Feodal ve Kapitalist Çağlar Boyunca, Kadın, Egemen Sistemin Karşıtı Olmuştur
Emine ERCİYES
Feodal çağa damgasını vuran tek tanrılı dinlerin her üçünde de kadınlar varlıklarını belirgin kılmışlardır. Tanrıca kültürüne karşı en büyük saldırıyı ilk tek tanrılı din olan Yahudilik yürütmüştür. Oysa Hz. İbrahim’in iki oğlunun anneleri olan Sara ve Hacer Yahudilikte gelecek neslin ulusal farklılaşmasını ve yol ayrımını belirlemiştir. Her birinden doğan oğulları biri Yahudilerin, diğeri Arapların olmak üzere ulusal farklılığın başlangıcı sayılmıştır. Hristiyanlıkta Meryem İsa’nın peygamber olarak çıkışına zemin hazırlamıştır. Hristiyanlığın ilk başlangıcında, fakirleri kimsesizleri kapsayan evrensel karakteri ana tanrıça kültürünün Meryem’le hala dile gelmesini ifade etmektedir. Meryem aracılığıyla Hristiyanlığa yansımıştır. İslamiyet’te ise Hz. Hatice Hz. Muhammedin ilk inananı, yani en büyük destekçisi olmuştur. Mevcut sistemin baskıcı karakterine karşı çıkan tek tanrılı dinlerin bir yönü toplumu savunmaktır. Topluma daha refah bir hayat kurmaktır. Dönemin katı erkek egemenliği kadının kendi kimliğiyle öne çıkmasına izin vermese de kadınlar tek tanrılı dinler aracılığıyla sisteme karşı isyan etmişlerdir. Diğer taraftan tek tanrılı dinler sistem karşıtı çıkışlarına rağmen erkek egemenliğini ve sömürüyü meşrulaştırma aracı haline gelmiştir. Din adına yapılan sömürü, gasp, talan en meşru savaş olarak görülmüştür. Kadın ise tamamen lanetlenerek dört duvar arasına mahkûm edilmiştir. Erkeğin neslini sürdürmesi için istediği gibi sürebileceği tarlası olarak sıfatlandırılmıştır. Tek tanrılı dinlerin egemenlik karşıtlığı ve egemenliği güçlendirme özellikleri bir paradokstur. Toplumu savunmak için çıkmışlar ama egemenliği derinleştirme aracına dönmüşlerdir. Yani çıkışlarında toplumun öz savunması rolleri varken, daha sonra toplumu sömürmenin meşrulaşması aracına dönmüşlerdir. En büyük gasp saldırıları tanrı adına toplumları kazanmak adı altında yapılmıştır.
Kapitalizm, egemenlik sisteminin zirvesidir. Kadının metaların kraliçesi haline getirilmesi derecesinde nesneleştirildiği iradesinin elinden alındığı bir süreçtir. Ucuz iş gücüdür kadın. Savaşlarda sistemin bozuk para gibi harcayacağı çocukları doğurma ve büyütme makinasıdır. Kapitalizm, egemenlik çağının en büyük acılarını insanlığa ve kadınlara dayatmıştır. Yeni yerleri keşfetme adı altında, yerli halkları katlederek onların cenazeleri üzerine kendi sömürü sistemini kurmuştur. 1.ve 2.dünya savaşlarıyla insanlığı kıyımdan geçirmiştir. Sömürünün zirveye çıktığı toplumun kendini savunma gücünün en fazla zayıfladığı çağdır. İnsanlığın en kalabalık olduğu ama toplum bilincinin en fazla zayıfladığı çağdır. Kapitalizm toplumu tarih bilincinden, bireyi toplumla bütünlüğünden kopararak tamamen kendini savunamaz hale getirmiştir. Kapitalist çağda toplum en fazla sisteme tabi olmuş ve öz savunması bilinci arayışı dağılmıştır.
Kapitalizmin sömürü sistemine karşı ilk günden sosyalizm mücadelesi toplumu savunma ve özgür yaşamı kurma adına mücadeleye başlamıştır. Kadınlar kapitalizme karşı ilk günden itibaren karşıt cephede yer almışlar, hem sistem karşıtı hareketlerde aktif yer almışlar, hem de feminizmi kadın haklarını savunma kuramı temelinde geliştirmişlerdir. Kapitalizm, sistem içi haklar için bile kadınları katletmekten geri durmamıştır. Eşit ücret isteyen 129 tekstil işçisi kadın sadece hak ettiklerini istemişlerdir. 8 Mart kadın emekçilerin günü olarak andığımız bu gün aslında kadınlara katliam dayatıldığı bir gündür. Bu olayın dünya hegemonu olarak öne çıkan ABD’de olması da elbette tesadüf değildir. Kadın katliamına karşı, kadınların direnişi daha da yükseltmesiyle 8 Mart direniş günü sembolüne dönüşmüştür.
Kapitalist Çağın Dayattığı Metalaştırmaya Karşı Kadınlar Dünyanın Her Yanında Direnişe Katılmıştır.
Kapitalist sisteme karşı 8 Martla sembolleşen kadın direnişi, kapitalizmin ilk çıkışından başlayarak ulaştığı ve sömürgeleştirmek istediği tüm ülkelere, halklara kadar kadınların direnişiyle karşılaşmıştır. Bunlara bazı örnekler verecek olursak;
Kadınlar, Fransız devriminde öncü rol oynamalarına rağmen devrim sonrası haklarını alamayınca Olympe de Gouges insan haklarının ailenin düzenlenmesiyle ev içinde başlaması gerektiğini belirtir. “Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesini” hazırlar. Kadın giyotine gidiyorsa siyaset de yapabilir iddiasındadır. Buna karşı erkek egemenliğinin şiddetiyle karşılaşıp giyotinle idam edilse de tarih adını direnişçi kadınlar arasında yazmıştır. Kadınların örnek aldığı izinden yürüdüğü bir isyancı kadındır.
