PKK 12 Eylül’ün o azgın saldırısı karşısında dağılmadıysa, ayakta kaldıysa bunun nedeni daha ilk günden Önder Abdullah Öcalan’ın bu gruba kazandırdığı özelliklerdir. Yani Kürdistan Devrimi’nin zorluklarına, düşmanın acımasızlıklarına karşı gelecek bir örgüt, militanlık anlayışının daha ilk günden verilmesidir. Kürdistan’da ancak böyle bir kadro ve örgüt gerçeğiyle, böyle bir zihniyetle mücadele edileceğinin derin bilincine varılmasıdır.
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi yıllar geçtikçe daha da anlamlı hale gelmektedir. Bu onun uzun vadeli karakteri ve etkileriyle bağlantılıdır. Sadece zindandaki baskıya, zulme karşı ortaya çıkmış bir direniş değildir. Her yıl bu gerçeklik daha da fazla ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz bu direniş zindandaki baskı ve zulüm karşısında ortaya çıkmıştır. Ancak zindandaki baskı ve zulmün karakteri sadece zindanla ilgili olmadığı için bu direnişin Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi açısından değerinin sürekli artması ve anlamının zenginleşmesi bu karakteriyle ilgilidir. Bunun da Kürt halkı üzerinde uygulanan soykırım sisteminin kapsamı, bu soykırım sisteminin içinden geçtiği dünya, bölge ve düşman gerçekliğiyle yakından bağlantısı vardır.
Kürtler üzerinde uygulanan soykırım gerçeği bu direnişin neden büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak, bu direnişin sadece gerçekleştiği zamanda değil, daha sonraki zaman açısından da hala önemini ve canlılığını korumasının nedenlerinin daha kapsamlı irdelenmesi ve anlaşılması gerekmektedir. Bu yapılmazsa bu direnişin büyüklüğü anlaşılamaz. Bu direnişin büyüklüğü Kürdistan gerçeğiyle, Kürtler üzerinde uygulanan soykırım gerçeğiyle, Kürt düşmanlarının ittifaklarıyla, yine işbirlikçi Kürt gerçeğiyle ilgilidir. Bu gerçeklikler anlaşılmadan 14 Temmuz’un anlamı ve değeri tam ortaya konulamayacağı gibi bu direnişin ortaya çıkmasındaki irade, düşünce gücü de anlaşılamaz. Çünkü soykırımcı sömürgeci Türk devleti gerçeğini anlamak kadar onu doğru anlayıp, doğru ifade edip bu sömürgeciliğe karşı doğru tutum koyan ve doğru mücadele anlayışını ortaya çıkaran kişilik ve zihniyeti de anlamak önemlidir. Bu zorluklara karşı direnen, mücadele eden ve mücadele zihniyeti ortaya çıkaran kişiliğin, düşüncenin ve tutumun da 14 Temmuz’un ortaya çıkmasındaki rolü çok çok önemlidir.
Kürdistan gerçeği zordur. Kürdistan coğrafyası, Ortadoğu coğrafyası, Kürdistan gibi 4 parçaya bölünen bir ülke olması mücadelenin zorluğunu oldukça artırmaktadır. Ama sadece zorlukların, baskının ağırlığı ve yoğunluğu direnişin büyüklüğünü ortaya çıkarmaz. Kuşkusuz tarihselliği ve güncelliği içinde zorlukları büyüklüğüyle ve bütünüyle görmenin yanında bunu böyle görüp buna karşı büyük mücadele ve büyük direniş iradesinin ortaya konulması çok önemlidir. Böyle bir soykırımcı sömürgeciliğe karşı ancak çok sağlam duruş ve iradeyle mücadele edileceği bilinci ortaya çıkarılırsa o zaman tabii ki koşulların zorluğu direnişin de büyüklüğünü koşullar. Bu yönüyle zorlukların büyüklüğüyle, Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin düşmanlarının acımasızlığıyla buna karşı mücadelenin de büyük ve amansız olduğunu görme gerçeği arasında bir bağ vardır. Zaten bu bağ görülmediği zaman zorluklar ve düşman gerçeği tamamen hakim olur ve ona karşı direnilemez. Bu durum, Kürt gerçeğinde Kürt’ün soykırımıyla sonuçlanır.
Önder Apo Kürdistan’daki sömürgeciliğin herhangi bir sömürgecilik olmadığını tespit etmiştir
Ancak Önder Apo daha ilk günden Kürdistan coğrafyasının, tarihsel toplumsal gerçeğinin, düşmanlarının durumunu, Ortadoğu üzerindeki egemen güçlerin politikalarını, Ortadoğu’nun dünya dengeleri içindeki yerini değerlendirerek böyle bir coğrafyada kolay yollardan başarının gelmeyeceğini vurgulamıştır. Böyle bir coğrafyada, ülkede ancak zorluklara karşı mücadele gücü ortaya konulursa, bu zorlukları aşacak bir direniş iradesi, örgüt anlayışı ve militan gerçekliği ortaya çıkarılırsa sonuç alınabilir, demiştir. Bu yönüyle Önder Apo o güne kadar ki Kürt siyasal hareketlerinin Kürdistan’daki sömürgeciliği karşılayamayacağını, buna karşı direnemeyeceğini, bu soykırımcı sömürgecilik karşısında yenilgiye uğrayacağını açık ve net söylemiştir. O zaman soykırımcı sömürgecilik demiyorduk. Ama anlatımın içeriği bu sömürgeciliğin tamamen soykırımcı sömürgeci olduğunu ifade ediyordu. “Türk devleti Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor, nihai hedefi budur” değerlendirmesi zaten Kürdistan’daki sömürgeciliğin herhangi bir sömürgecilik olmadığının açık ifade edilmesidir.
60’lı-70’li yıllarda dünyanın birçok yerinde sömürgeciliğe karşı mücadele vardır. Ama Kürdistan’daki mücadelenin zorluğunu, Kürdistan üzerinde uygulanan sömürgeciliğin dünyanın diğer yerlerindeki sömürgecilerden farklı olduğunu ortaya koymak için 60’lı, 70’li yıllarda farklı bir sömürgecilik biçiminde kendini ortaya koyan Siyonizm ve Güney Afrika’daki Apartheit rejimine benzetilmiştir. Güney Afrika’daki Apartheit rejiminin siyahların iradesini tanımadığı, siyahları sadece köle gördüğü belirtilmiştir. Yine İsrail Siyonizm’inin de o topraklarda tamamen Yahudilerin hakimiyetini esas aldığını, başkalarının, yani Arapların bu topraklarda herhangi bir irade olmayacağını ortaya koyduğu belirtilerek Kürtler üzerindeki egemenlikle karşılaştırılmıştır. Şimdi bakıldığında Kürdistan’da onlardan öte bir soykırımcı sömürgecilik uygulandığını görüyoruz. Ama o zamanlar Apartheit ve Siyonizm çok öne çıktığından, onların acımasızlığı bilindiğinden Önder Apo Türkiye’deki resmi ideolojiyi, Kemalizm’i de bu çerçevede ele almıştır. Bu yönlü çözümlemelerle Kürdistan’daki mücadelenin zorluğunu, düşmanın acımasızlığını, bölgenin durumu, Kürdistan’ın 4 parçaya bölünmesi, her parça üzerinde farklı bir sömürgecilik uygulanması, uluslararası sistemin de bu Ortadoğu düzenini kabul edip Kürt soykırımını onaylaması, teşvik edip desteklemesi gerçeği ortaya konulmuştur. Buna karşı da mücadelenin büyük olması gerektiği, dünyanın herhangi bir köşesindeki mücadele düzeyiyle Kürt halkının özgürleşemeyeceği daha 1970’lerde çok açık ve net dile getirilmiştir.
Apocular, zorun zoru koşullarda mücadele zihniyeti, anlayışı ve kültürü edinmiştir
Önder Apo daha o yıllarda arkadaşlarına, “ben size kolay bir devrim, mücadele olacağını söylemiyorum, bu mücadele çok zorlu geçecektir,” demiştir. Ve ek olarak da Ortadoğu, dünya gerçeğini çözümleyerek burada herhangi bir güce dayanılamayacağını, sadece özgüce dayanılarak mücadele edileceğini, güç kaynağının özgüç olduğunu, Kürt toplumunun kendi gücünü ortaya çıkarması gerektiğini belirtmiştir. Kürt toplumsal gerçeğiyle doğru ideoloji, doğru siyaset, doğru örgüt, doğru militanlık, doğru eylem tarzı birleşerek Kürdistan’da uygulanan sömürgecilik yenilgiye uğratılabilir, demiştir. Bu yönüyle Önder Apo, PKK’nin ilk büyük belgesi olan Kürdistan Devriminin Yolu’nda, yani manifestoda bu gerçeklikleri çok yalın ve net ortaya koyuştur. Kürdistan Devrimi’nin karakteri, özellikleri çarpıcı biçimde ortaya konulmuştur. Böylece daha ilk günden itibaren Apocular, yani PKK militanlığı Önderliğin belirlemeleri doğrultusunda zorun zoru koşullarda mücadele zihniyeti, anlayışı ve kültürü edinmiştir. Buna göre bir örgüt, militanlık anlayışı daha en baştan geliştirilmiştir. Daha baştan iş sıkı tutulmuştur. Kürdistan Devrimi’nin zorluklarına göre bir örgüt ve militan gerçeği, bir mücadele, direniş iradesi ve duruşu yaratılmıştır.
Eğer daha 15-20 kişilik grupken herkes bu grubun farklı olduğunu görmüşse; bu grup, duruşuyla 15-20 kişiyken bile binlerce, on binlerce kişiymiş gibi kendini gündeme koymuşsa, bütün Türk ve Kürt sol gruplarının bu küçük grubu yakından takip etmesi söz konusu olmuşsa bu, Apocuların çarpıcı devrimci karakteriyle ilgilidir. Daha 15-20 kişiyken bu kadar ciddiye alınmak zaten Apocu grubun nasıl bir oluşum olduğunu gösterir. Bu özelliği, çok zor bir devrime hazırlanan bir grup olmasından ileri gelmiştir. Daha başından tam bir fedai militan oluşum olarak şekillenme, her şeyiyle bütün yaşamını Kürt halkının özgürlük mücadelesine adama durumu vardır. Apocu kadrolar hiçbir örgütün kadrosuna benzememiştir. Daha ilk günden düzenle bağını koparmıştır. Okulla, ailesiyle, küçük burjuva hayalleriyle bağını koparmıştır. Tek hedef vardır; o da Kürt halkının özgürlüğü için mücadele etmek ve bütün yaşamını bunun için hasretmektir. Bu yönüyle PKK’yle diğer Kürt örgütleri arasında herhangi bir fark değil, muazzam bir fark vardır. Diğer Kürt gruplarının Kürdistan’ın bu zorluklarına katlanacak ne bir zihniyeti, ne bir iradesi, ne bir örgüt ve militanlık anlayışı ne de bunun fedakarlık düzeyi bulunmaktadır. Sanki Kürdistan dünyanın herhangi bir yerindeki sömürgeymiş gibi, düşman dünyanın herhangi bir yerindeki düşmanmış gibi yaklaşılmış, bu nedenle dünyanın herhangi bir yerinde verilecek mücadele Kürdistan’da verilirse sonuç alınabilirmiş gibi çok yanılgılı bir zihniyet ve duruşa sahip olmuşlardır. 12 Eylül’ün sert rüzgarı karşısında hemen dağılmaları, bu rüzgar karşısında sonbahardaki kuru otlar gibi savrulup uçmaları bu gerçekliklerinin ifadesidir.
PKK, 12 Eylül’ün o azgın saldırısı karşısında dağılmadıysa, ayakta kaldıysa bunun nedeni daha ilk günden Önder Abdullah Öcalan’ın bu gruba kazandırdığı özelliklerdir. Yani Kürdistan Devrimi’nin zorluklarına, düşmanın acımasızlıklarına karşı gelecek bir örgüt, militanlık anlayışının daha ilk günden verilmesidir. Kürdistan’da ancak böyle bir kadro ve örgüt gerçeğiyle, böyle bir zihniyetle mücadele edileceğinin derin bilincine varılmasıdır. Bu çok çok önemlidir. Bu gerçekliği anlamadan, zindanın zor koşullarında Apocuların, PKK’nin nasıl direndiğini, 14 Temmuz Direnişi’nin nasıl gerçekleşti ve başarılı olduğunu, anlayamayız. Her şeyden önce Apocular, Kürdistan koşulları için zorun zoru koşulları değerlendirmesi yapmıştır. Böyle bir düşman gerçeği var, denilmiştir. Böyle bir düşman gerçeği karşısında amansız bir mücadele verileceğinin, bu mücadelenin büyük zorluklar içinde geçeceğinin, Kürdistan’da en ufacık bir şeyin bile büyük bedeller ödenerek kazanılacağının, taştan yaşamı yeşertmek gibi bir büyük mücadeleyle, iradeyle, inançla ancak bu mücadelenin yürütülebileceğinin bilinciyle hareket edilmiştir. 14 Temmuz gerçeği anlaşılacaksa Apocuların ilk çıkışındaki bu gerçekliğinin çok iyi anlaşılması gerekiyor. Nasıl bilinç edindiler, ilk zihniyetleri nasıldı, ilk düşünceleri neydi, ilk sözcükleri neydi, yaşam ve mücadele felsefeleri neydi, sorularının cevabı 14 Temmuz’un tarihsel temellerini ortaya koyar. Burada Önder Apo’nun kişiliği, duruşu, devrimci karakteri ve yaratmak istediği yoldaşlık, arkadaşlık ve militanlık gerçeğinin çok iyi görülmesi gerekiyor.
Önder Apo’nun verdiği bilinç 12 Eylül’ün zindan koşullarında PKK’lilere büyük bir avantaj kazandırmıştır
Apocu grubun ilk dönemdeki karakteri, ilk kuruluşundaki, ilk ortaya çıkışındaki bu özellikleri anlaşılmadan 14 Temmuz anlaşılamaz. Bu özellikleri görmeden de bu direnişi izah etmek mümkün değildir. Zindanda da zorun zoru koşulları vardır. Hatta zindan, zorun zoru koşullarından daha zor koşullara sahiptir. Nasıl ki dışardayken Kürdistan coğrafyası ve düşman böyledir, mücadele zordur, buna karşı ancak zorun zoru koşullarında mücadele etme iradesi ve gücü olursa kazanılabilir denilmişse, bu mücadele yaklaşımı zindanda da ortaya konulmuştur. Çünkü zorun zoru koşullarda bir cezaevi gerçeği vardır. Düşman gerçeği acımasızdır, mücadelenin geliştirilmesi için imkan yoktur. Sadece imkansızlıklardan söz edilebilir. Nasıl ki Apocu grup başından beri imkana dayanılmayacağını, Kürdistan’da imkanların olmadığının görülerek mücadele edileceğini söylemişse; benzer bir durum 12 Eylül sonrası zindanlarda da vardır. İşte bu nedenle PKK’nin önder kadroları zindanda da bu zorun zoru koşullarda ancak zorluklara katlanılarak, mücadele edilerek başarı elde edilebilir, demişlerdir. Kürdistan gerçeği de böyledir, Kürdistan’daki zindan gerçeği de böyledir. Kürdistan’daki düşman gerçeği nasıl dünyanın hiçbir yerinde görülmedik bir düşmansa, Diyarbakır Zindanı’ndaki düşman da böyledir. Dolayısıyla nasıl ki dışarda düşmanın zorluğu, koşulların zorluğu sadece ve sadece Apocular için mücadele gerekçesi olarak görülmüşse, zindanda da zorluklara böyle yaklaşılmıştır.
Önder Apo’nun verdiği bilinç 12 Eylül’ün zindan koşullarında PKK’lilere büyük bir avantaj kazandırmıştır. PKK’lilerin durumu doğru değerlendirip buna karşı doğru mücadele vermesini beraberinde getirmiştir. Bu koşullarda ancak fedaice direnilirse düşman geriletilebilir, yaklaşımıyla hareket edilmiştir. Yani kolay başarı aranmamıştır. Zindandaki düşmanın sıradan bir mücadeleyle, tutumla geriletilemeyeceği kavranılmıştır. Ancak çok güçlü bir direniş, fedai bir direniş, kıran kırana bir mücadele ortaya konulursa düşman geriletilebilir, düşman karşısında başarı kazanılabilir, tutumu ortaya konulmuştur. Bu direniş hangi temeller üzerinde yükseldi, direnişin gerisindeki hakikat nedir, sorusunun cevabı en başta Apocu hareketin tarih sahnesine çıktığı dönemdeki zihniyeti, Kürdistan’daki düşman gerçeğini anlaması, bunu karşılayacak bir örgüt, militan, eylem çizgisi ve mücadele iradesidir. Zindan direnişinin gerisindeki hakikat ve bu direnişin temeli bu pencereden, bu çerçeveden bakıldığında kavranabilir. Eğer zindan direnişçileri ilk Apocu olduklarında böyle yetişmeselerdi ‘zorluklar karşısında bir şey yapılamaz’ derlerdi. Nitekim dışardayken Kürt ve Kürdistan gerçeğini kavrayıp buna göre kadro, örgüt ve militan gerçeği yaratamayanlar zindanın zorlukları karşısında ‘bir şey yapamayız’ demişlerdir. Dışarıda da mücadele anlayışları, yöntemleri düşmanı karşılayacak durumda olmadığından 12 Eylül karşısında tüm gerçeklikleri ortaya çıktı. Böylece Önder Apo’nun onlar için yaptığı değerlendirmeler 12 Eylül koşullarında kanıtlandı. Önder Apo’nun Kürdistan’da nasıl bir militanlık, nasıl bir örgüt, nasıl bir mücadele gerçeği sorularına verdiği cevapların doğruluğu görüldü. Tabii ki biz diğer örgütlerin böyle bir duruma düşmesini istemezdik. İsterdik ki, onlar da dirensin, onlar da mücadele etsinler. Ama edemezlerdi. Çünkü zihniyetleri ve örgüt yapılanmaları Kürdistan gerçekliğini karşılayacak durumda değildi. Kürdistan gerçeğine göre bir zihniyet, bir örgüt anlayışı yoktu, bir yaşam ve mücadele felsefesi yoktu. Ama Apocular böyle değildi. Apocular zorun zoru koşullarda mücadele edecek bir zihniyet, örgüt ve militan gerçeğine sahipti. Bu açıdan Diyarbakır koşullarında zulümle karşılaşıldığında nedir bu zulüm, denilmedi. Evet, zulüm ağırdı ama düşman gerçeği biliniyordu. Düşman gerçeği bu; o zaman ona uygun da bir direniş, mücadele ortaya konulacaktı. Militanlar ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini verenler için durum budur, bundan kaçınılamazdı.
PKK’liler şahsında Kürdistan özgürlük davasının zindanların betonuna gömülmesi hedeflenmişti
Ya Apocu olarak, militan olarak, PKK’li olarak bitirilecektik, yok olmayı kabul edecektik ya da zorlukları gerekçe yapmadan direnecektik. Nasıl ki Kürdistan üzerindeki soykırımcı sömürgecilik karşısında ya büyük direnilecek ya da soykırım kabul edilecekti, zindanda da karşılaşılan gerçeklik buydu. Bu durum karşısında ne yapılacak, direnilmez, denilemezdi. Çünkü bu düşman nasıl ki Kürt’ü inkar ediyorsa, yok etmek istiyorsa; içerde de ben böyle düşünceyi, fikri kabul etmem, böyle düşünce ve fikirlere yaşama hakkı yoktur, diyordu. Aslında dışarda Kürt’e yaşam hakkı yoktur, yaklaşımı zindanda da böyle düşüncelere yaşam hakkı yoktur biçiminde ifadesini bulmuştur. İkisi de aynı şeylerdir, inkarcılıktır. Dışarda olduğu gibi zindanda da varlığımız kabul edilmiyor, olduğumuz gibi kabul edilmiyorduk. Sadece Kürtlüğümüz reddedilmiyor, sosyalist olamazsınız, devrimci olamazsınız, PKK’li olamazsınız, dayatması yapılıyordu. Ne olunacak: Türk olunacak. Herkes Türk olacak. Bu da yetmez, siyasi olarak da soykırımcı sömürgeciliğe hizmet edilecektir. İtirafçı ve pişman olunacaktır. Bütün Kürtlere, ‘Bakın bu dava boştur, Kürdistan diye bir şey yoktur, bunun peşinden gitmeyin, biz kandırıldık, biz yanlış yaptık, pişmanız’ diyecek, Kürdistan üzerindeki soykırım politikasına destek ve güç verecektik. Böylece Kürdistan’da mücadele verilemeyeceğinin, Türklüğe teslim olmaktan başka yol olmadığının sembolleri ve somut delilleri olacaktık.
Öyle ya, PKK’liler en büyük iddiada bulunmuş. Şöyle sömürgeciliği yıkacağız, böyle yok edeceğiz, böyle mücadele edeceğiz, bu sömürgeciliği ne olursa olsun kabul etmeyeceğiz, sonuna kadar direneceğiz, diyenler bile teslim olmuşsa, en yiğitleri teslim olmuşsa ve pişmanlık göstermişse o zaman başkalarına teslimiyetten başka bir yol yoktur! En yiğitleri bu hale gelmişse diğerleri için sonuç soykırım politikasına boyun eğmek ve kabul etmektir. İşte böylesi bir dayatma vardı. Bu tabii ciddi bir dayatmaydı. Yani PKK’lilerin yok edilmesi, tasfiye edilmesi; PKK’liler şahsında Kürdistan özgürlük davasının zindanların betonuna gömülmesiydi. O zaman nasıl ki Kürdistan’da uygulanan soykırımcı sömürgeciliği Apocular kabul etmemiş, isyan etmişlerse zindanda da bu militanlık, bu duruşun devam etmesi gerekiyordu. Bir kere tarihsel olarak bu zihniyet ortaya çıkmıştır. Yani zorun zoru koşullarda mücadele etme zihniyeti ortaya çıkarılmıştır. İşte Diyarbakır 5 No’ludaki direniş, Apocu grup şahsında daha ilk oluşum sürecinde ortaya çıkan Kürdistan Devrimi’nin tarzının, zihniyetinin zindanda pratikleşmesi olmuştur.
Kürdistan Devrimi’nin bu zihniyeti ve tarzı 12 Eylül öncesi Önder Apo tarafından ortaya konulmuştu. Ama bunun büyük sınanması Diyarbakır Zindanı’nda olmuştur. Zorun zoru koşullarında direnip başarma iradesi sadece ideolojik-teorik olarak değil, pratik olarak da militanların önüne gelmiştir. Bu durum karşısında bu teorinin, bu zihniyetin önder kadrolar şahsında pratikleşmesi gerekiyordu. Kendini sınaması ve ortaya koyması büyük önem taşıyordu. Önderliğin bu zihniyeti, mücadeleye yaklaşımı, Kürdistan Devrimi’nin nasıl olacağı yönündeki değerlendirmeleri önder kadrolar şahsında zindanlarda pratikte sınanmıştır, sınavdan geçmiştir. Teori gridir, yaşam yeşildir, derler. Teoride doğru görülenler yaşamda pratikleşmeyebilir. Çünkü yaşamın yeşil, yani renkliliği karşısında teorinin gri, tek renkli hali etkisiz kalabilir, sonuç almayabilir. İşte Kürdistan Devrimi’nin zihniyetinin, tarzının, söylemde ortaya konulanların gerçekten ne kadar doğru olup olmadığı, olmayacağı zindanda sınanmıştır. Ve Önder Apo’nun ortaya koyduğu zihniyetin doğruluğu görülmüştür. Ancak Kürdistan ve düşman gerçeğine bu zihniyetle yaklaşılarak dünya ve insanlık tarihinde görülmemiş bir iradeyle direnilmesi gerekmektedir. Zindanda böyle bir direniş iradesi ortaya konulmuştur.
“Bizim için artık yaşamın anlamı direnmektir”
Kürt’e dayatılan; “ya yok olacaksın ya direneceksin. Hatta Türk olmaktan başka yol yok!” Dışarda gerçekten böyle bir siyasal sistem kurulmuştu. “Yaşayacaksan Türk olacaksın,” dışarda dayatılan budur. “Türk olmazsan aç kalırsın, sefil kalırsın, ölürsün, öldürülürsün. Zindanda da Türk olacaksın, bunu kabul edersen fiziki olarak yaşarsın, yoksa sürekli işkence ve zulüm görürsün, yani yaşayamazsın.” Kürdistan’daki soykırımcı sömürgeciliğin Kürdistan toplumuna dayattığı, ama Apocuların bunu kabul etmeyerek ortaya koydukları tutum ne olmuşsa, zindanda da benzer duruş gösterilmiştir. Mahkemelerde savunma hakkı bile yoktur, verilmiyor. Sadece itiraf yaparsan, pişmanlık gösterirsen, bütün düşüncelerini kusarsan, yani soykırıma hizmet edersen, Kürt’ün yok edilmesine hizmet edersen mahkemede istediğin kadar konuşabilirsin. Yoksa mahkemede evet ya da hayır deme dışında konuşma hakkın yoktur. Bu eylemleri yaptın mı yapmadın mı, sorusu karşısında niye yaptığını açıklayamazsın. Bu örgütün üyesi misin, değil misin, sorusu karşısında niye örgüt üyesi olduğunu açıklayamazsın. Sadece örgüt üyesi misin, eylem yaptın mı yapmadın mı, soru budur, cevap evet ya da hayır olacaktır.
Tabii bu temelde de örgüt üyesiysen ve eyleme girmişsen tek yol var, o da ölümdür, idamdır. O zaman idam vardı. Ama şu da vardı, onların bu idam dayatması karşısında önder kadrolar hiçbir tereddüt göstermediler. İdamı, ölümü akıllarına bile getirmediler. Ya da akıllarına şöyle getirdiler; burada ölümüne direneceğiz. Bizim için artık yaşamın anlamı direnmektir. Böyle bir yaklaşım gösterdiler. Ve şunu gururla, onurla söyleyebilirim, tüm Kürt halkı da onur duyabilir. Önder kadroların duruşu hep böyleydi, 14 Temmuz Direnişi’yle birlikte bu duruş tüm kadroların duruşu oldu. Apocu önder kadroların güçlü iradesi vardı ama 14 Temmuz Direnişi’yle birlikte tüm kadroların duruşu görülmedik bir militanlığa ulaştı. PKK davalarında yüzlerce idam kararı verildi. Eğer o dönemde idamlar uygulanmaya konulsaydı PKK kadrolarının yüzde 99’u hiçbir tereddüt göstermeden idam sehpasına gidecek ve sandalyesine kendisi tekme vuracaktı. Bu nasıl ortaya çıktı; Kürdistan Devrimi’nin militanlığı bunu ortaya çıkardı. Kürdistan Devrimi bunu gerektiriyordu. Bu militanlık dışında başka bir militanlığın Kürdistan’da yaşaması, mücadele etmesi mümkün değildi. O nedenle de PKK militanları, kadroları ölümü düşünmeyen ve ölümün üzerine üzerine giden, ölümü korkutan, idam sehpasına giderken de şehadete giderken de büyük bir coşkuyla görevini yapmanın huzuru içinde olmuşlardır. 14 Temmuz’da da yoldaşlar şehadete böyle gitmiştir. İdam alan kadroların duruşu da böyle olmuştur. İdamı onurla karşılamanın huzurunu yaşamışlardır. Hatta düşmanın kendilerine idam kararı vermesini bu düşmana karşı militanlık görevini kararlılıkla yapmanın sonucu olarak görmüşlerdir. Öyle ki, mahkeme iki arkadaşa verdiği idamı hafifletici nedenlerden dolayı müebbet hapse çevirdiğini söylediğinde bu iki arkadaş; bizim hafifletici bir durumumuz yoktur, diyerek bu karara itiraz etmişlerdir.
14 Temmuz Direnişi’ni yaratan gerçeklik Kürdistan Devrimi’nin zorluğunu kavrama gerçeğidir. Düşmanın zorluğunu kavrama gerçeğidir. Bu zorluğu bilince çıkarmak, Kürdistan Devrimi’nin, düşmanın çok zor olduğunu bilmek ve buna karşı da görülmemiş büyük bir militanlıkla mücadele edileceğinin bilincine varmak önemlidir. 14 Temmuz Direnişi böyle bir zihniyet üzerinde şekillenmiştir. Bu açıdan 14 Temmuz Kürdistan’da Kürt halkı özgür ve demokratik yaşama kavuşana kadar canlı bir gerçeklik olarak varlığını sürdürecektir. 14 Temmuz’un anlamı ve değeri, Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı garanti altına alınana kadar sürecektir. Özgür ve demokratik yaşam garantiye alındığında da özgür ve demokratik yaşamı 14 Temmuz direnişçiliğine, onun tarzına ve ruhuna borçlu olduğumuzu her gün öğreneceğiz ve söyleyeceğiz. Bu bilinçle yaşayacağız. Bizi özgür kılan neydi, demokratik yaşama kavuşturan neydi, bizi yok etmekten ne kurtardı ve var etti, derken 14 Temmuz direnişçiliğini, 14 Temmuz ruhunu ve tarzını anlayacağız. Yani Kürdistan Devrimi’nin ruhunu ve tarzını hatırlayacağız. Her şey böyle bir ruhla, tarzla kazanıldı, denilecek ve unutulmayacaktır. 14 Temmuz unutulduğu zaman o özgür ve demokratik yaşamın, Kürt olarak yaşamın anlamı kavranmaz, değeri anlaşılmaz.
14 Temmuz ruhunu da tarzını da yaratan Önder Apo’nun zihniyeti ve duruşudur
Diyarbakır Zindanı’nda gerçekten de koşullar çok zordu. Baskı, zulüm, işkence, her türlü insanlık dışı muamele vardı. İnsan aklının, havsalasının almayacağı bir zulüm vardı, vardı da vardı. Sözle anlatmak gerçekten kolay değildir. Ama bu zulme ne anlam verilecektir, buna nasıl karşılık verilecektir, bu önemlidir. Kürdistan’da da hiçbir insanın havsalasının alamayacağı soykırım sistemi vardır. 4 bin yıllık bir halka, insanlığın ilk toplumsal kültürünü ortaya çıkaran bir halka bunlar uygulanmaktadır. Kürtlerin ataları insanlığın ilk kültürünü ortaya çıkarmışlar, toplumsallık burada şekillenmiş, şimdi insanlık değerlerini, kültürünü ortaya çıkaran bir halkın torunları, o kültürün mirasçıları, o kültürün devamı ortadan kaldırılmak isteniyor. Yani insanlığın kök hücresi, dolayısıyla insanlık ortadan kaldırılmak isteniyor. Peki buna ne anlam verilecek? İşte burada zulüm şöyledir, böyledir, ağırdır, denilebilir, ama bunun anlamı nedir, ne anlam vereceğiz? İşte burada önemli hale gelen bu zulmün niçin ve neden yapıldığı gerçeğinin anlaşılmasıdır. Dışarda Önder Apo, Apocular bu zulmün ne olduğunu anlamışlar ve gereken tutumu takınmışlardır. Zulüm ve düşman gerçeğini en iyi anlayan Önder Apo, Apocular olmuştur. Bu da Kürdistan tarihinin kaderini değiştirmiştir.
Demek ki, baskıya ve zulme doğru anlam verildiğinde, ona karşı doğru tutum da beraberinde kendiliğinden gelir. Zindanda da bu kadar zulüm, işkence niye; bu soruya doğru cevap verilmiştir. Bu sadece o andaki Kemal’e, Hayri’ye, Mazlum’a, Ali’ye, Akif’e yapılan işkence değildir. Onların idam edilmek istenmesi değildir. Bu zulüm o anda zindanda tutulan tutsaklar için değildir. 4 bin yıllık anlamı var, Kürt’ün geleceğinin anlamı var. Böyle bir zulüm! O zaman buna karşı da bir tutum olmalı. İşte bu tutum Apocu tutum olmuştur. Önder Apo’nun nasıl ki soykırımcı sömürgeciliğe tutumu olmuşsa, zindandaki bu zulme karşı tutum da bu zihniyetten kaynaklanmıştır, o yaklaşımdan ve o duruştan kaynaklanmıştır. Bu açıdan da 14 Temmuz ruhunu da tarzını da yaratan Önder Apo’nun zihniyeti ve duruşudur. Onun zorluklar karşısındaki duruşudur, zorluklara verdiği anlam ve cevaptır. Bu açıdan Diyarbakır 5 No’lu zindanında Apocu zihniyet, tarz, ruh direnmiştir. Apoculuğun ilk sözü ve tarih sahnesine çıkış gerekçeleri direnmiştir. İlk sözün doğruluğu direnmiştir. İlk sözcükleri, anlamı direnmiştir.
14 Temmuz Direnişi’ni baskı ve zor yarattı demek bu direnişten hiçbir şey anlamamak olur. Baskı, zor, zulüm teslimiyete, ihanete, yok oluşa götürürdü. Kölece boyun eğmeye götürürdü. Bu açıdan direnişi, 14 Temmuz Direnişi’ni, zindan direnişini baskıyla açıklamak çok geri bir yaklaşımdır. 14 Temmuz Direnişi’nin, PKK’lilerin direnişinin büyük anlamını kavramamaktır. ‘Baskı gördüler, baskıya karşı direndiler’ bu çok basit ve reddedilmesi gereken bir yaklaşımdır. Bu zulme karşı ne direnişe geçirdi, niye bu direniş oldu, çok daha basit olarak da niye başka gruplar direnmedi de Apocular direndi, sorusunun cevabı önemlidir. Bu sorunun cevabı bile bu direnişin temelinin nereden kaynaklandığını açıkça ortaya koyar. Bu direnişi Önder Apo’nun ruhu, tarzı, duruşu ortaya çıkarmıştır. 14 Temmuz Önder Apo’nun direnişidir. Kemal, Hayri, Mazlum direnmiştir, ama onlara bu ruhu ve tarzı kazandıran Apoculuktur, PKK’dir. Bunun ilk sözcükten başlayarak atılan temelleridir. 14 Temmuz Direnişi’ni anlarken bunları görmek gerekiyor. Bunları görmeden ne o direnişin temelini anlarız, ne de o direnişin sonradan nasıl büyük gelişmeler yarattığını, nasıl başarılı büyük bir direnişin mayası olduğunu anlarız. 14 Temmuz Direnişi’nin, Kürdistan Devrimi’nin tarzının nasıl somutta doğrulanarak bütün Kürdistan’ın, Kürt halkının, Kürt kadrolarının önüne esas ölçü olarak konulduğunun görülmesi ve anlaşılması gerekiyor.
14 Temmuz 1982’de Kürdistan Devrimi’nin tarzı netleşmiştir
Eğer bugüne kadar 40 yıllık bir direniş bütün saldırılara ve baskıların ağırlığına rağmen yenilmiyorsa 14 Temmuz ruhu ve tarzından dolayıdır. Nasıl ki zindanda baskıların yoğunluğu direnişi ezememiş, mücadelenin gelişmesini engelleyememişse 40 yıllık her türlü saldırı da 14 Temmuz ruhu ve tarzı karşısında başarısızlığa uğramıştır. Çünkü 14 Temmuz Direnişi, ruhu, tarzı Kürdistan Devrimi’nin ruhu, tarzı ve direnişçiliğidir. Zaten önemli olan bir toplumun, bir halkın mücadele ve direniş tarzının ortaya çıkarılmasıdır. Her mücadelenin başarısını getirecek tarz vardır. Bu Afrika’da şu tarzdır, Latin Amerika’da şu tarzdır, İran’da, Rusya’da, Çin’de şu tarzdır, Avrupa’da şu tarzdır ve o tarzlar uygulanırsa başarılı olunabilir.Ya da o tarzlar uygulandığı için başarılı olunmuştur. Kürdistan’da da ancak Kürdistan Devrimi’nin tarzıyla mücadele edilirse başarılı olunur. Kürdistan Devrimi’nin tarzını da 14 Temmuz Direnişi yaratmıştır. 14 Temmuz 1982’de Kürdistan Devrimi’nin tarzı netleşmiştir, açığa çıkarılmıştır. Bu netleşip açığa çıkarıldıktan sonra o direnişin başarısını hiç kimse engelleyemez. O da nedir, zorun zoru koşullarda direnmek ve başarmaktır. Zorlukları yılma değil mücadele gerekçesi yapmaktır. İmkansızlığı direnmeme gerekçesi değil, imkansızlığı Kürdistan gerçeğinde mücadele ve direnme gerekçesi yapmaktır. İmkanlara dayanmadan mücadele etmektir. İmkanları bizzat kendisi yaratan bir tarz ve direnişçiliğin ortaya çıkarılmasıyla Kürdistan’da başarının önü açılmıştır.
Kürdistan’da Apocular tarih sahnesine çıkmadan önce de baskı ve zulüm vardı. Ancak bu baskı ve zulmü karşılayacak bir direnişçi örgüt ve bunun mücadele anlayışı ortaya çıkmamıştı. Aksine baskılar Kürdistan’da yılgınlığı artırmış, artık bu zulme karşı bir şey yapılamaz anlayışı ortaya çıkmıştı. İmkansızlıklar ve zorluklar teslim olma gerekçesi haline getirilmişti. Bu açıdan baskılara ve zorluklara yaklaşım önemlidir. Kürdistan’da ilk defa baskılar ve zorluklar Kürdistan coğrafyasının ve Kürt halk gerçekliğinin bir parçası olduğu bilinciyle hareket edilmiş, bu da Kürt halk tarihini değiştirmede büyük rol oynamıştır.
14 Temmuz ruhunun, tarzının büyük ölüm orucunda somutlaşması, ortaya çıkması, PKK gerçeğinde militan ölçülerin netleşmesi anlamına gelmiştir. PKK kadrolarının nasıl olması ve mücadele etmesi gerektiğini, zorluklar karşısında nasıl tutumlar alması gerektiğini en açık ortaya koyan somut direniş olmuştur. Böylece 12 Eylül döneminde yurt dışına çıkan kadrolarımızda, yoldaşlarımız zindanlarda en zor koşullarda mücadele ediyorsa, Partinin önder kadroları en zor koşullarda direniyorlar, yaşamlarını ortaya koyuyorlarsa o zaman biz dışarda daha fazla mücadele imkanı bulabiliriz, daha etkili mücadele edebiliriz, düşüncesi gelişmiştir. Çünkü zindan dört duvar arasıdır. İnsanların bedenlerinden, yüreklerinden başka mücadele aracı, imkanı yoktur. Ama dışarda örgüt militanları birçok araçla, yol ve yöntemle soykırımcı sömürgeciliğe karşı mücadele edebilir. Bu gerçeklik PKK kadrolarında 14 Temmuz ölçülerinde, ruhunda bir militanlığın gelişmesini beraberinde getirmiştir.
Bütün örgütlerin dağıldığı, özellikle Kürt gruplarının tasfiye olduğu, Türk solunda büyük oranda tasfiyenin yaşandığı 12 Eylül askeri faşist cunta döneminde PKK de büyük zorluklar çekmiştir. 12 Eylül öncesi ve sonrası operasyonlarla örgütün önemli kadro ve sempatizanı zindanlara doldurulmuştur. PKK içinde de bazı provokatif, tasfiyeci eğilimler, yılgınlar, 12 Eylül faşizmi karşısında kırılmaya uğrayanlar artık bu koşullarda mücadele edilemez, 12 Eylül faşizminin gitmesini ve koşulların uygun olmasını beklemek lazım gibi mücadeleden kaçan ve mücadeleyi geriye çeken, mülteciliği dayatan anlayışlar olmuştur. Önder Apo’nun çabalarına karşı bu tür mülteciliği dayatan yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. İşte böyle bir ortamda 14 Temmuz direnişçiliği ‘ülkeye dön’ çağrısı olmuştur. Mülteciliğe büyük bir darbe vurmuştur. 14 Temmuz’la birlikte artık mültecilik savunulamaz hale gelmiştir. Önder kadrolar en zor koşullarda direniyorlarsa, şehit düşüyorlarsa o zaman mültecileşmek, Avrupa’yı düşünmek, koşullar iyi olsun demek kabul edilemez görülmüş, kadroların yüzü ülkeye dönmüştür. Önder Apo’nun çalışmaları böylelikle daha da anlamlı ve sonuç alıcı hale gelmiştir.
Halk da 14 Temmuz direnişçiliğinden büyük oranda etkilenmiştir. PKK kadrolarının verdikleri söze bağlı olduklarını, “koşullar ne olursa olsun direneceğiz, özgürlük mücadelesi vereceğiz,” sözlerini yerine getirdiklerini görmüştür. PKK’liler halkı özgürlük mücadelesine katmak için iddialı sözler söylemişledir ve bu sözlerini tutacaklarını da zindanda en zor koşullarda düşmana karşı direnerek göstermişlerdir. Bu tabii halkın PKK kadrolarına güvenini artırmış, Apocuların, PKK’nin verdikleri söz temelinde özgürlük mücadelesini yürüteceklerine inancı yükselmiştir. Bu da halkın mücadele azmini güçlendirmiştir. Halkın yurtseverlik ölçülerini yükseltmiştir. Halkta; “zindanda bu koşullarda direniliyorsa biz de direnebiliriz” inancı giderek gelişmiştir. Bu yönüyle 14 Temmuz direnişçiliğinin tarzı ve ruhu kadroda ve halkta mücadele azmini ve iradesini yükselten sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Böylece Kürdistan koşulları zor da olsa, düşman zalim de olsa 14 Temmuz ruhuyla zorun zoru koşullarında düşmana karşı mücadele edilebilir, Kürdistan’da ancak zorluklar altında mücadele edilirse sonuç alınabilir, özgürlük ve demokrasi mücadelesi geliştirilebilir anlayışı halkta da gelişmiştir. Halk, artık Kürdistan Devrimi neden zor, düşman neden bu kadar zalim, dememiştir. O zaman Kürdistan, düşman ve Ortadoğu gerçeği böyleyse ona göre de daha kararlı bir mücadele ihtiyacının olduğu görülerek zorluklar karşısında mücadeleden yılma değil de zorluklar karşısında mücadele iradesinin, kararlılığının ortaya çıktığı bir halk gerçekliği giderek gelişmiştir.
“Özgür yaşam dışında başka bir yaşam kabul edilmeyecektir”
Kemal Pir’in, Hayri Durmuş’un, Akif Yılmaz’ın, Ali Çiçek’in, Mazlum Doğan’ın, Ferhatların, Necmilerin, Mahmutların, Eşreflerin, bu büyük direnişçilerin yaşam ve mücadele felsefesi sadece PKK kadrolarının, PKK militanlarının, sempatizanlarının değil, Kürt halkının da yaşam ve mücadele felsefesini etkilemiştir. Kürt halkında da yaşam ve mücadele felsefesinin ölçülerini yükseltmiştir. Zaten Kürdistan’da ihtiyaç olan budur. Büyük zorluklar karşısında, düşmanın zalimliği karşısında doğru yaşam ve mücadele felsefesini ortaya çıkarmak çok çok önemlidir. Kemal Pir “Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” diyerek Kürdistan’da yaşam felsefesinin nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Bir yaşam olacaksa Önder Apo’nun dediği gibi özgür olacaktır. Özgür yaşam dışında başka bir yaşam kabul edilmeyecektir. Yaşam sevilecektir ama özgür yaşam sevilecektir. Bunun için de her şey ortaya konulacaktır. Bu açıdan Kemal Pir’in, yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz, demesi aynı zamanda; uğruna ölünecek bir yaşam, uğruna ölünecek bir ülke, toplum, halk gerçekliği yaratılması gerekir, biçimindeki bir yaşam felsefesinin sadece kadrolarda değil toplumda da gelişmesini beraberinde getirmiştir.
Öte yandan eskiden birazcık ben Kürt’üm diyen kendini yurtsever kabul ediyordu. Yurtseverlik neredeyse sadece Kürt’ün varlığını kabul etmekle, ben Kürt’üm demekle özdeşleşmişti ve yurtseverlik böyle anlaşılıyordu. Kuşkusuz Türk devleti gibi Kürt’ü Türkleştirmek, Kürt’ü yok etmek ve Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek isteyen bir devlet karşısında Kürt’üm demek de önemlidir. Kürtlüğünü kabul etmek, Kürtlüğünü yaşamak, Kürtlüğünün var olmasını istemek de önemlidir, ama bu özgürlük getirmiyor. Kürt’üm demekle Kürt, halk ve ülke özgürleşmiyor. Bu yönüyle de Önder Apo ilk günden itibaren yurtseverlik ölçülerini yükseltmiştir, yurtsever olmak için; bu ülke için, halkın değerleri için mücadele etmek gerekiyor, diyerek yurtseverliği Kürt’üm demekle özdeşleştiren anlayışı eleştirmiş, bunu aştırmak için de büyük çaba göstermiştir. Ancak bunun en yüksek düzeye çıkarılması ise Hayri Durmuş’un bütün yaşamını verdiği halde “Mezarıma borçlu yazın” demesiyle sağlanmıştır. Kürdistan’da yurtseverlik ölçülerinin bu düzeyde olması gerektiği, bu düzeyde olursa Kürt halkının özgürleşebileceği ortaya konulmuştur.
Böyle bir yaşam ve mücadele felsefesinin 14 Temmuz’da yaratılması, daha doğrusu Önder Apo’nun ilk çıkışından itibaren ortaya koyduğu yaşam ve mücadele felsefesinin 14 Temmuz Direnişi’yle somutlaşması, yükselmesi Kürdistan halkı açısından tarihi önemdedir. Yaratılan çok büyük bir değerdir. 14 Temmuz’un yarattığı en büyük değer bu yaşam ve mücadele felsefesidir. Yine Kürdistan’da başarının elde edilmesi için zorun zoru koşullarda direnme ve başarma iradesinin ortaya konulmasıdır. Yani Kürdistan Devrimi’nin tarzının ortaya çıkarılmasıdır. Zor koşullarda direnip başarma tarzının ortaya çıkarılmasıdır, bu ruhun ortaya konulmasıdır. Bunlar zaten büyük kazanımlardır. Bunlardan daha büyük kazanım yoktur. Bu kazanımlar olduktan sonra bir halkın özgürlük mücadelesini durdurmak, böyle bir yaşam ve mücadele felsefesine, böyle bir Kürdistan Devrimi’nin tarzına, böyle bir mücadele tarzına ve ruhuna sahip olan bir halkı köleleştirmek, özgürlüğünü engellemek mümkün değildir. İşte 14 Temmuz’un yarattığı kadro ve halk gerçekliği de bu yaşam ve mücadele felsefesi temelinde, Kürdistan Devrimi’nin tarzı ve ruhu temelinde ve bu ölçüler temelinde yükselmiştir. O günden bugüne halkımız da militanlar da kadrolar da mücadele ederek Kürdistan Devrimi’nin her yıl, her ay, her an sürekli gelişmesini sağlamışlardır.
14 Temmuz direnişçiliği zindanda zaten etkisini hemen göstermiştir. Zindandaki o baskı, zulüm devam etse de artık tutuklular eski tutuklular değildir. Bu düşmana karşı direnilebileceği inancı gelişmiştir. İşkenceler olsa da artık işkenceler eskisi gibi sonuç vermemekte ve acıtmamaktadır. Önder kadrolar şehit düşmüşse, biz de mücadele edip başarabiliriz düşüncesi gelişmiştir. Zindanda örgüt büyük bir toparlanma yaşamıştır. Direniş öncesi büyük dağınıklık varken, direniş sonrası hızlı bir toparlanma gerçekleşmiş, direniş iradesi gelişmiş; öyle ki, o güne kadar itirafçılık yapanların yüzde 90’ı-95’i de itiraflarını geri almışlardır. Zor ve baskı altında itiraf yaptıklarını söylemişler ve önceden Partiyi savunmayanlar bile savunmaya başlamıştır. Böylesi önemli gelişmeler olmuştur.
14 Temmuz direnişçiliği Kürt yurtseverliğinin, direnişçiliğinin de sembolü haline gelmiştir
Dışarda da 14 Temmuz direnişçiliği derhal etkisini göstermiştir. Zaten Hareketimizin topluma yönelik propagandasının en temel argümanı olmuştur. Militanlığın yetiştirilmesinde, keskinleştirilmesinde, ölçülerin yükselmesinde en önemli değer haline gelmiştir 14 Temmuz. PKK’nin bütün değerlerinin ete kemiğe bürünmesinde önemli bir rol oynamıştır. Kuşkusuz Önder Apo bu yönlü düşünceleri, ölçüleri sürekli yoldaşlarına, eğitim gören arkadaşlarına vermiştir. Ama 14 Temmuz’la birlikte bu somut duruşa, tutuma, ölçülere, değerlere kavuşmuştur. Artık sadece ideolojik-teorik bir değerlendirmeden, düşünceden öte bizzat pratikleşmiş bir gerçeklik olmuştur. Bu da PKK’yi, Hareketi çok güçlü kılmıştır.
Öte yandan halk içinde 14 Temmuz’un propagandası yoğun yapılmış, 14 Temmuz direnişçiliği gerçekten de Kürt halkını çok etkilemiştir. Sadece Bakurê Kürdistan’da değil, Rojava’da, Avrupa’da, Kürtlerin bulunduğu her yerde etkilemiş, 14 Temmuz direnişçiliği Kürt yurtseverliğinin, militanlığının, direnişçiliğinin sembolü haline gelmiştir. Bu temelde halk da bu değerlere bağlılığın, saygının gereği mücadeleye daha fazla katılmış, Hareketin etrafında birleşmiş, örgütlenmiş, mücadele eden bir halk gerçekliği haline gelmiştir.
Öte yandan 15 Ağustos Atılımı’nın başlatılmasının ateşleyicisi de 14 Temmuz olmuştur. 14 Temmuz, 12 Eylül faşizmiyle 1984 15 Ağustos Atılımı arasında bir direniş köprüsü olmuştur ve 15 Ağustos Atılımı’nın, gerilla hamlesinin militan ruhta, fedai ruhta gelişmesinde 14 Temmuz direnişçiliğinin belirleyici etkisi vardır. Önder Apo’nun yaratmak istediği gerillanın, Kürdistan gerillasının 14 Temmuz ruhuyla bütünleşmesi gerilla mücadelesinin güçlü bir hamle yapmasını ve gelişmesini sağlamıştır. Ve 15 Ağustos Atılımı fedailikle gelişmiştir. Yaşamı uğruna ölecek kadar seven gerillalarla, militanlarla gelişmiştir. Yaşamını verip halkına borçluyum diyen insanlarla gelişmiştir. Önder Apo gerillayı ülkeye gönderdiğinde “Siz gideceksiniz, çoğunuz şehit düşecek ama yaşam damarları kurumuş bu halk ayağa kalkacak” demiştir. Ve gerillalar, PKK militanları da gözünü kırpmadan, fedai ruhla ülkenin dağlarına, ovalarına koşmuşlar ve gerilla mücadelesini başlatmışlardır. Her bir gerilla fedaice savaşmıştır. Kürdistan’ın bütün dağlarına ulaşmışlardır. Şu bu zorluk dememişlerdir. Ekmek su yok, erzak yok, ilişki yok dememişlerdir. İğneyle kuyu kazar gibi üslenme imkanlarını bulup gerçekleştirmişlerdir.
