Cafer TAR
- Önümüzdeki yüzyılı konuşurken insanlar daha çok Çin ve Hindistan’dan bahsediyorlar. Halbuki çok değil; sadece elli yıl kadar önce her iki ülkenin de dünya ekonomisinde ve dolayısıyla siyasetinde fazla bir ağırlığı yoktu.
Hatırlatmakta fayda var; 20. yüzyılın başında dünyadaki toplam üretimin neredeyse yüzde doksanı sadece 5 ülke tarafından yapılıyordu. Halbuki günümüzde bu dengeler tamamen değişmiş durumda; üretim önemli ölçüde Batı’dan Doğu’ya kaydı ve bu süreç artarak devam edecek!
Çin ve Hindistan üretimin merkezi haline geldiler; bu yeni durumun muhakkak siyasi ve askeri sonuçları olacak. Fakat her iki ülkenin de çok kritik bir zaafı var; her ikisi de enerji fakiri ülkeler.
Bu onları enerjide önemli ölçüde dışa bağımlı hale getiriyor ve kaçınılmaz olarak Rusya’ya yakınlaştırıyor. Buna bir de İran’ın sahip olduğu enerji kaynaklarını eklerseniz puzzle (pazıl) tamamlanmış olur. Tabi bu tasnifi soğuk savaş yıllarındaki gibi keskin, tamamlanmış, mutlak bir durum olarak algılamamak gerekir.
Bu sürecin her aşamasında ideolojiden çok çıkarlar belirleyici oluyor. Bu güçlerin tamamı hem birbirleri ile rekabet ediyorlar, hem de birlikte çalışıyorlar. Türkiye’de Erdoğan merkezli faşist blok ise NATO üyesi olmasına rağmen; yönetme anlayış olarak kendini Çin ve Rusya merkezli bir araya gelen bloğa daha yakın hissediyor.
Bunun anlaşılmaz bir tarafı yok; Türkiye’de iktidar diğer bütün despotik rejimler gibi; seçim, yargısal denetim, meclis üzerinden siyasal denetim gibi iktidarı sınırlandıran mekanizmalardan kurtulmak ve iktidarını uzun vadede güvenceye almak istiyor.
Fakat bu o kadar kolay değil; Erdoğan merkezli faşist bloğun temel problemi tam da burada başlıyor. Türkiye ekonomik olarak Batı’ya muazzam bağımlı! (Ancak bu ilişkiyi içerik olarak biraz açmamız lazım; aksi halde Türkiye/Batı ilişkileri doğru anlaşılmaz! Yani burası öyle kolay bir ezber üzerinden izah edilecek bir şey de değil.)
Genel yaklaşım “Batı’nın Türkiye’yi açık bir pazara dönüştürdüğü” halbuki olay bu kadar basit değil! Hemen kestirmeden kendi fikrimi söyleyeyim: “Türkiye Batı’dan kazandığını Çin ve Rusya’da harcıyor!”
Nasıl mı?
Şöyle: Türkiye ihracatının yüzde elliye yakınını Batı Avrupa ülkelerine yapıyor. Örneğin 2019 yılı Türkiye’nin ihracat rakamları; Almanya 15 milyar 435 milyon dolarlık ihracat ile birinci olurken, onu İngiltere 10 milyar 870 milyon dolar ile takip etmiş. Amerika bile 8,66 Milyar dolarla 5. sırada. ABD ve AB ülkelerini birlikte düşündüğünüzde bu oran yüzde atmışlara varıyor.
Halbuki Rusya Türkiye’nin hemen yanı başında olmasında rağmen sadece 2 milyar 740 milyon ile 17. sırada yer alıyor. Türkiye bütün çabasına rağmen Rusya’ya ihracatında bir türlü istediği rakamları tutturamıyor. Çin ise 1.4 milyarlık nüfusu ile 2,58 milyar dolarlık alımla Rusya’nın bile gerisinde!
Fakat soruna Türkiye’nin ithalat rakamları üzerinden bakınca tam tersi bir durumla karşılaşıyorsunuz. Türkiye’nin ithalatında 22 milyar 454 milyon ile Rusya birinci sırada yer alırken, onu 18 miyar 497 milyon ile Çin takip ediyor. Bu rakamlara bakınca Türkiye’nin Rusya ve Çin’in açık pazarı haline gelmiş olduğunu görüyoruz.
Her iki ülkenin Türkiye ile ticaretinde muazzam bir dengesizlik var; ayrıca Rusya, Türkiye ile bütün gerilimlerini şiddet kullanarak çözüyor. Fakat buna rağmen Erdoğan ve ekibi Rusya ile sanki herşey yolundaymış görüntüsü vermeye çalışıyor.
Bütün bunların bir tek sebebi var; rejim bu saaten sonra Batı standartları ile yoluna devam edemez. Batı da Türkiye’deki faşist blokla uzun vadeli birlikte çalışamaz. Bakmayın, son AB liderler zirvesinde Türkiye için alınan kararlara.
Batı ile Doğu’yu birlikte idare etmeye çalışan AKP/MHP faşizmi sistemi çalıştıran dişlileri kırdı; Batı ile ilişkilerde artık aleni hale gelen bir tecrit yaşıyor. Rejim uluslararası yalnızlıktan kurtulmak için Şangay Beşli’sine yakın davranmaya çalışıyor; fakat diğer yandan da kendisini Batı ile olan ekonomik ilişkileri üzerinden finanse ediyor!
Türkiye gibi askeri ve ekonomik kapasitesi sınırlı bir ülkenin bu durumu uzun süre devam ettiremeyeceği önceden de biliniyordu; fakat geldiğimiz nokta itibariyle bu artık tamamen açığa çıkmıştır. Türkiye’nin Batı’da sadece Yunanistan ve Bulgaristan gibi askeri ve siyasal kapasitesi sınırlı küçük ülkelerle değil; AB ile sınırdaş olduğu bir kez daha anlaşıldı. Türkiye kuzeyde ise Rusya ile muhataptır ve hesaplarını buna göre yapmalıdır!
AKP/MHP faşizmi bütün dişlileri kırdı; sahte reformlarla yoluna devam edemez. Hem içerde, hem de dışarıda muazzam bir sıkışma yaşıyor; Erdoğan ve partisi siyasal ömrünü tamamladı, uzatmaları oynuyor! Bu saatten sonra bu iktidar gitmeden Türkiye ne ekonomik krizden, ne de uluslararası tecritten kurtulur!
Geldiğimiz yer ve içinde bulunduğumuz an itibariyle herkes şapkayı önüne koyup tercihini yapmalı: “Ya özgürlük ve demokrasi ya da ülkenin tamamını yıkıma götürecek bir barbarlık!”