İşgalci Türk devletinin Medya Savunma Alanlarında yürüttüğü operasyonların ardından Kuzey-Doğu Suriye’ye operasyon hazırlığı içerisinde olduğu belirtiliyor. Mezopotamya Ajansı’nda yer alan Erdoğan Altan’ın haberine göre Medya savunma alanlarında istenilen sonuç alınamayınca farklı arayışlar içerisine girildiği kaydedildi.
Güney Kürdistan’a yönelik saldırılarını sürdüren Türk devletinin, Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük yeni bir operasyon hazırlığı içerisinde olduğunu gösteren işaretlerin mevcut olduğunu belirten gazeteci Altan “Operasyonun amacı ise Başur ile Özerk Yönetim parçalarını birbirinden ayırmak.”
Türkiye’nin, Güney Kürdistan’da bulunan Garê’ye yönelik 10 Şubat’ta yaptığı ve 13’ü esir 16 askerin ölmesiyle sonuçlanan operasyonun intikamını almak için 23 Nisan’da Metîna, Avaşîn ve Zap bölgelerine yönelik başlattığı operasyon 6’ncı ayına girdi. Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) bağlı özel güçlerin de dahil olduğu operasyonda kullanılan savaş uçakları, İnsansız Hava Aracı (İHA), Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) ve ağır silahlara rağmen ilerleme sağlayamayan Türkiye’nin kimyasal silah ve zehirli gazlara başvurduğu yönünde kimi iddialar da zaman zaman gündeme geliyor.
Başlatılan operasyonla TSK’nin 2-3 ay içinde Avaşîn, Metîna, Zap bölgelerinde hakimiyeti sağlayarak, hızlı bir şekilde Kandil’e doğru ilerlemesi planlanıyordu. Ankara merkezli bu plan kapsamında hava saldırılarıyla Maxmur Mülteci Kampı halkı sindirilerek baskı altında tutulacak, Şengal’in özerkliği yıkılacak, ABD’nin Afganistan’da çekilişi ve Kabil Havaalanı fırsatı ile Kuzey ve Doğu Suriye’ye büyük darbe vurularak Özerk Yönetim çökertilecekti. Bu plan dahilinde kaydedilecek ilerleme doğrultusunda da AKP ve MHP ittifakı tarafından erken seçim kararı alınıp, yaratılan milliyetçi hava ile sandıktan zaferle çıkılması planlıyordu. Ancak “evdeki hesap çarşıya uymadı” ve Metîna, Avaşîn ve Zap’ta istenilen ilerleme sağlanamadı.
Operasyonda istenilen sonucun alınmaması Türkiye’yi farklı arayışlara itti. Buna göre Türkiye, Fransa öncülüğünde 28 Temmuz’da Bağdat’ta yapılan “Komşu ve Bölge Ülkeler İşbirliği ve Dayanışma Zirvesi”nin katılımcılardan Kürtlere yönelik yapılan tüm operasyonlara destek vermelerini ya da sessizliklerini sürdürmelerini istedi. Ancak yansıyan bilgilere göre, Türkiye’nin bu talebi karşılık bulmadı.
Hakan Fidan’ın görüşmeleri
Hem askeri olarak hem de siyaseten umduğunu bulamayan Türkiye, bu arayışlarını MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden sürdürmeye başladı. Fidan, Suriyeli mevkidaşı Ali Memlük ile Türkiye-Suriye ile Irak-Suriye’nin “sınır güvenlikleri” konusunda Bağdat’ta görüşme gerçekleştirdi. Fidan, bu görüşmede Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik planlanan kapsamlı bir operasyon için Şam rejiminden destek istedi. Operasyona destek sağlamak üzere başlatılan bu diplomasi trafiğine Hewlêr ve Bağdat’a yapılan ziyaretlerle halen devam edildiği yönünde kimi bilgiler de söz konusu. İktidarını sürdürmenin yolunu Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik kapsamlı operasyonda arayan Türkiye, bu amaçla son aylarda Antep’te ve Cerablus’ta yapılan toplantılarda paramiliter güçleri tek bir çatı altında birleştirme çabasında. Bu adımlarla birlikte Arap halklarını Özerk Yönetime karşı kışkırtmak amacıyla provokasyonlarını sürdüren Türkiye’nin bu planına Rusya ve Amerika’nın da onay verdiği öne sürülüyor. Öyle ki, ker iki küresel gücün son günlerde Özerk Yönetim temsilcileri ile yaptıkları görüşmeler perde arkasında Türkiye’ye verilen onayı gizleme çabası olarak yorumlanıyor.
