Bizde derin bir yurtseverlik gelişmemiştir. Uzun zamandır yurtdışında bulunuyorum. Benden daha uzun süre dışarda kalanlar da var. Sosyalist ülkelerde olsa bile güçlü bir vatan sevgisine dayanmayan bir kişi, bence kendini kaybetmiş bir tiptir. Vatanı dışında çok rahat bir yerde yaşama imkanı bulmanın bir yurtsever için hiçbir değeri yoktur. Vatanını kaybeden, bir toprak parçası üzerinde özgür yaşamayı elinden kaçıran kişi, hiçbir ekonomik, kültürel, sanatsal, siyasal, sosyal ve ulusal gelişme imkanını bulamaz. Belki bir Yahudi, günümüzde de Ermeni, Filistin toplulukları gibi bol olanaklarla yaşanabilir ama bin yıllık mülteci yaşamı eğer sağlam bir toprak parçasına kavuşmamışsa acılan dinmez. Çok gariban ve hep problemli yaşanır.
Bizde yurtseverlik yeni yeni gelişiyor. TC’nin üzerimizde gerçekleştirdiği “vatanseverlik”, “Türkiye tutkusu ve sevgisi”dir. Türkiye sevgisi ve yurtseverliğinin, Türkiye halkı için bir değeri olabilir, biz de buna saygıyla bakabiliriz. Ama eğer, Türkiye yurtseverliği eşittir Kürdistan yurtseverliği deniliyorsa; biz bunda müthiş bir yabancılık ve vatansızlık, dolayısıyla her türlü değerlerden kopuşu görürüz. Hepimizde gelişen şey budur. Türkiye tutkusuyla o kadar koşullandırılmışız ki, dilde, kültürde, siyasette, kısaca ulusal değerlerde hep orayla çağrışım yaparız. Ve onu anlamaya, duymaya, coşmaya yüz tutarız. Bunu birdenbire önleyebilir miyiz? Hayır! Çünkü bu çok uzun bir dönemden bu yana ve büyük baskılar sonucu gerçekleşmiştir. Ancak, şimdi siyasette buna karşı çıkıyor ve bir direnmeyle cevap veriyoruz. Uzun bir süre sonucunda bunların yerine yavaş yavaş Kürdistan yurtseverliği gelişecek. Kürdistan yurtseverliğinin gelişimi, bir defa çok güçlü bir tarih bilincine, sağlam bir coğrafya bilgisine, halkımızın yaşamına olan derin bir ilgiye dayanmalıdır ve burayı özgür bir vatan yapma, halkın kendi kaderine egemen hale gelmesi biçiminde anlaşılmalıdır. Şimdi burada tarih var, bir yığın gözyaşı ve halkın muazzam gelenekleri var. Yine tarih, buranın insanlığın beşiği olduğunu ortaya koyuyor.
İnsanlarımız, sömürgeci politikalar sonucu adeta vatansızlaştırılıyor. Halkımıza yaygın bir göç politikası dayatılıyor. Biliyorsunuz, bu göç eskiden cebren idi, şimdi ekonomik nedenledir. İnsanımızı aç bırakıyorlar; yani ülkede ancak yüz bin kişi -o da en alt sınırlarda-kendini yaşatacak kadar imkan bulabiliyor. Böyle olunca da doğal olarak insanlarımız kaçacaktır. Dersim, Hakkari böyledir. Orada ne kadar insan ürerse üresin mutlaka dışarıya kaçacaktır. Çünkü sömürgecilik, orada yaşamı 150 bin kişiyle sınırlandırmıştır. Bu çok ince ve vahşi bir sömürgeci politikadır. Ekonomik, sosyal ve her bakımdan öyle bir mekanizma yaratmış ki, burada fazla insanın yaşamasına olanak tanımıyor. Aslında Kürdistan’ın genelinde bu politika uygulanıyor. Sonuç; Ortadoğu’ya, Avrupa’ya, Batı Anadolu’ya yoğun bir insan akışının doğmasıdır. Bu ne demektir? Bu bir vatansızlaştırma hareketine kurban gitme demektir. Onlarca yıl çalışır, zor bela maddi bir yaşam teinin eder; yine de geçim sıkıntısı, rezalet, ızdırap alır başını gider. Bunun asıl sebebi nedir? Vatandan ucuzca kopmadır. Büyük bir vatanseverlik mücadelesi