Anti Kürtlük üzerinden yürüyen politikalar sonucunda, demokrasiden fersah fersah uzaklaşarak, giderek katmerleşen tek adam rejimi, netice itibarıyla yapısal krizlere yol açmıştır. Kalıcı hale gelen krizler ülkesinde yönetimin kendisi de en büyük kriz haline gelmiştir.
Siyasal kriz, ekonomik kriz, sosyal kriz, ahlaki kriz, eğitim, sağlık alanlarında kriz, işsizlik krizi, toplumsal kriz ve tek adamlıktan kaynaklı yönetim krizi gibi, çok derin yapısal krizlerin yaşandığı bir ülke durumuna gelmiştir. Tümünü içine alan sistemsel bir kriz ile karşı karşıyayız. Yaşanan toplumsal patlama, kendisini intihar olaylarında dışa vuruyor.
İçerde derin bir bunalım ve buhran yaşarken dışarıda da dünya ile çelişen akıl almaz dayatmalar ve uygulamalar içine girerek diplomasi alanında da çıkmaz içine girmiştir. Suriye’de, Libya’da, doğu Akdeniz’de saplandığı bataklığa gömüldükçe gömülüyor. Savaşa ramak kalan noktaya gelmesi, zorba ve saldırgan politikalarla coğrafik genişleme istemidir.
Türkiye’deki krizlerin asıl kaynağı, elde edilen iktidarı bırakmamak, yönetimlerini kalıcı hale getirmek için başvurdukları sistemsel değişikliklerin bir sonucudur. Adım adım tırmandırılan krize, toplumu da alıştırarak yol aldılar. Umut yaratarak, vaatlerde bulunarak toplumu kriz girdabına çekmiş oldular. Milliyetçilik söylemleri, İslami gelenek, vatan, millet, bayrak hamasetleriyle zihniyeti körelttiler. Yaşanan bunca haksızlık ve hukuksuzluk varsa, buna karşı toplumsal bir refleks gelişemiyorsa, toplum olmaktan çıkmış hali ifade eder. Bu faşist iktidar toplumsallığı parçalayarak, rahatça hükmedecek bir taban yaratmıştır. AKP-MHP çizgisinde olmayan herkesi dışlayan, düşmanlaştıran bir aşamaya kadar gelinmiştir. Kendisinden olmayan herkes, çok rahatlıkla, “vatan haini”, “terörist” olmaktadır. AKP-MHP faşist bloku, iktidarda kalmak adına, krizi daha da derinleştirmede bahis görmüyorlar. Nitekim bunu alenen yapıyorlar.
Yandaşlarına sınırsız imkanlar yaratarak, rant sağlayarak palazlandırmış ve kendisine bağlamıştır. AKP bir parti olmaktan çıkarak, bizzat devletin kendisi olmuştur. Bütün kurumlar AKP kurumları haline geldi. İktidarları boyunca izledikleri strateji, herkesi kandırarak, herkesten yararlanarak, yalan söyleyerek bu günlere gelmeyi esas almıştır. Emellerine ulaşmak için insanı bir araç olarak kullanmıştır. Birçok toplumsal kesimi mağdur etmiştir. Muhalif olabilecek her kesimi istisnasız, devlet gücüyle ezmiştir ve ezmeye de devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, hiç bir siyasi parti, AKP kadar bu denli gözü kara olmamıştır. Bu nedenle her alanda kriz kaçınılmaz hale gelmiştir. Kötülük yapmak için akıl almaz yöntemlere başvurmaktadırlar. Kriz üreterek kendilerini “vazgeçilmez” duruma getirdiler, toplumu da buna inandırdılar. Diktatör Erdoğan, ömrünün sonuna kadar bu tehlikeli oyunu oynamaya, yapısal krizi yönetip, sürdürmeye devam edecektir.
Türkiye’nin krizlerden çıkması için, sadece bu iktidardan ve Erdoğan diktatörlüğünden kurtulmakla mümkün değildir. Erdoğan diktatörlüğünün uygulamaları kalıcı izler bırakmıştır. Türkiye’nin bu faşist uygulamalardan arındırılması gerekmektedir. Toplumsal parçalanmışlığı giderecek, birlikte yaşam arzusunu güçlendirecek, demokratik mücadele zeminini geliştirecek adımların mutlaka atılması gerekmektedir. Bunun için mevcut yönetim krizini aşmak, tek adam rejiminden kurtulmak ön koşul olmalıdır. Demokratik toplumu ön gören yeni bir anayasa ile hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı, çoğulcu, katılımcı bir sistemin inşası hedef alınmalıdır. Tekçi, faşist zihniyetin zehirlediği yaşam iklimini değiştirerek, yapısal krizleri çözmek mümkün olacaktır.
Siyasi krizin esas temelinde Kürt sorununun olduğu bilinmektedir. Suriye meselesinde içine girdiği bataklığın nedeni de anti Kürtlük yatmaktadır. İç politikada ve anti demokratik uygulamaların altında da Kürt meselesi vardır. Bu Kürt düşmanlığı saplantısı, savaş dayatmaları, ekonomik krizin de temel kaynağıdır. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe bu krizlerden kurtulmak mümkün değildir. Kürtlere karşı yürütülen savaşın faturası, her alanda Türkiye krizinin tetikleyici faktörüdür. Bu gerçek teslim edilmediği müddetçe krizden çıkılamaz. Kriz aşılmadığı müddetçe Suriye’de savaşa girmek kaçınılmaz hale geleceği gibi, içerde de zorbalığın önüne asla geçilemeyecektir. Türkiye halkları bu krizli, despotik yönetime mahkum değildir. Bu onursuzluğu ret etmelidir.