Elif KAYA
Türkiye boğucu, öldürücü gazların kullanımını yasaklayan 1925 tarihli Cenevre Protokolü’nü 1929 yılında kabul etti. Bu protokol, toplu katliamların önünü almak, bir anlamda savaşın kontrol dışına çıkmasını önlemek amaçıyla imzaya açılan bir antlaşma metnidir.
Ancak Türkiye, Cenevre Protokolü’nü imzalamasının üzerinden daha 8 yıl geçmeden Almanya’ya 20 ton kimyasal gaz sipariş verir. Tanıkların anlatımı ve arşivlerde çıkan, M. Kemal’in imzasını taşıyan belgelerden 1938 Dersim Katliam’ında kimyasal silah kullanıldığını tüm kamuoyu bilir.
Türk devleti, Dersim’de hem insanları vahşi yöntemlerle öldürerek savaş suçu işledi, hem de imzaladığı antlaşmanın gereklerine uymayarak suç işledi. Bu konuda çok sayıda tanık ifadesi ve belgeler olmasına rağmen halen hiçbir soruşturma başlatılmadı. Uluslararası denetleyici kurumlarca Türkiye’den bunun hesabı sorulmadı.
1993 yılında BM tarafından imzaya açılan Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ni (CWC) ise Türk devleti, gerilla güçlerine karşı kimyasal silah kullanımının yoğun gündeme getirildiği 1997 yılında imzaladı.
Bu antlaşma da Cenevre Protokolü’nün akıbetine uğradı. Antlaşmanın bağlayıcı hükümleri bir tarafa bırakılarak, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı kimyasal kullanımına devam edildi.
Antlaşmanın gereklerine uyulmadığı gibi, uluslararası arenada bu antlaşma bir kalkan olarak kullanıldı.
Türk devleti tarafından kimyasal silahların kullanıldığı bazı katliamları hatırlayalım:
17 mayıs 1994 tarihinde Adıyaman Bêzar dağında 22’si dershane öğrencisi toplam 28 kişi kimyasal silahlarla katledildi. Tanıkların, ailelerin anlatımları, cenazelerin üzerindeki bulgular kimyasal silah kullanıldığını ortaya koymasına rağmen, ailelerin şikayetleri değerlendirmeye alınmadı, dosyalar rafa kaldırıldı.
1999 yılında Şırnak’ın Bilika Köyü yakınlarında kullanılan kimyasal gaz sonucu 20 gerilla katledildi. Almanya’da laboratuvarda yapılan incelemenin sonucunda, katliamda kullanılan gazın öldürücü, kimyasal gaz olduğu açığa çıktı. Ancak herhangi bir girişimde bulunulmadı, yaşanan vahşet görmezden gelindi.
2009 yılında, Hakkari Çukurca’da 8 gerilla, kullanılan kimyasal gaz sonucu katledildi. Olaya dair elde edilen deliller Almanya Hamburg Üniversitesinde incelenerek, kimyasal silah kullanıldığı raporlandı. Ancak buna rağmen Türk devleti bir yaptırımla karşılaşmadı. Çünkü konu denetleyici mekanizmalara taşınmadı.
10-14 Şubat 2021 tarihinde ‘rehineleri’ kurtarma adı altında Garê’de kimyasal silah kullandığını, olayın yaşandığı şikefte günlerce girilemediğini HPG resmi açıklamalarında yer verdi ve konuyu incelemek üzere bağımsız heyetlere çağrı yaptı.
Türk devleti sadece gerillaya değil, sivil halka karşı da pek çok kez kimyasal silah kullandı.
2019 yılında Rojava Serêkanî alanında sivil halka karşı fosfor gazının kullandığı kanıtları ile birlikte kamuoyuyla paylaşıldı. Ancak Türk devletinin taraf olduğu antlaşmaları çiğnediğinin bariz örnekleri olmasına rağmen BM nezdinde bir inceleme başlatılmadı ve yaptırıma gidilmedi.
Devletler, Türkiye’nin savaş suçunu işlemesine çıkarları temelinde tavizler kopardığı oranda göz yumuyorlar. Tıpkı Saddam Hüseyin’in 1988’de gerçekleştirdiği Halepçe Katliamı’nı 1991’de Saddam’ın Kuvveti işgale kalkışmasıyla gündeme getirmeleri gibi.
HPG’nin açıklamalarında, 23 Nisan 2021 tarihinden bu yana aralıksız ve sistematik bir şekilde gerilla savunma alanlarında Türk devletinin kimyasal gaz kullanıldığı ifade ediliyor. Doğanın talan edilmesi, köylerde yaşam alanlarının ortadan kaldırılması, insanların katledilmesiyle o bölgede savaş suçu işleniyor.
Daha 3 Eylül 2021’de Girê Sor alanında kimyasal gazın kullanımı sonucu 3 gerilla katledildi.
Türk devleti savaş suçu işlemeye devam ediyor… İnsanlığa ve doğaya karşı işlenen bu suç durdurulmazsa, büyük felaketler ve yıkımlar yaşanmaya devam edecek.
Kaynak: Yeni Özgür Politika