Berfin ZİNE
Mitolojiler hep sanki Sümerlerden sonra ortaya çıkmıştır gibi bir algı vardır, bu şekilde değildir. İlk kez mitolojiler bu dönemde yani neolitik dönemde açığa çıkmaktadır. Kadınların tanrıça statüsü kazandığı dönemden itibaren mitolojiler ortaya çıkmıştır. Fakat bu mitolojiler uygarlığın, devletin tanrı krallarının meşruiyetini ilan eden egemen zihniyetli mitolojiler değildir. Bu mitolojilerde tanrıça toplumun üstünde bir varlık değildir, tanrıça üstte değildir, toplumun içindedir, yaşamın doğallığı içinde varlık göstermektedir. Mesela bir arkadaş nasıl ki yaşamda inisiyatifiyle, katılımıyla, duruşuyla, fedakârlığıyla cesaretiyle arkadaşlar arasında doğal bir öncü olarak kabul görüyorsa, kadının öncü ve tanrıça olarak öne çıkması da bu şekildedir. Tanrıçalık, böylesi bir doğal öncülük sonucu ortaya çıkmaktadır. İlk mitolojiler bunun üzerinden oluşmaktadır. Star, İştar, İnanna isimleri de ilk kez bu şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bu mitolojiler, insanın düşünce gelişiminde yeni adımlar attırmaktadır. Toplum kendisi için bir inanç gücü, inanç sistemi oluşturmaktadır. Din (çok tanrılı dinler denilen veya çok tanrıçalı) olgusu ilk kez bu şekilde oluşuyor. İlk inanç sistemi kadına olan inanç üzerinden gelişiyor. Totemle arasındaki fark, totem dar klan toplumunun inanç biçimidir. Totemi bir klan kimliği olarak ele alma vardır, ama bir ideolojik kimlik değildir, dine dönüşmüyor veya toplumsal bir sistem bunun etrafında örülmüyor. Ama bir inançtır, toplumun manevi gücüdür, dokunulmazlığı vardır. Toplum varlığını bununla ifadelendirmektedir. Ama mitolojilere gelindiği zaman bu bir ibadet tarzına dönüşmektedir. Önderlik tanrıça kültünü ilk ibadet biçimi olarak ele alıyor. Bunun için tapınaklar oluşturulmaktadır, ama totemlerde bu yoktur. Ama ilk mitolojilerle birlikte kadın tapınakları oluşuyor. Bu mabetler kadına olan inanç üzerinden oluşuyor. Totem buna doğru bir temel oluşturuyor, fakat totemler için tapınaklar oluşturulmamıştır, mitolojiler ise bir ibadet tarzı oluşturduğu gibi bir inanç sistemi de geliştiriyor. Mitolojiler ve onun yarattığı tapınaklara dayalı ibadet tarzı toplumsallaşmayla bağlantılıdır, diğeri klan tarzı yaşamın ibadet tarzıdır. Totem inancında güç olarak gördüğüne bir inanış vardır, neolitik toplumda güç olarak görülen kadındır. Toplum kendi gücünü kadın kişiliğinde ve varlığında görüyor, böylelikle toplumsal güç kadın etrafında örülüyor. Bu da kadına inanma ve ibadeti geliştiriyor. İlk tapınaklar bu temelde şekilleniyor. Bu tapınaklardaki ibadet biçimi uygarlık sistemiyle beraber inşa edilen tapınaklardaki gibi değildir, toplumun bu tanrıçalara olan inancı ve ibadetiyle kendisine olan inancının kutsanması durumu vardır. Kadın heykelcikleri, heykelleri ilk kez bu tapınaklarda yapılıyor; bu, kadına olan inanışın büyüklüğünü ve gücünü gösteriyor.
Önderlik ideolojik kimlik gelişimlerini aşama aşama değerlendiriyor; belirttiğimiz gibi neolitik dönemin ideolojik kimliğini tanrıça kültü olarak tanımlıyor. Uygarlığa gelindiği zaman kimlik değişiyor; kölecilikte tanrı-krallara dayalı mitolojiler, feodalizmde din, kapitalizmde milliyetçilik vb. şekilde birbirini devamı şeklinde bir gelişim sergiliyor. Tanrıça kültü toplumun kendisini tanımladığı ilk ideolojik kimliktir. Mitoloji ilk ideolojileri oluşturuyor, mitolojinin temel yönü, totemle temel farkı da budur, ideoloji oluşturuyor. İdeolojiler kaynağını neolitik dönemden alıyor diyoruz, işte mitoloji tarihteki ilk ideolojidir. Bu, kadının etrafında toplumsallığın geliştirilmesini getiriyor.
