Tuncel: İtiraz yetmez, itirazı örgütlemeli

0
671

Değişimin mümkün olduğunu; muhalefet güçlerinin temel sorunların çözmek için yan yana gelip öncülük etmesi gerektiğini belirten tutsak siyasetçi Sebahat Tuncel, “Sadece itiraz etmek yetmez, itirazı da örgütlemek lazım” dedi.

AKP’nin, MHP, Ergenekon ve diğer radikal dinci milliyetçi gruplarla Cumhur İttifakı’nı Kürt karşıtlığı üzerinden kurduğunu hatırlatan HDP’li siyasetçi Sebahat Tuncel, şunu vurguladı: “Devlet Bahçeli, bu ittifakın eşbaşkanlığını yürütmektedir. MHP’nin sadece fikri değil, kendisi de iktidarda.”

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eşbaşkanı Sebahat Tuncel, 6 Kasım 2016’da rehin alındı. Dört yıldır Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Tuncel, yargılandığı davadan aldığı 15 yıl hapis cezasının bozulmasına rağmen tahliye edilmedi. Tuncel hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ‘Kobanê soruşturması’ kapsamında 12 Ekim’de ikinci tutuklama kararı verildi. Rehin tutulan Tuncel, avukatları aracılığıyla ANF’nin sorularını yanıtladı.

6 yıl önceki Kobanê eylemlerinden dolayı yeniden tutuklanmanıza karar verildi. Sizce bu kadar zaman sonra neden bu dönemde soruşturma açıldı?

Kobanê operasyonları ve tutuklamaları, AKP-MHP faşist iktidarının Kürt düşmanı siyasetinin bir sonucu. Cumhur İttifakı, tüm gücünü, dünyada yeni dengeler kurulurken Kürtlerin bunun içinde yer almasını engellemek ve Kürtleri statüsüz bırakmak için kullanıyor. Hem iç hem de uluslararası siyasetinin merkezine Kürt düşmanlığını koymuş durumda. AKP, 2014’te Kürtlere karşı geliştirdiği ‘Çöktürme Planı’nı devreye koyduğu o dönemde; bir yandan İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan ile devlet yetkilileri, diğer yanda HDP’nin heyeti ile görüşmeler yapılıyordu. Bunun sonucunda ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ ile diyalog sürecinden müzakerelere geçiş için önemli bir adım atıldı. Erdoğan, müzakere masasını devirip Sayın Öcalan üzerindeki tecridi daha da derinleştirdi. Sayın Öcalan’ın görüş ve önerilerinin toplum buluşmasının önü kesildi. 

Kürt sorununun çözümsüzlüğü, savaş ve çatışma siyaseti Türkiye’yi ekonomik ve siyasi olarak kaotik bir süreç içinde sürükledi. 15 Temmuz’u bahane eden AKP, kendisi siyasi bir darbe yaparak tüm toplumsal muhalefeti baskı altına aldı, başkanlık sistemi olarak adlandırılan ‘tek adam rejimi’ni kurumsallaştırmak için mevcut anayasa ve yasalara işlevsiz hale getirdi. Kürt halkı başta olmak üzere demokratik muhalefet üzerine sistematik bir zor ve zulüm politikası devreye konuldu. Kayyum politikasıyla somutlaşan bu süreçte Kürt halkının siyasi iradesi gasp edildi, eşbaşkanları, milletvekilleri belediye eşbaşkanları ve binlerce HDP-DBP yöneticisi rehin alındı, alınmaya da devam ediliyor. 

Cezaevleri, Kürtler için toplama kampına dönüşmüş durumda. 6 yıl sonra başlatılan Kobanê soruşturması ve tutuklamalar, AKP’nin Kürt halkına karşı intikamcı yaklaşımının bir sonucu. O süreci hatırlarsanız; AKP, Kürt halkının Rojava’daki kazanımlarını engellemek için DAİŞ’i Kürtlere karşı destekledi, radikal gruplara her türlü desteği sundu. Tüm dünya bu gerçeği biliyor, birçok devletin elinde Türkiye’nin bu desteğini kanıtlayacak belgeler de var. 