vermediğimiz için milyonların sefaletini kendi ellerimizle onaylamış olduk. TC bize dayattı, biz de altında imzayı, hem de kurtuluş adına attık. Elbette bu, büyük bir yabancılık hareketidir. Bir defa bu politikaya kökünden karşı çıkmak büyük bir yurtseverlik hareketidir. Bunun için biz, yurtdışı faaliyetlerini büyük bir yurtseverlik çabası olarak tanımladık. Bu temelde ülkeye yeniden dönüşe, kaynağa dönüştür dedik. Yurtdışında böyle yapılırsa, burası olumlu işlevini görebilir. Yoksa burada “mutlu yaşamı” derinleştirebilir, sürekli burada kalabiliriz. Bu örnekleri daha önce de belirttim. Mutsuzluğun sürekliliğini kendi ellerimizle hazırlamış olduk. Bilindiği gibi, yurtdışında yabancılara karşı ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gelişiyor. Ama geçmişteki konumumuzla yarın daha da kötü durumların başımıza gelmesini kendimiz hazırlamış olduk. Hiçbir halk, kendi ülkesinde bile özgür üretim gelişmeden, sosyalleşmeden, sınıflaşmadan mutluluk bulamaz. Bireysel, ailesel kurtuluş hikayedir. Nitekim bugün Suudi’de, Libya’da, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, hatta Türkiye’de yaşayanlar, buralarda nasıl hor görüldüklerini, nasıl eşitsizliğe uğradıklarını, haksızlıklara katlandıklarını habire anlatıyorlar. Bunun yanı sıra bir yığın başka sorunları da var. Demek ki, vatanseverlik hareketi, günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olarak geliştirilmesi gereken bir harekettir. Her ne kadar yurtdışındaki halkımız vatansızlığın acımasızlığı altında derin bir bilinçsizliği, duyarsızlığı yaşıyorsa da, bizim yurtseverlik hareketimiz onları köklü yurtseverlik bilincine yeniden sevk edebilir ve etmelidir. Demek ki, yurtseverliğin önemli bir boyutu budur ve böyle ele alıp geliştirilmelidir.
Biz ülkemize bir coğrafya olarak bile bakmasını bilmiyoruz. Doğal güzelliklerini doğru dürüst tanımıyoruz. Yurtdışında gördüğümüz küçük bir suyun kenarındaki bir bahçe, kurulmuş bir park bize mutluluk veriyor. Ama ülkemizde o kadar doğal güzellikler var ki, bir aylık imar çabası sonucu dünyayı çekebilecek güzelliklerle doludur. Ama biz bakmasını bile bilmiyoruz. Birçok arkadaş ülkeyi boydan boya dolaşıyor, buna rağmen bir tek güzellikten dahi bahsedemiyor. Bu durum ülkemizin doğal yapısına ne kadar yabancı olduğumuzu gösterir. Bu da yurtseverliğimizin ne kadar sınırlı olduğunu, ülkemizin tabiatına sağlıklı olmayan dar, hatta inkarcı yaklaşımın yurtseverlik tutkularımızı ne kadar zayıflattığını açıkça ortaya koyuyor. Arkadaşlar o kadar yer dolaşmış, manzara görmüş ama bu konuda bir hikaye bile yazamıyor, bir gözlem bile yapamıyorlar. Halbuki düşmanın birçok yazar-çizeri, Hakkari’ye ve ülkemizin daha değişik alanlarına gidiyorlar ve yaşamımızı film yapıyorlar; şiir, roman yazıyorlar. Bizim arkadaşlar ise o topraklarda yaşadıkları halde bir tek güzellikten bile bahsetmiyorlar. Ama inanıyorum ki, çok büyük güzellik değerleri, coğrafyanın en güzeli, hatta Ortadoğu’nun en güzel coğrafyası oradadır ve eğer biraz da özgürleşir ve yeniden bir imar hareketine uğrarsa bütün dünyayı çekecek güzelliklere sahiptir. Her bir ırmak kenarı, vadisi ve bütün coğrafık oluşumları villalara dönüşebilir.
Birçok yer mevcut haliyle doğal park görünümündedir zaten. Tarihi zenginlikler büyük bir çekiciliğe sahiptir. Burada yüzlerce kavim bir kültür yaratmış; bunlar yoğunlaşa yoğunlaşa bugün halkımızda çok geri düzeylerde de olsa ifadesini buluyor. Ama tarihi sevmeden yurtsever olunamaz. Tarihin buradaki alın yazısı nasıl çizilmiş, halklar burada nasıl yaşamışlar, hangi kültürler gelişmiş, bize kadar bunlar nasıl gelişmiş, krallar, paryalar, köleler burada nasıl mücadele vermiş, burada sanat nasıl gelişmiş? Bunları duymayan, bunları bilmeyen ruhuna nakşetmeyen kişi, elbette bugünkü gibi çok dar, tarihten kopuk ve doğa güzelliklerini duymaktan uzak olur. Yine, yurtdışında yabancı kalmanın acısını duymadan yaşayan, burnunun ötesini göremeyen, dar ruhsuz, bir-iki genel dogmayı ezberlemekten öteye gitmeyen biri, rahatlıkla kaçabilecek, terk edebilecek sahte bir devrimci geçinen olup çıkar. Yaşam dediğimiz şey, bir yuvaya köstebek gibi sığınıp günlük üretimi sürdürmek ise bundan, büyük adam şurada kalsın, sıradan bir yaşantı bile çıkmaz. Dolayısıyla, yurtsever yaşantının kaynağı bu olamaz. Bizim neden sanatkarlarımız ve edebiyatçılarımız çıkmıyor? İşte bundan. Kim vatan için ne kadar düşünce, ne kadar pratik sergiliyor? Vatanseverliği besleyecek tarihi kaynak konusunda ne kadar bilinçlidir? Birçoğumuz, coğrafya konusunda bilinçlilik şurada kalsın, ülkemize Türkiye’nin ayrılmaz bir parçası olarak veya Türk milliyetçiliğinin gözlükleriyle bakarız. Elbette bu durum bizde yurt sevgisini geliştiremez. Eğer TC’nin habire geliştirmeye çalıştığı “Doğu mahrumiyet bölgesidir, böyle çirkindir, yaşanamaz” vb. edebiyatını biz de paylaşırsak ihanet etmiş oluruz. Zaten bu yüzden toprak için fazla direnme değil, ölme değil, devamlı kaçma var. “Ölsek de toprağımızdan ayrılmayız” demiyoruz. “Vay bize bir iş bulana bin şükran” der, fırlar kaçarız. Aslında bu tür kaçış da öyle anlı-şanlı bir kaçış değildir. Ekonomik nedeni de olsa onur kırıcı bir kaçıştır. Evet, mecburiyet karşısındadır, başka çare yoktur, ama en azından şu da söylenmelidir: “Bizi bu duruma getirenlerden müthiş hesap sormak gerekir.” Böyle karşılık verildiğinde, hiç olmazsa bu kaçış direnişe dönüştürülebilir ve öyle olmalıdır da. Tarihten kaçmak doğru değildir. Ağır bir tarihi bilinçsizlik bizi kör yapar, gelecek konusunda bizi çok iddiasız bırakır. Aynı şeyleri çağ için de söyleyebiliriz.
Çağdaş halkların gelişmelerini bütün boyutlarıyla görmeden ve değerlendirmeden halkımızın çağdaşlaşma gereğini duyamayız. Bu durumda herkesi kendimiz gibi sanırız ki, bu bizde ilerletme, yükseltme tutkusunu yaratmaz. Bu da ne yapar? Bizi çağdaş halklar seviyesine yükselme iddiasından vazgeçirtir; bu ise yurtseverliği zayıflatır. Demek ki, çağdaşlık bilinci, yurtseverlik bilincinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bunu geliştiren ve aynı zamanda yurtsever olan kişi diğer dünya halklarının gelişimine hayranlık duyar; onlara boyun eğmez, ama saygıyla bakar. Onları reddetmez, onlardan neler alabileceğini veya neler katabileceğim düşünerek yaklaşır. Yurtseverlik daha değişik yaklaşımlarla da beslenebilir ve beslenmelidir de. Bu anlayışla yaklaşıldığında bir ülkede çok sağlam bir ekonomik yapı kurulabilir, her türlü kültür, sanat, spor geliştirilebilir. Eğer gelişme bu biçimdeyse çağımızda her yerde inşa gerçekleşebilir. Eğer biz de böyle anlıyorsak, o zaman yurtseverliğin önemli bir yanı da vatan toprakları üzerinde ekonomiyi inşa etmek, bu temelde de üst yapıyı inşa etmektir. Demek ki, bu inşa hareketi güçlü bir yurtseverlikle mümkündür.
Şimdi bütün bunlardan çıkarmamız gereken sonuç şudur: Yurtseverlik olgusuna kapsamlı yaklaşılmalıdır. Bu konuda genel bir çerçeve çizdik, birkaç faktörü belirledik. Bunları daha da geliştirip hakkını vererek yurtsever olmayı bilmek gerekir. Ülkemiz için “harabedir, viranedir, karın doyurmuyor, gelişme vadetmiyor, ancak TC’yle bağlantılı olarak gelişebilir, memurluk yapabiliriz” vs. diyenler vardır. Biz buna “hayır” diyoruz. Biz bu tür anlayışlara düşmanız. Yurtseverlik hareketimiz özünde bütün bu yaklaşımların reddidir. Özgür bir vatan yaratmanın, bütün gelişmenin anası olduğu bilinciyle hareket etmekteyiz. Bugün ne kadar sınırlı adım atarsak atalım, bu attığımız ilk yurtseverlik adımı, yarın burada insanlığın çok soylu bir ailesini ortaya çıkarmaya kadar götürecektir. Geçmiş tarih, ülkemizin güçlü kültürüne tanıklık etmektedir. Yine sayısız halkların oluşup güçlenerek geliştiğine tanıklık etmektedir. O halde neden bundan sonrası için de olmasın? Mezopotamya, özellikle insanlığın, uygarlığın beşiği olduğuna göre, günümüzde neden harabe gözüyle bakıyorlar? Biz niye burayı büyük bir vatanseverlik hareketinin kuruluş zeminine dönüştürmeyelim? Yalnız bu duygu bile bizim kırk türlü ulusal kurtuluş savaşımını göze almamızı mümkün kılar. Bir tarihi kurtarmak, bir coğrafya parçasını kurtarmak, yalnız bir Mezopotamya ovasında özgün bir sosyalist ekonomi inşa etmek, bir halkı özgürce kaderini çizer kılmak, en zor savaşımları göze almaya ve başarıya götürmeye yeterli bir nedendir.
O halde, dar bir köylü yaklaşımıyla değil, bir garibanın gözüyle değil, bir ülkenin sahibi olmanın büyüklüğünü duyarak, vazgeçilmezliğini yaşayarak ve bunu bütün örgütsel faaliyetlerimize, eylem faaliyetlerimize yansıtmasını bilerek, burayı düşmana daraltabilir ve bizim için önemli bir yaşam alanı haline çevirebiliriz. Bizde yüzyıllardan beri yitirilen insanlığı da güçlü bir biçimde yine bu topraklarda kazanır ve onurlu bir saygınlığı elde edebiliriz. Çok iyi bildiğiniz bu konulara bence daha kapsamlı yaklaşmak, inceleme-araştırmalarımızı yurtseverlik temelinde geliştirmek, coğrafi bilincimizi yeniden gözden geçirmek, tarih bilincimizi yetkinleştirmek gerekli olmaktadır. Yurtdışındaki emekçilerin sorunlarına da bu açıdan yaklaşmak, ülkemizde ekonomik, sosyal vb. açıdan yeniden kuruluşu bu yurtseverlik temelinde ele almak sizi hayli güçlü ve mutlu kılar. Bu duygu, aynı zamanda yeniden ülkeyi zapt etmek için, işgalcilerden adeta söküp almak için büyük bir atılımcı haline getirebilir. Atılımcı olmak için, önce büyük bir tutkuyla yüce amaçlara erişmek, büyük bir yaşantıya ulaşmak, bir vatana sahip olmak, burada özgür bir toplumu kurmak ve tabii ki bütün bunları her türlü gelişmenin temeli olarak görmek zorundayız. Eğer bu duygu ve bilinçle doluysak atılımcı oluruz. Ama bir iddia yoksa, halen empoze edilenler “harabedir, viranedir, karın doyurmuyor, geridir, kültür yok, mahrumiyet bölgesidir, baskı-sömürü zeminidir, onun için buradan kaç!” durumu kabul ediliyorsa, vatanseverlik anlayışı bu