ZENC İSYANLARI -2

0
298

Afrikalı kölelerin en büyük ayaklanması ve El-Muhtarê ( 869-885) 869-883 yılları arasında gerçekleşen ve tarihsel kayıtlarda çarpıtılan ama hem tarihsel kayıtlarda ve hem de toplumun hafızasında silinemeyen bu direnişleri Afrikalı kölelerin Emevi ve Abbasi iktidarlarına karşı gerçekleştirdikleri diğer direnişlerden farklı kılan birçok etken vardır.Önce ayaklanmaların gerçekleştiği dönemde Verimli Hilal sahasının genel koşullarını anlamaya çalışalım.

Ümmeye oğulları, Emevi oğulları ve daha sonra Abbas oğullarının İslam adını kullanarak devlet-iktidar olmaları ve karşı İslam hamlesini geliştirmeleri daha ilk yıllarda ciddi rahatsızlıklara neden olmuştur. Ümmeye oğullarından Ebubekir, Ömer ve Osman halifeliği ile Hz. Muhammed’in “Hane halkım-Ehl-i Beyt” dediği Ali ailesi arasındaki çelişkiler daha sonraki direnişlerle birleşmektedir. Verimli Hilal sahasında İslamiyet öncesinde ortaya çıkan Zerdeştilik, Maniheizm, Mazdeizm, İsevilik gibi direniş geleneği ve kültürüne dayanan demokratik uygarlık güçleri, karşı İslam hamlesiyle yeni biçim alan devletçi uygarlık güçlerine karşı direnişlerini Hürremilik, Alevilik, Haricilik, İsmaililik, Karmatilik gibi biçimlerle yaygın ve kapsamlı biçimde yürütmektedirler. Bu direnişler düşüncede, zihniyette, felsefede; anlam dünyası, ütopyalar, yaşam tarzı, örgütlenme, mücadele yöntemleri ve programları ile eylem tarzlarında çok büyük hareketlenmelere, arayışlara, oluşumlara, değişim ve dönüşümlere yol açmaktadır. Verimli Hilal coğrafyasından giderek Asya içlerine, Afrika’ya, Anadolu’ya ve hatta Avrupa’ya kadar yayılan bu dalga tüm insanlığı etkilemektedir. Bu gelişmelere bağlı olarak demokratik toplumun inşa edilmesi kapsamında birçok alanda girişimler gerçekleştirilir.

Yani maneviyat-maddiyat-hareket bütünlüğü içerisinde gerçek bir oluşum dönemidir yaşanan. Toplumun direnişleri özünde bu amaca hizmet eder. Bu dönemde demokratik uygarlık güçlerinin en fazla önem verdikleri değerler emek, paylaşım, sevgi, adalet, erdem-hikmet-bilgelik, kardeşlik, eşitlik, ahlak, onur, özgürlük kavramlarıyla ifade edilenlerdir. Düşünsel, felsefi ve ideolojik alanda direniş güçlerinin hemen hepsi ateş, güneş, aydınlık, ermişlik, nur kavramlarını aynı anlamlar vererek paylaşmaktadırlar.

Demokratik uygarlık güçlerinin direnişleri güçlü olduğu kadar devletçi uygarlık güçleri de etkilidirler. Kendilerini oldukça örgütlemiş, kurumlaştırmış ve yaygınlaştırmışlardır. Devlet ve toplum arasındaki bu çetin mücadelede devletçi güçler; Babek’in ve Hallac-ı Mansur’un organlarının diri diri kesilerek katledilmeleri ve daha birçok örnekte görüldüğü gibi çok gaddar bir baskı düzeni kurmuşlardır. Bu güçler haraç, sürgün, katletme, işkence, yakma, zindana atma, baskı kurma, yasaklama, kandırma, el koyma, dogmatizmi hâkim kılma, korkutma gibi yöntemlerle direnişleri ve toplumun arayışlarını engellemeye çalışmışlardır. Demokratik uygarlık güçleri ise düşünce gücü ve felsefe, şifre-takma adlar-

semboller ve dolaylı anlatım yöntemlerini kullanarak anlam güçlerini zamana ve mekâna uyarlayıp geliştirerek gizli biçimde örgütlenmekte, ideolojik, politik, örgütsel, askeri alanlarda mümkün olduğunca örgütlenerek, iyi hazırlık yaparak direniş eylemlerini gerçekleştirmektedirler.