Türkiye’nin planladığı operasyonla ulaşmak istediği amaç ise Kuzey ve Doğu Suriye ile Güney Kürdistan’ın bağlantısını tamamen kesmek. ABD’nin Afganistan’dan çekilişini fırsata çevirmek isteyen Türkiye, Ağustos ayından itibaren hem SİHA’larla hem top atışlarıyla Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılarını arttırdı. Özellikle Til Temir’e yönelik girişilen saldırılar, geniş çaplı bir saldırının adeta ön aşaması durumunda. Rusya ve ABD’nin hava sahasını kullandırarak önünü açtığı saldırılarla Türkiye pazarlık masasına davet ediliyor. Bu açıdan Til Temir’e saldırılar bir yandan prova, diğer yandan nabız yoklaması olarak değerlendiriliyor.
Sınır hattına yığınak
Türkiye’nin Dirbêsiyê ve Amudê’nin sınır hattına yığınağını da yoğunlaştırdı. Tank başta olmak üzere çok sayıda zırhlı aracın bu noktalarda konumlandırıldığı, askeri birliklerin sevk edildiği bölgedeki köylerin boşaltıldığı da gelen bilgiler arasında. Türkiye’nin tarım yapamadıkları için buradaki köylülere zararlarının karşılanacağını yönünde taahhütte bulunduğu ifade ediliyor. Hem keşif-gözetleme hem de vuruş kapasitesi bulunan İHA ve SİHA’ların sınır hattı boyunca neredeyse durmaksızın havada tutulması da önemli bir ipucu olarak görülüyor.
Amaç, damarların kesilmesi
Türkiye’nin askeri hazırlıklarını sadece bir ‘tehdit manevrası’ olarak ele almak fazla iyimserlik olsa da, bu yine de taktiksel bir yanıltmaca olabilir. Zira Rojava’ya yönelik olası bir saldırının yığınak yapılan bu bölgenin aksine Derik bölgesinde başlama ihtimali daha güçlü. Güney Kürdistan ile Özerk Yönetim parçalarını birbirinden ayırmayı hedefleyen bu operasyona “Damarların Kesilmesi” adı verildiği ve hazırlıklarının son hızla yürütüldüğü ulaşılan bilgiler arasında. KDP’nin Medya Savunma Alanlarında gerillaya yönelik geliştirdiği kuşatmanın da aynı amacı taşıdığı gözden kaçmamalı. Bu kuşatma her şeyden önce olası saldırı durumunda HPG’nin Rojava Devrimi’ne yardımını engellemek için. Aynı zamanda Federe Kürdistan’a yönelik olacak operasyonla Türk’nin Musul ve Kerkük’e sızmak istediği ve Irak yönetimi ile Habur’a alternatif bir kapı açmayı hedeflediği biliniyor. Irak devletinin neresinde olduğu henüz tam olarak bilinmeyen bu plandan en azından haberdar olunduğu yapılan son açıklamalara yansıyor. Yakın zamanda bu konuyla ilgili dikkat çekici haberler basına yansıdı.
Suriye Kurtuluş Cephesi neden kuruldu?
Suriye Milli Ordusu (SMO) bünyesinde olan askeri oluşumlardan 5’i “Suriye Kurtuluş Cephesi” adı altında birleşti. MİT’in bu yapıları birleştirmeye uğraştığı uzun zamandır ifade ediliyordu. Bu yapıların SMO adını aldığı zamanı hatırlamak, bu konuda bize ciddi ipuçları sunar. Türkiye, Serêkaniyê ve Girêspi’ye yönelmeden hemen önce 2019 yılı ortalarında bu yapıları birleştirdiğini duyurmuş ve bu Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılarında öne sürmüştü. Bu örgütlerin birleşmesini ve askeri eğitimlerini servis edip, bunu geniş çaplı askeri bir operasyona hazırlık olarak yorumlayan Şarkul Avsat’ta yer alan bir haberde, Suriye Kurtuluş Cephesi Sözcüsü sıfatını taşıyan Mutasım Abbas’ın şu sözlerine yer veriliyor: “Tabii ki SMO PKK’ya bağlı örgüt ve gruplara karşı askeri operasyonları yeniden başlatmak için uygun zamanı bekliyor… Bu ittifak PKK’yı ve uzantılarını Suriye’deki bölgelerden temizlemeyi amaçlıyor. Suriye toprakları içindeki PKK’ya karşı olası askeri operasyonların bir ön aşaması olarak savaşçılar çatışmalara girmek için eğitilmeye devam ederken, SMO çeşitli bileşenleriyle birlikte şu anda askeri ve savaş hazırlıkları yürütüyor… Bu birleşme, terör örgütlerine karşı askeri operasyonların başladığı ilan edilir edilmez, terör örgütleriyle mücadelede süngünün başı olacak.” Bu çerçevede yapılan hazırlıklardan bir diğeri Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan aşiretleri Özerk Yönetime karşı kışkırtmak ve silahlandırmak. Bu amaçla 19 Ağustos’ta Antep’te bir toplantı gerçekleştirildiği yönünde bilgiler de var. Türkiye ile işbirliği içerisinde olan Cerablus merkezli bir aşirete, yeni bir askeri operasyona başlayacağını ve bu hareket başladığında aşiretlerin Özerk Yönetimi Minbiç’ten Rakka’ya kadar suikast ve sabotaj saldırıları ile arkadan vurmak için çalışmalara başlamaları yönünde perspektif verildiği iddia ediliyor. Bölgeden gelen bu bilgi oldukça ciddi bir hazırlığa işaret ediyor.
Yaklaşık son bir aydır havuz medyasının gündeminde Rojava’nın yer almasıyla ise planlanan operasyonunun psikolojik altyapısı örülmekte. TV programlarında sözde uzmanlarca Rojava’nın Türkiye’nin bekası için ne denli büyük bir tehdit olduğu tartışılarak algı yaratılmaya çalışılmakta. Bu yönlü çabalarda dikkat çeken bir diğer nokta da İdlib’te selefi örgütlerin saldırısı sonucu iki Türk askerinin ölümünün ardından sınır hattındaki birlikleri teftiş etmeye giden Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın olayla ilgileri olmamasına rağmen Rojava güçlerini açıktan tehdit etmesi oldu.
Diplomatik Çabalar
Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik böyle bir saldırıyı ABD ve Rusya’nın onayı olmadan yapması mümkün değil. Geçmişte verilen kimi tavizler karşılığında bölgeye operasyonlar yapan Türkiye, bugün de hem Rusya’yı hem de ABD’yi ikna etmek için çabaladığı aşikar. Türkiye, işgal politikalarına dair öncellikle ABD’den azami destek bulma arayışında. Öyle ki Hulusi Akar, Rojava sınırından doğrudan ABD’ye de mesaj verdi. Yapılan açıklamanın alt metninde bir yandan Ortadoğu’da ABD adına rol oynamaya hazır olunduğu gösterilirken, diğer yandan Türkiye olmadan Ortadoğu’da sürekli gerileyeceği ve yenileceği iddia edilerek örtük bir şekilde ABD’ye tehditler bulunuldu. Akar, yine ABD ve Türkiye arasındaki temel zıtlaşma noktalarından birini oluşturan Rusya’dan alınan S-400 savunma sistemi konusunda ne kadar pahalı olursa olsun Patriot sistemini almaya hazır olduklarını beyan ederek bir bakıma rüşvet de teklif etti. Verilen bu mesajlar zamanlama, söylenen yer ve bağlam temelinde okunduğunda Türkiye’nin ABD’yi Rojava’ya yönelik saldırısına ikna etmeyi amaçladığı sonucuna varmak mümkün.
