
Yukarı Mezopotamya’da gerçekleşen neolitik devrim sonrası Aşağı Mezopotamya’da gelişen şehir devletlerinin oluşturduğu Sümer yapılanması insanlık tarihinde yeni bir aşamaya tekabül etmekteydi. Devletli uygarlık olarak adlandırdığımız bu süreç birçok tarihçi tarafından tarihin başlangıcı olarak değerlendirilmişti. Ancak gün yüzüne çıkan arkeolojik kanıtlar devletçi uygarlık denen aşamanın çok öncelerinde kültürel toplum gelişiminin olduğunu ispatlamaktadır. Bu nedenle artık ”Tarih Sümer’de Başlar’ tespiti çok gerilerde kalmış ve yerine ‘Tarih Mezopotamyada Başlar’ tespiti daha bir anlam kazanmıştır. Ancak yine de Sümer ile başlayan yazılı tarih bizler için tarih disiplini açısından temel bir veri olmaya devam etmektedir. Bu nedenle gerek adlandırmalarda ve gerekse tarihi izlemede yazılı tarih verilerini değerlendirmek bizler açısından kaçınılmaz bir yöntem olmaya devam edecektir. Kürt tarihi açısından da tarihteki ilk Kürt oluşumlarını daha çok Sümer, Akad, Babil, Hitit ve Mısır yazıtlarından takip edebiliyoruz. Kısmi olarak da bu yapıların kendi bıraktıkları yazıtlar tarihçilerin elinde mevcut.
Genel olarak bu yapılar için belirtebileceğimiz birkaç ortak husus şunlardır:
Tüm antik çağ Kürt oluşumları neolitik devrimin izlerini taşımaktadır,
Ari kültürün tüm kültürel yapılarını bunlarda görmek mümkündür,
Dil yapıları Ari kültür kuşağının dil grubunda yer alır,
Dini yapıları gök-tanrı sistemine dayalı çok tanrı ve tanrıçalı olmakla beraber çevre halkların dini yapılarının da kabul etmektedirler,
Yeni bir uygarlık çıkışı değil, mevcut devletli uygarlığa karşı bir demokratik uygarlık çıkışı olma özellikleri daha fazla ön plandadır,
Köleci yapılara rastlanmamaktadır, ciddi kast sistemleri gelişmemiştir,
Ekonomik olarak tarım ve hayvancılık ön plandadır, kısmi bazı alanlarda ticaretle de uğraşılmıştır,
Köylülük ve göçebelik (Gundinî û Koçberî) toplumsal yaşam hakimdir,
İdari açıdan hanedanlık ön planda olsa da ilkel demokrasi diyebileceğimiz bir aşiret konfederasyonları daha baskındır,
Oldukça güçlü savunma sistemleri mevcuttur,
Hurri:
Sümer dilinde Ur tepe, Kur dağ ve Hur ise yüksek memleket anlamında kullanılmaktadır. Sümerler kendi ülkelerinin kuzeyinde kalan bütün dağlık alanlar için yüksek memleketler anlamında Hurri adlandırmasını kullanmışlardır. Hurri adı, tarihte görülen ilk Kürt kültür kuşağına verilen ortak bir adlandırma olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel anlamda daha sonraki Elam, Guti, Lulu, Mittani, Kassit, Nairi, Urartu ve Hititlere kadar olan diğer yapıların da pro-tipidir. Hurrilerde görülen temel kültürel, ekonomik, dini ve idari şekillenme Til Xelef kültürünün bir devamı olarak gözlenmektedir. Sosyolojik olarak değerlendirilecek olursa Hurriler dönemsel, bölgesel ve kısmi bir yapı değil uzun süre sosyolojisi (Kültür Sosyolojisi) kapsamında değerlendirilmesi gereken bir yapıdır. Kürt toplumsal yapısının şekillendiği temel kültür sosyolojisi kapsamında ele alınmalıdır.
Gözlenebilir tarih içerisinde ilk olarak M.Ö. 3000lerin ortalarından itibaren ortaya çıkmışlardır. Birçok Akad, Babil, Asur, Hitit ve Mısır tabletlerinde Hurrilere bağlı olaylar ile Hurrice isimlere rastlanmaktadır. M.Ö. 1000li yıllara kadar bölgede ciddi bir Hurri etkinliğinden bahsedilebilir. İlk olarak Van Gölü çevresinde güçlenen Hurriler kendi dönemlerinde ilk savaş arabalarını kullanmışlardır. Daha sonra güneye doğru inip M.Ö. 2000 yıllarında Kuzey Mezopotamya, Suriye ve Filistin’e kadar yayılan bir devlet kurmuşlardır. Sümerler (M.Ö. 3500- 3000), Akadlar (M.Ö. 2725-2545), Birinci Babil Devleti (M. Ö. 2100-1800), Mısır Orta Krallık Devri (M.Ö. 2065-1600), Üçüncü Ur Sülâlesi (M.Ö. 2000-1960), İsin Larsa Devri (M.Ö. 1960-1735), Hititler (M.Ö. 1900-700) ile münasebette bulundukları yapılan arkeolojik kazılar sonucu elde edilen kaynaklardan anlaşılmaktadır. Özellikle yeni gelişmekte olan devletli uygarlık merkezleri olan Sümer, Akad ve Babil kolonileşmesine karşı giriştikleri savaşlar etnisitenin direnişini ifade etmektedir.
Hurrilerin başlıca merkezleri bugünkü Riha, Merdîn, Amed ve Kerkuk arasındaki bölgede bulunan Til Feheriye, Til Berak, Şagar ve Bazar gibi kentlerdir.
Hurri dini yapısı gök-tanrı sistemine dayanmaktadır. Panteonun baş tanrısı Kumarbinin anavatanı Amudê yakınlarındaki Orkiş antik şehridir. Panteondaki diğer etkin tanrılar fırtına tanrısı Teşub ve eşi tanrıça Hebat, güneş tanrısı Şimegi, ay tanrısı Kuşuh, yıldız tanrısı Şauşkadır
Hititler tarafından yıkıldıkları M.Ö. 1500 yıllarına kadar çevre uygarlıklarla hem çatışma hem de ilişki içerisinde bulunmuşlardır. Hittit kralı Hattuşili zamanında Hititler üzerine bir sefer düzenlemişlerdir. Ancak uzun yıllar süren seferler sonucunda yenilerek imparatorluklarına Hattuşili tarafından son verilmiştir. Bundan sonra Hurrilerin bir kolu olarak tespit edilen Mittaniler M.Ö. 1500lü yıllarla beraber bölgede hakim bir imparatorluk kurmuşlardır.
Subaru:
Subarular da Yukarı Mezopotamya’da M.Ö. 4000’lerden itibaren -Hurriler gibi- bir kültür kuşağı olarak değerlendirilmektedir. Fırat isminin bunlar tarafından verildiği birçok kaynak tarafından kabul edilmektedir. Subarular’ın Hurriler’le aynı kökten geldikleri ve yeryüzünde madeni ilk işleyen kavim oldukları bilinmektedir. Hatta işlenen madenlerin Aşağı Mezopotamya’ya da ihraç edildiği anlaşılmaktadır.
‘Subar’ adlandırması bu günkü Kürtçe’deki at binicisi anlamında kullanılan ‘Suvar’ la aynıdır. Bölgede ilk at yetiştiriciliğinin bu halk tarafından yapıldığı bilinmektedir. Ayrıca Subar kelimesinin Kürtçedeki Şivan kelimesinin bozulmuş hali olduğu da iddia edilmektedir. Şivani, ‘Çoban halkı’ anlamına gelmektedir. Her iki açıdan da Subaruların bölgede yaşayan proto Kürtler olduğu anlaşılmaktadır. Direk kendi isimleri ile bir siyasi yapılanma ortaya çıkarmamış olsalar da kendilerinden sonraki Guti, Mittani ve diğer Kürt orjinli yapılanmaları kültürel açıdan etkiledikleri anlaşılmaktadır. Çevre uygarlıklardan özellikle Akad, Babil ve Hitit yazıtlarında Subaru isimleri zikredilmiştir. Subaruların bir bölümünün yaşadığı Hewler’de bugün halen sürmekte olan tarihi Kürt aşiret konfederasyonu Zebariler Subari/Subaru adını halen taşımaktadır.
Elam:
Elam coğrafya olarak Doğu kürdistanın güneyinde bulunan eski bir uygarlıktır. Halen İran toprakları içerisinde İlam olarak adlandırılmaya devam etmektedir. Hatta kutsal kitaplarda adı geçen Dilmunun burası olduğu tarih otoriteleri tarafından kabul edilmektedir. Başkentleri Susa şehridir.
M.Ö. 2700lü yılların başlarında Gutiler ile gerçekleştirilen ittifak sonucu oluşturulan aşiret konfederasyonunda yer alarak Akadlara karşı savaşmış ve Guti konfederasyonu içerisinde özerk bir şekilde yer almıştır. Bu süre içerisinde Sümer ve Akadlardan çivi yazısını öğrenirler. Cam ilk defa burada işlenmeye başlanır. Akad’lar 2300 yıllarında Elam’ın Başkenti Susa’yı Guti’lerden aldıktan sonra Elam-Guti ittifakı bozulur ve Elam toprakları Akadların eline geçer.
Daha sonra Elamlı aşiretler Kral Rimsin (1759-1699) etrafında birleşerek Babil Kralı Hamurabiye karşı (1728-1686) savaşıp Elam’ın varlığını korumuşsa da tam anlamıyla bir siyasi üstünlük kazanamamışlardır.
M.Ö. 1600 yıllarında Mezopotamya’ya hakim olan Kassit’lerin Elamlara son verdiği bilinmektedir.
M.Ö. 13. Yüzyıllardan sonra Elamlar tekrardan güçlenerek Kralları Îutnuk Nahunte ve Kutir Nahunta zamanlarında Mezopotamya’da hakimiyet kurmuş ve bir çok tarihi belge bırakmışlardır. Elamların en güçlü oldukları bir süreçte Babil Kralı Nabukadnazar Susa şehrini ele geçirerek Elamlara son verir. Daha sonra ise M.Ö. 640 yılında Asur kralı Asurbanipal tarafından Elam ülkesi ele geçirilir. Medlerin Asurlara karşı savaşmaya başladıkları süreçte Medlerle ittifak geliştirmiş ve Med imparatorluğu içerisinde bir özerk bölge olarak varlığını devam ettirmiştir. Medlerin yıkılmasının ardından ise bir Pers Satraplığı konumuna gelen Elam hakkında daha sonraki süreçlerde bir belgeye rastlanmamaktadır.
Guti:
M.Ö. 3000’li yılların sonlarına doğru Zağros eteklerindeki bazı şehir-devletleri siyasal olarak birleşmeyi başararak Kürdistan dışına doğru fetih seferlerine başladılar. Bu siyasal yapı M.Ö. 2250 ile 2120 yılları arasında Mezopotamya coğrafyasında geniş bir alanda hüküm süren yeni bir yönetici hanedanlık kurdular. Gutiler hakkında bulunan tarihsel kayıtlar daha çok Akad ve Sümer ülkelerine yapılan fetihlere ilişkindir. Akad Kralı Naram-Sin Gutiler hakkında şöyle yazmıştır. ” onlar dağların arasında büyüdüler, güçlendiler, boy pos kazandılar”. Naram-Sin’in ölümünden beş yıl sonra Gutiler, Lulular ile yaptıkları bir ittifakla Akad krallığını fethettiler.
Guti kelime anlamı olarak öküz ya da sığır sahibi halk anlamında kullanılmaktadır. Coğrafik olarak Dicle nehrinin doğusundan Babil’e kadar olan bölgede hükmetmişlerdir. En büyük merkezleri Ganj Dara (Kırmanşah), Urbilum (Hewlêr) ve Harkar’dır (Hakkâri). Guti bir aşiret konfederasyonu biçiminde örgütlendiğinden yönetim de bu aşiret yöneticileri arasından seçilirdi. Üç yılda bir aşiretler bir araya gelerek Guti dilinde İanzi ya da Yanzi (kelime anlamı seçilmiş yönetici demektir) olarak adlandırılan yöneticilerini seçerlerdi.
Gutiler hüküm sürdükleri zaman içerisinde bir çok Akad ve Sümer Şehrini harap etmişlerse de dini mekanlara dokunmamışlardır. Hatta dini sistemlerinde çok tanrılı bir din yapısına sahip olduklarından Sümer ve Akad tanrılarını da kabul ederek onlar adına da mabetler inşa etmişlerdir. En büyük tanrıları olan Gudea daha sonraki Ari dillerde tanrı anlamında kullanılan Xuda, Hoda, God isimlerinin de ilk atasıdır.
Ekonomik yapı ağırlıkta hayvancılık olmuştur. Özellikle büyük baş hayvancılık ön plandadır. Ayrıca Gutiler döneminde çevre uygarlıkların yanında İndus ülkeleri ile bazı ticari ilişkiler geliştirdikleri yazıtlardan anlaşılmaktadır.
El sanatlarında renkli seramikler yaparak üstünü bitki, hayvan ve insan figürleri işleyerek süsledikleri, bakır ve diğer madenlerden ev eşyaları ve tarım malzemeleri yaptıkları, kılıç, kalkan, ok, mızrak, balta vb. gibi savaş aletlerinin yanı sıra altın ve gümüşten çeşitli süs eşyaları, vazo, kâse, sürahi, yüzük, bilezik, gerdanlık gibi eşyaların yapımında da usta oldukları buluntulardan anlaşılmaktadır.