Türkiye’nin çetelere desteğine karşın Kürt halkı görkemli bir direniş ile insanlık suçu işleyen çeteleri yenilgiye uğrattı. Dünyanın her yerinden dayanışma etkinlikleri yapıldı bu direniş tüm dünya halkları açısından yeni bir umut yarattı ve 1 Kasım Dünya Kobanê Günü ilan edildi. Dünya halklarının Kobanê ile dayanışması, AKP’yi çok öfkelendirdi. Kobanê halkı ve Kürt halkı kazandı, AKP’nin politikası kaybetti. Her ne kadar AKP, DAİŞ’e karşı olduğunu söylese de pratikte tam tersidir. Erdoğan, Antep’te yaptığı bir konuşmada ‘düştü düşecek’ diyerek gerçek istemini dile getirmişti.

6- 8 Ekim sürecinde yaşanan şiddet olaylarının, yaşam hakkı ihlallerinin ki o süreçte onlarca üyemiz yaşamını yitirmiştir ve sorumlusu bizzat o dönemdeki iktidardır. Dayanışma için sokağa çıkmış olan halkın karşısına kim paramiliter güçleri çıkardı? Şiddet ve gerginliği kim yarattı? Bunların açığa çıkarılması konusunda bir soruşturma yapılmazken HDP’nin Kobanê halkı ile dayanışma çağrısı ve atılan bir tweet bahane edilerek, yeni bir siyasi soykırım operasyonu yapılıyor. Yaşanan gerçekleri gizlemek ve HDP’yi baskı altına alarak kendi politikaları önünde engel olmaktan çıkarmayı hedeflemektedir.

Toplam bir siyasetin ürünü diyorsunuz yani?

2009’da başlatılan, hatta daha geriye DEP’lilerin siyasi bir darbe ile tutuklamalarından HDP eşbaşkanları, milletvekilleri ve belediye eşbaşkanları, meclis üyelerinin tutuklanmasına kadar devletin Kürt siyaseti hareketine yönelik politikası; inkar, imha ve asimilasyon politikasının hep devrede olmasının sonucudur. 1990’lı yıllarda uygulanan köy yakmalarından faili meçhul (aslında belli) cinayetlere, gözaltında kaybetme, zorunlu göç politikaları günümüzde de farklı uygulamalarla -kayyum siyaseti, helikopterden atma, köylülere, sivillere yönelik saldırılar, şiddet, taciz, tecavüz, yaşam hakkı ihlalleri, gözaltı tutuklamalarla- devam ettirilmekte. Devlet adına suç işleyenler, 90’lı yıllardaki gibi bugün de devlet tarafından korunmaktadır. Cezasızlık politikası, yaşam hakkı ihlali başta olmak üzere insan hakları ihlalinin temel nedenidir. Tüm bu yaşananların gösterdiği şey, AKP’nin girdiği yeni rotanın inkar, imha ve asimilasyon politikalarına ile devletin fabrika ayarlarına geri dönmesi olmuştur. Bu sadece AKP açısından değil, Türkiye açısından da gerilemeyi göstermektedir. Ancak 1990’larda olduğu gibi bugün de Kürtler bu politikalara karşı direnmekte, mücadele etmektedir. Kürt Hareketi’nin Türkiye’deki demokrasi ve özgürlük güçleri, sosyalist hareketlerle birlikte kurduğu HDP, bugün Meclis’in 3. büyük partisi olmuşsa bu direniş ve mücadelenin bir sonucudur. Bugün HDP, Türkiye demokrasisinin garantisi ve siyasetini belirleyeni haline gelmistir. Saldırılar, gözaltı ve tutuklamalarla HDP’nin bu belirleyici gücü engellenmeye çalışılmaktadır.

Sizin de bahsettiğiniz gibi HDP’nin yasal zeminde siyaset yapma pratiklerine her dönem yoğun bir saldırı var. Hem salgın hem dış ve iç siyaset kıskacındaki AKP’nin saldırganlık dozu artıyor mu?

Cumhur İttifakı bileşenleri kendi önlerinde tek engel olarak HDP’yi görmektedir ki bunda da haksız sayılmazlar. HDP, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir siyasi perspektifle halkların umudunu diri tutmaktadır. HDP’nin kadın özgürlüğü, yerel demokrasinin gelişmesi, işçilerin emekçilerin hak ve özgürlüğü, ekoloji, halkların ve inançların eşitlik ve özgürlük mücadelesi; erkek egemen, kapitalist, dinci, cinsiyetçi, milliyetçi muhafazakar, militarist politikalar ekseninde bir araya gelen faşist ittifak güçlerini korkutmaktadır. HDP’ye yönelik saldırılan sadece sahip olduğu oy potansiyeli değil, esas HDP’nin temsil ettiği demokrasi ve özgürlük, barış çizgisidir. 

Cumhur İttifakı, kendisini devletin zor aygıtlarını kullanarak, toplumu ve toplumsal muhalefeti baskı altında tutarak var edebilmektedir. Bütün faşist yönetimler gibi çıplak şiddet ile toplumu yönetmenin temel argümanı olarak kullanmaktadır. Sizin de belirttiğiniz gibi insan sağlığını ilgilendiren en temel meselede bile demokratik, şeffaf, halkı bu sürecin bir parçası haline getirmek yerine, bu süreci toplum üzerinde bir baskı aracına dönüştürmüş durumda. Bu süreçte iktidardakiler kendileri tüm siyasi çalısmalarını yaparken, muhalefete ‘pandemi var’ bahanesiyle çalışma alanları daraltılarak sokaklar muhaliflere kapatılmaktadır. Üstelik tüm hak ve özgürlükler bu süreçte askıya alınmış, iktidarın çıkarlarına özel bir ‘hukuk’ devreye konulmuştur. En son yaşanan örnekler bunu çok çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Baroların kongreleri iptal edilirken, muhalefetin halkla buluşacağı, işçilerin, toplumsal kesimlerin gençlerin bir araya gelmesi engellenirken, AKP’nin kongreleri pandemiden etkilenmedi! İşçiler, emekçiler, köylülerin hak arama mücadelesi karşısına devlet zoru çıkarken, AKP hak gaspları için devlet gücünü kullanarak her gün yeni yasalar çıkarmaktadır. Bu durumu değiştirmek mümkün, bu yaşananlara bir kader olarak bakamayız. Yapılması gereken muhalefet güçlerinin Türkiye’nin temel meselelerini çözmek, Türkiye’de demokrasi ve özgürlükleri güvenceye almak için yan yana gelmesidir. Seçim endeksli birliktelikler, Türkiye’nin içine girmiş olduğu siyasi ve ekonomik krizi, Türkiye rejiminin yaşadığı yapısal sorunları çözmez, çözemez. O nedenle gerçekten Türkiye’de iktidar koltuğunu ele geçirme hedefi dışında Türkiye’de Kürt sorunun, kadın sorunun, işçi ve emekçilerin sorunlarının eşitlik ve özgürlük temelinde çözülebilmesi için bunu dert edenlerin yan yana gelmesi; halkların değişim taleplerine denk bir öncülük etmesi gerekli. Sadece itiraz etmek yetmez itirazı da örgütlemek lazım.

MHP’nin iktidardaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP, tek başına yönetme yeteneğini kaybetti. Özellikle 2015 seçimleri sonrasında AKP barışçıl çözüm seçeneğini öteleyerek, Türkiye’yi yeni bir rotaya soktu. Dinci, milliyetçi, muhafazakâr, cinsiyetçi, yeni Osmanlıcı bu rotada yeni bir rol arkadaşına ihtiyaç duydu. Muhafazakâr demokratlar ve liberallerle arasına mesafe koyan AKP, MHP, Ergenekoncular, radikal milliyetçiler ve dinci gruplarla Cumhur İttifakı’nı kurdu. Bu ittifak, Kürt karşıtlığı üzerinden kuruldu. Devlet Bahçeli, bu ittifakın eşbaşkanlığını yürütmektedir. Dikkat ederseniz Bahçeli’nin açıklamaları hemen uygulamaya sokuluyor. MHP’nin sadece fikri değil kendisi de iktidarda.

Siz de dahil bu siyasi soykırım operasyonunda birçok kadın siyasetçi tutuklandı. AKP’nin kadınlara yönelik bu saldırıları hakkında ne diyeceksiniz?

AKP, sadece Kürt siyasetine değil, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine de karşı. İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınması, bunun sonucudur. Kürt kadın hareketinin öncülük ettiği kadın-erkek eşitliğine dayalı, toplum dönüşümü hedefleyen kadın özgürlükçü paradigma, erkek egemen kapitalist sistemin temsilciliğini yapan AKP ve onun ortaklarını çok korkutmaktadır. Hedef alınan sadece Kürt kadınları değildir. Kürt kadınları çifte bir saldırıyla- hem etnik, hem de kadın kimliklerinden kaynaklı- maruz kalmaktadır. Ancak hedef Türkiye’deki tüm kadınlardır. AKP’nin iktidarda olduğu süreçte bu kadar çok kadın katliamının, kadına yönelik, taciz ve tecavüzün artması, temsil ettiği erkek egemen zihniyet ve onun topluma yansımasının sonucudur. AKP, en çok kadınların mücadelesinde Kürt kadın siyasetçilerini, Kürt kadın kurumlarını, derneklerini hedef alıp kapatması, yöneticilerinin tutuklanması bunun sonucudur. Kadınların direnişi/mücadelesi, toplumsal değişimi/dönüşümü daha hızlı sağlamaktadır. Eşbaşkanlık sistemimizin hedef alınması, aslında tüm gerçekliği çok çıplak göstermektedir.