Rusya ve Amerika
Bu girişimlerin değişen ABD yönetimi referans gösterilerek tümden başarısız olduğunu düşünmek yanlış sonuçlara götürebilir. Demokratik Suriye Meclisi’nden (MSD) geniş çaplı bir heyetinin siyasi görüşmeler için Moskova ve Washington’a davet edilmiş olmasını, yine üst düzey ABD görevlilerinin Rojava’yı ziyaret edip, Rojava savunma güçlerini övmesini Türkiye’nin bölgeye yönelik işgal politikalarına ABD’nin soğuk baktığı şeklinde yorumlamak hatalı olur. Zira bugün çok anımsanmasa da 2019 yazında Uluslararası Koalisyon ve Özerk Yönetim, Türkiye’nin iddialarını çürütmek için sınır boyunca geçerli bir uzlaşma gerçekleştirmişti. Fakat ABD’nin çıkar eksenli bakışı Ekim ayındaki saldırıların yanında yer almasına yol açtı. Bu nedenle ABD’nin DAİŞ karşıtı askeri ittifak söyleminin Türkiye saldırganlığı karşısında bir anlam ifade etmediğini unutmamak gerekir. Ancak ve ancak Özerk Yönetime ilişkin siyasi bir güvence Rojava ekseninde ABD’nin Türkiye’den uzaklaştığı anlamına gelebilir. Bunun dışındaki jestlerin, övgülerin bir anlamı olmadığı açık Nitekim Türkiye’nin fiili saldırıları bu zamana dek hiç durmadığı gibi ABD’de de bunları engellemek için adım atmadı.
Rusya’nın hesapları
Öte tarafta Rusya’nın durumu da Özerk Yönetime ne ABD’den daha yakın ne de daha uzak. Rojava’ya benzer menfaatler doğrultusunda yaklaşan Rusya’nın Türkiye ile hem tarihi hem de güncel olarak Kafkasya’dan Kırım’a kadar birçok alanda köklü uzlaşmazlık ve çelişkilerinin bulunduğu biliniyor. Fakat bu hakikat, Rusya’nın özellikle Kuzey ve Doğu Suriye düzleminde Türkiye’ye tavizler karşılığında olanaklar sunmayacağı anlamına gelmez. Bu perspektiften hareketle Rusya’nın tavrını tahmin edebilmek için bakılması gereken en önemli yer ise İdlip. Rusya ve Türkiye’nin İdlip’teki çıkarları hiçbir biçimde örtüşmeyecek kadar farklı. Buna rağmen AKP-MHP iktidarı Kürt düşmanlığına ve Rojava’ya yönelik saldırılarına destek bulabilmek için İdlip’te tavizler verebilir. Türkiye’nin bu bölgedeki emellerinden Rojava’nın tümden yutulması dışında kolay kolay vazgeçmeyeceği açık. Bu çerçevede İdlib’e bakıldığında köklü değişimler beklemek zor. Türkiye’nin Rusya ile bu konuda sürekli bir temas halinde olduğunu da unutmamak gerekir. Ayrıca Rusya, Özerk Yönetim’i BAAS rejimine teslim denilebilecek koşullarda uzlaşmaya zorlamak için Türkiye’yi adeta bir sopa olarak kullanmakta.
Türkiye’nin yürüttüğü kısmi saldırılara izin vermesinin bir nedeni bu iken, diğer bir neden de Özerk Yönetimi ABD’den uzaklaştırarak kendi yanına çekme istemi. Rusya’nın olası operasyona yaklaşımın en önemli güncel işareti ise Şam ile Ankara’nın istihbari bağlamda görüşmeleri yoğunlaştırması. Şam’ın sert biçimde ret ettiği bu görüşmelerin Rojava’ya yönelik olduğu açık ve bugün BAAS rejimini Rusya’dan bağımsız ele almak mümkün değil. BAAS’ın bu sert inkârı anlamsız olmasa da manevra alanı açma olarak okunabilir. Tüm bu nedenlerden dolayı Rusya’nın Türkiye’nin yeni bir saldırısına ses çıkarmaması da mümkün.