Yurtseverlik

0
427

Yurtseverlik, yaşadığımız topraklarda ilk toprak parçasını ekime açmaktan tutalım, yonttuğumuz birkaç taşla kurduğumuz kulübeleri, ulaştığımız yerleşik yaşamı savunmak ve giderek bunu evin-tarlanın savunulmasından aşiret sahasının savunulmasına ve daha da ilerlete­rek milliyetin oluştuğu ülkeyi savunmaya kadar yükselterek bir halkın yaşamına sahip çıkmaktır. Burada başlı başına bir toplumsal yaşamın gelişmesi söz konusudur. Yurtseverlik bütün bu tarihsel gelişimden günümüze kadar olan süreci ifade eder. Yurtseverlik uluslaşmaya bağlıdır. Toprağa bağlanarak yerleşik bir yaşama geçmek, yerleşilen alanları savunmak ve orada kökleşerek uluslaşmak, günümüzde sö­mürgeciliğe karşı savaşmak, ulusal özgürlük mücadelesini her düzey­de geliştirmek, bunun için duygu, düşünce ve çalışmak gibi tarihsel derinliği olan bir mücadeleyi içermektedir.

Biz yurtseverliği, dünya halklarının yaşadığı tanımların dışında ve daha çok ülkeye yönelişin anlamı olarak koymak durumundayız. Türkiye “bölünmez bir bütündür” felsefesi bizim ülkemizde de önem­li oranda etkisini gösteren bir felsefedir. “Türkiye ülkesi ve milliyetiyle bölünmez bir bütündür” denilir. Açıkça belirtelim ki, bu diğer azınlıklardan daha çok Kürdistan ulusal gerçekliğinin özümsenmesi için oluşturulan bir maddedir. Kürdistan halkının ulusal değerlerini Türk ulusal değerleri içinde eritmeyi, Türkiye yurtseverliğini tüm Kürdistan yurtseverliği yerine koymayı amaçlar. Nitekim daha ilk okuldan beri hepimize, vatan sevgisi denilince Türkiye sevgisi öğreti­lir; vatanım tanımla denilince, “üç tarafı denizle çevrili dörtgen biçi­minde bir kara parçası olduğu, yedi bölgeye ayrıldığı” söylenmesi öğütlenir. Bir tarih bilinci verilir; ekonomik ve sosyal alanda günümüzde şu kadar gelişmiştir denilir. Bütün bunların amacı, bu “bölün­mez bütünlüğü” kafalara şırınga etmektir. Bu daha çok da Kürdistan’ın öznelliğini, yani ayrı bir yurt, ayrı bir halkın yaşadığı bir alan olarak Kürdistan gerçeğini ortadan kaldırmak ve Türkiyelileşmeyi bütün bir saha içerisinde hakim kılmaktır. Bunun bizim açımızdan bir yurtse­verlik biçiminde değil, bir uluslaşma değil, bir sömürgecilik biçimin­de algılanması gerektiğini söyledik. Bu konuda aslında büyük bir saptırmayla karşı karşıya olduğumuzu, vatansızlaşmanın, yurtsuzlaşmanın, milliyetsizleşmenin yoğun bir baskı ve sömürü ortamında gerçekleştirildiğini belirttik. Bütün toplumsal çözülüşün, ekonomik değerlerden, emeğinden, tarihten ve bir de kültürden koparılışının ve her türlü gerilik ortamına itilişin bu tip bir yaklaşımla, yani Türkiye yurtseverliğiyle ve Türk ulusçuluğunun gelişmesiyle sıkı bir ilişkisi vardır.

Bizim bu konuda kendi değerlerimize sahip çıkmayışımızın, bu asimilasyonu her düzeyde yaşamamızla ilişkisi vardır. Dolayısıyla yurtseverleştirme hareketimizi, yalnız siyasal bir kurtuluş hareketi olarak, yalnız ulusal bir başkaldırı olarak değil, tarihten günümüze kadar toprağa yerleşme, aşiretleşme ve halklaşma süreçlerini de içe­recek bir biçimde ele almak, özellikle de kapitalist sömürgeciliğin gelişmesiyle birlikte emeğin kendi toprağı üzerinde üretim araçlarıy­la iç ice bir üretimin geliştirilmesinden alıkonulması, göçe zorlanması ve aynı zamanda vatandan koparılması süreçlerini görüp bu süreçlere karşı koymak biçiminde anlıyoruz. Yurtseverlik anlayışına bu temel­de yönelmeliyiz. Biz aynı zamanda, hakim ulus emekçilerinin de böylesine bir sömürgecilikten çıkarlarının olmadığını, tam tersine onlarda yoğun bir şovenizmi geliştirdiğini, yurtseverlik ve devrimci­lik eğilimlerini şovenizme dönüştürdüğünü, bunun da sınıf mücade­lelerine muazzam bir ket vurduğunu ortaya koyduk.

