Vahşi kapitalizm ve faşizm Türkiye’yi uçuruma sürüklüyor

0
526

Kemal SÖBE

Dünyada, birkaç ülke dışında bütün ülkeler kapitalizmle yönetiliyor. Yani liberal ekonomi-serbest piyasa sistemi. İsteyenin istediği kadar sınırsız mülk sahibi olduğu sistem. Kimi yer kimi bakarsa, kıyamet ondan kopar denir. Aslında kıyamet kopuyor. Sınıflı ve devletli sistem-ler var oldu olalı kıyamet çok çeşitli şekillerde kopuyor. Savaşlar, yoksulluk, açlık ve sefalet kıyametin en alasıdır. Kıyamet denirken, insanlar bunu, ilahi bir olayın olması anlıyorlar. İlahi bir gücün müdahale etmesiyle dünyanın ortadan ikiye ayrılması, gezegenin ateş topuna dönmesi gibi. Halbuki insan kendi eliyle her gün farklı kıyametler yaşıyor, yaşatıyor zaten. İnsan kendi eliyle hayatı cehenneme çevirmişken başka cehenneme gerek yok. Para, kapital, sermaye, iktidar, mevki, egemenlik, iktidar, güç ve makam hırsı dünyayı yaşanılamaz hale getirmiştir. Dünya paylaşılamayan bir pastaya dönüşmüş durumdadır. Başka türlü, paylaşım savaşlarını nasıl izah edeceğiz? İnsan neden savaşır? Yani saldırı savaşlarının sebebi nedir?

Modern resmi eşkiyalık-haydutluk-hırsızlık. Dünyada hala genel geçerli ve yaşanılan sistem kapitalizmdir. Ancak Türkiye’de uygulanan kapitalizm kadar vahşi olanı başka ülkede yoktur sanırım. Türkiye’deki kapitalizm en vahşi olan türden bir kapitalizmdir. Birçok ülkede kapitalizm var ama kısmi demokratikve sosyal haklarda var. Ancak Türkiye’de hiçbir hakka ve hukuka müsaade edilmiyor. Neredeyse nefes almayı bile yasaklayacaklar. Devletin kutsandığı ve devleti eleştirmenin suç sayıldığı ve yasak olduğu bir ülkede zam, zulüm ve faşizm ülkede olağan hale gelir. Sermaye sahipleri, kendi sistemlerini uyguluyorlar. Ya kabul edip boyun eğilecek ya da isyan edip yıkılacak. Son yıllarda yapılan zamlar toplumun belini iyice büktü. İnsanlar sokakta sadece şikayetçi oluyorlar. Faşizmde, vahşi kapitalizmde sokaklar eylem ve isyan alanları haline getirilmezse insanlar kuru ekmek bile bulamayacak bir duruma gelirler. Şikayetçilik demek, çözümü başkalarından beklemek demektir.

 Şikayetçi kişilik-ler en çözümsüz ve en silik-etkisiz kişiliklerdir. Şikayetçi kişilik üretmez, çalışmaz, direnmez, dayanıksızdır, örgütsüzdür ve herşeyi başkasından bekler, kendinden birşey katmaz, yaratıcı güçten yoksundur, çaresizdir, mızmızdır, sızlanır, yakınır ve sonuçta yıkılır gider, biter. Sokaklarda sistemden şikayetçi olmakla sorunlar çözülmez. Sorunların kaynağına inilmeli, sorun emek sermaye sorunudur. Kapitalizmi tanımadan yoksulluğun ve açlığın, zamların ve zulmün adresini ve nereden geldiğini bilemezsiniz, sadece yakınırsınız, sızlanırsınız ve çareyi-çözümü yine yönetenlerden beklersiniz. Zamları, yoksulluğu ve faşizmi yaratanlar zaten yönetenlerdir. Yani, içinde yaşadığımız ekonomi-politik sistemin iç yüzünü tanımadan, teşhir etmeden ne yeni bir sistem oluşturabilirsiniz ne de sömürü sistemine karşı isyan edebilirsiniz. Her şeyi devletten bekleyen bir toplum devletin kulu ve kölesi olur. Yani devlet halkın devleti değil sermayenin devleti ve muhafızıdır. Bu durumda devletten çözüm beklemek tilkiyi kümese bekçi yapmaya benzer.

 Her şeyi devletten beklemek ulus devletin toplum üzerinde bıraktığı derin etkiden dolayıdır. Mademki devlet ulusun devletidir, o halde devlet kendi ulusu için her şeyi yapmalıdır anlayışı toplumun iliklerine kadar girmiştir. Ulus devlet zihniyetinin en etkili olduğu ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Kapitalizmin keskin iğnesi toplumun vucuduna derince batmadığı sürece ulus devletin yarattığı tahribatlar ve etki kolayca kırılmaz. Bir devletin kendiliğinden demokratikleşmesine imkan yoktur. Hele ki, bu devlet Türk ulus devletiyse bu kural daha çok geçerlidir. Fransa’da birkaç yıl önce mazota yüzde beş zam olunca insanlar günlerce sokaklarda devlete meydan okudular ve zammı geri aldırdılar. Türkiye’de her ay korkunç zamlar oluyor ama Kürtlerden başka kimse sokaklara çıkmıyor. Kürt şehirlerinde on binlerce insan sokaklara çıktılar, zamları protesto ettliler. Türkiye şehirlerinde çok az bir ses çıktı. Sadece şikayetçilik var ama formül bulma yok. Zamlar nereden geliyorsa, orası sert bir dille soklarda protesto edilmelidir.

 Unutulmamalı, kapitalizmde bedelsiz hiçbir hak kazanılmaz. Yoksulluk ne kaderdir ne de alın yazısıdır. Yoksulluk, kapitalizmin doyumsuzluğunun halkın sofrasına ve yaşamına yansımasıdır. Devleti ve katı ulus devlet zihniyetini derince yaşayan toplumların devlet dışı alternatif bir yaşam kurma arayışları yok denecek kadar zayıf olur. Kürtler bu konuda aslında avantajlılar. Kürtlerin toplumun kendi öz yönetimine dayalı bir yaşam kurma olanakları, diğer toplumlara göre daha fazladır. Çünkü Kürtler devlete ve hiyerarşiye fazla bulaşmadılar, daha arı ve saf kaldılar. Bundan dolayı, Kürtler sadece toplumsal güce dayalı, devletin olmadığı bir yönetimi kurmaları pek zor olmayacaktır. Demokratik toplumlar çareyi kendileri üretirler. Şikayetçiliği bir kültür haline getirenlerde çözümü direnmede değil, devletten beklerler. Çareyi ve çözümü devletten bekleyenler kendi kendilerini yönetemezler, yönetilirler ve yönetildikçede daha çok ezilirler. Bu açıdan, her çare toplumun ellerindedir. Toplum sokaklara çıktıkça çare ve çözümünde kendi ellerinde olduğunu görecekler ve her şeyin sahibininde devlet değil, halk olduğunu göreceklerdir. Yani sorunları yaşayanlar çözümüde kendileri bulurlar, bulmalılar. Kapitalizm toplumsal sorunların çözüldüğü yer değildir, tam tersi sorunların ve her türden kötülüğün peydalandığı bir bataklıktır. Kürt Halk Önderi Öcalan, devletin toplumlar için ne kadar tehlikeli ve gereksiz bir aygıt olduğunu çok iyi analiz etmiştir. Devletin ve kapitalizmin olduğı yerde yoksulluk, zam, zulüm ve faşizm bitmez. Bu açıdan devletten ve kapitalizmde uzak bir yaşam toplumlar için özgürlüğün yeşereceği bir dünya olacaktır…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz