Son bir kaç gün önce Newcastle Üniversitesinde ilginç bir araştırma yayınlandı. Araştırmanın kısaca özeti şöyleydi:
“Araştırmacılar, diğer primatlarda bulunan benzer yolağı “evrimsel prototipi”olarak isimlendiriyor. Yeni araştırma aynı zamanda insanın dil yetisi yolundaki gerçekleşen kayda değer dönüşüme de ışık tutuyor. Diğer primatlarda bu yol beynin iki yarı küresinde görece eşit yer tutuyor. Ancak insana özgü önemli farklılıklardan birisi sol yarı küredeki yol güçlenirken sağ yarı küredeki yolun evrimsel prototipten uzaklaşarak beynin işitmeyle ilişkili olmayan bölgelerine katılmış olması. Ekip dünya çapındaki bilimsel camiaya açık şekilde paylaşılan beyin taramalarını kullanırken, aynı zamanda elde edilen yeni beyin taramaları da dünyadaki diğer araştırmalara katkı sağlaması için paylaşıldı.”
Öte yandan araştırmacılar insanın dil yetisi yolunun işitsel öncülünün daha da eski olabileceğini de öngörüyor ve insanin dil yetisini 25 milyon oncesine dayandiriyor. İnsanoğlundaki analitik zeka türü evrimsel olurken genel zeka ve dil yetisinin genetik olduğuna dair işaretler artmaktadır. Son yeni araştırmaya göre genel zeka ile dilin kaynağı duygusal zeka olmaktadır. İnsanlaşmanın kaynağını kuşkusuz doğadan bir sapma olarak yorumlamak abes olur ve evrimsel prototip olarak ifade edilen bölgenin de bir evrimsel gelişme olduğu unutulmamalıdır. Dilin evriminin de büyük olasılıkla öyle geliştiğine dair kanıtlar gün geçtikçe açığa çıkmaktadır.
Dil kuşkusuz gramerde çizildiği gibi gelişmemiştir. Dildeki işaret ve isim yerine konulan sesler çok eskidir ve şu an kullandığımız dilden çok daha yaşlıdır. Zamirlerin ilk insan sesleri olması ihtimaldir. Zamir ve kök sesler bakımından zengin olan dil en eski dildir. Kombinasyon fazlalılığı dilin yapaylığını gösterir. Yukarıdaki araşırmada evrimsel prototip olarak ifade edilen süreçten, sonraki insan evrimine aktarılan onlarca sesin olması akıl dışı değildir. Zamir ve edatların o süreçle yakın ilişkisi vardır. Dolayısıyla çok kez tekrarlıdığım Çhomsky teorisi olarak sıfır nokta tezi, bu tür dillerin izahıdır. Kürtçe bunda şampiyondur. Çoklu kelime kökü ve kombinasyona uğramamış olması arkaik oluşları ile ilgilidir. Bütün Hint Avrupa dilleirndeki kök zamirler Kürtçe’dir. Hurri, Hittit, Dor ve Grek özeri Latinceye geçen kelimelerin kaynağı Kürtçe’dir. Bu ifade edilen hat, Hint Avrupa dili için yeni buluşlar çıkaracaktır. Bükümlü dillerin kök sesi tek hecelidir ve Ergativ teoriden ziyade buna yoğunlaşılsa dilin gelişimine büyük faydalar ortaya çıkacaktır. Hurri-Gutti, Hitit ve Grek üçgeni bağlamında ele alacağım “tol” kelimesi binlerce akran kelimenin hikayesiyle benzerdir.
Bu yazının konusu olacak olan “tol” kelimesi hayli ilginç sonuçlar sunmaktadır. “Tol” kelimesi üzerine yaplan etimolojik çalışmalar eksik ve açıklayıcı değildir. Kelimenin kaynağına giriş yapılmadığı için, eldeki bazı seslerin yaşı olgun değildir. Eski Kürtçe’de “tol” kelimesi geçen zaman, devir, dönmek manasında çember, teker, halhal, yol, masafe almak anlamında kalkmak ve inmek ile ilgili çok zengin bir kelimedir. İntikam anlamını burdan almıştır. Zamana bırakılmış bir olayın yerine getirilmesi manasında genel bir anlamı içerirken, zamanla intikam olarak anlam daralması yaşamıştır. Güneşin doğup batması için de kullanılmasına rağmen bu niteliğini kaybetmiştir. Bu gün Kürtçe’de hala tolaz, tolîn ve tolik kelimeleri köküne sadık bir biçimde var iken anlam bazında birbirinden uzaklaşmışlardır.
