Kemal SOBE
Türkiye’de sistemin yapısı gereği, iktidara gelen parti ve hükümetlerin hepsi sistemin en temel uygulayıcıları ve temsilcileri olmuşlardır. Toplumu egemenlik altına alma ve bu temelde elit bir tabaka yaratma siyaseti halklar üzerinde, onlarca yıl sürecek bir faşizme yol açtı ve bu hala katmerlice sürüyor. Hükümetler bu faşizan sistemin kurulmasında başrol oynadılar ve bu sistemin sivil yüzleri oldular. 1950’de çok partili sisteme geçmeyle, partiler iktidar olma yarışına girdiler. Devlet arpalığından beslenme ve rant elde etme, kapitalist-düzen partilerinin ve hükümetlerin temel siyaseti oldu. Hükümet olan düzen partileri, iktidar olma ve rant elde etme hesapları yaparken, halk ve geniş toplumsal kesimlerde bu düzen parti ve bunların kurdukları hükümetlerden sürekli bir beklenti içerisinde oldular. Halk ve büyük toplumsal kesimlerin, bugün bile Kapitalist-düzen parti ve hükümetlerden beklentileri sona ermemiştir. Ve hala sermaye partilerin ve hükümetlerin, toplumsal sorunlara çözüm bulabileceklerini düşünmekteler.
Kapitalist-düzen parti ve hükümetlerin, toplum karşıtı olmaları, ve Kürtlere düşmanlık yapmaları, Kürtleri soykırıma uğratma siyaseti, ülkeyi sürekli savaş ve baskı, zulüm koşullarında tutmuş, askeri darbelere yol açmış ve darbe zihniyetleriyle ülkeyi yöneten AKP-MHP’nin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Dikkat edilirse özellikle son elli-atmış yılda Türkiye’de korkunç bir sınıflaşma ve elit tabaka yaratıldı. Hükümetlerin icraatları, toplumu zulüm cenderesinde tutup, bir avuç sermaye sınıfına hizmet etmek oldu. Dönemsel hükümetler ve devlet aygıtı, halka hizmet etme gibi bir anlayışa sahip olmamıştır. Tam tersi, devlet ve dönemsel hükümetler sürekli halka baskı yapmışlar, ülkeyi günümüzde yaşanılan koyu karanlık bir faşizme getirmişlerdir. Normalde politikacıların, devletin ve hükümetin görevi halka hizmet etmeyken, devlet ve hükümet, düzen siyasetçileri, halka hem baskı yapmışlardır hemde sermaye sınıfını koruyarak, bu sınıfın daha çok palazlanmasına hizmet etmişlerdir.
1970’lerle beraber hükümetler ve devlet aygıtı, birer suç çetesi haline geldiler. Devlet aygıtı ve dönemsel hükümetler, halka karşı her suçu işlemişler, her zulmü ve baskıyı halka reva görmüşlerdir. Hükümetlerin, halk karşıtı olmaları nedeniyle, geleneksel devlet kurumlarını daha kötü işler hale getirip, devlet kurumlarını, halkı egemenlik altına alan, halkı köleleştiren, faşizmi uygulayan kurumlara dönüşmüşlerdir.
1980’ler dönemi, faşizmin tam olarak devreye gireceği bir dönemin başlangıcı oldu. Türkiye halkı, işçi sınıfı, Kürt halkı üzerinde korkunç baskıların devreye girmesine, Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcileri üzerinde de görülmedik işkenceler, sindirmeler ve baskılar oldu. Bunun sonucunda, onlarca, yüzlerce, binlerce devrimci direnişe geçti, ve bu yolda şehadete ulaşanlarda oldu. 1980 darbesinde sonra gelen hükümetler, darbenin sivil kolu ve yüzü oldular ve darbeyi hiç aratmadılar. Darbeler sadece askeri olmaz, sivil hükümetlerin darbeleri daha tehlikelidir ve uzun vadelidir, son yıllarda AKP-MHP’de olduğu gibi.
Onlarca yıldır bütün hükümetler ve düzen partileri, halka ve devrimcilere karşı, Kürtlere karşı birer zulüm makinesi gibi çalıştılar. AKP-MHP hala bu zulmü katmerlice ve vahşice uyguluyor. Türkiye halkı ve işçi sınıfı, yoksul köylülük, tarihin en kötü ve yoksul dönemini yaşıyor. Kürtler üzerinde korkunç bir asimilasyon ve katliam politikası günümüze kadar uygulanıyor. Sadece Bakur Kürtlerine karşı değil, Başur, Rojhilat ve Rojava Kürtleri üzerinde de korkunç bir baskı ve saldırı var. Son yıllarda bütün Kürtler inkarcı devletin ve onun en vahşi hükümeti AKP-MHP’nin hedefi durumundadır. Egemenler tarafından milliyetçi-Türkçülük maskesi taktırılan MHP ve ülkü ocakları, Türkiye halklarına en büyük kötülüğü yaptılar, sermayenin bekçileri oldular. Yani MHP, normal bir milliyetçi parti olmanında ötesinde, sermayenin kurduğu bir cinayet örgütüdür, çetesidir. Son elli yılda bu cinayet çetesi, milliyetçilik maskesi altında, Türkiyeli ve Kürdistanlı devricilere karşı, bir tetikçi çete işlevi gördü, kullanıldı.
CHP, kendisine ”sol partiyim” desede, geleneksel devletin aslında perde arkasındaki yüzü ve kulağı olmuş, bütün dönemsel hükümetlerin koltuk değneği olmuştur ve bu rolünü hala oynuyor. Devletin bekası ve Türklük söz konusu olunca, devletten daha çok devletçi olmuştur, oluyor. HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları kaldırıldığında ”evet” diyen bir CHP’ye kimse artık sol parti diye güvenmez. En azından sol kesimler ve Kürtler, Aleviler artık güvenmezler. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kürt sorununun çözümüne ilişkin yaptığı açıklamalarında, tutarlı ve gözle görünür bir pratiği ve icraatı olmadığı sürece, inandırıcı ve gerçekçi olmayacaktır. CHP gerçekten sol parti olsaydı, sağcılar devletin her tarafına yerleşemez, kamuya ait mal ve mülklerin satışına izin vermez ve Kürt sorununun en azından Türkiye’nin sınırları dahilinde, demokratik ulusçuluk temelinde özerklik şeklinde çözümüne razı olurdu. Yani Türkiye’nin demokratik olması için çalışırdı. Gecesini gündüzüen katarak, AHP-MHP faşizminin değirmenine su taşıma derdindedir. Ne Kürtler ne Aleviler artık ileriki seçimlerde CHP’ye yardımcı olmayacaklar. Bu gidişle olmazlar.
Darbelerin en kötüsü aslında sivil hükümetin baskı anayasası kurup bunu uygulamasıdır. Son yıllarda AKP hükümeti, MHP’yi de yanına çekerek gerçek yüzünü iyice gösterdi. Bugün Türkiye’nin en vahşi ve faşizan hükümeti AKP-MHP hükümeti olmuştur. AKP-MHP öyle seçimlerle değil, halkların devrimci direnişiyle iktidardan düşürülüp gereken cezayı alacaktır. AKP-MHP’nin cezasını halklar verecektir. Bunca suç işleyen ve suç dosyası kabaran bir AKP-MHP öyle elini kolunu sallayarak gidemeyecektir, işledikleri suçların hesabını verecekler, gereken cezayı alacaklar. Demokratik Ulus çizgisini yaşamsallaştırarak Türkiye’yi demokratikleştirmek, onlarca yıldır uygulanan siyasal milliyetçiliğe ve siyasal İslam sistemine aslında verilecek en büyük ceza olacak. Çünkü Türkiye’nin en sabıkalı hükümeti AKP-MHP’dir. AKP-MHP ‘yle beraber yüz yıllık bu faşizan sistemde bitecek.