Kötülük kavramı, üzerine çok düşündürtür oldu bu aralar… Teolojide kötülük kavramı genelde şer sözcüğüyle karşılık bulur. Her türlü bencil, fena, etik dışı düşünce ve davranış olarak tanımlanır. Felsefede öğrenilmiş, edinilmiş kötülük gibi tartışmalar da sıkça yürütülmüştür.
Çağımızı tasvir ederken hangi tartışma yürütülür bilinmez ama kudreti cürmünden menkul iktidar, şer’in en örtüsüz halini sergilemeye devam ediyor. Bu şer hali, çoktan beri unutturulmak istenen toplumsal değerlerin kodlarıyla oynuyor. Toplumsal değerler ortadan kaldırılmıyor, şekil değiştirtiliyor, toplumun varoluş dinamikleriyle oynanıyor, ortak yargılar faşist-cinsiyetçi kodlarla yeniden örülüyor. Sosyal ve sanal medya, bizzat bu cürmün tetikçisi olarak görev yapıyor. Adeta ‘ Bu kadar da olur mu?’ dediğimiz hiçbir şey kalmasın isteniyor. Bu serzenişin yerini; devlettir yapar, iktidardır yapar, işbirlikçidir yapar, ajandır yapar, erkektir yapar gibi, olanları gittikçe sıradanlaştıran, ‘normalleştiren’ bir ruh hali ve üslup alıyor. Riskin en büyüğü de burada yatıyor. Öğrenilmiş, edinilmiş fakat en nihayetinde ideolojik bir hal almış kötülüğe şaşırmaz, şaşırmayınca tepki vermez, tepki vermeyince örgütlenmez, kabullenmese de tüm bu olan bitenleri kanıksamış toplum modeli de tam da hedeflenen nokta olarak karşımızda duruyor. Kınamak ve eleştirmekten öteye geçmeyen bir dildir almış başını gidiyor.
Troya efsanesinde Hector’un cenazesinin savaş arabasının arkasına bağlanıp teşhir edilmesi, büyük kötülük olarak tanımlanır. Tanrıların, cenazeye yapılan bu saygısızlıktan kaynaklı Akaların üzerine büyük gazap gönderdiği anlatılır. Xalise Ana’ya bir kargo paketinin içinde oğlunun cenazesini gönderen iktidarın hangi gazaba layık olduğu açık ortadayken, bu durum karşısında kurulan dil ve gösterilen refleksler de oldukça düşündürtücüdür. Bir yandan ‘ Yok o kadar da değildir. ‘ diye inanmazlıkla siyasi putlarına sığınanlar, bir yandan ‘ Ama teröristtir’ diyerek faşizmin beynine sığınanlar… Bunlar öğrenilmiş kötülükle yaşayanlar desek de bir de öğretilmiş kötülüğü kanıksayanlar var. ‘Devletten her şey beklenir’ diyerek bir yandan refleks gösterirken, diğer yandan yapılan, yapılmakta olan, yapılacak olan her türlü şerri normalleştirme riski olduğunu unutmamak gerekir.
Zîne Wertê tepesinde PDK görünümlü bir Türk üssü kuruluyor. Aynı gün bu tepe ve Maxmur mülteci kampı yine PDK istihbaratıyla bombardımana tutuluyor, Maxmur ’da 3 Kürt kadını, Kandil’de 3 özgürlük savaşçısı şehit düşüyor. Yine geçtiğimiz günlerde Rojhilatlı bir Kürt siyasetçi Parastin eliyle İran’a teslim ediliyor ve idam ediliyor. Libya’da Türk askerlerinin arasında Roj Peşmergeleri yakalanıyor. Tüm bu olan bitenleri, PDK’nin tarihsel işbirlikçi tavrı ve ihanetiyle analiz etmek ve buna göre konum almak elbette olması gerekendir. Ama ‘ PDK’dir yapar.’ demek bu öğrenilmiş kötülüğü normalleştirme riskini kendisiyle getirmektedir.
Meclis’te infaz yasası tartışmaları yürütülürken, fazla iyi niyetlice sorulmuş ‘Baluken ölsün mü?’ sorusuna AKP sıralarından bir sarayvekili ‘Ölsün’ diye yanıt veriyor. Bunun üzerine sosyal ve sanal medyada günlerce tartışma yürütülüyor. Sonra bir kez daha ortak kanıda buluşuluyor. ‘AKP’dir söyler. ‘
Corona Pandemisi sonucunda kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri ve ev içi tecavüz, hak gaspları bir önceki yılın verilerine göre hatırı sayılır bir biçimde artmış durumdadır. Hemen her gün bir kadın katlediliyor, onlarca kadın şiddet görüyor, büyük iktidarın küçük efendisi evde ‘canı sıkıldıkça’ kadına yönelik şiddete soyunuyor. İşlevsiz ihbar hatları, cürmü ortadan kaldırmak yerine teşvik eden devlet ve yargı kurumları, mahremdir deyip susan, susturulan kadınlar… Ve bütün bu keşmekeşin içinde çocuk istismarı ve erken yaşta evliliklerin önünü açacak, cezasızlık öngörmese de pratikte buna çıkan bir yasa resmileşiveriyor. Üzerine konuşuluyor, yazılıyor, çiziliyor. Sonra bir ses; ‘Erkektir yapar.’
Liste böyle uzayıp gidiyor. Burada sorgulanan düşmanını tanıyıp, yapabileceklerine şaşırıp-şaşırmama meselesi değildir. Sosyal ve sanal medyada bizzat teşvik edilen bir söylem ve ruh halidir. O yapar, bu eder, şu söyler diye uzayıp giden söylemler toplumsal reflekslerimizi öldürüyor. Bunun yerine inadına üzülmek, inadına öfkelenmek, bilenmek özcesi normalleştiren, sıradanlaştıran söylemlerden ve pratiklerden kaçınmak gerekiyor. Zira böyle devam ederse, yaşanan her şey salt kötülükten ve kötüden her şey beklenir ruh haliyle karşılanmaya devam ederse refleks- tepki veremez hale geleceğiz. Karşımızdaki güç(ler) de, kendinden her şey beklenir rahatlığıyla saldırmaya, gasp etmeye, yok etme girişimlerine devam ederler.
Normalleştirmek unutmanın tehlikeli bir işaretidir. Bunun yerine inatla unutmamak, toplumsal değerlerimize vurulan her darbenin, her yaranın acısıyla unutturmamayı yöntem bellemek gerekmektedir. Unutmamak, intikam duygusunu diri tutar. Unutturmamak düşmanın beynine korku salar. Kötülüğün sıradanlığındansa toplumsal reflekslerin değiştirici gücüne sığınmak daha güçlü bir yöntemdir.