adından bahsedilir. Toplumu korumak, beslemek ve yönetmek, bunları sağlayarak toplumun varlığını sürdürmek insanlık için dönemin en evrensel görevidir. Tanrıça-ana, evrensel işler yaptığı için yıldızlarla bir tutulur. Evrenden karanlık geceye süzülerek karanlığı parçalayan yıldız ışığı gibi insanlık yaşamını aydınlatan bir ışıktır O. İnsanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarmıştır. Bunu yaparken evrensel kurumlar kurmuştur. Ve bunlar hala toplumu yürüten koruyan kurumlardır. Toplumsallık, ekonomi, tarım, ahlak, politika, bunlardan temel bazıları. Bu gün toplumsal kültürler uygarlıklar ne kadar farlılıklarla kendini ifade ediyor olursa olsun, hiçbir insan toplumu bu temel olgular olmadan varlığını sürdüremez. Sürdürse de ya tamamen köleleşmiştir, ya da insanlık özünü kaybetmiştir.
Tanrıçanın klanı ilk toplum biçimidir. Bu günkü aile bireyini hem mülkleştiren hem de kendine bağımlılaştıran ailenin ve toplumun tam tersine, paylaşan, öğreterek var eden, insana insan olma özelliği veren toplumsallıktır. Toplumun ahlakı ve politikasının belirlendiği ortamdır. İlk toplum klan, ilk öncü anadır. Ana tanrıça etrafında oluşan toplum eşitlikçi komünal ve yapılan her iş toplum lehine, toplumu savunma temelindedir. Aile, toplum bu gün ana tanrıçanın klanının özünden ne kadar uzaklaşsa da hala kişinin ilk ahlak terbiyesini aldığı kişiliğinin oluştuğu ortamdır. Toplum hala bireyi korumaktadır. Ama sistemin kendi mikro kurumu haline getirdiği aile insanı köleleştirmenin temel kurumu rolünü oynamaktadır.
Ekonomi toplumun beslenmesi temelinde bir kadın icadıdır. Ev yasası olarak somutlaşır tanrıça zamanında. Bu gün ekonomi topluma sömürünün en fazla dayatıldığı, sistemin insanları en fazla kendine bağımlı kıldığı bir kuruma dönüşmüştür. Ama beslenme barınma elbette ki insanlığın olmazsa olmaz bir ihtiyacıdır. Tarım bunun en doğal sağlandığı alan olarak insan doğa ilişkisinin temelidir. Ahlak ve politika tüm bu kurumlaşmaların ilkelerini, yürütülme tarzını ifade etmektedir. Tüm bu kurumlar insanlık tarihi boyunca hep var olmuşlar, dünyanın neresine gitseniz hala toplumun varlığı için temel kurumlardır. Ana kadının kurduğu toplumsal kurumlar, bu gün egemen uygarlıklar tarafından özünden uzaklaştırılmıştır. Ama gerçek özleri anlamıyla insanlık için hala yaşamsaldırlar, insan olmanın farkının sürmesinde belirleyicidirler. Tanrıça Star insanlığın ilk aşaması olan toplumsallığı kurduğu ilk kurumlarla korumuştur. İnsanlık Ona sadece varlığını değil, yaşamını sürdürmek için gerekli olan her şeyi borçludur. Aşk tanrıçası olması toplumu korumasından, toplumla olan birlik ve bütünlüğünden gelmektedir. Tüm sevginin merkezidir. En sevilendir. Herkesin yanında yakınında olmak istediği, gücünden güç alınan anadır O. Toplumu koruyandır. Topluma verdikleri nedenliyle inanılandır. İnanç aşkın zirvesidir. En derin sevgi inanmaktır. Tanrıca emeğiyle yarattıklarıyla insanların inancını kazanandır.
Mitolojideki Kadın-Erkek Çatışması, Erkek Egemenliğine Karşı Kadınının Öz Savunma Direnişidir
Aşk tanrıçası aynı zamanda neden savaş tanrıçası oldu? Savaş ve aşk nasıl bir araya geldi, Onun kimliğinde bu iki zıt nasıl aynı anda var oldu. Savaş ve aşk bir arada olur muydu. Toplumun temel değerlerine saldırıların olduğu erkek egemenliğinin geliştiği döneme geliyoruz. Erkek kadının üretimine saldırıyor. Ev yasasını (ekonomi) bozuyor, kurnaz adam, ev hırsızı olarak toplumun ürettiği değerleri çalıyor. Aileyi mülkleştiriyor, ilk egemen kişi baba, ilk sömürü kurumu baba erkil aile oluyor. Kadının toplumu koruyan kollayan özelliklerini de babaya yaftalıyor. Toplum, kültürün ahlakın politikanın temeli olmaktan çıkıp iradesiz köle bireylerin yetiştiği devletin sömürü alanına dönüyor.
Ana kadının ilk savaşı buna karşıdır. Tanrıça Star, aşk tanrıçalığının yanına savaş tanrıçası olma ünvanını toplumu savunma amaçlı verdiği mücadele ile kazanır. Star kelimesi bu gün birçok dilde yıldız anlamında kullanılmaktadır. Bu en eski tanrıçanın yaptığı evrensel işlerin yıldızlar katında kutsal tutulması ve tanrıçanın yıldızlarla bir tutulmasının o günden bu güne gelmesidir. Aynı zamanda Star kelimesi Kürtçe’de hala savunma anlamında da kullanılmaktadır. İnsanlar zor anlarda “Ya Star” diyerek ana tanrıçaya sığınmakta yardım ve savunma istemektedir. Yine bugün karanlık gecelerin lanetli kadını olarak anılan tanrıça Lilith köleleştirmeye karşı büyük bir direnişi gösteren tanrıçadır aslında. Zor anlarda, mutlu anlarda Lilit’in çağrılması olan “tilili” bugün hala Kürt kadınlarının zorluklarda ve mutluluklarda dilindedir. Aynı zamanda Kürt kadının özgürlük gücü olan kadın gerillanın “tililisi” düşmanın yüreğini durdururken, yoldaşına savaş gücü vermektedir.