Ekim devrimi öncesi Çar 2. Aleksandır’a dört kadın suikast düzenler. Sofya Perevskaya çara suikast düzenleyen kadın olarak dünyada idam edilen ilk kadın suikastçı olur. 1917 Ekim devrimini de yine kadın işçileri başlatmıştır. Tekstil fabrikalarında çalışan işçi kadınlar kendi delegelerini komşu fabrikalara gönderip grev örgütlemişlerdir. Yine kadınların kurduğu tabur Aman faşizmine karşı ön cephede büyük bir direniş göstermiştir.
Çin devriminde kadınların oynadığı rolü ise Mao şu sözleriyle ifade eder; “göğün yarısı kadınların omuzlarındadır. Kadınların devrimci ordusu, kadınları maddi manevi özgürlüğü yok etmeye çağıran bütün şeytanları yok etmeye çağırır”. Yine de Çin’de hakim olan feodal yapı nedeniyle kadınlar savaşta geri cephede tutulmuştur. Ama Kuo Ch’un-Ch’in gibi kadınlar erkek kılığına girme pahasına da olsa savaşta aktif rol oynamışlardır. Kuo Ch’un-Ch’in ordunun verdiği en yüksek ödülü almayı hak etmiş oysa ancak yaralandığında kadın olduğu gerçeği açığa çıkmıştır.
Vietnam halkının direnişi sömürgeci devletlerin, başta ABD olmak üzere askerlerini sendroma sokmuştur. Vietnam direnişinde kadınlar “Güney Vietnam Özgürlüğü için Kadınlar Birliğini” kurmuşlardır. Bu birlik bünyesinde yer alan kadınlar, erkekle aynı cephede ve her düzeyde çalışmalar içerisinde yer almanın yanı sıra, yönetimsel düzeyde de aktif görev almışlardır. Nguyen Thi Dinh, kadınlar birliğinin başkanı olduğu gibi, orduda da ilk askeri komutan yardımcılığını yapmıştır. Yine bu birlik, ABD tarafından fuhuşa sürüklenen kadınları bu zeminden kurtararak, halk savaşımında kadınlara yer verir. Yine 1970 yılına doğru Saygon’lu kadınlar, onurlarına sahip çıkmak için Kadınlar Kurulu’nu oluşturdular. Yakalanan kadınlar Saygon zindanlarında destansı direniş sergilemişlerdir.
Küba devrimi deyince aklımıza Che Guevara ve Fidel Castro gelir. Celia Sanchez ise Küba Devrimi’nin merkezindeki kadındır ve hatta kararların verilmesinde etkili olduğu söylenir. 10 Mart 1952 darbesinden sonra Celia, Batista hükümetine karşı yürütülen direnişe katılmıştır. 26 Temmuz Hareketi’nin kuruculuğunu, devrim boyunca çatışma birliklerinin liderliğini yapmıştır.
Hindistan kültürel, dini, dil, etnik renkliliğiyle tanınır. Lakshmi Sehgal, Hint bağımsızlık hareketi devrimcilerinden biri olup, Hindistan Ulusal Ordusu’nda askerlik yapmış ve daha sonra Azad Hind hükümetinde Kadın Bakanlığı görevini yürütmüştür. İngiliz Yönetimi’ni devirmek için savaşan ve tamamı kadınlardan oluşan “Jhansi Kraliçesi Alayının” komutanıydı. Jhansi Kraliçesi Alayı, İkinci Dünya Savaşı’na katılan ordular içinde yalnızca kadınlardan oluşan az sayıdaki askeri birlikten biridir. Bugünde Hindistan’da kadınlar erkek egemenliği ve kadınlara dayatılan şiddet tecavüz haksızlık, erkek egemen devletin erkek haklarını savunmasına karşı “Pembe Çete” kadın öz savunması olarak örgütlülüğünü sürdürüyor. Bambu sopalarıyla öz savunma yapan pembe çetenin birçok taraftarı ve güçlü bir örgütlülüğü var.
Verdiğimiz birkaç örnek bile dünyanın her yerinde kadınların direniş halinde olduğunun somut ifadesidir. Nerede direniş varsa orada kadınlar olmuştur. Kadınlar yeni direnişe başlamıyorlar. Erkek egemenliğinin kadın emeğine ilk saldırdığı günden itibaren direniştedirler. Tarihin ismini yazmadığı kadın direnişi araştırılmayı ve gün yüzüne çıkarılmayı, tüm kadınlara mal edilmeyi bekliyor. Devrimlere kadınlar aktif katılarak güç vermişlerdir ama devrimler kadın özgürlüğünün rengini açığa çıkarma gibi bir gündem oluşturmamışlardır. Kadın özgürlüğü diye özgün bir gündeme gerek duyulmamış, toplumun özgürleşmesiyle kadınlarında özgürleşeceği gibi yüzeysel bir eşitlik anlayışı yeterli görülmüştür. Oysaki kadına dayatılan köleliğin tarihsel derinliği kadında derin izler yaratmıştır. Kadın, tarihiyle, toplumsal kimliğiyle, zihniyetiyle ayrı bir kimliktir. Kadına dayatılan köleliğin parçalanması, kadının özünün tekrar açığa çıkması özgün bir kadın özgürlük mücadelesini şart kılmaktadır. Devrimlerin yarım kalan yönlerinden en önemlisi kadın özgürlüğüne gereğince eğilmemeleridir. Çünkü kadın özgürlüğü tüm toplumun özgürlüğünün kilididir.
Devam Edecek…