Gutilerin son dönemlerinde aşiretler arasında anlaşmazlıklar baş göstermiştir. Bu anlaşmazlıklar sonucunda Lolo, Sus (Elam), Kémaş ve Erdéla aşiretleri birlikten ayrılırlar. Gutilerin zayıfladığını gören III. Ur hanedanı Asur Kralı Salmanasar Gutilere saldırarak M.Ö. 2120 yılında Guti hakimiyetine son vermiştir. Bunun üzerine birliği oluşturan birçok aşiret Zagrosların yüksek alanlarına çekilerek bu alanlarda varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Lulular:
Guti hakimiyet döneminde Gutilerle uzun bir süre işbirliği yapmış olan Luluların (Lolo ya da Luluwi olarak da adlandırılmışlardır) uzun yıllar boyunca bağımsız bir yapı olarak da varlıklarını devam ettirdikleri Asur yazıtlarındaki belgelerde ortaya çıkmaktadır. Asur belgelerinde Lulu ülkesi Zauma olarak adlandırılmıştır.
Lulular Şarezor, Şêxan, Zehaw, Kerkük gibi şehirleri de içerisine alan büyük bir ülkeye sahiptiler. Başkentleri Zîmrî idi. Lulu kralı Anubanini Zehab kentinde yazılı bir belge bırakmıştır. M.Ö. 2800lü yıllarda yazılmış olan bu belgede Anubanini Zehaw ve Halman gibi bölgelerin de kendi denetiminde olduğunu açıkça belirtmiştir. Ancak aynı zamanda bu dönem içerisinde Lulular Gutilerle giriştikleri ittifak sonucunda Akadları yenerek Guti konfederasyonu içerisinde özerk bir statüye kavuşurlar.
Şarezor şehrinin güneyinden geçen bir vadide bulunan bir rölyefte Naram-Sîn’nin Lulular ile yaptığı bir savaştan bahsedilmektedir. Bu rölyefte Luluların oldukça büyük bir coğrafya üzerinde hakimiyet kurduklarından bahsedilmektedir. M.Ö. 1000li yıllarda ise, Asurların Lulu ülkesine bir saldırı gerçekleştirdikleri ve bu saldırılar sırasında Lulu kralı olan Amixa’nın başkent Zîmrî’yi terk ederek Pîrmîgron kalesine sığındığı ve Zîmrî’nin Asurların eline geçtiği Asur tabletlerine işlenmiştir. Bu tarihten sonra Med imparatorluğunun kuruluşuna kadar Lulu’lar daha çok Zagros zozanlarında Asurlara karşı bir direniş savaşı gerçekleştirmiş ve Medlerle geliştirdikleri ittifakla Asurları yendikten sonra Med sürecinde tekrardan eski özerk statülerine kavuşmuşlardır.
Kassitler:
Kassit ya da Kassu halkı -Kasa biçimi de vardır, Akad dilinde Kaşşu deniliyordu ve bu dillerin hepsinde ‘Fakir Halk’ anlamında kullanılmaktadır- Hemedan ya da Urmiye Gölü bölgesinden (Zagros dağlarından) Aşağı Mezopotamya’ya inen bir halktır. İlk kez, M.Ö. 2200 yıllarından itibaren paralı asker ve işçi olarak çalışmak, atlarını satmak için Aşağı Mezopotamya bölgesinde görülmeye başlarlar. Kerkük ovasında, bugünkü Süleymaniye dolaylarına yerleşirler, fakat sonra Babilliler tarafından batıya doğru sürülürler.
M.Ö. 1650-1595 yılları arasında Üçüncü Ur sülâlesi ve Birinci Babil devleti zamanında Mezopotamya’nın karışık durumundan faydalanarak Gandaş (ya da Xandiş) adlı bir liderin başkanlığında birleşip, Fırat boylarından güneye inerek Babil bölgesini istilâ ederler. Bu saldırılar sırasında Kassitlerin Hititlerle de ittifak yaptıkları görülür. 1595-6 yıllarında Babil’leri yenerek bölgede altı yüz yıl hüküm sürecek bir imparatorluk kurarlar. Nüfuz olarak yoğun olmamalarına rağmen Babil’i ele geçirdikten sonra hüküm sürdükleri altı yüzyıl boyunca, Sümer, Akad ve Babil kültürlerini etkiledikleri kadar bu kültürlerin de büyük ölçüde etkisi altında kalırlar.
Hurri, Elam ve Mittaniler ile yoğun ve sıcak ilişkiler içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Mittanilerin Mısırlar ile ittifak içerisinde bulundukları dönemde Kassitlerin de Mısır ile iyi ilişkiler geliştirdikleri, Mısır ile aralarında ticaret ağları kurdukları görülmektedir. Özellikle Mısır ile ilk defa altın ticareti Kassitler döneminde başlamıştır. Dış ilişkilere önem vermelerinden dolayı diplomasi alanında gelişkindirler.
Dil ve edebiyat konularına büyük önem vermişler özellikle Sümer ve Akad kitabelerini toplatıp yeni nüshalar çıkartarak bunlardan bir kütüphane oluşturmuşlardır. Kendi kitabelerini Akad ve Sümer dillerinde yazmışlardır. Ancak İmparatorluğun bazı yıllarında Hitit ve Elam dillerinde yazılmış kitabelere de rastlanmaktadır.
1450 yıllarına kadar devlet yapılanması içerisinde daha çok konfederal özellikler ön plandadır. İmparatorluk eyaletlerden oluşmaktadır. Eyaletlerde Guenna ya da Şaknu adı verilen ve vali olarak görev yapan kişiler kralla ortak bir devlet yönetimi oluşturmaktadır. Ancak 1450 yılından sonra daha merkezi bir yapı ön plana çıkarak Kral tek yetkili kişi haline gelmiştir. Bu döneme kadar tarihte ilk defa görülen sınır taşı uygulaması Kassitlerde ortaya çıkmıştır. Kudurru adı verilen taş dikitler eyaletler arasındaki sınırları belirlemekte kullanılıyordu.
Dini sistem olarak daha çok Babil tanrı sistemine tabidirler. Marduk en önemli koruyucu tanrılarıdır. Ancak bunun yanında kendi tanrı panteonları da vardır. Kassit tanrılar panteonun başında Harbe vardı. Aynı tanrıya Hurriler de tapardı. Güneş tanrıları Sah ile Suriaş, ay tanrısı Şipak (diğer adıyla Şihu), savaş tanrısı Maruttaş, hava tanrısı Buriaş, tanrıça Mirizir, Kassit panteonunun tanrılarındandır.
Kuzey Mezopotamya’da Mitanni krallığının zayıflaması üzerine önceleri Kassitler bu yönde yayılmasını sağlamışsa da aynı bölgeyi kontrol eden Orta Asur Krallığı, Babil merkezli Kassit yayılımına karşı yeni bir tehdit oluşturmuştur. Fakat Asur Krallığının Kassit üzerindeki bu yayılmacı harekâtının uzun sürmediği anlaşılmaktadır. Aşağı Mezopotamya’daki Kassit egemenliği, esas olarak güneydoğudan gelen Elam saldırılarıyla son bulmuştur. Şutruk-Nahhunte adlı krallarının önderliğindeki Elam orduları, 1155-57 yıllarında Babil ve çevresini ele geçirerek büyük yağmalamalar gerçekleştirilmiş ve sonrasında bölgeyi Elam valisinin denetimine bırakmıştır. Şutruk-Nahhunte, Naram-sin yazıtları üzerine kendi başarısını anlatan bir de yazıt ekletmiştir.
Mittani:
Proto-Kürt Hurrilerden sonra Mitanniler; ikinci kuşak Hurri kökenli uygarlık dalgası olarak tarihte önemli gelişmelere imza atmışlardır. Hurrilerin kurdukları gevşek konfederasyon denemesinden sonra güçlü bir federasyon oluşturmuşlardır. Mittaniler ilk defa Amed, Riha, Merdin ve Sincar arasındaki bölgede ortaya çıkmışlardır. Giderek büyüyen Mittaniler M.Ö. 1500-1250 yıllarında bir dünya imparatorluğu haline gelmiştir. Bu dönemde Kürt dağlarının önemli bir kısmını kendi yönetimlerine tabi kılmışlar, güç ve zenginlik bakımından Mısır, Hitit ve Akad imparatorlukları ile aynı düzeye ulaşmışlardır. Başkentleri bu gün Batı Kürdistan’da yer alan Serî Kanî olarak da bilinen Waşukani’dir.
Mittani adının kendisi Hurrice’dir ve imparatorluk mensuplarının önemli bir kısmı da Hurrice konuşanlardan oluşmaktadır. Bazı devlet kayıtlarının ise Akadca tutulduğu da görülmektedir. Asurlar Mittaniler için Hani-Galbat, Mısırlılar ise Nahrima ve Hititliler ise Mittani adını kullanmışlarsa da Mittanilerin kendileri için hangi ismi kullandıkları bilinmemektedir. Yer yer genç savaşçı anlamına gelen Maryan teriminin kullanılan yazışmalarda öne çıktığı görülse de açık bir isimlendirmeye rastlanmamaktadır.
Mitannilerin M.Ö. 1440 yıllarında sınırları, Kerkük’ten Zagroslara, Tel Alala’dan Amanoslara, Filistin ve Mısır sınırına dek uzanıyor. Kuzeyde Millidia (Malatya) güneyde Suriye ve Musul yöresini içeriyordu.