Mitoloji çağı, erkeğin hırsızlığı icadından sonra, kadın erkek arasındaki savaşları anlatır. Tanrıça Ninhursag’ın çalınan “Me”leri (icat, yasa) ve bunları geri alma savaşı bir ilk öz savunma mücadelesidir. Enki’nin Ninhursag’ın bahçesinden sekiz kutsal meyveyi çalma ve sekiz hastalığa yakalanması mitolojisi çarpıcıdır. Bu tanrıçanın lanetiyle yakalanılmış hastalıklardır. Tanrıçanın laneti büyük ihtimalle ikisi arasında çıkan savaşta Enki’nin sekiz ölümcül darbe alması anlamındadır. Diğer bir mitolojik hikaye ise, İnanna’nın kız kardeşini ziyarete gidişini fırsat bilerek tanrıçanın her şeyine el koyan Dumuzi’nin lanetletilmesidir. İnanna o kadar öfkelidir ki, Onu lanetleyerek ömür boyu, her yılın altı ayında yerin altında kalmaya mahkum eder.
Tarihte bildiğimiz en büyük, en eski savaş Tanrıça Tiamat ile Tanrı Marduk arasında yaşanmıştır. Tanrıça çok büyük bir ordu toplamıştır, Marduk ise tanrıçanın bu yenilmez ordusuna karşı tüm tanrılara vaatlerde-tehditlerde bulunarak hepsinin desteğini arkasına almıştır. Savaş sonrası tek tanrılaşarak bunları yerine getirmemiş, sömürüyü tüm tanrılara dayatmıştır. Bu ilk savaş bu günkü iktidar oyunlarının bir ilk örneği olarak çarpıcıdır. Tanrıça çok kendine güvenlidir, içine çektiği nefesle Marduk’u dünyanın dışına fırlatma kurdetindedir. Marduk bu anda kılıcıyla tanrıçayı ortadan ikiye böler ve kendi yaratılış destanını bu olayla başlatır. Elbette eşitliğin komünalitenin kurucusu ve yürütücüsü tanrıçayı ortadan kaldırmadan, Marduk egemenliği tam kurulamaz. Bu nedenle kendi varlığını bu olaya borçludur. Mardık kendi varlığını evrenin varlığı ile özdeşleştirecektir. Artık evreni, doğayı, tüm tanrıları yaratan tanrıça değildir, tanrıçanın ölümü yaratılışın temelidir. Ama yine de yaratım maddesi tanrıçadır bunu da unutmamak gerekir. Tanrıça olmasa Marduk evreni yaratacak madde bulamazdı demek ki. Bu bile tanrıçanın yarattıklarını çalmış olmanın itirafı anlamına gelir. Tiamat ve Marduk savaşı haksızın komployla kazandığı ve sömürü savaşlarının zirveleştiği çağın başlangıcını ifade etmektedir.
Kadınlar erkek egemen zihniyetin komünal topluma saldırısı karşısında iki bin yıl direnmişlerdir. Mitolojik anlatımlardan anlaşılan kadın ve erkek arasındaki savaş iki bin yıl sürüyor. İki bin yıl erkek egemenliği çeşitli kurnazlıklarla kadın emeğine el koymaya çalışmış kadın buna karşı toplumu ve komünal değerleri savunmuştur. Erkek egemenliğin tanrıçanın renkli ve eşit yaşam kültürü üzerine egemenliğin karanlık gölgesini getirmiştir. Fakat kadın direnişi tarihin hiçbir çağında durmamıştır. Kadınlar her fırsat bulduklarında erkek egemenliğine isyan etmişlerdir. İki bin yıllık direniş, kadın için bir hak savaşıdır, öz savunmadır, erkek için ise sömürü sağlama aracıdır. Artık kadının toplumu savunma anlayışına karşı, kurnaz erkeğin toplumu sömürme çizgisi doğmuştur. Öz savunmaya karşı gasp talan saldırıları dönemi başlamıştır. Egemen zihniyetin başlamasıyla birlikte savaşan güçler iki zıt uç olarak şekillenir. Toplumu, kadını, komünaliteyi savunan öz savunma güçleri, toplumu, kadını, insanları köleleştirerek değerlerine el koyan gaspçı güçler.
Egemenlikli uygarlıkların çıkışıyla birlikte tarih, demokratik uygarlık ve egemenlikli uygarlığın paralel akışına tanıktır. Egemenler tarihi kendileriyle başlatırlar. Egemen uygarlık egemenlerin saltanatının başlangıcıdır. Bu nedenle tarihi egemen uygarlıkla başlatırlar. Oysa demokratik uygarlık insanlığın ilk kültürüdür, egemenlikli uygarlık çağı boyunca da hep var olmuş ve toplumu savunmuştur. Demokratik uygarlık toplumun öz savunması olarak hep direnmiştir. Demokratik uygarlık ana tanrıçanın özgür toplum çizgisinin egemenlikli uygarlığa karşı direnişi olarak hep süregelmiştir. Bu mücadele, savaş çizgisi olarak da egemenlerin sömürü savaşlarına karşı halkların öz savunma direnişleri olarak süregelmiştir. Egemenlik çizgisi Marduk’dan, Sargon, İskender, Cengizhan, Sezarlara kadar sürerken, öz savunma direnişi Tiamat’tan, Spartaküs, Hektor, Zenubya, Jan D’ark ve Beritanlara kadar sürmektedir.
Devam Edecek…