Bu dönemde de nasıl ki devletçi güçlerin kendi aralarında ittifakları ve etkileşimleri varsa, demokratik toplum güçlerinin de aralarında yoğun bir etkileşim, iletişim ve ittifak çabaları vardır.

Tüm bu yaşananlardan bölgedeki Afrikalı köleler de kuşkusuz etkilenmişlerdir. Ayrıca artarda gerçekleştirmiş oldukları ayaklanmalardan büyük dersler çıkaran Afrikalı köleler, bu son ayaklanmanın başlamasına kadar ki dönemde bölgede kullanılan dil, kültür ve inançları, bununla birlikte egemenlerin ideolojilerini, siyasetini ve taktiklerini de öğrenmişlerdir.

Basra şehrinden körfeze kadar ki bataklık alanlar ayaklanmada merkezi rolü üstlenebilecek koşullara sahiptir. Bu alanlardaki Afrikalı köleler hem en ağır koşullarda yaşamak ve çalışmaktadır, hem de ayaklanma için uygun koşullara sahiptirler. Devletçi güçlere karşı mücadele eden demokratik-toplumsal güçlerin görüş-felsefe-örgütleme ve deneyimleri bu alanlarda da güçlü etkilerini hissettirmektedir. Ayrıca bu hareketlerde, akımlarda ve direniş eylemlerinde önder ve öncü olanlardan birçoğu bu alanları da kapsayan Mezopotamya’nın aşağı bölgesinde farklı adlar ve yöntemler kullanarak direnişleri örgütlemektedirler.

İşte böylesi zaman-mekân ve hareket bütünselliğinde yeni bir ayaklanmaya yönelir Afrikalı köleler. Ancak bu seferki ayaklanmada daha öncekilerin eksiklikleri tekrarlanmayacaktır. Doğal toplumun hafızalardaki anılarını hayata geçirecek, kölelerin çektiği zulme dur diyebilecek, her yönüyle kölelerin özlemlerine ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek, özgürlük,eşitlik, adalet, kardeşlik, dayanışma, paylaşma gibi toplumsal değerleri esas alan sistemi kurabilecekleri bir ayaklanma olmalıdır bu.Dönemin karakteri ve koşulları düşünüldüğünde devletçi güçlerin baskı, zulüm ve çarpıtmaları yanında halkın kendi özlem ve taleplerinin

gerçekleşmesine öncülük-önderlik edenlere uygun bulduğu isimlerle hitap etmesi bir gelenek biçiminde sürmektedir. Bununla birlikte, daha sonra Verimli Hilal’in hemen tüm alanlarına yayılıp direnişlerde öncülük edecek olanların birçoğunun Horasan, Rey, Deylem, Küfe, Teberistan, Ahwaz, Buhara, Basra gibi alanlarda yaşamış oldukları biliniyor. Bu gerçeğe bağlı olarak Ali bin Muhammed’in etnik kökeni hakkında kesin bir yargıda bulunmak doğru olmayacaktır. Devletçi güçler açısından etnik kökeninin bir dereceye kadar önemi olsa da toplumcu güçler açısından etnik kökeninden ziyade topluma ne kadar ve nasıl hizmet ettiği ölçü alınmaktadır.

Bir alanda veya bölgede ortaya çıkan bir direniş hareketinin, eyleminin amaç ve hedefleri o alan-bölge ve kültürünü aşabildiği gibi söz konusu eylem-harekete çok farklı etnik-kültürel gruplara ait insanlar katılabilmektedir. Mani hareketi, Babek ayaklanması ve Alevi hareketi bu konudaki örneklerin başında gelir.

Ayaklanmanın önderliği

Daha çok Ali bin Muhammed olarak tanınan bir Alevi ayaklanmanın önderliğini yapar. A. Popoviç’in belirttiğine göre Ali bin Muhammed farklı adlarla da tanınır: Al- Burkui (peçeli), Sahib al-Zenci, Alevi alBasri (Basralı Alevi), Sahib al- Rih (Rüzgarın efendisi) adlarıyla da bilinmektedir ve ayrıca devletçi-iktidarcı güçlerin ise al-Khabith (şeytan), al-Hain, al-Lain (lanetli),al-Habib (sevgili), al-Murık (sapkın), al-Fısk al-Fücur(zina yapan, günahkar) vb. adlarıyla onu tanımlarlar.

Ali bin Muhammed’in annesi olan Kurra’nın, Ali bin Rahib bin Muhammed’in kızı olduğu ve Rey kenti yakınlarındaki Warzani alanında yaşamış olduğu, babası Muhammed’in ise Rey kentinde yaşadığı birçok kaynak tarafından belirtilmektedir. Tarih olarak belletilenin devletçi- iktidar güçleri tarafından yazıldığı, elde kalan çok sınırlı bilgilerin de her kesim tarafından farklı yorumlandığı gerçeği ortadayken, Ali bin Muhammed’in etnik ve aile kökeni, çıkış yaptığı ideolojik kaynağın tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir yargıda bulunmak doğru olmaz. Ancak daha önce Horasan’dan çıkış yapan Mazdeki-Hurremi geleneğe bağlı al-Muqanna (peçeli) kavramlaştırmasının Arapça ifadesi olan al- Burkui (peçeli) takma adını alması, Louis Massignon’un ‘Birinci İslam Ansiklopedisi’ndeki makalesinde belirttiğine göre; “Ali bin Muhammed’in; Raşit Kurmati’nin, bir değirmenci, bir şerbet satıcısı ve bazı kaçak zenci kölelerle kurduğu gizli örgüte (ubbak), Babeki-Karmati usülü bağlılık yemini ile girmiş olması …”, ilk çıkış merkezinin Horasan olması gibi nedenlerle Kürdistanlı ve/veya İranlı olduğu, Zerdeşti-Mazdeki gelenekten oldukça etkilendiği rahatlıkla belirtilebilir.

Ali bin Muhammed çocukluğu ve gençliğinde Medine, Rey ve Warzani alanlarında yaşamış, Cafer-i Sadık’ın eğitiminden geçmiş, bilim-felsefe ve siyaset konusunda yetkinleşmiş, hat sanatı, gramer ve astronomi öğretmenliği yapmış, gelecekten haber verdiğini iddia eden, Abbasi Halifesi al-Muntasır’ın Samarra’daki sarayına övgücü ozan olarak giren, kasideler ve şiirler yazan, toplumun tüm kesimlerini ve devlet-iktidarı yakından tanıyan, Samarra, Bağdat, Basra, Bahreyn ve Cezire bölgesinde önemli girişimlerde bulunan, eylemcilik yönü çok güçlü olan ve giderek devrimci önder bir kişilik olarak öne çıkan biridir.

Ayaklanmanın hazırlıkları

Abbasi iktidarı daha fazla ülke işgal etmek ve savaşları finanse etmek ve iktidarını sürdürmek için toplum üzerine büyük baskı uygulamaktadır. Köylüleri ağır vergilerle topraksızlaştırır ve köleleştirir. Afrika’dan getirilen kölelerle birlikte bu insanlar tarımı tekeline alan büyük toprak sahiplerinin çıkarlarına hizmet ettirilirler ve ellerinden her şeyleri alınarak üzerlerinde ağır baskı politikası uygulanır. İmparatorluğun kontrolündeki her yerde toplum “Mehdi gelecek, bu günleri sona erdirecek” beklentisine girer ve kendilerini kurtuluşa götürecek tüm girişimlere, direniş eylemlerine büyük destek sunar ve katılırlar. Abbasi iktidarının Sünni yorumlu; karşı İslam yaklaşımına karşı toplum, direniş kültürünü temsil eden mezhep, akım ve hareketlere sahiplenir.

Bu dönemde Basra ve Cezire bölgesinde bulunan Ali bin Muhammed, bir takım halk ayaklanmalarını örgütlemeye girişir. Bahreyn’deki Hacar ve ardından Al-Ahsa alanlarında yerel halkın ayaklanmalarına öncülük eder. Ancak Hacar ve Al-Ahsa alanlarındaki girişimlerde fazla başarı elde edemeyince Basra’ya doğru yönelirler. Burada Kerkük bölgesinin aşiretlerinden destek gelmesine rağmen ayaklanma bastırılır.

Basra’daki ayaklanma girişimleri de başarısız olan Ali bin Muhammed ve bazı yoldaşları Bağdat tarafına kaçarak izlerini kaybettirirler. Bağdat’ta örgütleme çalışmalarına hız veren Ali bin Muhammed, burada etkili kişiler de dâhil olmak üzere önemli düzeyde bir örgütlenme yaratır. Basra valisi değişince en yetkin ve güvendiği yoldaşlarını yanına alarak Basra’ya döner. Basra ile Cezire arasındaki tuzlalar ve bataklıkların bulundukları alanlara yönelir. Ayaklanma ve eylem girişimlerinden ders çıkaran Ali bin Muhammed, bu sefer oldukça planlı, programlı ve titiz biçimde hazırlıklarını yapar. Bu yaklaşım temelinde yoldaşlarıyla birlikte Furat al Basra bölgesindeki Amud al-Muna tuzlasında kurulmuş olan Kasr al-Kureyş’a yerleşir. Ali bin Muhammed burada kendisini bir tuzla yöneticisi olarak tanıtır. Bu şekilde şüpheleri üzerine çekmeden rahat hareket edebilecek ve herkesle ilişkiye geçebilecektir. Nitekim öyle de olur.

Afrika ülkelerinden bu bölgeye getirilen köleler ölümle yaşamın fark edilemediği koşullarla iç içedirler. Büyük baskı ve zulüm uygulanmaktadır üzerlerinde. Bölgede daha önce de defalarca ayaklanan, eylemlere girişen bu Afrikalı kölelerde direniş eğilimi; tüm bastırma, katliam ve baskılara rağmen çok güçlüdür ve arayışları sürmektedir. O dönemde tüm bölgede yaygın olan “Mehdi gelecek” beklentisi Afrikalı köleler için de geçerlidir.

İşte bu koşullarda Ali bin Muhammed, kendisini Hz. Ali soyuna dayandırmanın verdiği ek kolaylıkla da bölgedeki Afrikalı kölelerle ilişkileri geliştirir. Kölelerin yaşamlarını paylaşır, ateşli konuşmalar yaparak, kendini Mehdi olarak yansıtarak, kölelerin özgürlük, eşitlik, kardeşlik, ortak mülkiyet beklentilerine cevap verecek bir program ortaya koyar. Çalışmalarında kölelerin bu beklentileriyle ilgili Kuran’dan ayetler okur. En fazla da Kuran’daki (Tevbe; 9/111) ayetini okur. Hz. Muhammed’in Medine’ye göç ettiği zaman muhacir Mekkelilerle Ensar Medineliler arasında yapılan Akabe Kardeşlik Sözleşmesi’nden sonra indiği söylenen bu ayette “Allah inananlardan mallarını ve canlarını, cennetten bir armağan karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşır; öldürürler ve ölürler.” Bu Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allahtan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde onunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin; bu büyük kazançtır.” diye buyurur. Bununla birlikte Beled suresindeki “Fekku Ragabe (kölelere özgürlük) ayeti gibi ayetleri de sık sık işler. Ali bin Muhammed ya da Al-Burkui ve hareketin öncüleri her hutbe konuşmasına “Allahu ekber, La hükme illa lillah” yani “Her şeye hükmeden sadece ve sadece Yüce Allah’tır” sözüyle başlarlar. Bu şekilde davranarak çalışmaları için meşruiyet zemini hazırlarlar, anlatmak istediklerini en etkili biçimde anlatırlar ve kendilerini koruyabilirler. Tabii, Abbasi iktidar güçleriyle çelişkileri olan, Samani Emiri Nasır bin Ahmed gibi bazı etkin yerel iktidar güçleri de Al-Burkui’yi desteklerler.

Mazdeki-Hurremi gelenekten gelen Al-Burkui’nin önderlik yaptığı bu hareketin felsefesi ve programının bir yönüyle Ezarika Hariciliği ve diğer yönüyle Zeyd Şiiliğinden de etkilendiği söylenebilir. Çünkü genelde ezilenlerin mezhebi olarak tanınan Ezarika Hariciliğinde eşitlikçilik ve özgürlükçülük savunulur. Temsilci anlamında halife seçiminde herkesin eşit olduğunu savunurlar, soya bağlı imamet anlayışını kabul etmezler. Bu nedenle Şiiliğin Ehl-i Beyt imamet anlayışını reddederler. Şiilikten etkilenme ise “beklenen Mehdi” anlayışını dile getirmeleridir. Bilindiği gibi o dönemde tüm toplum “Mehdi”nin gelip kendilerini kurtarması beklentisini taşımaktadır. Ünlü Karmati önderlerinden Hamdan bin Karmat’ın ittifak teklifini kabul etmemesinin nedeni bu olabilir. Çünkü Karmatilerin her örgüt ve/veya hareketinin başında mutlaka bir Ehl-i Beyt üyesinin (Hz. Ali ailesi üyelerinden) olduğu iddia edilmektedir.

Kölelere özgürlük ve El-Muhtarê

Bu hareket ve ayaklanmadan yüzlerce yıl sonra sosyalist toplumu kurma iddiasıyla yola çıkan Marksistlerin “yaşasın işçiler” sloganı ve “proleterya diktatörlüğü” modelinden daha fazla hakikate yakın bir arayış ve bunun modeli olduğunu görmekteyiz.

Al-Burkui ve yoldaşları bölgedeki Afrikalı kölelerin inancını ve güvenini kazanırlar. Kurtuluşun ve özgürlüğün yalnızca bu harekete katılmak ve ayaklanmakla mümkün olabileceğine inanan Afrikalı köleler kısa zaman içinde tek tek ve küçük gruplar halinde Al-Burkui etrafında toplanırlar. Ayrıca Abbasi devletiktidarının zulmü ve baskısına dayanamayan bölgedeki yerli köylüler de ayaklanmaya katılırlar. Tuzlalar ve bataklıkların, çalışma kamplarının bazılarını ele geçirerek kendilerine bir kent kurarlar. El-Muhtarê (özgürlük kenti) adını verdikleri bu kentte özgürlük ve eşitlik özlemlerine uygun demokratik ve komünal bir toplum kurma yoluna giderler.

Önderlerin ve öncülerin savundukları fikirler, bilgelikleri, yaşam tarzları ve sundukları program, bu programın hayata geçirilme koşullarının yaratılması, örgütlenme ve mücadele tarzındaki taktik zenginlikler, özlemlere cevap olabilecek bir yaşam tarzı ve toplum biçiminin geliştirilmesi gibi nedenlere dayalı olarak kısa zaman içerisinde önemli sayıda ve kararlı bir grup oluşturulur.

Harekete katılan kölelerin efendilerinden bazıları Al-Burkui ile ilişki kurarak ona para karşılığında kölelerini kendilerine iade etmesini teklif ederler. Ancak bu istekleri reddedilir ve bazıları yakalanırlar. Bunların kölelerine yaptıklarının aynısını bu sefer köleler onlar üzerinde uygularlar. Eskiden köle ama şimdi özgür olan ve özgürlüklerini korumak için mücadele eden Afrikalılar, eldeki tüm imkânlar seferber edilerek askeri hazırlıklarını da sürdürürler. El-Muhtarê hem ilk kurtarılmış alan ve model kent ve hem de karargâh rolünü oynar. Kırmızı kumaşlardan dikilmiş ve üzerlerinde Tevbe suresinin 111. ayeti, Allah’ın nebisi Muhammed ve onun velisi Ali, “fekku ragabe-kölelere özgürlük” kelimeleri yazılı bayraklar hazırlanır. Yeterli görülen sayıda katılım sağlanınca ve gerekli diğer hazırlıklar tamamlanınca küçük çaplı eylemler gerçekleştirilir. Hareketin üyeleri önce sayıları 50-500 arasında değişen gruplar halinde kölelerin kendilerine katıldığı eylemler gerçekleştirirler. Hem bu eylemler ve hem de hareketin bölgede yarattığı genel etkileme sonucunda Afrikalı kölelerden, Bedevilerden ve bölgedeki köylülerden büyük katılımlar gerçekleşir. Yeterli katılım ideolojik-askeri eğitim, örgütlenme, teknik donanım ve diğer hazırlıklar tamamlanır ve karar verilir. Ali bin Muhammed bin Ali bin İsa bin Zeyd bin Ali bin al-Huseyin bin Ali bin Abu Talib adını kullanan AlBurkui önderliğinde 869 yılı eylül (Ramazan) ayı içerisinde büyük ayaklanma başlatılır.

Büyük ayaklanmanın başladığı yer bir görüşe göre Dujayl alanıdır. Bir diğer görüşe göreyse Cubba alanıdır. Bu iki alan da Basra ve Cezire bölgesinde yer almaktadır. Biri sadece Afrikalı kölelerden oluşan birlikler, diğeri ise Fırat çevresinin köylüleri, Karmatiler, Nubialılar, Mısırın güney bölgesi halkları ve Sudanlılar olmak üzere iki ordu biçiminde düzenlenen, ayrıca Arap kabilesi Banu Temim tarafından da bir donanmayla desteklenen ayaklanma güçleri küçükten büyüğe, askeri hedeflerden ekonomik hedeflere kadar birçok eylem biçimini gerçekleştirirler. Abbasi askeri varlıklarına ve güçlerine baskınlar ve pusular düzenler, devletçi-iktidarcı güçlerin mal varlıklarına el koyup bunları toplum yararına kullanır, ele geçirilen ganimetlerle fakirlerin ve kölelerin ihtiyaçlarını karşılarlar.

Abbasi iktidarına ve ordularıyla ayaklanma güçleri arasında çok çetin savaşlar yaşanır. Ubulla, Abbadan, Ahwaz’ın güneyi ve çoğunlukla zengin toprak sahibi efendilerin yaşadığı Basra kenti şiddetli çarpışmalar sonucunda ele geçirilir. 877 yılında Cabbul, Numaniya, Carcariya, Ramhurmuz ve Wasit’e kadar ilerleyip 879 yılında Bağdad’ın 5 kilometre yakınlarına kadar dayanırlar. Hareketin amaçları, başarıları, söylem ve eylemleri toplum üzerinde olumlu etkiler yaratır. Abbasi iktidarının savaşa sürdüğü ve Afrikalı kölelerden oluşan paralı birlikler de kardeşlerinin yanında saf tutarlar. Büyük toprak sahiplerinin zulmüne dayanamayan bölgedeki yerli halk da giderek artan sayılarla ayaklanmaya katılırlar.

Özellikle model olarak kurdukları El-Muhtarê olmak üzere bu ayaklanma ile birlikte kontrollerine aldıkları tüm yerleşim alanlarında demokratik toplumun örgütlemeyi hedeflerler. Özel mülkiyet yoktur. Topraklar tüm toplumundur. Katılım, üretim ve kullanımda emek ve paylaşımcılık esas alınır. Kimse kimseden üstün ya da düşük değildir, herkes eşittir. Sömürü ve baskıya geçit verilmez. Paralarını bile basabilecek düzeye gelerek Abbasi devlet-iktidarından ciddi bir kopuşu temsil ederler. Günümüzde Londra-British Museum ve Paris müzelerinde bulunan bu paraların üzerinde Tevbe 9.111 ayeti, Muhammed bin Emiru’l-Mu’mîn (Muhammed muminlerin emiridir) Mehdi Ali bin Muhammed vb. yazılar bulunmaktadır.

Ayaklanmanın sonu ve sonuçları

Aynı dönemde ortaya çıkıp giderek güçlenen Karmatiler hareketi ve Hallac-ı Mansur’un öncülük yaptığı Ene-l Hak felsefesi ile Al-Burkui’nin öncülük yaptığı bu hareketin üstelik aynı bölgelerde giderek güçlenmesi ve toplum tarafından destek sunulması karşısında oldukça zor duruma düşen Abbasi İmparatorluğu çare arar. Abbasi iktidarının imdadına Türkler yetişir. Özellikle 7. yüzyıldan itibaren akınlar biçiminde Verimli Hilal coğrafyasında görünen Türk boy ve kabileleri genelde askerlikte- savaşlarda öne çıkarlar. Bu boy ve kabilelerin egemen kesimleri paralı komutan olarak devlet-iktidar yapılanmaları içinde yer alırlar. Egemen olmayan kesim ise önemli oranda ya parayla veya köle olarak devlet- iktidarlara hizmet ederler. Abbasi oğulları da diğer devlet-iktidarlar gibi Türklerin bu durumundan yararlanırlar. Tabii ki Türkler de bu yöntemle, Selçuklar ve Memlûklar (beyaz köle) örneklerindeki gibi bölgeye yerleşmekle birlikte güç ve iktidar olmaktadırlar.

Emevi Sultanı Ubeydullah bin Ziyad Buhara’yı fethedince yerli halktan muhafız güçleri oluşturur. Bir süre sonra Basra valisi tayin edilir. Oluşturduğu muhafız güçlerinden bir kısmını da yanında Basra bölgesine götürür. Bu askerlerin çoğunluğu Türk’tür. Savaşta ve ordularda verilen görevleri tam yerine getiren bu askerlere rağbet artar. İran-Mezopotamya ve Anadolu’daki devlet-iktidar güçleri giderek daha fazla sayıda Türk asker ve komutan ararlar. Paralı komutan, paralı asker ve köle-asker biçiminde ordularda ve savaşlarda öne çıkan Türk askerlere Abbasi devlet-iktidarı döneminde daha fazla önem verilir. Devlet-iktidar mezhebi olan Sünni İslam’ı kabul etmeleri ve askerlikteki “başarıları” nedeniyle bu önem daha da artar ve oldukça etkili olurlar. Türk komutanlara Emirü’l-Ümera denilir artık. J.P.Roux’ya göre en ünlü komutanlardan bazıları ve yaptıkları şunlardır: Afsin (Haydar Bin Ka’us) (816-837), Azerbaycan’da, Iranlı Hürremi Babek’in isyanını bastırdı;

Boga el-Kebir (Büyük Boga, öl. 862), Ermenistan beyliğini geçici bir bağımlılık altına aldı (851); Boga elSagir (Küçük Boğa, öl.868), Abbasi İmparatorluğu’nun bir süre için gerçek hakimi oldu. Bu şekilde güçlenen Türk egemen güçleri ve paralı-köle Türk askerlerinin bir kısmı bir yandan Abbasi devlet-iktidarına destek sunarken, diğer yandan da güç ve iktidar çatışması nedeniyle yine Abbasilerle sorunlar yaşarlar. Nitekim Türklerin destek verdiği Abbasi halifesi olan Mütevekkil Ala’llah ile üç halefi Türkler tarafından öldürülür. Gerek bu tür olaylar ve gerekse de Türk kabile ve boylarının uzun yıllar süren akınlarının yarattığı tepki nedeniyle Türklere bazen de iyi gözle bakılmaz. Ancak Türk askerler ve komutanların toplumsal direnişlerin bastırılmasında önemli roller üstlenmeleri, devlet- iktidar nezdinde bu bakışı değiştirir. İran-Mezopotamya ve kısmen de Anadolu topraklarında 8. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan toplumsal direnişler, eylemler ve hareketler karşısında zorlanan Abbasi devlet- iktidarı bu durumda Türk komutanlarla ittifaklar yapar.

Ayaklanmanın bastırılması

Irak, Mezopotamya ve İran’ın büyük çoğunluğunda egemen olan ve ayrıca Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya ve Hazar Denizi’nden Kızıl Deniz’e uzanan topraklar üzerinde çok etkin olan Abbasi devlet-iktidarı, bu ayaklanma karşısında büyük bir kriz yaşar. Cezire’den Wasit’e kadarki tüm alanlara yayılan ve buraları kontrolüne alan ayaklanma neredeyse Bağdat’ı düşürecektir.

Yıllarca süren savaş ve bastırma girişimlerine rağmen ayaklanmayı durduramayan Abbasi devlet-iktidarı Türk komutanlarla ittifak yapar. Bu ittifak temelinde Türk komutanların çok önemli rolü olur. 873 yılında Boğa oğlu Musa adlı bir Türk komutan Abbasi İmparatorluğu’nun Cezire ve Basra’yı da içine alan eyaletin genel valisi yapılır. Boğa oğlu Musa, ayaklanma 873 yılında Ahwaz’a dayanınca başarısız bir bastırma girişimi geliştirir. Boğa oğlu Musa ile Abbasi halifesi Muvaffak 881 yılında bir anlaşma yaparlar. Bu anlaşmaya göre Boğa oğlu Musa’nın devlet- iktidardaki etkinliği artırılır ve karşılığında ise emrindeki Türk askerleri kullanarak Saffaridlere karşı Bağdat’ı savunur ve Afrikalı kölelerin ayaklanmalarını bastırmak için daha etkin katkı sunar. (Dikkat edilirse ayaklanmada El-Muhtarê’nin kuşatılması ve diğer alanlarla ilişkilerinin kesilmesi, bu arada diğer alanlardaki direnişin kırılması aynı tarihe rastlar. Kuvvetle ihtimaldir ki, Boğa oğlu Musa diğer alanlardaki direnişin bastırılmasında veya kuşatmadan sonraki saldırıda çok etkin rol almıştır.) Türk komutanlardan büyük destek alan Abbasi halifesi Muvaffak’ın kardeşi ve vekili olan Mütevekkil, ayaklanmayı bastırmak için büyük hazırlıklar yapar. Abbasi ordusu bu sefer kapsamlı hazırlık yapmış ve savaş taktiklerini değiştirmiştir. Öncekiler gibi doğrudan savaşa girme değil de, önce kuşatmaya alıp ayaklanmacıların güçlerini parçalama, takatten düşürme, savaşamayacak duruma geldiklerinde şiddetle saldırıp imha etme taktiği kararlaştırılır ve hazırlıklar buna göre yapılır. Bu plan dâhilinde hareket eden Abbasi ordusu önce Afrikalı kölelerin Mania’daki birliklerini tasfiye eder. El-Mansura ve Ahwaz şehirlerini de ardı sıra düşürürler. Diğer önemli kasabalar ve köyler de bu taktikle yakılıp yıkıldıktan sonra ayaklanmanın ve hareketin merkezi kenti ve karargahı olan El-Muhtarê’yi hedef alırlar. 881 yılında kenti kuşatmaya alan Abbasi ordusu iki sene boyunca bir yandan diğer alanlarda ayaklanmayı bastırırken, diğer yandan da El-Muhtare’yi tümden izole eder. Çok sıkı bir ambargo uygular. Su ve yiyecek temini ile diğer tüm ihtiyaçların kente girişini engeller. Kuşatmaya alır. El-Muhtarê’ye saldıran Abbasi ordusu ve onların destekçisi Türk birlikleriyle ayaklanmacılar arasında çok şiddetli çatışmalar gerçekleşir. Ayaklanmacılar bir yandan büyük direniş ve kahramanlık gerçekleştirerek dişleriyle tırnaklarıyla dahi olsa savaşırlar. Yıllarca büyük emek vererek yarattıkları değerleri, anılarını, kurdukları yaşamı ve toplumu, buluştukları özlemlerini kaybetmemek için var güçleriyle savaşırlar. Diğer yandan da önderleri Al-Burkui etrafında çember olup korumayı amaçlarlar. Düşman güçleri kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden tüm halkı katlederler. Kenti tamamen talan ederler. İçindeki insanlarla birlikte şehri yakarlar ve taş taş üstüne bırakmazlar. ElMuhtarê’den geriye hiçbir iz bırakmazlar. Aylarca süren ağır çatışmalardan, direniş ve katliamlardan sonra Abbasi devlet-iktidarı ve onların destekçisi güçler tarafından yakalanan Al-Burkui ise Bağdat’a götürülerek önceden idam kararı verilen göstermelik mahkemesi yapılır ve katledilir. 48 yaşında olan Al-Burkui’nin başı kesilerek Bağdat’ta günlerce teşhir edilir. El-Muhtarê’nin düşürülmesinden sonra tabii ki ayaklanma diğer alanlarda da kolayca bastırılır.

Ayaklanmanın sonuçları

Al-Burkui öncülüğündeki hareketin ve Afrikalı kölelerin ayaklanmaları 869-883 arasında 14 yıl aralıksız sürmüştür. 30 binden fazla militanın katıldığı bu ayaklanma karşısında Abbasiler ve onların destekçilerinden oluşan devlet-iktidar güçlerinin beş yüz bin ile iki buçuk milyon arasında insanı katlettikleri belirtiliyor.

Bu ayaklanmalara katılan, destek sunan ve içinde yer alan ama sağ kalan kölelerin, kölelik koşullarına geri dönmedikleri, Karmatiler başta olmak üzere diğer direniş hareketlerine katıldıkları belirtiliyor.

Bu hareket ve ayaklanma bastırıldıktan 6-7 yıl sonra, Karmati hareketinin Al-Ahsa da kurduğu Dar-al Hicra kenti Al-Muhtarê kentinin benzeri olmuştur.

Hallac-ı Mansur’un geliştirdiği Ene-l Hak felsefesi üzerinde bu hareket ve ayaklanmanın önemli bir etkisi olduğu söylenebilir.

Abbasi ve onların destekçilerinden oluşan devlet-iktidar tarafından hiçbir iz bırakılmayacak şekilde silinmeye, egemenlerin tarihini yazanlar tarafından çarpıtılmaya çalışılan Afrikalı kölelerin Al-Burkui önderliğindeki ayaklanmalarının demokratik direniş kültüründe önemli bir yere sahipolduğu açığa çıkmaktadır.

Afrikalı kölelerin ayaklanmaları Güneşin Doğu’dan yükseldiğini gösteren anlamlı bir deneyimdir.

Kaynak: ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here