Zihniyet devrimi evreni, toplumu, tarihi ve gerçeği
ele alış ve izah edişteki parametrelerin ve ilkelerin, ölçü
ve değerlerin değişmesine denir. Bu uzun bir zamanı
alır, ciddi sorun ve krizlerin yaşandığı kaos aralığı denilen
süreçlerde gerçekleşir. Değer ve düşüncelerin eskimesi
kadar üretimi ve yaşamı maddi olarak geliştiremeyişi,
yine verili sisteme meşruiyet sağlayamaz hale gelmesi
mevcut zihniyet kalıplarının sorgulanmasına yol
açar. Toplumun zihniyet sorunları kapitalist modernitede
en temel sorunlardan biri haline gelmiştir. Toplum
en zekâlı doğadır. Egemenler ilk iş olarak bu zekâyı
denetime alarak işe başlamışlardır. İlk egemenlik toplumun
zihniyetine dönük olmuştur. Zihniyet ilk iş olarak
ahlaklaşarak toplumsallığı güçlendirmiştir. Ahlak
kolektif düşünme geleneğini temsil ederken, politika
güncel kolektif işler üzerinde düşünmek ve tartışmak
anlamına gelir. Bu temelde toplum ahlaka dayanmayan
politikanın yapılamayacağını bilir. Bu anlamıyla toplumun
öz düşünce gücü bir üstyapı kurumu değildir, toplumun
beynidir, organları ise ahlak ve politikadır. Bunu
kavrayan kapitalist modernite cinsiyetçilik, milliyetçilik,
devletçilik, bilimcilik, sanat-spor-seks üçlemesi
temelinde toplumun zihinsel fethine girişmiştir.
“Tarihin tüm önemli olayları, gelişme süreçleri ve
yapılanmaları etkili zihniyetler ve iradelerinin eseri olarak
ortaya çıkmışlardır. Marksist yöntemin en büyük
hatalarından biri, devrimi zihniyet alanlarında yoğunlaştırmadan, yeni toplumsal inşayı günlük baskı ve istismar altındaki proleterden beklemesidir. Marksistler
proleterin yeniden fethedilmiş köle olduğunu görememişlerdir. ‘Özgür işçi’ safsatasına bizzat düşmüşlerdir.” Bu eleştirilerden yola çıkan Önderliğimiz, halkların yukarıda belirttiğimiz sistem karşıtı güçlerde ifadesini bulan demokratik duruşlarının demokratik sistemlere dönüşebilmesi için bilme sürecindeki kaybı önleyecek zihniyet devrimini, bu temelde yürütülecek mücadelede politik araçların doğru seçilmesini (özellikle devletçi çözümlerden kaçınılmasını) ve kapitalizmin çözerek
paramparça ettiği toplumsal ahlaka dönülmesini önemle vurgulamaktadır.
‘Ahlaki ve politik olamayan, hakikati bulamaz’
“Ahlaka başvurulmadan ne toplumsallaşılabilir ne de yönetilebilir. Yöntemde ahlak toplum için vazgeçilmez
bir oluşum ve yönetim gerçeği, algısıdır. Ahlakın pozitif ve negatif içeriğini tartışmaksızın, bu yönlü bir gelişme toplumsal algılamanın vazgeçilmezi olarak sayılmak durumundadır. İnsan toplumunu ahlaksız düşünmek, belki de yiyecek ot bırakmadıkları için nesli tükenen dinozorlar gibi
insanın kendi türünün ya da dünyanın yaşanabilir çevresinin
sonunu getirmesi demektir.”
Ahlak toplumun özgürlük bilincidir
İnsanın toplumsal varlığını oluşturan örgüdür. Politika ise toplumu dönüştürme iradesi oluyor. Toplumun ahlaki örgü temelinde ihtiyaçlarının karşılanmasını içeriyor. İnsanın en büyük gücü toplumsallığında saklı ise güçsüzlüğü ve zavallılığı da aynı biçimde toplumsallığının zayıflatılmasında, yıkıma ve kırıma uğratılmasındadır. Ataerkil devletçi sistemin
ortaya çıkışından bu yana insanın doğal toplumla ortaya
çıkardığı değerlerin, bu süreçte kazandığı yetenek ve
becerilerin, yine bunlarla yarattığı ürünlerin gaspına
dayalı toplumsal sistemler oluşagelmişlerdir. Derinleşen
devletçi egemenlikli sistemler toplumun ahlak ve politika
bilincini körelterek, insanı gerçek dünyadan koparıp
tanrılar, cinler, şeytanlarla dolu sanal bir dünyaya çekerek
varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Kapitalizm ise bunu
bilimin de yardımıyla adeta zirveleştirmiş toplum, birey
ve doğa üzerinde tarihin toplamında gerçekleştirilenden
katbekat bir istismar, yıkım ve tahribata yol açmıştır.
Kapitalist modernite her türlü ahlaka karşıdır. Çünkü modernizmin doğası maneviyatı dışlar. Kapitalizm maneviyat karşıtıdır. Zira maneviyatın varlığı tüketimi sınırlar. Modernizmin insanı güdüseldir ve tüketicidir. Maneviyattan ve tarih bilincinden yoksundur. Onun için geçmiş dün, gelecek yarından ibarettir. Kapitalist modernizm tüm gücüyle bu bireyi geliştirmek için uğraşır. Bu anlamıyla maneviyata ve ahlaka karşı hep bir savaş halindedir. Buna zorunludur, çünkü bütün ahlak öğretileri aşırı israfı, teşhirciliği, doğa ve
hayvan karşıtlığını, kadının, ailenin ve çocuğun istismarını
ve mahremiyetin ihlalini kutsallıkların bozulmasını
günah ve ayıp sayar. Evrim zincirinin son halkası olarak insan, biyolojik gelişmenin zirvesini temsil eder. Tüm hayvan ve canlı yaşamındaki gelişmeleri içeren yapısıyla adeta tüm canlılığı bünyesinde barındırır. Canlılığı artık kabul edilen
evrende mikro evren olarak adlandırılan insan, tüm
evrensel gelişmenin ve hareketin özeti gibidir. Bütün bu
özellikleri yanında asıl gücünü toplumsallığından alır.
Bir anlamda toplumsallık üst insan gibidir. İnsanı yaratan
ortamdır. Buna hükmetmek, bunu denetimine
almak ve yönlendirmek egemenliğin kaynağını oluşturmuştur. Mitoloji, din, felsefe ve bilim her ne kadar toplumun hakikat arayışının sonucu ortaya çıkmışlarsa da
egemenler elinde toplumu ve dolayısıyla insanı hakikatten
alıkoymanın, gerçekleri perdeleme ve gizlemenin
araçları haline gelmişlerdir. Günümüze uzanan tüm hakikat arayışlarının sonuçsuzluğunu ve egemenlerin kullanım araçlarına dönüşmelerini esas aldıkları yöntemlerin yetersizliğine ve egemen düşünüş biçimlerini aşamamasına bağlayan Önderlik, hakikat arayışını tüm yöntemleri iç içe sentezleyerek ve esasta da insanı en gelişkin verileri sunan
bir labaratuar gibi ele alarak geliştirmektedir. Tarih
kadar ekonominin, ekolojinin, köleci-feodal-kapitalist
diye adlandırılan devletçi uygarlık aşamalarının özneleştirme
ve nesneleştirme temelinde ele alınması, uygarlıksal
gelişmenin ekonomist bir yaklaşımla, tarihin determinist
ve düz çizgisel ilerlemeci bir mantıkla açıklanması,
insanın metafizik yanının özellikle Marksist ideolojide
gözardı edilerek, toplumun yapılandırılmasında
oynadığı rolün görmezden gelinmesi, kapitalist sömürü
ve talanın günümüze kadar sürmesinde büyük rol oynamıştır.
Bu anlamda Önderlik Savunmaları insanlığın
kapitalist sömürü ve talandan kurtulma arayışında yepyeni
bir bakışı hakim kılmasıyla insanlığa büyük bir
çıkışın kapısını aralamaktadır.
Önderlik’te gerçekleşen insanlık çözümüdür
Sınıf-kent-devletin oluşumuna dayalı olarak ortaya
çıkan ve finans sistemine kadar kendini getiren maddi
uygarlık, tarımcı köy topluluklarının devletleşmemiş
demokratik uygarlık güçlerini sömürerek bugüne gelmiştir.
Tarih esas olarak bu iki güç, yani devletçi maddi
uygarlıkla demokratik uygarlık güçleri arasındaki
mücadelenin ürünüdür. Günümüzde kapitalist modernitenin
yarattığı toplumsal sorunlar, yine bu temelde
yaşanan bir çelişki ve çatışma konusudur. Özellikle toplumsal
sorunların başında gelen iktidar-devlet sorunsalı
ciddi boyutlar kazanmıştır. İktidar ve devlet toplum
içinde ve üstünde olağanüstü boyutlara varmıştır. 16.
yüzyıla kadar toplum üstünde ve dışında konumlanan
devlet her şeyiyle toplumdan ayrıyken, daha sonra toplumun
içine sızmıştır. Bunun nedeni sömürülen kitlenin
çoğalmasıdır. Bu nedenle bürokrasi ve devlet
büyümüştür. Burjuvazi toplumun içinden çıkan devletleşmesiyle
ayrışan ve toplumla savaşa girişen bir sınıftır.
Bu sınıf iktidar ve devlet sorununu çözememiştir. Bunu
hem toplum hem iktidar, hem toplum hem devlet
paradigmasına çekerek çözmeye çalışmaktadır. Yine
devletçilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilikle ulus-devletin
çelişkisi aşılmaya çalışılmaktadır.
Yani toplumu devletleştirme, devleti toplumlaştırma
(ki bu faşizmdir) yoluyla ulus-devlet krizi aşılmak
istenmektedir. Bu temelde tarihin en büyük toplum
kırımına girişilmiştir. Medya, sanal toplum yaratma
faaliyetleri ve ulus-devlet birlikte büyük bir toplumkırımı
yürütmektedir. Neredeyse iktidar ve devlet tüm
sorunların kaynağı gibidir. Ahlaki-politik dokularını
yitirmiş ve bireyine hiçbir şey veremeyen bir toplumu
yaşıyoruz. İktidar ve devlet toplumu ahlaki ve politik
gücünü zayıflatarak güçten düşürmektedir. Kapitalist
modernite toplumu ahlak ve politikadan koparmakla
kalmamakta ahlakın yerine hukuku, politikanın yerine
devlet yönetimi ve idari kurumlarını geçirmektedir.
Oysaki ahlak ve politika toplumsal yaşamın vazgeçilmezleridir. Toplum var oldukça ahlak ve politika da var olacaktır. Ancak bu olgular çok zayıflatılmakta ve böylece
günümüzün büyük iktidar ve finans tekellerine yer
açılmaktadır. Kapitalist modernitenin yaşadığı kriz yapısaldır,
yaygındır ve derindir. İşin kötüsü Kapitalist modernite
dahilinde, Kapitalist modernitenin yöntemleriyle bu
kaoslu-krizli durumun doğru bir tanımına ulaşmak bile
mümkün değildir. Dolayısıyla bu sistem temelinde
çözümü de mümkün değildir. Zira Kapitalist modernitenin
kendisi sorunun kaynağını oluşturmaktadır.
Ekolojik yıkımdan kadın katliamına, ahlak örgüsünün
parçalanmasından toplum kırımına, maneviyatsızlaştırmadan
tüketime endekslenmiş sürü toplumuna,
yaşamın krizli kanserli bir hal almasına kadar sistemin
yarattığı sorunlar çözümlenemez boyutlardadır. Karşı
karşıya kaldığımız durum, sistemin insanlığı bir tür
olarak varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği bir noktaya
getirmiş olmasıdır. Bu durumda elbette özgürlük sorunu
en köklü sorun olarak gündeme girmektedir.
Savunmaların böylesi bir tarihsel süreçte yine
Ortadoğu ve Kürdistan gibi kaoslu bir coğrafyada
boy vermesi önemle ele alınmayı gerektirmektedir.
Kapitalist modernitenin kaoslu ve krizli durumdan
kendi çıkarları doğrultusunda çıkmak için en kapsamlı
müdahaleleri gerçekleştirdikleri bölgemiz, aynı
zamanda insanlığın özgürlük sorunsalına en köklü
çözümün de ortaya konulduğu bir zemin olmaktadır.