Kendi dönemlerinde komşu imparatorluklarla hem ilişkili hem de çatışmalı süreçler yaşamışlardır. Özellikle Mısır ve Hitit imparatorlukları ile oldukça yoğun bir etkileşim içerisinde oldukları görülmektedir. Uzun yıllar boyunca Hittiler ile ittifak içerisinde Mısır saldırılarına karşı Yukarı Mezopotamya coğrafyasını savunmuşlardır. Bu tarihlerde Mittani krallarından Mattivaza Hitit krallarıyla iyi ilişkiler geliştirmek amacıyla bir Hitit Prensesi ile evlenmiştir. Uzun yıllar Mısırlar ile yapılan savaşlar sonrasında tarihte ilk barış antlaşması olarak kabul edilen Kadeş Antlaşması Mısır, Hitit ve Mittani İmparatorlukları arasında 1380-50 yılları arasında imzalanmıştır. Bu antlaşmanın ardından Mısır ile daha iyi ilişkiler geliştirilmiş ve Nefertiti ile Nefertari isimli iki Mittani prensesi Mısır Firavunları ile evlendirilmişlerdir. Bir süre sonra Mittani ve Mısır arasındaki bu iyi ilişkileri Hititliler tarafından bir tehdit olarak algılanmış ve Hitit imparatorluğu, Asur hanedanları ile işbirliği geliştirerek Mittanilere saldırmışlardır. 1275 yılında Mittani topraklarının büyük bir bölümü Asur kralı Salmanassar’ın gerçekleştirdiği yoğun saldırılar sonucunda Asurların eline geçer. 1250 yılında tekrardan güçlerini toparlayan son Mittani kralı II. Satuar Asurlara karşı yeni bir isyan başlatır ancak Salmanassar karşısında direnemeyerek yenilir. Bu yenilgi ardından Mittani toprakları Hitit ve Asur imparatorlukları arasında paylaşılır.
Mittaniler hakimiyetleri döneminde uygarlık açısından önemli gelişmelere imza atmışlardır. Halı dokumacılığının Mittaniler döneminde bölgede yaygınca geliştiği görülmektedir. Yine demir işletmeciliğini ellerinde tuttukları bilinmektedir. Sadece bu bile Mittani toprakları üzerindeki süreklileşen işgal saldırılarını anlaşılır kılmaktadır. Askeri açıdan özellikle at eğitme ve atlı arabaları savaş alanına sürmede öncülük ettikleri çıkan yazıtlardan görülmektedir. At binmeyi ve at arabalarını savaş aracı olarak kullanmayı Hittitler Mittanilerden öğrenmişlerdir.
Mittaniler de Hurriler gibi gök-tanrı sistemine inandıkları görülse de tanrı panteonu Hurrilerden farklılıklar arz eder. Tanrı isimleri Aruna, İndar, Nasttyana, Surya ve Mithrasil olarak sıralanmaktadır. Bunların Vedik Hindistan dinindeki Varuna, İndra, Nastya, Surya ve Mithra tanrı adlarına tekabül ettiği görülmektedir. Bu anlamda Mittanilerin Aryen kültür kuşağı üzerinde ciddi bir etkide bulunduğu dini sistemden de anlaşılmaktadır. Yine bir Mittani prensesi olan Nefertiti’nin Mısır’da tüm eski Mısır tanrılarını kaldırarak Mittani Güneş Tanrısı adına bir kent yaptırarak Mısır dinini değiştirme girişimleri Mittani dini sisteminin gücünün bir kanıtı olmaktadır. Ancak Nefertiti’nin bu girişiminin ölümünün de bir sebebi olduğu tahmin edilmektedir.
Mitanni ülkesi Hitit ve Asur devleti arasında paylaşıldıktan sonra da Hurri kökenlilerin direnişi sona ermiyor. Nairiler olarak (Asurca su halkı anlamına gelir) bilinen aşiret toplulukları bugünkü Botan’da aşiretler konfederasyonu benzeri birliklerle (MÖ 1200-800) uzun süre direniyorlar.
Nairi:
M.Ö. 1200 ila 800 yılları arasında Wan gölünün doğusundan güneye Cizire ve Şemzinan’a doğru uzanan coğrafyada Urartu merkezi devleti kurulmadan önce kurulmuş olan esnek aşiret konfederasyonlarına dayanan yapıya Asur kral yazıtlarında Nairi dendiği anlaşılmaktadır. Tam da bu yıllar arasında yaşamış olan Asur krallarından I. Salmanasar’ın oğlu I. Tukulti Ninurta (M.Ö. 1236-1199)ya ait yazılı tabletlerde Van Gölü çevresinden Nairi Ülkesi olarak söz edilmektedir. Asur’daki bir tapınakta yer alan bir yazıtta şu satırlar okunmaktadır: …Aşılması zor dağ yollarından yürüdüm, Nairi Ülkesi’nin 43 kralıyla savaştım, onları yenilgiye uğrattım ve bu onların sonu oldu, kanları dağ doruklarından akan seller gibiydi.
