Zenginler kulübünün itirafı: Kapitalizm iflas ediyor!

0
693

2020 yılına hem dünya, hem de Türkiye giderek derinleşen sosyal, ekonomik ve ekolojik sorunlarla birlikte girdi. Küresel çapta gelir ve servet eşitsizliği ve yoksulluk arttı, iklim değişikliği iklim krizine evrilmeye başladı, demokrasi karşıtı otoriter rejimler işbaşında kalmayı sürdürüyor. Bu konular Zenginler Kulübü Dünya Ekonomik Forumu’nun Ocak başında Davos’taki geleneksel toplantısında da ele alındı.

Avustralya’yı sarsan yangınlar, Korono virüsü, Libya iç savaşı, Suriye’de yoğunlaşan savaş yüzünden hayatlarını kaybeden gençlerimiz, Türkiye’deki depremler ve çığ felaketinde yitirdiğimiz onlarca insanımız, donarak ölen mülteciler, işsizlik intiharları, açlık nedeniyle kendini yakan vatandaş, basına yansıyan gelişmelerden sadece bir kaçı.

Kapitalizmin yarattığı hayal kırıklığı 

Geçen yılın sonunda yayınlanan 2019 İnsani Gelişme Raporu şöyle bir tespitte bulunuyor (1):
“Dünyadaki protesto dalgaları, içinde yaşadığımız düzende bir şeylerin yanlış gittiğini gösteriyor. İnsanlar farklı nedenlerle iktidarları protesto etmek için sokağa çıkıyorlar. Bunlar yüksek tren bileti biletleri ya da benzin fiyatları olabildiği gibi, bağımsızlık ve özgürlük talepleri de olabiliyor. Hepsini birbirine bağlayan şey ise eşitsizlikler ve bunların neden olduğu müthiş hayal kırıklığı”.

Yani kapitalizmin miadı dolmak üzere ve önlenemez bir çöküş evresine girmiş gibi görünüyor. Ortaya çıkan bunca ekonomik, sosyal ve siyasal problem, yükselen militarizm ve savaşlar bu çöküşün göstergeleri. Ancak kapitalizmin karşısında ona meydan okuyan emekten yana bir seçenek (teoride mevcut olsa da) henüz ete kemiğe bürünebilmiş değil. Böyle bir meydan okuma olmadığı sürece bu iflas ve çöküş barbarlık dönemiyle sonuçlanacaktır.

Uluslararası raporların inkâr edemediği gerçekler 

Büyük resimden başlayalım ve olabildiğince uluslararası raporlara dayanarak bu yılın nasıl bir yıl olduğunu ve bundan sonrasının nasıl olabileceğini anlamaya çalışalım.

Öncelikle ekonomi. Kapitalizmin 21. Yüzyıldaki ilk büyük krizi olan 2008 Büyük Resesyonundan çıkışın ana kolaylaştırıcıları olan Çin ve Hindistan ekonomileri bu yıldan itibaren yavaşlayacaklar.

Öyle ki IMF, Avrupa Kalkınma Bankası ve OECD gibi örgütler 2020 yılında Hindistan’daki büyüme oranı tahminlerini yüzde 6’ye düşürdüler (bu son 10 yılın en düşüğü anlamına geliyor).

Başka yorumcularsa bu tahmini iyimser buluyorlar. Hindistan’daki Modi Hükümetinin baş ekonomi danışmanı A. Subramanian’a göre bu yıl bu ülkedeki büyüme hızı yüzde 3,5’e kadar düşebilir. Çin’de ise 2007 yılında yüzde 14,2 olan büyüme hızı 2018 yılında yüzde 6,6’ye geriledi. IMF, 2024 yılına kadar bunun yüzde 5,5’e düşeceğini öngörüyor. Oysa her iki ülkede de hızlı büyüme yoksulluğu azaltıyordu. Büyüme yavaşladığında yoksulluk da artmaya başlayacak. (2)

Korona virüsü resesyona neden olabilir

Bu öngörüler Korono virüsü patlak vermeden önce yapılmış öngörüler. Oysa (eğer bu virüsün yayılması önlenemezse), virüs küresel bir ekonomik daralmaya (resesyon) neden olabilir. Çünkü virüsün ortaya çıktığı Çin’de perakende satışlar, eğlence sektörüne yönelik harcamalar, turizm ve seyahat harcamaları sert biçimde düştü. Şehirler kapatıldı, insanlar evlerinde mahsur kaldılar.

Çin’in bu yıl dünya hasılasındaki payının giderek daha da artacağı (payı yüzde 18 civarında olacak) göz önüne alındığında, virüsten kaynaklı bir Çin ekonomik daralmasının dünyanın geri kalan ekonomilerinde yaratacağı etkiyi tahmin etmek güç olmaz.