ise, böyle düşünen bir insanı ülkeye yöneltmek mümkün değildir. “Yaşam Avrupa’dadır, yaşam sömürgecilerin maaşındadır, onların devlet dairelerindedir” diyen birinin açık ki eylemi ve atılımcılığı çok sınırlıdır. Çünkü onun bir gözü ve bir ayağı hep işbirlikçiliktedir, hep uşaklıktadır. Belki ona bir parça ekmek verirler ama bunda yurtseverlik yoktur, özünde ajanlık vardır. Dolayısıyla bu tip anlayışların yaratacağı atılımlardan değil, ayak bağlarından bahsedilebilir. İşte küçük memurlarımız, her aybaşı bir maaş beklerler; bunları eyleme sürebilir misin? O, taptığı ufacık bir maaşla aileyi beslemeyi düşünür, kolay kolay o basit yaşamdan kopartamazsınız. İşte Avrupa yaşamı bir kişiyi sonsuza kadar çekerse, hele bir de parti adına bu yapılırsa, bu bir partici değil, bir yurtsever değil, bir karşı-devrimci olur. Sömürgeciliği ve emperyalizmi böyle ele alan kişi kendini yitirmiştir. İşte onun atılım gücü zayıfsa, bunu, sömürgeciliğe yaklaşımdaki eksikliklere ve yaşamı yurtseverleştirmedeki eksikliğe bağlamalısınız. Bu eksiklikleri giderdiğiniz oranda büyüyebilirsiniz. Bunlara ulaşmak zor mu? Hayır! Büyük adam olmak ve militanlaşmak isteyen bir kişi için başarılamayacak bir iş değildir.
Tarihin önemli davaları kanla çözümlenmiştir. Büyük vatanseverlik olgusu da çok büyük bir mücadeleyle çözümlenir. Bunda her şey vardır; kan da vardır, tutku da, öfke de vardır. Burada ruhsuzluk yoktur. Burada bilinç ve tutku öyle iç içe geçmiştir ki, keskin bilinç, keskin irade ve keskin duygu kişiyi bir top gibi, bir bomba gibi yoğunlaştırır ve öyle saklı durur. Şimdi tarihin bize öğrettiği bu gerçekler iken, biz kendi kendimizi nasıl aldatabiliriz? Tarih bilincinden çıkarılacak tek doğru devrimci sonuç bu iken, biz nasıl temel vatanseverlik olaylarından, demokratik savaşımdan uzak durabiliriz? Özellikle sömürgeci TC uygulamaları, en çok da bu çağda bizi temel vatanseverlik olgusundan uzaklaştırmış ve düşürmüştür. O halde buna karşı duyulacak tepkinin ölçüsü bizim eylemimizi belirlerler. Madem ki, TC yıkıcılıkta sınır tanımamıştır, biz de ona karşı yıkıcılıkta, dağıtıcılıkta sınır tanımayız. Madem ki o iradeyi felç etmiştir, biz ise keskinleştiririz. Bu özelliklerle yurtsever mücadelemize yaklaştığımızda sanatın ve duyguların nasıl geliştiğini görülürüz. Biz de bunun temelleri atılmış, örgütsel ve siyasal çerçevesi çizilmiştir. Ama somut bir kişilik olarak bunu yoğunca yaşamak henüz bu kadar gerçekleşmiş değildir. Genel çerçeveyi, genel bilgilenmeyi somut yaşam olarak almayalım. Yine kıkırdak bağlamayı, kemikleşmek olarak kabul etmeyelim. Hatta biraz ses vermeyi, büyük bir nara olarak görmeyelim. Bunlar daha bizde ilk adımları atılan hususlardır. Gerek eylemlerimiz ve gerekse örgütlerimiz henüz atılan ilk adımlardır. Bazılarımız bunu somut olarak görüyor, yüzyıllara sığması gereken çok büyük bir eylemliliğin, büyük bir toplumsal altüst oluşun temelini hazırlıyoruz. Bunda tutucu değiliz. Sonunu görür müyüz, görmez iniyiz bizim için önemli değildir. En coşkulu dönem budur zaten.
Günümüzde sosyalist ülkelerde bile devrim neredeyse sönmüş durumda. Normal sosyal yaşantı sürdürülüyor. Büyük coşku devrim yıllarındaydı. Büyük inşa faaliyetleri devrimin hemen arkasındaydı. O halde, en büyük coşkuyu, tutkuyu tam da şu anda geliştirebiliriz. Büyük örgütçüler, ordu kurmayları, sanatkarlar yine bu dönemde ortaya çıkabilir. İşte bunun için diyoruz ki, sığınabileceğimiz değerler, çözümleyebileceğimiz değerler iyi incelenmeli, iyi bulunmalı ve artık bunu bilmekten de öteye ruhumuzda duyup yaşamalı ve kendimizde yoğunca somutlaştırmalıyız. O zaman kendimizi tanımayacak kadar büyüdüğümüzü görürüz. Kendimde bunu kısmen gerçekleştiriyorum. Bu kadar ağır koşullarda bulunmama rağmen, bu biçimde yaşamayı mümkün kıldım. Sizler, sanıyorum kat be kat fazlasını bu gelişmiş çerçevenin de yardımıyla yaşayabilirsiniz. Hele özgül konumlarınız bunu çok daha güçlü bir biçimde yaşamaya imkan veriyor. Yurtseverlik de dahil olmak üzere, siyasal görevler konusunda, askeri konularda, kültür sanat konularında kapsamlı yaşamayı bilmeliyiz. Her şeye derin anlam vermeyi bilmeliyiz. Unutmayalım ki, bundan sonra da yurtseverlik hizmeti yerine getirildiği oranda sanat da anlam bulabilir. Yani devrimci siyaset, devrimci yurtseverlik politikası, örgütlenmesi ve eylemliliği geliştikçe sanat da her biçimiyle gelişecektir. Nedir bu biçimler? Edebiyat, müzik, folklor vd. her konu devrime hizmet edecektir. Kendi temellerini de ulusal kurtuluşta görecektir. Ulusal kurtuluşu kolaylaştıracak, hızlandıracak, örgütlenmesine katkı yapacaktır.
Sanat, katı yaşam gerçekliğini daha yaşanılır kılmak için insanların hayallerini çalıştırmasının ürünüdür. Yani insanlar, katı doğa ve toplumsal yaşam kuralları karşısında bunalmayı önlemek, yaşamı daha anlamlı, güzel, iyi kılmak için sanat olaylarına yönelmişler, sanatı icat etmişlerdir. Bu nedenle sanat toplumun doğuşu kadar eskidir. Ve toplumun doğuşu biraz da sanatsaldır. Yani her zaman gerçek ile hayal iç içedir. Hayal hep sanatı besler ve her zaman gerçeğin katılığını telafi etmek için kullanılmıştır. Gerçeğin dayatmaları nedir? Genel olarak doğa ve toplum gerçekleridir. Sanat, hep bunun ağır baskısını hafifletmek için insanı yüceltme hareketidir. Gerçi sanatında gericisi olur, tutucusu olur ama bu da dönemlere göre değişir. Ulusal kurtuluş sürecine girdiğimize göre, sanat faaliyetine, artık ilerlemeyi sağlamanın, yaşamı kolaylaştırmanın ve gelişmenin aracı olarak bakabiliriz. Yani hayallerimizden tutalım güzel sesimize kadar, resim yapmaktan güzel hikayeler-romanlar yazmaya kadar hepsine bu çerçevede yaklaşabiliriz. Bizde bu konular çok güdük bırakılmıştır. Neden? Çünkü doğru devrimci siyasetin olmadığı bir yerde sanat da gelişmez. Burada da sömürgeci sanatın egemenliği söz konusu olur.
Sömürgeci sanatın eleştirisi, devrimci siyasetin sömürgeci siyaseti eleştirisiyle başlar. Bununla büyür, gelişir ve rolünü oynar. Devrimci sanatın geliştirilmesi nasıl olur? Doğru devrimci sanatın gelişimi nedir? Bu güçlü bir biçimde kavranmazsa, siyaset üstü bir sanat, devrimci siyasetle uyumlu olmayan bir sanat olur. Bu durumda ise devrimci sanatın gelişiminden bahsetmek mümkün değildir. Bugün Kürdistan adına yürütülen birçok sanat faaliyeti var. Aslında sanat alanında sömürgeciliğin geliştirilmesidir bunlar. Müzik alanında bu had safhadadır. Sinemada son derece yabancılaşmayı yaşıyoruz. Kürt halkının değişik özellikleri, folkloru, gelenekleri vb. TC’nin pazarlaması sürecine alınmıştır. Bunun da devrimci siyaset temelinde ele alınması, eleştirisinin yapılması, halk sanatına, halkın devrimci sanatına yönelinmesi ve bunların iç içe görülmesi, geliştirilmesi, bu konuda kendine güvenenlerin kendilerini yaratıcı kılması, devrimci militanlığın diğer bir özelliğidir. Birkaç kişiye özgü değil, bütün devrimci militanlarda devrimci sanat anlayışı olmalıdır. Militanlar devrime sanat gözüyle bakmasını bilmelidir. Kaba, ilkel, duyarsız değil, sanatkarın inceliğiyle devrime bakmasını bilmelidir. Böyle ele almayan, kaba olmaktan ve üslupsuzluktan kurtulamaz. Güzel bakış, güzel hitabet, güzel yazı devrimin ayrılmaz bir parçasıdır.
Devrimci mücadelemiz bu konuda gereken açımlamayı yapıyor. Militanlar buna da öncülük etmek durumundadır. Bizde devrimle sanat, devrimci siyasetle sanat, birbirlerini sürekli beslemek durumunda olan ve birbirlerine böyle sanatkarca bağlı olan olgulardır. Devrim, sanatı mümkün kılar veya ona ortamı, çerçeveyi açar. Sanat da devrimi biraz daha güzelleştirir, inceltir ve daha iyi benimsenmesini, özümsenmesini, özellikle de milyonlara aktarılmasını imkan dahiline sokar. Bunlar birbirine bu kadar bağlı olduğu halde burada şematik yaklaşım, dogmatik yaklaşım fazla yaratıcılığa yol açmıyor. Bu konuda militanca yaklaşımın zayıflıkları ve şematizme düşmenin nasıl kısırlaşmaya yol açtığı ortadadır. Sanatı sadece kendisi için değil, devrimci yaşamın bütün alanlarında görmek, göstermek gerekir. Ağır siyasi-askeri sorunları çözenler, büyük ozan ve edebiyatçı olurlar, ondan da nasibini almamazlık edemezler. İyi duygulara, yüce duygulara yol açmak sanatın körüklediği bir olaydır. Bunların birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkisi vardır. Dolayısıyla bunları böyle iç içe görmek gerekiyor. Kaba, ilkel ve sömürgeciliğin egemenliği altında şekillenen sanat yerine, ulusal kurtuluşa yükselen, destek alan ve devrimcileşen sanata doğru bir açılım yapmak ve onunla ulusal kurtuluş mücadelesini beslemek, önemli bir devrimci görevimizdir. Bu konuda da yeterli hassasiyet, duyarlılık gösterilmeli ve mevcut ilkellik aşılmalıdır. Bazıları bu konuya özel olarak öncülük de edebilir ve partiyi bu konuda besleyebilir. Her militan parti sanatına doğru adımları atabilir, mücadele sahasında sanat ürünlerini biriktirebilir ve partinin enirine sunabilir. Bu birikimlerden daha gelişmiş bir yaklaşıma ulaşılabilir. Gidilen yerlerde görülen birçok şeye biraz sanatçı gözüyle bakmalıyız. Bir edebiyatçı gibi bakmalıyız. Birçok kültürel ve sanatsal değeri, birçok manzarayı fotoğrafla, kasetle, yazıyla toparlamalı, görüntülemeli ve birleştirmeliyiz. Çünkü sömürgecilik bu alanda da dağıtıyor ve yok ediyor. Ne kadar kurtarırsak, geleceğe o kadar değer teslim etmiş oluruz. Demek ki bu da bir görevdir. Bu konuda eksikliklerimizi gidermeli ve bir devrimcinin sanattan da nasibini alan, onun sorunlarını da bilen ve gücü oranında çözümüne katılan bir kişi olduğunu unutmamalıyız. Böyle birinin her koşul altında yapabileceği şeyleri yerine getirmesi, onun biraz daha yetkin bir militan olduğu anlamına gelir.
Rêber APO
Haziran 1987