Yine başka bir Asur Kralı olan I. Tukulti-Apil-Eşarra (Kitab-ı Mukaddes’te geçen adıyla I. Tiglat Pileser)’ya karşı 23 yerel bey, birleşik bir ordu çıkararak Asur saldırılarına karşı Nairi ülkesini korumaya çalışırlar. I. Tukulti-Apil-Eşarra bu orduyu M.Ö. 1112’de, Muş’un Bulanık ilçesi yakınlarındaki Yoncalı mevkiinde bozguna uğratmış ve bu zaferini Asur’daki Anu-Adad Tapınağı’nda yer alan Prizm Yazıtı’nda şöyle anlatmıştır:
“… Geçilmesi zor yollardan güçlükle geçtim, 16 büyük dağı arabalarımla aşarak, ardındaki güçlüklerle dolu o güzel ülkeye ilerledim. … Nairi ülkesinin 23 kralıyla savaştım, korkunç silahlarımın tüm şiddetiyle onlara saldırdım, Silahlarla donatılmış 120 savaş arabasını ele geçirdim, Nairi ülkesinin 60 kralı onlara yardıma geldiler, onları mızrağımın ucunda Yukarı Deniz’in kıyılarına kadar kovaladım. Nairi Ülkesi’nin büyük kentlerini ele geçirdim. Sahip olduğu her şeye el koydum. … Atlar, katırlar, sığırlar, otlaklarında otlayan bütün sürülerini ki bunlar sayılamayacak kadar çoktu, bunları ülkeme taşıdım…”
Tüm bu saldırıların altında yatan temel neden Nairi ülkesinin hem hayvancılıktan kaynaklı zenginlikleri ama daha da önemlisi maden açısından zenginliğidir. Özellikle demir ve bakır madenlerinin yoğunluğu ve işlenişi dönemin emperyal gücü olan Asurların Nairi ülkesine sürekli bir işgal harekâtı içerisinde olmasına neden olmuştur. Bu saldırılara karşı ise bölgedeki aşiretlerin sürekli olarak birleşerek bir güç oluşturdukları ve direndikleri görülmektedir. Son olarak Asur kralı II. Adad-Nirari (M.Ö. 911-891) Nairi ülkesi üzerine yaptığı seferlerde Lulume, Kirhi ve Zamua ülkelerini ele geçirip ve Kumane, Mehri ve Uratri ülkelerini zapt ettikten sonra Nairi konfederasyonunu oluşturan aşiretler M.Ö. 850-40 yıllarına kadar ciddi bir etkinlik gösteremezler. Bu yıllarda ise yeni ve daha merkezi bir yapılanma olarak Urartu konfederasyonu Nairi ülkesinde ortaya çıkarak bu aşiretlerin hepsini bir araya getirip coğrafyamızda büyük bir güç haline gelmişlerdir.
Urartu:
Urartu ismi hakkında değişik görüşler olmakla beraber yaygınca kabul gören Asur’ca bir isimlendirme olduğudur. Asur dilinde Uru ülke, ülkesi anlamındadır. Asurluların ‘Atri’ biçiminde yazdığı sözcük ise o dönemdeki en yaygın Anadolu dili olan ‘Luvi Dili’ndeki Adra/Atra (Erkek, Koca; özellikle Ana Tanrıça’nın kocası olan Tanrı) anlamında kullanılmıştır. Bu anlamda Uruatri-Koca Tanrının Ülkesi anlamında Urartu isminin Asurlar tarafından verildiği tahmin edilmektedir. Diğer bir görüşe göre ise Urartu adının yüksek memleket anlamında kullanıldığına dönüktür.
Coğrafya olarak Fırat nehrinin doğusunda Zagroslara kadar olan alan ile kuzeyde bugünkü Ermenistan platosunun tamamından güneyde Süleymaniye ve Kerkük hattına kadar uzanmıştır. Başkent Tuşba (ismini Hurrilerin Fırtına Tanrısı Teşub’dan almış olması muhtemeldir), bugünkü Wan’da bulunan kalenin kapladığı alanda kurulmuş olan şehirdir.
Urartu’lar kendinden önce aynı coğrafyada Asur saldırıları karşısında direnen aşiret yapılarının oluşturduğu ve daha merkezi bir hal almış olan yapı olarak ortaya çıkmaktadır. Bir imparatorluk olmaktan ziyade bir aşiretler konfederasyonu özellikleri daha fazla ön plandadır. Ancak Nairileri aşarak alanda etkinlik göstermeye başlayan Ermeni ve Fars aşiret yapılarını da konfederasyonda konumlandırmışlardır. Ancak orjin olarak daha çok Hurri kültür kuşağında bulunan aşiretlerden oluştuğu herkesçe kabul gören görüştür.