“Güneş intikam aldı yada alacak” hikayesi aynı kelimenin kökenine ilginç göndermeler yapmaktadır. Medlerin Asur sonrası ikinci büyük savaşı Lidyalılar ile yapılmıştır. Med Orduları Lidya’ya yürüdü ve Siyaksares (Diyako) komutasında Med ve II.Alyattes komutasında Lidya ordusu Kızılırmak dolaylarında karşı karşıya geldi ve savaş büyük bir şiddetle devam ederken tarih 28 Mayıs M.Ö 585’i gösteriyordu, Yunan filozof Thales’in de önceden öngördüğü gibi savaş meydanında Güneş tutuldu (Thales Tutulması).Medler için Güneş kutsal olduğundan bunu Tanrılar’ın bir cezalandırması (anatolê) olarak yorumlayıp savaşı bitirdiler ve barış antlaşması yaptılar. Anatolê kelimesi bu savaştan kalmış bir kelimedir. Med ve Lidyalıların kulandıkları iki kelimeden oluşup, güneşin intikam alması manasında bir barış anlaşmasıdır. Yunancadaki Güneş ve Doğu anlamları semantik olup etimolojik bir kaynağı yoktur. Kelime Med ve Lidyacadır.
Sevan Nîşanyan, kelimeyi Yunan Etimolojisine dayandirip şöyle açımlamıştır: “Şiirsel bir bakış açısıyla bakıp Anadolu’nun analarla dolu bir toprak olduğunu söylemek belki mümkün. Ama Eski Çağda Anadolu’ya Anatolé adını verenler olaya bu açıdan yaklaşmamışlar. Anatolé (ya da şimdiki söyleyişiyle anatolí) Yunanca Doğu anlamına gelen bir sözcük – tam olarak söylemek gerekirse “yukarı kalkmak” anlamına gelen anatélein, anatolêeîn fiilinden, “güneşin kalkışı” anlamına geliyor. Ege’nin ortalarında bir yerden bakınca bu adın neden verildiğini anlamak zor değil. Bir coğrafi ve idari birim olarak Anatolé’nin kapsamı daha sonraki yüzyıllarda birkaç kez değişmiş. Bizans’ın 7. yüzyıldaki idari reorganizasyonunda, Sivas merkez olmak üzere Kayseri, Ankara ve yanılmıyorsam Malatya’yı kapsayan bir Anadolu Eyaleti (Anatolikón Théma) kurulmuş. Türkler bu ülkeye geldikten sonra da Anadolu deyimi uzun süre sadece bu bölgenin – yani Fırat sınırına kadar İç Doğu Anadolu’nun – adı olarak kullanılmış.
Anatélein fiilinin başındaki ana-, tıpkı İngilizce up gibi, genellikle yukarı doğru hareket bildiren Yunanca bir edat. Anafor (yukarı çeken burgaç), anod (“yukarı”, yani artı kutba doğru akım yönü), anevrizma (damarda balon şeklinde kabarma) sözcüklerinde de ana- eki aynı anlamı taşıyor. Anahtar (ev açar) ve anatomi (kesip açma) sözcüklerinde ise, İngilizce to open up gibi, “kapalı bir şeyi açma anlamı var.” Görüldüğü gibi etimolojik bir boşluk var yapılan analizde. “Ana” bir edat olmasına karşılık “tol” kelimesindeki anlam yüklemesine ugramış. Dolayısıyla kelime birleşiği tartışmalıktır, çünkü Thalesin degışiyle kelime Yunanca degıldir. Lidya ve Yunanların akrabalığı Kürt ve Yunan akrabalığı kadardır.
Lidlerin MÖ 2. binyıl kökenleri hakkındaki araştırmalar henüz bir sonuca ulaşamamıştır. Adları Anadolu kökenli değildir savi yanlıştır ve “insanlar, halk” anlamına gelen Almanca “leute”, Slavca “ljudije” gibi sözcükleri bünyesinde barındıran Hint-Avrupa kökenli eski Anadolu dil gruplarıyla onomastik etimoloji açısından ilişkilendirilebilir. Almanca leûtê Kürtçedeki lawj, lawk, laj, lêj ve law olarak bilinen oğullar manasındadır ve Kürtçedir. Leûtê soy anlamında olup Almancadaki soy kavramı erkek kanına dayanır. Bunu Vestfalya anlaşmasından çok iyi bilirirz. Vestfalya’da ulus tanımı yapılırken İngilizler toprağı, bayrağında haç olanlar mezheplerini, Almanlar “Kan birliği”ni seçmişti. Yahudiler “Kadın kanı”nı esas alırken, Almanlar “Erkek kanı”nı esas aldı. Diğer uluslar ise “Dil ve kültür aidiyeti”ne göre tanımlanacaktı. Bu da kafatası ölçümleri ile belirlenecekti. Almanlarin erkek soy ve erkek oğul olarak ulus tanımı da erkek kanı olarak leûtê kelimesine dayanir. Ali Şariati’ye göre Lidyalılar Kürtlerin bir kolu olup Medlerle savaşmalarına rağmen aynı zamanda Medler tarafından Perslere karşı savunulmuşlardır da. Kuşkusuz Kürtlerin şu anki reel halleriyle Grek gibi bir Uygarlıkla yan yana bir portre çizmek bazılarına bilimsel gelmeyebilir. Ancak böyle bir derdimizin olmadığını ve hatta yazının amacının da bu olmadığını söyleyelim. Biz bunu Amedli Şair Ahmet Arife bırakıp konumuza devam edelim.
Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım…
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.
… Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yarının çocukları, gülleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.
…Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan – ter içinde asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni…
Bu topraklarda kelimelerin ruhuna inanılır ve kelimelere çok derin anlamlar yüklendirilmiştir. Bu anlamda “tol” kelimesi ve yukarıda anlam ilişkisini kurduğumuz güneş de benzer bir anlam kümesine sahiptir. Kürtler boşuna mezar taşlarına güneş resmini çizmezler. Bu gelenek İslamın etkisiyle Müslüman Kürtler’de unutuldu ama Med ve Mittani mezarları ile yanılmıyorsam hala Êzdi Kürtler’de bu gelenek devam etmektedir. Gariptir, Anatoli topraklarında tarih tekarür etmektedir. Kürtlerin Kutsal saydıkları çocuklarının mezarlar taşları yıktırılmakta, roj dedikleri Önderliğimizi tecrite almışlardır. Roj İsmini Kürtler ne amaçla Rêber Apo yakıştırdı ve tarihsel derinliği ne kadardır? Yazılı ve hafızada kalan tarihlerini unutmuş olmalarına rağmen böyle tarihsel ve anlam yüklü bir ismi kutsal saydıkları ve bu kutsalı bekledikleri Rêber Apo yakıştırdılar. Evet, Kürtlerin damarlarında ve beyinlerinin bir yerinde kutsal anlaşma olarak tarihe geçen anatoli güneş anlaşması canlanmaktadır. Türk iktidarı hiç bir zaman şuna inanmasın ve kendini rahat hissetmesin; ne Kürtler zayıflamıştır, ne de gençleri eritilmiştir. Kutsal anlaşma gereği mezar ve güneşlerine yapılan muameleden kaynaklı Anadoluyu yıkma duygusu çok derinleşmiştir. Şu boşuna değildir; Devletin Rêber Apo hakkında karar verecegi zamanda güneş tutulması oldu, ardından da İstanbul depremi. Fakat diplerden gelen hareketlenmeden hissediyoruz ki olacak olan yeni direniş depremi Anatolê iktidarını yerle bir edecektir.
Kelimelerin Ruhu bu zaman zarfında kesişmekte ve çok degerli mesajlar vermektedir. Tolhildan ve Öcalan’a ışık veren “ROJ” güneş sıfatı tarihin bir tekerüründen ibarettir. Ve her Kürd genci olarak güneş anlaşması olan anatolê yeminimizi tekrar ediyoruz.