Yurtseverlik, gerçekten ülkeden kolay kolay kopmamayı, milliyeti ne kadar geri olursa olsun onu devrimci tarzda yaşamayı -ki devrimci yurtseverlikten bahsediyoruz- dağına ve taşına sahip çıkmayı, havası­na ve suyuna kavuşmayı, bunları bir kutsallık ve ulaşılması gereken bir hedef olarak görmeyi çağa katılımın yurtseverlikten geçtiğini ve bunun da bir mücadele olduğunu anlamayı, vatandan ve değer üret­mekten vazgeçmenin aslında önemli oranda toplumsal gerçekten kopmayı içerdiğini ve bunların da gericileşme, her türlü geriliğe alet olma ve kendini yitirme anlamına geldiğini bilmeyi ve bunlara karşı koymayı içerir. Kimliği kazanmanın, ilericiliğin temel kıstası olduğu­nu ve bunun dışında bir şahsiyet bulmanın imkansızlığını görmeyi şart kılar. Diğer halklarla kurulacak ilişkilerin temeline mutlaka bunu oturtmayı, ne kadar da geri ve ilkel olursa olsun kendi kültürel değerine ve harabelerden de ibaret olsa tarihsel gelişimine sahip çıkmayı gerekli kılar. Şimdi bu konular bizde çok zayıftır. Bizde yaşadığımız toprak parçalan dediğimizde, sadece umutsuzluk ve karamsarlık çağrışımını getiriyor. İşte kendi ana yurdu olarak değer­lendirilmesi gereken bu toprakları böyle görenlerin, bırakalım dev­rimci olmalarım, ilerleme ve kişilik bulma konusunda bile hiçbir iddiaları olamaz. Bizde bu konudaki çözülüş derindir, uzun sürelidir ve bu bizdeki düşürülmüşlüğün en doğru izahıdır da.

Topraktan kolay çözülen, burada değer üretmekten vazgeçen, kendi emeğini binlerce kilometre uzakta yoğunlaştıran kişiler her zaman hor görülmeye layıktırlar. Evet, biz burada çalışan emekçileri­mizi kötülemek istemiyoruz. Onlar çok büyük oyunların, baskıların, açlığın sonucu olarak buralara taşınılmışlardır. Fakat bundan çıkarıl­ması gereken sonuç, bütün gücümüzle direnerek yaşantımızın ana merkezine vatan topraklarında yaşamayı koymaktır. Yaban ellerde yaşamayı vatana kavuşmanın bir gerekçesi olarak değerlendirir ve bunu bilerek yaparsak, bu dış alanlarda yaşam ancak o zaman bir anlam taşıyabilir. Aksi taktirde bunu sonuna kadar hor göreceğimizi belirtiriz. Hemen belirtelim ki, yurtseverlik bizde, sıradan çabaları­mızdan tutalım zafere kadar giden çalışmalarımızda bütün demokra­tik ve sosyalist görevlerin temelidir. Ülkeye bağlılık geliştirilmeden ulusal bağımsızlıktan bahsedemeyiz, orada yaşayan halka bağlılık beslenmeden devrimci savaştan bahsedemeyiz. Ve tabii ki, bunu bütün yaşamının merkezine sokmayan bir militanın devrimci görev­lerini başarmasından bahsedemeyiz.

Yurtseverlik bizde, TC’yle olan ilişkileri ve çelişkileri içinde ele alınmalıdır. Onunla ilişki ve çelişkileri görülmeli ve doğru bir rotaya sokulmalıdır. Çağla ilişki doğru kurulmalıdır. Bizim çağa savrulma­mızın hayırlı bir savrulma olmadığını, ulusal kimlikten koparak sav­rulmanın çağla bütünleşmek ve gelişmek anlamına gelmediğini, bu­nun bitirilme ve kozmopolitikleşme olduğunu belirtmek gerekir.

Özellikle hakim uluslar içinde erimenin vatansızlaşma olduğunu ortaya koymak gerekir. Bu, egemen sınıflarımızın en çok içine girdiği bir tutumdur. Onlar, hakim ulusların egemen sınıfların içinde canı gönülden erimeyi bir modernlik olarak görüyor ve yoğunca yaşıyorlar. Onun içindir ki, bunlar vatansız kesimlerdir. Biz bunlara hain işbir­likçiler dedik; aslında bunları yurtseverliğin en azgın iç düşmanları olarak görmek gerekir. Buradan, ekonomik de olsa ulusal değerlerin­den bu kadar kendiliğinden kopanların, toprak da dahil olmak üzere mallarına-mülklerine aslında el koymak gerektiği sonucunu çıkara­cağız. Vatansızlığın büyük bir suç olduğunu ve diğer uluslarla kay­naşmanın ancak yurtseverlik temelinde olabileceğini ortaya koya­cağız. Yurtseverlik olmadan ister sosyalist ülkelerle enternasyonalist temelde, ister diğer komşu halklarla yine özgür ve eşit temelde bir bağ geliştirmek mümkün değildir. Hepsinin merkezine güçlü bir yurtseverlik oturtulmalıdır. Çok yitirilen, aşındırılan bu yanımızı mutlaka ortaya koymak zorundayız. Zaten PKK’nin en önemli bir ilkesel çıkışı da budur.

Rêber APO

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here