Kültür nedir? Nasıl oluşur? Toplum yaşamında önemi nedir? Kültürsüz de yaşanabilir mi? Vs birçok soruya arayacağımız cevap bizi kendimizle, tarihimizle, yaşam biçimimizle tanıştırır. Kültür insana ait bir kavramdır, toplumun silinmeyen hafızası, kimliğidir. Insanlık ilk toplumsallaşmaya başladığı andan itibaren kendi tarihi akışını başlatır. Tanrıçalar çağı diye adlandırdığımız ana eksenli toplumda yaşam biçimi, kültürü komünal-özgürlükçü karakterinden dolayı eşitliği, özgürlüğü, paylaşımı, sevgiyi, kolektif emeği, bunun barışçıl kapsayıcı kıvrak dilini esas alır. Insan denen varlığın komünal zihniyeti böyle şekillenirken, buna göre yaşam biçimini, kültürünü de yaratır. Anacıl toplum kültürü, ahlakı ve politikayı da toplumun çimentosu olarak görür. Toplum her konuda yazılı olmayan değer yargılarını, ahlakını kendi yaşam kültürünü biçimlendirir.
Bir birey toplumdan, toplumsal değerlerden soyut, tek başına kültür yaratamaz. Kültür, toplumsal bir olgudur, komünal toplumun ortak emeğidir. Bir insana içinde bulunduğu yanlış üslup ve davranışlarından dolayı ‘kültürsüz, kültürden nasibini almamış’ denilir. Yani bu ne demek oluyor, toplumsal değer yargılarından, emeğinden, hafızasından, ahlaktan ve vicdanından kopuk olan birey gerçeğini ifade ediyor. Bu açıdan kültür, insanlığın ortak benliğidir. Dolayısıyla yaşam biçimi, tarzı ve üslubuyla toplumsallığına ters düşen birey, ancak dinozorlaşmayı, insan taslağı haline gelmeyi kabul etmiş bireydir. Tanrıçalar çağında böylesi bireyler toplum ölçülerinde terbiye edilmeye çalışılır, olmazsa toplum dışına atılırdı. Toplumsallığın ahlaki ve vicdani özünü yozlaştırmaya çalışanlara karşı bu ister birey isterse grup olsun, toplum kendini savunur, öz savunmasını yaratırdı. Bu açıdan kültür, aynı zamanda toplumun öz savunması, güvenliğidir. Kuşkusuz öz savunma, insanlığın özünde olan bir gerçeklik olmakla birlikte aynı zamanda her canlı içinde geçerlidir.
Tecavüz Kültürünün İlk Hedefi Kadın Kültürüdür
Her canlı kendisini ve yaşamını güvenceye alacak ortamı, yaşamı koruyabilmek için mücadele eder, öz savunmasını gerçekleştirir. Öz savunma canlı olanın doğal refleksidir. Peki, neye, kime karşı öz savunma?Işte burada “tecavüz” denilen gerçekle karşılaşırız. Eğer tecavüz, bir insanı, toplumu düşünsel- duygusal- bedensel olarak ihlal etmekse, insanca, onurlu ve özgürce yaşam hakkını, emeğini, yaratılan değerleri elinden almaksa öz savunma kaçınılmaz olur. Toplum oluştuğu ilk günden ve var olacağı son güne kadar kendi yarattığı kültürü, yaşam biçimini korumak için öz savunmasını kesintisiz yürütecektir.
Tanrıça kültürünün anacıl-komünal toplumuna karşı ilk örgütlü saldırıya, aynı anlama gelmek üzere tecavüze, tarihin en eski verilerine göre Sümerliler çağında İnanna-Enki mitinde rastlıyoruz. Inanna tanrıça kültürünün, komünal değerlerin toplam ifadesi olurken, Enki kurnaz, erkek aklın ve zihniyetin yalancı, ikiyüzlü iktidarcı kimliğini ifade etmektedir. Mitolojiye göre İnanna, kadın öncülüğünde komünal toplumun yarattığı değerleri ifade eden yüz döre Me’yi hileyle çalan Enki’ye karşı mücadelesini, öz savunmasını gerçekleştirerek, insanlığın özüne karşı geliştirilen tecavüze cevap vermek istemiştir. Toplumsal anlamda gelişen ilk tecavüz kadına karşı geliştirlmiştir. Buradaki ‘kadın’ı salt biyolojik bir olgu olarak ele almak yerine; kadında temsilini bulan toplumsal kültür, dil, duygu-düşünce bütünlüğünden oluşan yaşam tarzı şeklinde anlamak gerekir. Bu açıdan kadına kaşrı gerçekleştirilen bu saldırı, kadın şahsında insanlığa karşı yapılmış en eski ve en büyük komplo anlamına gelir.
Kuşkusuz erkek aklıyla ve zihniyetiyle geliştirilmek istenen toplumsal cinsiyetin başlangıcı olan bu tecavüz kültürüne karşı tarihten bugüne büyük mücadeleler yürütülerek, bedeller verilmiştir, verilmektedir. Inanna’yla başlayan mücadele, özgürlüğün ve aşkın tanrıçaları olan Tiamat ve Afrodit ile büyük kadın felsefecileri olan Hipatya ve Aspasyaile, ateşi çalıp insanlığa veren Prometheus ve güneş tanrısı olan Apollon’la, sayısız kabilenin soylu direnişleriyle, Leyla Kasımlara, Hakilere, Agitlere, Zilanlara ulaşmıştır. Böylelikle bir tecavüz sistemi olan egemenlikçi sisteme karşı özgürce yaşamak isteyen tüm insanlığın onurlu mücadelesi kesintisiz bir şekilde sürdürülmüş, komünal – demokratik yaşam kültürü korunmaya, günümüze kadar yaşatılmaya çalışılmıştır. Yani tecavüz kültürü öyle rahat bir şekilde gelişememiştir. Bu kültüre karşı özgürlük mücadelesi hep var olmuştur, olacaktır.
Tecavüz Bir Kültür Olabilir Mi?
Peki, tecazvüz nedir? Neden tecavüz kültürü diyoruz? Tecavüz bir kültür olabilir mi? Dar anlamıyla ele alındığında tecavüzün anlaşılamayacağını hemen belirtmek gerekir. Tecavüz bir insanın, bir toplumun yaşamından tutalım tüm haklarını gasp etmek, kendi tasarrufuna geçirmektir. Tecavüz sadece bir insanın bir insanı köleleştirmesiyle de izah edilemez. Onu yaratan zihniyet çok köklü bir geçmişe sahiptir. Tecavüz onu geliştirenler tarafından süreklileştirilen ve yaşam tarzı haline getirilen bir kültürdür. Bunu erkek aklın yarattığı ya da yaratmak istediği toplum gerçeği olarak görmek de mümkündür. Bu öyle bir yaşamdır ki insana bir yol bırakmaz. Ya tecavüz kültürünü içselleştirerek, kabullenerek, onun içinde eriyerek yaşayacaskın ya da onun karşıtı olarak sürekli inkâr veya imhayatabi tutulurken kötüsünden tecazvüz gerçeği içinde yaşatılacaksın. Amaç mutlaka ama mutlaka bu kültürün etkisinde, denetiminde, içinde yaşatmaktır. Tecavüz kültürünün dışına çıkmak istendiğinde ise buna yeltenenekarşı her türden yönelim mubah görülür. Beş bin yıllık toplum tarihi boydan boya birçok kabilenin, halkın, ezilen insanlığın, kadının bu kültüre karşı mücadelesi büyük bedeller verilerek sürdürülmüş, sürdürülmektedir. Hiç kimse tecavüzün, tecavüz kültürünün hiç bir direnişle karşılaşılaşılmadan özümsendiğini, yaşandığını iddia edemez. Insanlığın toplumun ilk oluşumundan itibaren komünal, demokratik, özgürlükçü ruhun yarattığı kültür buna izin vermez. Direniş hep olagelmiştir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan
Devamı: Tecavüz Kültürü Kürdistan’daki Özgür Ruha Saldırıdır