Nitekim Financial Times bu gerekçe ile 2020 yılında dünya ekonomisindeki büyümenin tahmin edildiği gibi yüzde 3 olamayacağı, yüzde 2,5’in altına düşebileceği uyarısında bulunuyor. Bu düzey ise IMF tarafından küresel resesyon düzeyi olarak niteleniyor.(3)

IMF Başkanı kriz uyarısında bulunuyor ama likide genişlemesi sürüyor 

Geçen ay Peterson Dünya Ekonomisi Enstitüsü’nde konuşan Uluslararası Para Fonu Başkanı (IMF) K. Georgieva bir adım daha ileri gitti ve artan finansal istikrarsızlıkların ve eşitsizliklerin 1929’da başlayan Büyük Buhran benzeri bir krize yol açabileceğini öne sürdü. (4)

Diğer yandan hem resesyonu önlemek, hem de para ve finans piyasaları aracılığıyla daha fazla kâr elde edebilmek için küresel kapitalizm düşük faize dayalı para politikalarını ve miktarsal kolaylaştırma politikalarını hala sürdürüyor.

Öyle ki BIS verilerine göre (5); 2019 yılında küresel likidite birinci çeyrekte yüzde 3,3; ikinci çeyrekte yüzde 4,9 ve üçüncü çeyrekte yüzde 7,7 oranında artış gösterdi. Böylece toplam likidite dünya hasılasının yüzde 41,2’sine yükseldi. Bu oran (bankacılık/finans dışı sektörlere giden likidite bağlamında) dünya hasılasının yüzde 106,1’ine denk düşüyor. ABD dışındaki (Eylül 2019 sonu itibariyle) dolar cinsinden krediler yüzde 5’lik artışla 12,1 trilyon dolara; avro cinsinden olanlar (avro bölgesi dışında) yüzde 9 artışla 3,5 trilyon avroya çıktı.

Likiditedeki bu artış kuşkusuz küresel borç stoklarının daha da büyümesine, bu da finansal kriz riskinin atmasına neden oluyor.

IIF’ye göre; küresel borç stoku tüm zamanların en yükseğine çıkarak 257 trilyon dolara (dünya hasılasının yüzde 320’sine) ulaştı. Bu, 7,7 milyar nüfuslu dünyada (eğer eşit dağıtılsaydı) herkesin 32,500 dolar borcu var demek. (6)

Türkiye: Uluslararası kredilerden en fazla pay alan üçüncü ülke 

Artan küresel likiditeden en fazla payı alan ülkeler sıralamasında (bankacılık sektörü dışındaki sektörlere gelen kredilerin stok anlamında) Türkiye’nin üçüncü ülke olduğu görülüyor.

En fazla kredi 500 milyar doların üstünde bir rakamla (yüzde 90’ı dolar cinsinden) Çin’de bulunurken; ikinci konumda 350 milyar doların üstünde bir stokla Meksika (yüzde 80’i dolar cinsinden) ve üçüncü konumda 300 milyar doların üstünde bir rakamla ( yüzde 60’ı dolar cinsinden) Türkiye oldu. (7)

Bu durum Türkiye’nin son 17 yıldır sürdürdüğü sermaye birikim rejimi olan dış borçlanmaya dayalı birikim ve büyüme rejimini bir müddet daha sürdürebilmesinin de önünü açıyor. Bu da bu yılın üçüncü çeyreğindeki binde 9’luk ve henüz resmi olarak açıklanmamış olan son çeyreğindeki yüzde 2-3 civarındaki büyümenin kaynağını izah ediyor. Bu durum aynı zamanda ülkedeki dış borçlar nedeniyle bankacılık krizi riskinin sürdüğünü de gösteriyor.

İklim değişikliği küresel risklerin başında geliyor 

Dünya Ekonomik Forumunca yayınlanan 2020 yılı Küresel Risk Raporu (8) dünyanın karşı karşıya kaldığı en yüksek riskleri açıkladı. Gerçekleşme olasılığı açısından en yüksek 5 risk şöyle sıralanıyor: 1. Çok kötü hava koşulları, 2. İklim değişikliğine karşı alınan önlemlerin başarısız kalması, 3. Doğal felaketler, 4.Biyoçeşitlilik kayıpları, 5. İnsan yapımı doğa felaketleri.

Rapora göre, sadece Avustralya yangınında 1 milyar civarında hayvan yok oldu. Ekolojik felaketlerin neden olduğu ekonomik zarar ise (2018 yılında) 165 milyar dolar. Bu önceki 10 yıllık ortalama olan 71 milyar doların 2 katından fazla bir zarar anlamına geliyor. Tek başına Avustralya’da ortaya çıkan yangının neden olduğu zararın 68 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.