Konfederasyonun ilk yıllarında krallar yazışmalarında daha çok Asur dilini kullanmalarına rağmen daha sonraki yıllarda direk kendi dilleri olan Xaldi dilini kullanmışlardır. Bu dilin ise Hurri dilinin bir lehçesi olduğu anlaşılmaktadır. Xaldi (ya da Haldi) ismi Urartu panteonunda bulunan en büyük tanrıdan gelmektedir. Bazı Asur ve Hitit yazıtlarında Urartu toprakları için Xaldi ülkesi adlandırması da daha çok Tanrı Xaldi’den kaynaklanmaktadır.
Urartu Kralları yaptıkları işleri en büyük tanrı Haldi adına icra ederlerdi. Urartu Dininde başlıca üç tanrı mevcuttur. Bunlar en büyük tanrı Haldi ile gök tanrısı Teşeba ve güneş tanrısı Şivinidir. Güneş tanrısı muhtemelen bir kadın tanrı idi. Urartular, tanrıları için güzel tapınaklar inşa ederlerdi; içlerinde tanrıların heykeli bulunur ve tanrılarına armağan olarak, kılıçlar, mızraklar, yaylar, oklar getirirlerdi.
Urartuların ekonomisinin temeli; tarım ve hayvancılığa dayanırdı. Bunların yanında zanaatkârlıkla da (maden işlemeciliği) uğraşmaktaydılar.
Urartular sulama tesisleri ile topraklarının verimini artırırlardı. Bugün mevcut olan bazı küçük göller (Keşiş Göl ve Gökçe Gölü) Urartular tarafından suni olarak meydana getirilmiştir. Ayrıca sulama kanalları konusunda da oldukça gelişkindirler. Bugün Wan ilinde halen kullanımda olan seksen km.lik Şamram kanalı Urartular döneminde yapılmıştır. Bunların yanı sıra dönemin ilk yol şebekesi Van ovası içinde Tuşpa (Van) ile Rusahinili (Toprakkale) arasında yapılmıştır. Merkezden doğu ve güneydoğuya doğru giden yol, Kral yolu diye bilinen hattır; Tuşpa’dan Gelî Şîn’e kadar çekilmiş 400 km. uzunluğunda bir yol hattıdır. Bir başka hat yine doğuya Urmiye taraflarına doğru uzanır. Bu gelişkin yol şebekesinin birçok bölümleri Med, Pers, Selçuklu, Osmanlı Dönemlerinde de kullanıldığı gibi, günümüzde bile halen sağlam kalmış ve herhangi bir değişikliğe uğramadan kullanılan bölümleri vardır.
Urartu Ülkesinde hayvancılık büyük rol oynamakta idi. At yetiştirmede büyük başarıları olmuştur. Büyükbaş hayvan ve koyun yetiştirmişlerdir. Ayrıca dokuma sanatında ve maden işlemeciliğinde, çağdaşı ülkelere göre çok ileri seviyede idiler. Bronz, demir, bakır, altın ve gümüş işlemeciliği en belirgin sanat ustalığının sergilendiği daldır. Urartu atölyelerinde yapılan sanat harikası eserler dış ülkelere de ihraç edilirdi.
Şu ana kadar tespit edilebilen toplam on üç kralları vardır. Devlet daha çok valiliklere ayrılmıştır. Bürokratik sistem ön plandadır. Özellikle sınır bölgelerinde bulunan beyliklerin ise görece özerk oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar krala vergi verirler ancak kendi bölgelerinde bağımsız hareket ederlerdi.
M.Ö. 600’lü yıllara gelindiğinde bölgede dengeler değişmektedir. Asurlar yavaş yavaş etkinliklerini kaybederken Med yapılanması, Asurlar karşısında yaptıkları bazı ittifaklarla, ilerlemektedir. Yine bu süreçte bölgeye Kafkasyadan gelen İskit akınları da bulunmaktadır. İskitler bu dönem içerisinde bölgede yerleşebilmek için Medlere saldırmışlardır. Bu durum İskitlerin bölgede daha rahat hareket etmelerine de olanak sağlamaktadır. Urartu’lar ise bu denge değişimlerinde kendilerini bunun dışında tutmaya çalışsalar da çok fazla dışında kalamamışlardır. M.Ö. 615 yılında Ninova’nin Med-Babil ittifakı sonucu yıkılmasının ardından İskitler Urartu üzerine seferlerini arttırmış ve Urartu devletini (608-594 yılları arasında) yıkmışlardır. Urartu idari yapısı dağıldıktan sonra bu coğrafyada Med’ler kısa bir süre içerisinde etkinliklerini arttırarak bu coğrafyayı kendi merkezi yapılarına katmışlardır.
Mahir Ulaş GÜNEŞ