AKP, Kürt kadınlarına karşı ‘özel savaş’ yöntemlerini devreye koymuştur. Bir yandan politik kadınları hapsederken diğer yandan kadınları korumasız, devlet-erkek şiddetine açık hale getiriyor. Son dönemlerde kamuoyuna yansıyan Batman, Şırnak, Dersim başta olmak üzere bölgede kadınlara yönelik devlet-erkek şiddeti, taciz, tecavüz, kaybolmalar, kadın katliamlarının artması, kadın katillerine yönelik cezasızlık, bu özel savaş politikasının bir sonucudur. Tüm bunlara karşı yapılması gereken, kadın özgürlük çizgimizi her yerde savunmaktır. TJA’nın başlatmış olduğu ‘Em xwe diparêzin’ kampanyası, bu açıdan oldukça önemlidir. Kadınların kendini savunması oldukça önemlidir. Kadınların kendini savunmalarının esası, kadın örgütlülüğünün güçlü ve yaygın olmasından geçer. Dikkat edilirse kadın örgütlülüğümüzün zayıfladığı her yerde kadınlara yönelik, şiddet, taciz tecavüzler yaşanmakta, kadınlar katledilmektedir. Kadın meclislerinin, derneklerinin, dayanışma ağlarının kurulması ve güçlendirilmesi bu süreçte her zamankinden daha hayatidir. Yine kadınların bir arada yaşam ve barış mücadelesini örgütlenmesi toplumsal barışın inşasında oldukça önemlidir. Kadınların yaşamın her alanında örgütlenmesi, dayanışmayı büyütmesi, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, açısından kritik önemdedir. Sizin vesilenizle kadın mücadelesinde yer alan tüm kadınları buradan selamlıyor, başarılar diliyoruz.

HDP’nin 31 Mart’ta kazandığı 65 belediyeden geriye sadece 6 belediye kaldı. Yerel yönetimlere olan saldırı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kürt halkı her seçimde AKP-MHP faşizminin bu politikasına karşı direnmiş, kayyum atanan yerlerde yeniden kendi temsilcisini seçmiş, ancak ikinci kez halk iradesi kayyumlarla gasp edilmiştir. AKP, kayyumlarla belediye binalarını işgal edebilir, baskı, zor ve zulüm politikaları, işkence, gözaltı, tutuklamalarla toplumun sesini bastırabilir, ancak Kürt halkını dil, kimlik, kültür haklarından, kendi kaderini kendi belirleme talebinden asla vazgeçiremez. Bazen sessizlik, sesten çok korkutur iktidardakileri. Çünkü sessizliğin ne zaman sese dönüşeceğini, isyana dönüşeceğini kimse kestiremez. AKP’nin kayyum siyasetinin hedeflerinden birisi bizim kadın özgürlükçü ve doğrudan demokrasiyi geliştirme hedefimizdir. Tüm eksik ve yetmezliklerimize rağmen Türkiye’de Kürt siyasetinin özgürlükçü, eşitlikçi özerk yerel yönetim modeli, iktidarın merkeziyetçi, tekçi, cinsiyetçi ranta dayalı politikalarını deşifre etmektedir. Dikkat ederseniz kayyumların ilk yaptığı iş, şeffaflığı ve denetimi ortadan kaldırmak; rüşveti, yolsuzluğu meşrulaştırmaktır. Halk iradesine saygı gösterilmediği, devlet zoruyla halk iradesinin gasp edildiği bir yerde barıştan, demokrasiden, özgürlüklerden bahsetmek mümkün değildir. Kayyum siyaseti, Türkiye’de demokrasinin, hak ve özgürlüklerin öldüğü, üzerine toprak örtüldüğünün işaretidir. 

Bütün bunların, nafile çabalar olduğunun bir kez daha altını çizmek isterim. Kayyum siyaseti, gözaltı tutuklamalar, zor ve zulüm politikaları, bizi mücadelemizden alıkoymak bir yana daha inançlı ve iradeli kılmakta, azmimizi büyütmektedir.

Kaynak: https://anfturkce.com/

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz