Kobanê iddianamesinin hukuki bir metin olmadığını, Kürtleri siyaseten tasfiye argümanı olduğuna dikkati çeken HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “Yargılanacak olan HDP değil, AKP ve uygulamalarıdır” dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire tarafından Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında “tahliye” kararıyla birlikte hazırlanan Kobanê iddianamesinde, aralarında siyasetçilerinde bulunduğu 108 kişi hakkında on binlerce yıl hapis cezası isteniyor.
İddianame, AİHM kararına karşı yapılan bir hamle olarak yorumlanırken, bir yandan MHP hedefine koyduğu HDP’nin kapatılması çağrıları yapıyor, diğer yandan AKP’li Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan “yeni ittifak” arayışlarına girdi. HDP’li siyasetçiler hakkında hazırlanan iddianame, AKP’nin muhalefetle görüşmeleri ve MHP’nin kapatma çağrılarını, hakkında Kobanê fezlekesi hazırlanan HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ile konuştuk.
AİHM’in Demirtaş hakkındaki kararının ardından 3 bin 530 sayfadan oluşan Kobanê iddianamesi hazırlandı. Bir hukukçu olarak baktığınızda iddianamede ne var?
Kobanê iddianamesi, 2014 yılından bu yana gündemde olan ve üzerinden 7 yıl geçmesinin ardından hazırlandı. Sayfa sayısı çok fazla görülüyor ama içerik açısından bakıldığında, delillerin olmadığı, suçun tanımlanamadığı, sadece gazete haberleri, eski bilgi ve belgelerin dosyaya konulması suretiyle hazırlanan bir iddianame var. Hukuki ya da iddiaların yer aldığı bir metin yok. Tamamen yorum, hatta yorum yapılmasına bile gerek duyulmadan, 750 sayfayı aşkın müşteki isim listesinin yanı sıra yerellerde camı kırılan, malına zarar gelen, aslında olay tarihlerinde emniyetin zorunlu olarak yaptığı çalışmaların verileri eklenmiş. Bu ifadeler yaklaşık bin sayfa tutuyor ve hepsi 2014 yılında alınan ifadelerdir. Bunun yanı sıra iddianamenin 4’te 3’ü Fırat Haber Ajansı’nda (ANF) yer alan haberler, yani HDP Eş Genel Başkanlarının, partinin, milletvekillerinin açıklamaları dosyaya konulmuş. Demirtaş ve Yüksekdağ’ın mahkeme savunmaları bile dosyaya konulmuş. Savcı çok zorlanmış. Belli ki kendisine bir talimat verilmiş, ‘alelacele bu iddianame hazırlanacak’ denilmiş. Ne bulduysa bir sistematik içerisinde olmadan, ayrıntılara dahi bakamadan ortaya bir iddianame çıkarmış. Parti üyelerimizi öldürmekle suçlanıyoruz. Kamuoyu bir tek Yasin Börü’yü biliyor. Oysa onlarca yurttaş yaşamını yitirdi ve onların cinayet soruşturmaları yürütülmedi. Failler yargılanmadı. HDP’liler olarak, parti üyelerimizi öldürmekle suçlanıyoruz. Bizim üyelerimiz, parti yöneticilerimiz öldürülmüş, sorumlu tutulan yine HDP. Kobanê protestolarında yaşamını yitiren yurttaşlara ilişkin kamuoyu bir tek Yasin Börü’yü biliyor. Oysa onlarca yurttaş yaşamını yitirdi ve onların cinayet soruşturmaları yürütülmedi. Failler yargılanmadı. Cinayet faillerinin yargılanması için defalarca sorular sorduk, 9 kere Kobanê eylemlerinin araştırılması için önerge verdik. Kobanê protestolarında yaşananların araştırılması taleplerimiz her defasında reddedildi. Dava dedikleri mesele HDP’yi siyaseten tasfiye etmek için kullanılan bir argüman sadece. Kamuoyu şunu bilsin, o iddianamede HDP’li hiçbir siyasetçinin ölümlere dair bir bağı yok ve olamaz da. Olmayan bir bağ da kurulamaz. KCK yöneticilerini dosyaya şüpheli olarak koymaları da bir algı yaratmaya çalışmak için yapılmış.
Kobanê eylemleri, o dönemde yaşananlar çokça konuşuldu. HDP’li siyasetçilerde her defasında yaşanan eylemler sırasında iktidar yetkilileriyle temas halinde olduklarını, çatışmaları engellediklerini söyledi. İddianamede yok ama bu eylemler ve yaşananlarda iktidarın sorumluluğu nedir?
Kobanê protestoları barışçıl protestolardı. Aylarca dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de Kobanê’nin IŞİD’e karşı korunması, zarar görmemesi için demokratik protestolar uzun süre yapıldı. O dönemde protestoların yapılmadığı ülke kalmamıştı. Türkiye’de de İstanbul’dan İzmir’e, İzmir’den Ankara’ya, Diyarbakır’a birçok yerde protestolar vardı. Bunlar barışçıl protestolardı. Çözüm süreci devam ediyordu ve partimiz ile hükümet arasında doğrudan görüşmeler vardı. Heyetlerimiz Kandil’e gidip, geliyordu. Bu gizli bir bilgi değildi. Arkadaşlarımız İmralı’ya da gidiyorlardı. Gazetelerde manşet manşet haber oluyordu. Şimdi o gidiş gelişler örgütsel toplantı denilerek dosyaya eklenmiş. Tamam da bu görüşmeleri siz biliyorsunuz, izin veriyorsunuz, hatta siz istiyorsunuz. Çözüm sürecinin devam etmesi için yapıldı. Sırrı Süreyya Önder, Kobanê protestoları sırasında İçişleri Bakanı olan Efkan Ala ile çalıştığını anlatıyor, şiddet olaylarının bitmesi için nasıl bir çaba verildiğini dile getiriyor. Selahattin Demirtaş mahkemede o dönemde Başbakan Ahmet Davutoğlu ile yaptığı görüşmeleri anlattı. Şimdi sanki o süreçte hiç bunlar yaşanmamış, öyle bir ortam yokmuş, bu tartışmalar yokmuş gibi söylenen, tartışılan her şey suç fiili olarak nitelendirilmiş. Bu da ayrı bir handikap tabi… O süreçte hiç AKP, Başbakan, İçişleri Bakanı yok gibi bir iddianame var. Erdoğan’ın Antep’te yaptığı ‘Kobanê düştü düşecek’ sözleri sonrası şiddet olayları başlamış ve halktaki öfke doruğa ulaşmıştır. O süreçte hiç AKP, Başbakan, İçişleri Bakanı yok gibi bir iddianame var. Partimiz Kobanê’de insan koridorunun açılması için açık bir çağrıda bulunuyordu. Hükümetle görüşüyordu. İktidarın insani koridoru reddetmesi, DAİŞ’lilerin geçişlerine göz yumması ki hatırlanırsa buna dair o dönemde çokça haberlerde kamuoyuna yansıdı. Tüm bu gelişmeler ve Erdoğan’ın Antep’te yaptığı ‘Kobanê düştü düşecek’ sözleri sonrası şiddet olayları başlamış ve halktaki öfke doruğa ulaşmıştır. Kolluğun öldürdüğü insanlar, Antep’te bir kadının evinde linç edildiği, polislerin panzerlerinin arabaları arkadan bilerek, itip, şiddet olaylarına sahne yarattığı görüntüler hepimizin hafızalarında mevcut. Yargılanacak olan HDP değil, AKP ve uygulamalarıdır. AKP iktidarı o dönemde yaralanmaların, mal kayıplarının, can kayıplarının sorumlusudur. Şu anda iktidarda olmalarından kaynaklı yargılanmıyorlar. Gerçekler açığa çıkarılmadan, savcı bir iddianame hazırladı denilerek, gerçekler örtülemez.
İddianame, AİHM’in Demirtaş kararında nerede duruyor?
AİHM, HDP’ye yönelik siyasi kararla bu tutuklamaların yapıldığını dile getiriyor. AİHM, tüm siyasi süreçleri hukuki zeminde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)normları ışığında çok iyi bir şekilde ifade ediyor. Kobanê iddianamesine peşinen siz bu yollara gitseniz bile ‘bunlar siyasidir’ diyor. Demirtaş ve Yüksekdağ’ın ikinci tutuklamasının da AİHM kararını boşa çıkarmak için yapıldığı tespiti var. Burada AİHM kararına karşı bir hamle var. Hukuken bir hamle yaptıklarını ifade ediyorlar ancak bu nafile ve boş bir çabadır. Eğer Avrupa Konseyi’nde kalınacaksa, bu karara uyulması gerekir.
AİHM’in Demirtaş karanının ardından hukuki ve diplomatik alanda nasıl bir yol izleyeceksiniz, şekillenen eylem planlarınız var mı?
HDP Hukuk Komisyonu tarafından dava dosyasına ilişkin aktif bir çalışma var. Onun dışında da Merkez Yürütme Kurulu (MYK) kararımızla bir çalışma grubu çalışmalarına başladı. Önümüzdeki Pazar günü MYK toplantısında hazırlanan öneriler değerlendirilecek, planlanacak. Yakın bir zamanda kamuoyuyla da paylaşılacak. Dışişleri Komisyonumuz, STK ve Siyasi Partiler Komisyonumuz, AİHM kararı ve hazırlanan iddianame karşısında bir mücadele hattı örülmesi kapsamında çalışmalarını sürdürüyor. AİHM’in Demirtaş kararı, cezaevlerinde uygulanan kötü muamele, hak ihlalleri ve tecride karşı geniş bir kampanya planlaması önerileri var. Bunlar MYK toplantımız ardından yapılacak planlama ile kamuoyuyla paylaşılacak.
İktidarın Avrupa Konseyi’nden (AK) çıkmayı göze alarak AİHM kararını uygulamama ihtimali var mı?
AB’den (Avrupa Birliği), AK’den, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nden (AKPM), sözleşmeye taraf olmaktan vazgeçen ya da bunu hissettiren bir iktidar yok. Son bir haftadır, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu birçok AB ülkesiyle görüşürken, Erdoğan’da AB ile ilişkileri devam ettirme istediklerini, çalışmaları yoğunlaştırdıklarını açıklıyor. Aksine, Türkiye’de ‘her türlü hukuksuzluğu yapalım, ihlali işleyelim, AİHM kararlarına uymayalım’ ama Avrupa’da bizimle yola devam etsin tutumu var. Avrupa’da tabi ki bunları görüyor, bunları kabul edecek bir yapı yok. Türkiye’nin tek çıkışı Avrupa Birliği normlarını uygulamaktır. Anayasa’sını, TMK’sını, Ceza İnfaz Yönetmeliği ve ilgili diğer mevzuat hükümlerini Avrupa Birliği normları çerçevesinde düzeltmesi gerekiyor.
MHP partinizi kapatma çağrısı yaparken, iktidar ise AB’ye mesajlar veriyor. Bu çelişki gibi görünen durum birbirinden bağımsız mı?
İki ihtimal var. Bir; MHP ortaklıktan çekilmek için zemin yaratıyor olabilir. Diğer ihtimal de MHP git gide küçülüyor, kendi oy oranını yükseltmek için bizim üzerimizden bir siyaset yapıyor. AKP’liler bu konuda bir iki kişi dışında konuşmamayı tercih ediyor. Bu AKP’nin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu konuşmaların AKP’den bağımsız olduğu ya da AKP’yi bağlamadığı gibi bir durum yok. AKP, bizim kapatılmamızı istemediği, bizi sevdiği için sessizliğini korumuyor. Bizim kapatılma ihtimalimizin, bu söylemlerin kendilerine oy kaybettireceğini, zayıflayacaklarını düşündükleri için böyle davranıyorlar. Yoksa HDP’ye yönelik en ağır saldırıları, ihlalleri yapan bir partiden söz ediyoruz. AKP’nin atacağı her adımda mutlaka kendi çıkarları vardır. Kendi gelecek tahayyülleri vardır. Yoksa hukuk, hak, özgürlük ve adalet adına bunları yapmayalım diye bir algıdan söz etmiyorum. MHP’nin tutumu çok ilginç. Adeta iktidara süre veriliyor. ‘Başsavcılığı bekleyeceğiz’, ‘adımlar bekleyeceğiz’, ‘hazırlık yapacağız’ deniliyor. AKP’ye mesaj veriyor. Diğer yandan şu denge çok önemli. AKP küçük ortağıyla yakın ilişkide bunları konuşmamış olmaları mümkün değil. İki ihtimal var. Bir; MHP ortaklıktan çekilmek için zemin yaratıyor olabilir. Diğer ihtimal de MHP git gide küçülüyor, kendi oy oranını yükseltmek için bizim üzerimizden bir siyaset yapıyor. AKP’de ‘ben taraf olmayayım ama bunu yapabilirsin, önün açık’ diyor. Bir danışıklık da olabilir. Bu konuda bizim karşımızda ki güç AKP’dir. MHP’nin milliyetçi, ırkçı, soykırımcı açıklamalarına yanıt vermiyoruz. Bu ancak yargı önünde hesabı sorulacak meseledir. Onların indiği çıtaya düşmeyeceğiz. Suç işliyorlar, iktidarın ortağı olmaya güveniyorlar. Siyaseten bittiklerini ilan ediyorlar. MHP eğer kendisine güveniyorsa, çıkıp alanlarda halkla birlikte çalışsın. Kendisine olan desteği büyütsün, politikalarını anlatsın. Bir partinin kapatılması üzerinden siyaset yapmak aslında ne kadar büyük bir aciz içinde olduklarını, çaresizliklerini gösteriyor. Bizimle rekabet edemiyor, politikamıza yanıt veremiyorlar. Kapatılmamız üzerinden propaganda yapıyorlar.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ziyaretleri ve açıklamaları da sıkça tartışıldı. Bu ziyaretler MHP’den bağımsız olabilir mi? Nasıl bir arayış var?
AKP’nin ziyaretleri yüzde 50+1 bulma arayışıdır. Değişik ihtimalleri değerlendirme girişimidir. Matematikteki denklemlerde yani hangi denklemde ne kadar güçleniriz ne kadar oy alırız arayışı devam ediyor. AKP, Türkiye tarihinde en pragmatist partilerden biridir. Güncel, konjonktürel politika yürütüyor. Kendi çıkarlarını nerede görüyorsa, anketlere, sonuçlarına göre söylem değiştiren bir partidir. Geçmişte Saadet Partisi’ne söylediklerini unutmuşlar, şimdi gidiyorlar görüşmeler, güzellemeler yapıyorlar. Bahçeli ve Erdoğan arasında ağzımıza alamayacağımız hakaret ve küfürler unutulmuş gibi, bugün can ciğer bir ortaklık yürütüyorlar. Türkiye siyasetinde genel olarak bir arayış var. İktidar bloku muhalefetin yan yana gelmemesi için her türlü keyfi, siyasi etik dışı yöntemleri devreye koyduğu bir anlayış var. HDP’ye yönelik bu kadar saldırının temelinde de HDP’nin ayakta durması, yoluna devam etmesi ve seçimde kilit rolde olması yer alıyor. Bu gücün farkındayız. Bunu kararlı bir şekilde sürdüreceğiz.
Kapatma çağrıları Anayasal düzlemde nerede duruyor? Hukuki sorumluluk yok mu?
Onların dediği gibi yargı tarafsız ve bağımsızsa ve görevini yapıyorsa, Bahçeli’nin yaptığı açıklamalar kendisini ihbar etmedir. Yargı, Bahçeli’nin Anayasa 138’i ihlal ettiğini görür. Yargıya talimat veriyor, etkiliyor, tehdit ediyor hatta meydan okuyor. Anayasa, siyasi partilerin demokratik düzenin sürmesinde vazgeçilmez unsuru olduğunu söyler. Milyonlarca oy alan bir partiyiz, bizden daha az oy alan bir parti ama bizim kapatılmamız için her türlü çağrıyı yapıyor. Biz savcılara talimat vermiyoruz, sadece Ceza Muhakemeleri Kanunu’nu hatırlatıyoruz. Bir parti, başka parti hakkında bu kadar rahat tehdit, iftira ve soykırım çağrısı yapabiliyor mu? Bu kadar geniş bir özgürlük alanı var mı? Bir slogan atan, tweet atan herhangi bir kişiyi gözaltına alan, ceza veren yargı, soykırım çağrısı yapanlar hakkında hiçbir işlem yapmıyor.
Kaynak: https://mezopotamyaajansi.com/