Bir de kadının tanrıça olarak ele alınmasında kadının doğurganlığı, yani üreme olgusu da bir etkendir. Doğurganlık kadına karşı bir saygı ve güveni de yaratıyor. Zaten tanrıçalık kelime anlamı olarak kendinden vermeden (xweda, xwe-da) geliyor. Başlangıçta erkek, üremenin kendisiyle bağını çözemiyor, çocuğun kendisinden oluştuğunu bilmiyor. Bu, kadına karşı bir merak, saygı, güven duyulmasını, tanrıçalık kavramının gelişmesini de getiriyor.
Neolitik dönemde gelişen diğer önemli bir husus da mezar sistemlerinin gelişmesidir. Esasen insanların ölülerini gömmesi olayı ilk kez paleolitik dönemde yaşanıyor ve bu doğadan esinlenerek yapılıyor. Doğanın döngüsünü takip eden insanlar mevsimsel dönüşümlerde doğanın yeşerdiğini, bitkilerin büyüyüp geliştiğini, olgunlaştığını ve daha sonra öldüğünü veya çürüdüğünü, canlılığını yitirdiğini görüyorlar. Fakat aynı döngü bir sonraki baharda yeniden yaşanıyor. Bu döngünün farkına varan insanlar, ilk kez buna dayanarak ölülerini gömüyorlar. Bir sonraki mevsimsel dönüşümde ölülerinin de tekrardan dirileceğine inanırlar. Fakat mezarlıkların oluşması, yani ölülerin gömüleceği ortak mekânların, yani mezarlık sistemlerinin geliştirilmesi ilk kez neolitik dönemde gerçekleşiyor. Ruhun yeniden dirileceğine olan inançta bu doğasal döngüyle bağlantılıdır, reenkarnasyon inanışı da temelini buradan alıyor.
Önderliğin ilk toplum diye nitelendirdiği neolitik dönemde ortaya çıkan gelişimlere de bakmak gerekir. Neolitiğin temel yaratımları nelerdir?
1. Yöneticilik
2. Ziraat
3. Hayvan ve bitkilerin evcilleştirilmesi
4. Dini inanç ve ibadet
5. Bilim
6. Toplumsallaşma
Sadece bu altı husus bile bugün insanlığın hangi kaynak, köken üzerinden bugünlere kadar geldiğini anlamaya yeterdir. İnsanlık hep bu ilk oluşumlar, yaratımlar üzerinden büyümüş, üzerine eklemiş ve yürümüştür.
Doğal toplumun bir başka özelliği de bu toplumda evliliğin olmamasıdır. Aile denilen kurum yoktur. Ama özgür ilişkiler vardır. Önderlik 5. Savunma’nın özgür eş yaşam veya sosyal yaşam bölümünde özgür ilişkinin, özgür yaşamın nasılını oldukça açıyor, esasta özgür toplumdaki kadın-erkek ilişkilerinin güncellenmesidir orada dile gelenler. Neolitik toplumda erkek egemenliğindeki aile yaşamı yoktur. Fakat kadın ve erkek zaman zaman bir araya gelmektedirler. Süreklilik arz eden bir ilişki tarzından ziyade, belirli döngülerde bir araya gelme vardır. En temel husus ise bu ilişki tarzında mülkleştirme yoktur. İlişkilenmelerde ortak-eşit, iradi bir paylaşım hâkimdir. Nasıl ki toplumda hiçbir şey mülk değilse, kadın ve çocuklar da mülk değildir. Kadın ve erkek arasındaki ilişkiler özgür ilişkilerdir, toplumdaki diğer maddi ve manevi birikimler ise kimsenin tekelinde, mülkiyetinde değildir.
Mesela ziraat başladıktan sonra açığa çıkan bir ürün, üretim vardır; fakat bu üretim-ürün kimsenin mülkiyetinde değildir, herkese aittir, bütün toplumun ortak ürünüdür ve artı ürün ortak kullanım için mabetlerde toplanmaktadır. Zaten ilk kez ambar sistemi mabetlerde gelişmektedir. Burada toplanan artı üründen tüm toplum faydalanmaktadır, herkesin emeği geçmiştir ve herkesin ortak mülküdür. PKK’deki yaşamımıza baktığımızda da böyledir, yaşamımızdaki paylaşımcılık, ortaklaşmacılık, ortak üretim kimsenin tekelinde olmadığı gibi mülkleştirilemez de. Bu anlayış ve yaşam tarzı kaynağını işte bu binlerce yıllık ahlaki toplumdan almaktadır. Neolitik toplum da tekelleşme, mülkleştirme yoktur. Yaşamın hiçbir alanında mülkleştirme yoktur.
Kadın erkek ilişkilerinde de mülkleşme, tekel yoktur. Mülkleşme ve tekelleşme daha sonra uygarlıkla birlikte gelişmektedir. Kadın ve erkek arasındaki ilişkilerde evlilik, aile daha sonra gelişmiştir. İlişkilerde eşitlik vardır ve kadın iradesi temelinde bir ilişkilenme vardır. Ayrıca, bir erkeğin bir kadınla ilişkilenebilmesi toplum için iyi bir şeyler yapmasına bağlıdır. Bir erkek istediği zaman kadınla beraber olamamaktadır. Beraber olacağı erkeği kadın belirlemektedir ve bunun da ölçütü toplumsallığa, yaşama olan katılımı, katkısıdır. Örneğin; şimdi çeyiz kültürü vardır toplumda. Bir kadın evlendiği zaman çeyizini kendisiyle götürmektedir. O dönemde ise tam tersi bir durum vardır. Bir erkek kadınla beraber olabilmek için bir; toplum için iyi bir şey yapması, ikincisi; geldiğinde kendisiyle birlikte bir şey getirmesi gerekir. Yani çeyizini kendisiyle birlikte getirmesi gerekir. Tabii ki şimdiki gibi bir çeyiz olayı değildir bu, örneğin yiyecek bir şey getirir, mesela et, buğday vb. veya toplumun faydalanacağı bir şey, bir alet. Çeyiz kültürü bu dönemde başlamaktadır, daha sonra bu kültür ters yüz edilir. Bu ilişkinin kuralları vardır, yani erkeğin toplum için yararlı bir şeyler yapması gerekmektedir. Zaten bir erkek eğer ki toplumda iyi görülmüyor, kabul edilmiyorsa kadın o erkeğin kendisine yaklaşmasına izin vermemektedir.
Bir diğeri kutsal evlilik törenleri vardır. Bu törenler uygarlık sistemleri geliştirildikten sonra ters yüz edilir. Ama önceleri bu kutsal evlilik törenleri, mevsimsel süreçlerde kadın ve erkeğin bir araya gelmesi şeklinde kutlanır. Nasıl ki doğada canlılar zaman zaman bir araya gelirlerse, insanlar da belirli zamanlarda bir araya gelirler. Özellikle bahar aylarında veya bereketin olduğu düşünüldüğü dönemlerde. Böyle bir inanış vardır, doğa nasıl ki belirli mevsimlerde çoğalıyor, yenileniyor, üreme oluyorsa toplumda da buna tekabül eden bir yaşam tarzı geliştirilmiştir. Çünkü toplum da kendisini doğa gibi düşünmektedir, bir parçası olarak ele almaktadır. Bu nedenle cinsel ilişkiler de bu şekilde gerçekleşmektedir. Kutsal evlilik törenleri uygarlık sistemi geliştikten sonra çarpıtılır, başka bir biçim kazanır. Fakat ilk biçimi nasıl ki doğanın bir yenilenmesi, çoğalması varsa, insanın da yaşamını sürdürebilmesi, devamlılığı sağlaması gereği gerçekleşmiştir. Bu nedenle bugünkü sapkınlık düzeyindeki her gün yaşanan ilişkiler biçiminde değil, zaman zaman kadınla erkeğin bir araya gelmesi biçimindedir.
Tabii bu daha çok Aryen toplumlarında var olan bir kültürdür. Semitik kültürde ailecilik daha önce gelişmiştir. Uygarlık ve devletleşmenin ilk geliştiği toplumlar, Semitik kültüre ait toplumlardır. Örneğin; Aryen toplumlarında o dönemlerde toprağa bereket katacağına inanıldığı için özellikle yeni ilişkilenecek kadın ve erkekler tarlalara götürülmekte, gönderilmektedir. Hatta bugüne kadar bu kültür Hindistan’ın belirli kesimlerinde biraz daha farklı bir biçimde devam etmektedir. Bilindiği gibi Hindistan’da Ganj nehri var ve Ganj nehrinin suyu tarım vb. için kullanılıyor, bu nedenle halen de çiftler ilk ilişkilenmelerini Ganj nehrinde gerçekleştiriyorlar. Bir diğer çok ilginç örnek Çin’de yaşanmaktadır ve bu kültür Çinlilerde halen de sürmektedir (Aryen topluluklarında bunun örneklerine rastlanmamıştır, Ural-Altay kültür grubunda yaşanan bir inanıştır); bir kadının çocuğunu düşürmesi durumunda o çocuk atılmaz, bir ayin-tören düzenlenerek yenilir. Çünkü çocuk kutsal görülmektedir; bu nedenle de varlığını tamamlamadan, anne bedeninin dışında yaşayacak olgunluğa erişmeden ölen çocuğun yenilmesi en kutsal yemek ve bu konuda gerçekleştirilen tören de en kutsal tören olarak kabul edilmektedir. Esasında bu yemekle kendi vücutlarını kutsuyorlar, çünkü yaşamın sürdürülürlüğünü, bereketi temsil etmektedir. Bu nedenle atılmaması, toprağa gömülmemesi gerekmektedir.
Kaynak: https://pajk.org/tr/