Bu anlamıyla savunmaların ortaya konulduğu zaman
ve zemin ile Kapitalist modernitenin krizini aşma
temelinde geliştirdiği müdahalenin zaman ve zemini
çakışmaktadır. Uluslararası komplo gerçeği ve günümüze
kadar sürdürülen İmralı Sistemi’ni bu gerçeklik
dışında izah etmek mümkün değildir. Kapitalist
modernite bölgemize yönelim temelinde krizini aşma
hesapları içindeyken karşılaştığı Önderlik gerçeği karşısında
tarihin en kapsamlı komplosunu hazırlamış ve
uygulamaya koymuştur. On yıldır süren karşılıklı
mücadelede kazanan Önderliğimiz, bölge halkları ve
insanlık olmuştur. Savunmalar bu mücadelede ulaştığı
boyut itibariyle Kapitalist modernitenin bölge üzerindeki
hesaplarını bozan bir rol oynamakla kalmamakta,
halkların ve insanlığın bin yıllardır peşinde
koştuğu hakikat arayışına kapsamlı ve saptırılamayacak
yanıtlar vermektedir.
Kapitalist modernitenin yol açtığı kaoslu-krizli
durum karşısında insanlığın özgürlük arayışlarına
köklü yanıt olmayı başaran bir öncülüğün varlığı
demek, sistem dışı ve karşıtı alternatiflerin güçlenmeleri
ve kaoslu-krizli durumdan insanlık lehine köklü
değişiklikler yaratarak çıkmaları anlamına gelmektedir.
Topluma bir sapma bir karşı devrim olarak
dayatılan ataerkilliğin ve devletçi sistemin Kapitalist
moderniteyle aldığı biçim adeta toplumu yutacak
düzeye gelmiştir. Bunun karşısında Önderlik savunmalarıyla
sadece Kürt sorununu ve çözümünü gündemleştirmekle
kalmayıp, insanlığı yeniden gerçek
tanımına kavuşturmakta, toplumun zihniyet, ahlak
ve vicdan değerlerini ataerkil, devletçi, kapitalist
modernitenin yarattığı saptırmalardan arındırarak
kendi kökleri üzerinde ve özgürlük temelinde yeniden
tanımlamaktadır. Önderlik savunmaları zihniyet
ve vicdan devriminin bu temelde yoğunlaştırılmasını,
insanlığın temel sorunu olan özgürlük sorununun
köklü ve kalıcı çözüm araçlarına kavuşturulmasını
içermektedir. Bu temelde savunmaların
tarihsel olarak oynadığı en temel rol insanlığın hakikat
arayışını bir daha saptırılmamak üzere kendi
dayanaklarına, yöntemlerine ve araçlarına kavuşturmuş
olmasıdır. Bu yüzden Önderlik savunmaları
mücadeleci yaklaşım dışında hiçbir yaklaşımla ele
alınamayacak, keskin bir mücadele temelinde
yaşamsallaştırılma amacı dışında yaklaşım gösterilemeyecek
bir gerçekliği ifade etmektedir.
Önder APO, son savunmalarında kapitalist
modernitenin yarattığı toplumu köleleştiren sisteme
karşı büyük bir özgürlük arayışı sonucunda
demokratik toplumun yaratılmasıyla özgürlüğe
ulaşılabileceği sonucuna vardı. Eğer Önderlik savunmaları
doğru anlaşılmak isteniyorsa, öncelikle kapitalizmin
yarattığı verili düşünce sisteminin penceresinden
bakmamak gerekir. Yani dar, dogmatik ve eskiden
oluşan bakış açılarından sıyrılmak zorundayız.
Yine olaylara ve olgulara objektif bakmanın
yolu bir doğru tarih bilinci edinmekten geçmektedir.
Ayrıca Önderlik savunmalarının doğru anlaşılabilmesi
için kapitalizmin etkilerinden arınan ve
maneviyata değer biçen bir yaklaşıma sahip olmak
gerektiği de bir gerçektir.
Özgürlük değerlerine ulaşmak için savunmaların
bu temelde tekrar tekrar okunması, tartışılması
bir zarruriyettir. Ancak özgürlük penceresinden
bakarak doğru bir sonuca ulaşılabilir, kapitalizme
karşı mücadele verilebilir ve demokratik
toplum doğru anlaşılabilir.
O zaman Önderlik savunmalarında belirtilen
yeni paradigmayı anlamanın yolu kelime kelime
özümsemekten, tekrar tekrar okumaktan ve yeni bir
zihniyet devrimini yaratmaktan geçmektedir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Savunmaları üzerine/Ali Haydar Kaytan