Bu arada küresel sigorta şirketleri en büyük riskin iklim değişikliğinden geleceğine inanıyorlar. Bu, siber ataklar, finansal istikrarsızlıklar ve terörizm gibi risklerin neden olacağı zararların önüne geçen bir risk ve zarar olarak değerlendiriliyor. 2017 yılında sigortalanmış hasarın küresel değeri 140 milyar doları buluyor. (9)

Yeşil Kuğu riski 

Küresel finans piyasalarından kaynaklı yeni bir potansiyel risk grubunun varlığından söz ediliyor. “Yeşil Kuğu / Green Swan” adı verilen bu riskin yakın gelecekte ortaya çıkabilecek finansal krizi de tetikleyebilecek bir risk olduğunun altı çiziliyor (10)

Diğer yandan finansal kurumlar açısından iklim ile ilgili riskleri finansal raporlara entegre etmek ciddi bir sorun. Zira fiziksel, sosyal ve ekonomik durumlarla ilgili radikal belirsizlikler söz konusu ve bu belirsizlikler düzenli değişim içindeler. Aynı zamanda karmaşık dinamikleri ve zincirleme tepkileri içeriyorlar. Geleneksel- arkaik risk değerlendirme ve mevcut iklim-ekonomi modelleri ise iklimle ilgili riskleri tam olarak tahmin edebilen modeller olmaktan çok uzaklar.

Kadınlar ve kız çocukları ilk kurbanlar

Ekolojik şoklar doğal kaynakları tehdit ettiğinde bunun ilk hedefi ve mağduru kadınlar oluyor. Özellikle de az gelişmiş ülkelerde kadınlara yönelik şiddet ve taciz olaylarında ciddi bir artış yaşandığı gözlemleniyor.
JUCN adlı grubun bir raporuna göre; çevre şokları ve krizleriyle ilgili çatışmalara bağlı olarak çocuk evliliklerinde ciddi bir artış söz konusu. Ek olarak zorunlu evlilikler, fahişeliğe zorlama, cinsel şiddet ve insan kaçakçılığı vakaları arttı. İnsanlar temel gereksinimlerini karşılayamadıklarında, kız çocuklarını evlendirerek finansal zorlukları, geçim sıkıntısını aşmaya çalışıyorlar. Öyle ki (The Guardian) çok kötü hava koşullarına bağlı olarak geçim zorlaştığından 12 milyondan fazla genç kız çocuğu evlenmek durumunda kaldı. Benzer nedenlerle insan ticaretinde yüzde 20’lik bir artış yaşanıyor. (11)

2,153 yetişkin 4,6 milyar insandan fazla servete sahip

Bu yılın başlarında yayınlanan Oxfam Raporu’na göre (12); dünyadaki 2,153 dolar milyarderinin servetlerinin toplamı dünya nüfusunun yüzde 60’ının, yani 4,6 milyar insanın servetlerinin toplamından fazla. Bu arada toplamda 4,3 milyar civarında insan yoksulluk sınırında yaşıyor. FAO verilerine göre dünyada en az 1,5- 2,5 milyar insan açlık çekiyor. (13)

Rapora göre, dünyanın en zengin 22 kişisinin toplam serveti Afrika kıtasındaki kadınların toplam servetinden daha fazla. Kadınlar ve kız çocukları her gün 12,5 milyar saat tutarında karşılığı ödenmemiş ev işi ve bakım gibi işler yapıyorlar.

Bu yılda dünya ekonomisine 10,8 trilyon dolarlık bir katkı demek. Yani kadınlar küresel teknoloji endüstrisinin 3 katı kadar değer yaratıyorlar ama karşılığında her hangi bir ücret almıyorlar. Dünya çapında çalışma yaşındaki kadınların yüzde 42’si (erkeklerin ise sadece yüzde 6’sı) bu işler yüzünden ev dışında çalışamıyorlar.

Öte yandan en zenginin servetinden 10 yıl boyunca sadece binde yarım oranında servet vergisi alınsa; engelli, yaşlı ve çocuk bakımı, eğitim ve sağlık gibi alanlarda 117 milyon yeni istihdam yaratılabiliyor.

Bu gerçeğe rağmen böyle vergiler alınamadığı gibi, verginin asıl yükü halkın sırtına yıkılıyor. Sermayedar seçkinler, muktedirler ödemedikleri vergileri bağış adı altında iktidar ve güç odaklarına aktarabiliyorlar. Üstelik bunu yüzleri kızarmadan normal bir şeymiş gibi savunabiliyorlar.

Kibirli muktedirler

Muktedirlerin gözlerini kibir, servet ve güç hırsı bürümüş. Kendilerine her şeyi hak görme ruh hallerinden dolayı, en zararsız reformları, en haklı talepleri veya en hafif bir eleştiriyi dahi kendilerine hakaret olarak algılıyorlar. Kendi, küçük seçkinci çevrelerindekilerin haricindeki insanların başına gelenlerle ilgili en küçük bir empati, merhamet veya suçluluk duymuyorlar. Öyle ki çocuklarını doyuramadığı için kendini yakan bir babayı ucuz siyasi manevra” yapmakla” (14) suçlayacak kadar vicdanlarını yitirebiliyorlar.
Ayrıcalıklı olma hali insanlara garip ve hoş olmayan şeyler yaptırır, sözler söylettirir. Ayrıcalıklı yaşamak, daha az şansa sahip insanlara karşı vurdumduymazlığı, hatta zalimliği yaratırken, sonu olmayan bir açgözlülüğü de besler. Bir toplum böyle seçkinlerin kıskacına girdiğinde ise sonuç her zaman felaket olur.

Yeni Yaşam Gazetesi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz