1923-46 yılları arasındaki dönemde Kürdistan’ın dörde parçalanması ve her parçada sömürge sistemlerinin oturulması tamamlandı. Emperyalistlerce desteklenen Türk, Arap ve Fars egemenliklerinin yarattığı tahribat büyük oldu. Batı orijinli milliyetçilikle gelişen kapitalist sömürgecilik, geçmişe göre çok daha yıkıcı ve tahripkar sonuçlara yol açtı. Kürt hakim güçlerinin direnenleri ezilerek, kalanları da teslim alınarak engel olma konumlarına son verildi. Coğrafi parçalanmanın yarattığı dengesizliği, parçalar arasındaki ekonomik dengesizlik izledi. Uluslaşmanın zorla engellenmesi ve toplumsal gelişmenin hakim ulusların diyalektiğine endekslenmesi, Kürt ulusal yapısını tanınmaz hale getirdi. Hakim güçler, Kürtler ve Kürdistan söz konusu olduğunda aralarındaki çelişkileri bir yana bırakarak, tam bir mutabakat içerisine girdiler. Kürtlerin yok sayılmasına dayalı bölge statükosu emperyalizmin de desteğiyle iyice yerleşti. İkinci Paylaşım Savaşı ile sayısız ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi ortaya çıktı. Birçok halk bağımsızlığına kavuştu. Birçok halk toplumsal devrimler ve büyük reformlarla ileri adımlar attı. Dünya böyle yoğun bir hareketliliği yaşarken, Kürdistan tam bir sessizliğe gömüldü. Yüzyılın başında kararlaştırılan inkar ve imha siyaseti yürütülür ve tarihin bu en eski halkı tüketilirken, tüm dünya seyirci kaldı. Bu yok etme siyasetine ortak olanlar ve bundan yararlanmak isteyenler de az değildi. Reel sosyalizm de Kürt sorunuyla pragmatik dış politikasında yararlanacağı bir konu olarak ilgilendi. Savaşın ardından dünyadaki gelişmeler kamplaşma ve kutuplaşma biçiminde bir seyir izledi. ABD yeni emperyalist patron olarak öne çıktı. Gelişen ulusal ve toplumsal devrimlerle bir sosyalist blok oluştu. Bu, ABD ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği iki kutuplu bir dünya gerçeğine yol açtı. Gerginlik tırmanırken, hemen hemen tüm çelişki ve sorunlar bu kutuplar arası mücadeleye göre ele alındı. Kürtler ve Kürdistan da bu çerçevede ele alınarak eski statüsü içinde bırakıldı. Emperyalizmle ekonomik ve siyasal entegrasyon sürecine giren Türkiye, İran ve İsrail’le birlikte emperyalizmin bölgedeki dayanaklarından biri oldu. Dünyadaki gelişmelerin yoğun etkisi altında çok partili sisteme geçiş yapan Türkiye’de Demokrat Parti iktidarı başladı. Bu, isyanlar sürecinde güçten düşürülmüş, siyasal ve toplumsal dinamikleri kırılmış Kürdistan’ın kapitalizme açılması süreci oldu. Diğer parçalarda da benzer biçimlerde gelişimi egemen ulusların gelişimine bağlanan, fazla başkaldırma gücü kalmamış ve tükenmekte olan bir halk gerçeği ortaya çıktı. Güney Kürdistan’da çok geri bir tarzda süren Kürt isyancılığı da Kürtler adına olumlu bir gelişmeye yol açmadı. Aksine Doğu ve Kuzey üzerinde olumsuz etkileri oldu. 1950 sonrası yaşanan gelişmeler Kuzey parçasını kapitalist sömürüye açtı; fakat ulusal yok oluşu da hızlandırdı. Demokrat Parti iktidarı ile birlikte Türk egemenlik sistemi Kürt hakim tabakalarını da bünyesine alarak, Kürt varlığına ve Türk emekçi sınıflarına büyük bir baskı ve sömürüyü dayattı. “Demokrat Parti, tabanda otoriter cumhuriyetin ve genelde iki dünya savaşının sıkıntıları ile adeta bir demokrasi fırtınası yaratarak iktidar oldu. Daha doğrusu genel iktidar yapısına toprak ve genişlemiş tüccar üst yapısını da katarak, cumhuriyetin karakterini oligarşiye doğru bir sıçramaya uğrattı. Gerçekten özellikle sindirilmiş Doğu feodalitesinin önde gelenleri ile, Batının yeni palazlanan toprak burjuvazisi ve tüccar kesiminin önde gelenleri cumhuriyet tarihinin bir dönemine adını yazdırdılar. “Bu dönemin Kürt sorunu ezilmiş ayaklanmalar döneminden, sürgünden dönmeler, yaraları sarmalar ve çok zayıf bir ideolojik Kürtçülükle kendini gösterir. Bu çok cılız bir burjuva Kürtçülüktür. Yine aydınları vardır, ama faaliyetleri ideolojik olmaktan öteye gitmez. Ciddi partileşme gücü gösteremezler, hareket haline gelemezler. İdeolojik faaliyetleri de bilimsel ve kapsamlı olmaktan uzaktır. Yüzyılın başındaki durumun bile oldukça gerisindedirler. Barzani önderliği ile Türk Solundan etkilenip yararlanmaya çalışsalar da, burada da kişilikli bir yapı ortaya çıkaramazlar. Kısaca feodal dönemin ayaklanma güçlerinin çok gerisinde, işbirlikçilik yanında ayrılıkçılık biçimindeki klasik hakim sınıf tavrını aşamazlar. Cumhuriyetin doğru tanımı kadar, ona nasıl yaklaşılacağını kestiremezler. Ürkek ve içi boş eleştiri birçok sakat kişilik ortaya çıkarır. Dönemin bu konudaki baskısı da eklenince sağlıklı bir Kürt burjuva ulusal hareketi gelişemez. … “Aşırı Türk ulusçuluğu da suçlamasında aşırı olunca, aslında en demokratik bir sorun olan Kürt sorunu çoğunlukla kendini provoke olmaktan bile kurtaramaz. Asgari bir demokratik talep, bölücülük ve vatan hıyaneti olarak tanımlanınca, anti-demokratizm sorundan güç aldı, şovenizm ve faşizmin beslenmesine yol açtı. Bu şovenizm Türk solunda kadar etkisini gösterdi. Ayaklanmalarla fiziki tasfiyeyi yaşayan Kürtlük, bu dönemde ideolojik ve siyasi felç hali yaşamaktan kendini kurtaramadı.” Korkutulmuş, bastırılmış ve dejenere olmuş Kürt gerçeği hiçbir parçada kendini doğru tanımlayarak sorunu çözüme kavuşturma gücünü gösteremedi. Hakim tarz klasik isyancılığın tekrarı oldu. Her parçada dışa bağımlı sömürgeciliğin kapitalizmi kendini güçlendirme temelinde sokması ve bunu yaparken feodal kompradorları esas alması, Kürdistan’da olumlu gelişme yaratmadı. Uzun süre geri sosyal yapı çözülmedi. Yeni ve modern sınıflar gelişmedi. Bu, peşmerge isyancılığı biçimde çok geri bir tarzın yaşamasını sağladı. Yeni ve çağdaş sınıfların oluşumunu sadece sömürgeciliğin politikaları engellemedi. Kompradorlaşan feodal Kürt hakim güçleri de geri sosyal yapıyı korudu. Sömürgeci sistemlerle çıkar çelişkisine girdiklerinde de, dış güçlere dayanarak halkı çözümsüzlüğü derinleştiren isyanlara sürüklediler. Bu temelde bir hareketlilik Güney Kürdistan merkezli olarak günümüze kadar sürdü. Tarihi dış güçlere dayanma, işbirlikçilik, Kürtler arası birliği engelleme ve yenilgi tarihi olan peşmerge isyancılığı, giderek modern ulusal kurtuluşçuluk önünde büyük bir engel haline geldi. Güney Kürdistan’da bu tarzın yol açtığı tahribatları günümüzde bile görmek mümkündür. 1958’de krallığı kaldırarak cumhuriyeti ilan eden Abdülkerim Kassem Hükümeti Irak’taki Kürt varlığını önce tanıdı, sonra reddetti ve Araplaştırma politikalarını yürürlüğe koydu. Buna herhangi bir isyanla karşılık verilmeden, 1963’te BAAS darbesi ile Kassem devrildi. BAAS rejimi de Irak’ı “İki ulustan oluşan bir devlet” olarak tanımladı ve geniş haklar tanıdı. Dil, kültür, siyasete eşit katılım gibi konularda geniş haklar tanınan Kürtlere yasama organında da eşit oranda yer verildi. Fakat bu, diğer toplumsal muhalefeti ortadan kaldırana kadar Kürtleri etkisizleştirme ve kendi yanına alma taktiğinden başka bir şey değildi. 1963 başında iktidara gelen BAAS rejimi hızla Arap hegemonyasını kurmaya koyuldu. İç çelişkileri yanında İran’la sınır ihtilafına da giren BAAS rejimi, İran’ın ABD ile sıkı ittifakını Sovyetler Birliği’ne yanaşarak dengelemeye yöneldi. Bu, ABD ve bölgedeki müttefiklerinin feodal komprador karakterli Kürt hareketine ilgisini arttırdı. Öz güçten ziyade bu güçlere dayanan KDP, sonuçları çok yıkıcı olacak bir süreci başlattı. 1972’de artan gerginlik 1974’te çatışmaya dönüştü ve Cezayir Anlaşması ile son buldu. Cezayir’de Irak’la arasındaki sorunları çözen İran, KDP’ye sağladığı cephane ve lojistik desteğini kesti. Böylece kendini dış güçlere bağlayan KDP önderlikli hareket yenildi. Yüz yirmi bin peşmerge gücü tasfiye oldu. Uzun süre kendine gelemeyen hareket kendi içinde bölündü. İran ve ABD’nin bölge politikalarında kendini kullandırtması, ilerici kamuoyundan da soyutlanmasına yol açtı. Dağınık, siyasal ve örgütsel perspektiften yoksun olan hareket, modern bir ulusal kur108 tuluş hareketine dönüşmedi. Emperyalizmle ve İran, İsrail ve Türkiye gibi güçlerle içli dışlı olan, aşiret yöntemleri ile yürüyen ve ulusal bütünlükten yoksun ilkel bir milliyetçiliğin yön verdiği peşmerge isyancılığı, hiçbir olumlu gelişmeye yol açamadı. Sadece sorunun gündemde kalmasını sağladı. Bu da yol açtığı trajedilerle halkı sürüklediği kıyımlarla oldu. 1981’de İran-Irak savaşında bir İran gücü gibi hareket eden peşmerge isyancılığı, savaş sona erdiğinde yine ortada kaldı. Bedelini ise halk ödedi. Halepçe’de on bin Kürt kimyasal silahlarla katledildi.
Kaynak: Demokratik Kurtuluş Mücadelesinde Halk Hareketi SERHILDAN-Weşanên Serxwebûn