Kuruluş karakteri itibari ile her on yılda bir fabrika ayarlarının yenilenmesinin nedeni, periyodik çöküşün, bir sistem sorunu olarak görülmesini engelleyecek süreksizleştirmeye, parçalı hale getirilmeye olan ihtiyaçtır. Bu yolla dikkatler dağıtılmakta ve 97 yıldır varlığı devam ettirebilmektedir.
Sistemin karakteri, Osmanlı genetiği ile devam eden, işgal ve yağma ekonomisi ve psikolojisidir. Bu haliyle ciddi bir şiddet bağımlılığı vardır. En net haliyle varlığına bir tehdit olarak algıladığı Kürtlerin, meclise güçlü olarak girme ihtimali ile son verilen demokrasicilik oyunu, işte bu psikolojisinin örtbas edilme biçimdir. Bu dönemde ultra-seküler Türkçüsü ile ultra-İslamcıların ortaklığında, devletin ötekilerine karşı hızlıca oluşan bir koalisyonun, gizlemeye ihtiyaç dahi duymadan bodrumlarda naklen insan yakmaya kadar vardırılan şiddet kullanımı işte bu derin karakterdendir.
Aynı koalisyon virütik bir salgını biyolojik bir silah olarak kullanma eğilimi de güç ve şiddet bağımlığı, dolayısıyla tapınımı ihtiyacındandır. Bunun anlamı devlet terörizmidir ve hukuki alt yapısı da 1926’daki Takriri Sükundan bu yana sistemli olarak üretilmektedir. Şimdiki Terörle Mücadele yasası bunun yeni yüzüdür.
Bu isimlendirmeler Türk devletinin sembolik dilidir ve elbette tersinden okunur. Tersinden okunmasının nedeni çoğunluğunun insanlığa karşı suç kataloğuna girmesiyle ilgilidir. Mesela, Kıbrıs işgalinin “Barış Harekâtı,” Efrîn işgalinin “Zeytin dalı,” Suriye işgalinin “Fırat Kalkanı” gibi barış ve koruma referanslı isimlendirmelerin kullanılması, bu dil ve niyetin tipik örnekleridir. Bu suç kataloğu için dışarıda asker -ve şimdi- cihatçıları kullanırken, içeride de yandaşı ve suçdaşı konumuna getirilmiş siviller kullanılır. Böylece uluslararasında olası herhangi bir yaptırıma maruz kalmaktan sıyrılabilinirken, yurt içindeki taktik, davaları zaman aşımına uğratmak ve el altından failleri ödüllendirmektir.
Mesela Varlık Vergisi adını verdikleri hukuksal örgülü iç-gasp süreci de bu suç kataloğunun bir örneği olarak, ötekilerin her türlü varlığına göz dikme eylemidir. İnsanın hayal edemeyeceği geniş bir uygulama perspektifine sahiptir.
Mesela Varlık Vergisi, aslında her insanın varlığına paralel olarak vergi vermesi gibi adil uygulama çağrısı gibi gelir. Oysa uygulamada, önce varlık vergisi adı altında kişinin asla ödeyemeyeceği bir borçlanma yaratılır. Bunun ikinci adımı doğal olarak varlığının tamamının gaspıdır. Elbette sadece mal varlığıyla yetinilmiyor, kişilerin sahip olduğu iş gücüne (zorla çalıştırma) de ömür boyu el konuluyor. Bu esnada fiziksel varlığı için gerekli olan beslenme, barınma ve korunma ihtiyaçları sağlanmayarak fiziksel varlığının yetmediği bir borç yükü aile üyelerine yüklenerek daha da genişletiliyor.
Bütün bunlar, Nazi tarzı uygulamaya benzese de ondan daha sofistikedir. Çünkü Nazilerin insanlık dışı olsa da ideolojik bir zeminleri var. Burada yok. Sadece ve sadece talan ve gasp niyetidir. Gayri-Müslimlik o dönem için gasp ve talan elverişli bir çerçevedir. Şimdi de Aleviler olabilir, Müslüman Kürtler olabilir ya da hem Türk hem de Müslüman olan Gülenciler olabilir. Muhtemelen bundan sonra başka bir çerçeve icat edilecektir.
Erdoğan sıkıştığında kendi politikalarına benzer M. Kemal imzalı politikalarını ekleyiveriyor olmasının anlamı işte bu devlet geleneğiyle ilgilidir. Son olarak M. Kemal döneminde vatandaşa Tekalif-i Milliye adı verilen, özellikle de gayri-Müslimlerin mallarına çökme yasasını referans göstermesi boşa değildir. Erdoğan aslında Kürt mallarına el koymanın fişeğini ateşliyor. Zaten belediyelere el koyma bunun ilk aşamasıdır. Buna en küçük ses çıkarma potansiyelinde olabilecek kişi ve kurumları da aynı akıbete uğratmakla tehdit ediyor. Daha desteksiz olan Gülencilerin mallarına çökerek sürdürülen savaş için yeni kaynak lazım. Kürt belediyeleri bu amaç için kullanılıyor. Yani SADAT ve Cihatçıların maaşlarını ödemek için daha çok paraya ihtiyaç var. Zira devletin kasaları, Cumhuriyetin 100. Yıldönümüne yetiştirecekleri Kürt topraklarını alma projesine yetmiyor.
Öte yandan işgal altına tuttukları Güney Kürdistan’ı Türkiye’ye katma altyapısı da hazır gibi. Bu çerçevede içeride sayısal çoğunluk olma ihtimalini ortadan kaldırmak için Kuzeyde temizlik yapmaya çalışıyorlar. Bu çerçevede Kürt mallarına el koymanın alt yapısı örülürken, alenen belediyelere el koyma, HDP’lileri keyfi ve sistemli olarak hapse atma, şimdi belediyelerin halka yardım yapmalarını engelleme, hapishaneye koydukları ve yüzde 90’ı Kürt olan siyasi tutsakları salmayarak ve virüsü cezaevlerinde biyolojik bir silah olarak kullanma tehdidini de hissettirerek Kürtleri kışkırtmaya çalışıyorlar.
Çileden çıkıp sokaklara inen Kürtleri büyük bir katliam ile temizleme planı oldukça netleşmiş durumda. Böylece Varlık Vergisi’nde olduğu gibi hiçbir hak tanınmadan Kürtlerin artık sadece vergisi değil, tüm mal varlığı ve gelecekteki kuşaklarının varlıklarına dahi el koyacakları bir köleleştirme planlaması ile meşguller. Ayrıca Güney Kürdistan’ın varlığı en az bir 50 yıl bu vampir ekonomisini besleyecektir.
Bu tam bir Mustafa Kemal taktiğidir ve taklitçisi Erdoğan’ın Tekalif-i Milliye Emirleri’ne atıfta bulunmasının anlamı budur.
Bu vampirlikle mücadele etmenin yolunun da vampirlik ekonomisini çökertilmesi üzerinden düşünülmesi gerektiği gibi bir sonuç da çıkıyor buradan.