Tabi ki bu nasıl olmuştur; zorun zoru koşullarda mücadele edip başarmanın tarzı olan 14 Temmuz ruhuyla gerçekleşmiştir. Büyük gerilla şehitlerimiz Egîd yoldaş da, Mehmet Karasungur da, Haydar Karasungur da, Ahmet Kesip de, Ahmet Güler de, Mustafa Yöndem de, Mehmet Sevgat da, Süleyman Aslan da, Azime Demirtaş da, Şehmus Yiğit de, Ramazan Kaplan da, Ali Uğur da, Mehmet Emin Aslan da, Kazım Kulu da, İrfan Pervane de, Hanım Yaverkaya da, Sultan Yavuz da, yine Beritan fedailiği, Zilan fedailiği bunların hepsi 14 Temmuz ruhunun yarattığı direnişçiliktir, militanlıktır, fedailiktir. Zekiye Alkanlar, Rahşan Demireller, Ronahîler, Berîvanlar bunların hepsi 14 Temmuz direnişçiliğinin yarattığı militanlardır. Bu bakımdan tabii ki 14 Temmuz direnişçiliği Kürt’ün bugünüdür, geleceğidir ve her zaman esas alması gereken temel değerler ve ölçüler olarak Kürt halkının yaşamında var olmaya devam edecektir. PKK bu ruhla gelişti. Bu ruhla bugünlere geldi. 38 yıldır bu ruhla direniyor. Halk, gerilla, zindanlar, direniyor. Büyük bir direniş devam ediyor. Bu direniş Önder Apo tarafından “Biz onların umutlarını gerçekleştiriyoruz, onlar komutan biz emir erleriyiz” diyerek geliştirilmiş ve devam etmektedir. Önder Apo, Onların özlemlerini gerçekleştirmek için varız, demiştir. Ve böylelikle Önder Apo onların temsilcisi olduğunu söylediği gibi, bütün PKK yönetimi de Özgürlük Hareketinin yönetimi de kadroları da bu direniş çizgisinde şekillenmiştir.
PKK, 14 Temmuz direnişçiliğiyle, ruhuyla, tarzıyla direnmeye devam etmektedir
PKK nasıl bir örgüttür denildiğinde tabii ki 14 Temmuz ruhuna, tarzına, mücadelesine bakılarak anlaşılabilir. Bu ruh PKK’yi ayakta tutuyor ve yenilmez kılıyor. PKK’de tasfiyeciler çıkıyor ama etkili olamıyor. Düşman yoğun saldırıyor ama etkili olamıyor. Uluslararası Komplo da bu direnişçiliği ortadan kaldırmak için gerçekleşmişti. 14 Temmuz ruhunun temsilcisi, pratikleştiren, sahiplenen, ona toz kondurmayan, 14 Temmuz ölçülerini örgütte ve toplumda hakim kılan Önderliği tasfiye ederlerse Hareketi 14 Temmuz çizgisinden koparacaklarını, böylelikle de kendilerine işbirlikçilik yapacak bir hareket haline getireceklerini düşünmüşlerdir. Önder Apo’ya yönelik saldırı esas olarak böyle olmuştur. Nitekim Şemdin Sakık, “Apo’yu etkisizleştirirseniz örgütü etkisizleştirirsiniz,” demiştir. Daha önce de Kesire Yıldırım da benzer şeyler söylemiştir. Bu nedenle Önder Apo Uluslararası Komplo’yla İmralı tek kişilik cezaevinde esaret altına alınmıştır. Ama Önder Apo 14 Temmuz direnişçilerinin ruhuna bağlılığın gereği zorun zoru koşullarda, yani İmralı koşullarında direnip başarmanın tarzı olan 14 Temmuz ruhuyla direnmektedir, direniyor. Önder Apo, bu Hareketin 14 Temmuz ruhundan, çizgisinden çıkmaması için büyük gayret gösteriyor ve bu çabaları da sonuç almıştır. PKK 14 Temmuz direnişçiliğiyle, ruhuyla, tarzıyla direnmeye devam etmektedir.
ABD’nin, PKK yönetimine yönelik yakalama kararı çıkarması PKK çizgisini saptıramamasından dolayıdır. Bu kararla örgüt yönetiminin tasfiyesi hedeflenmiştir. Zaten Türk devleti bunu hedefliyor. Yönetimi hedefleyerek PKK’yi, 14 Temmuz çizgisini sahiplenecek bir örgüt olmaktan çıkarmak istiyorlar. “14 Temmuz’u sahiplenecek bir yönetim gerçeği olmazsa PKK’yi rahatlıkla ezeriz, tasfiye ederiz” yaklaşımıyla yönetimi hedeflenmektedirler. ABD’nin yaklaşımı da aynı anlayışladır. Bu yönüyle tabii ki 14 Temmuz direnişçi ruhu her zaman düşmanlar tarafından hedef alınacaktır. Çünkü bu ruh olduğu müddetçe Kürt halkının özgürlük mücadelesini etkisizleştirmek mümkün değildir. Onun için sürekli 14 Temmuz ruhunu temsil eden Harekete, yönetime, Önderlik gerçeğine yoğun bir saldırı olmaktadır. Bu saldırılar sonuç alırsa PKK direniş çizgisinden koparılabilir, işbirlikçi hale ve çeşitli güçlerin yedeği haline getirilebilir. Kürt işbirlikçiliğinin parçası haline getirilebilir, onların kontrolüne sokulabilir.
PKK’nin önder kadroları 14 Temmuz ruhunu temsil ettikleri, her türlü saldırı karşısında 14 Temmuz direniş ruhunu korumaya çalıştıkları, dolayısıyla PKK, 14 Temmuz çizgisinde mücadelesini sürdürdüğü için hedef alınmaktadır. Tabi sadece belli yönetici kadrolar, öncü kadrolar değil, PKK’nin tüm yönetim kademesi hedeflenmektedir. Yürütme Konseyi üyeleri, PKK Merkez Komite üyeleri, PAJK Merkez Komite üyeleri, KJK Koordinasyonu, Gençlik Hareketi yöneticileri, maliyeden sorumlu arkadaşlar, diplomasi yönetimi tümüyle hedeflenmektedir. Zeki Şengali yoldaş, Atakan yoldaş, Helmet yoldaş, Jindar yoldaş, Delal yoldaş, Sinanê Sor yoldaş, Serhat Varto ve Navdar yoldaşlar, Cemil Amed ve Demhat yoldaşlar, Kasım Engin yoldaş, Tekoşer yoldaş, Mazlum Amed ve birçok yönetim düzeyinde arkadaşımız hedeflenmiştir. Bu yoldaşlarımız 14 Temmuz ruhunu temsil ediyorlar ve Önder Apo’nun çizgisini sahipleniyorlardı. Düşmanın saldırıları karşısında 14 Temmuz ruhuyla, tarzıyla direnişin geliştirilmesinde ısrar ediyorlardı. Düşman ne kadar saldırırsa saldırsın yönetim kadrolarımız, tüm öncü kadrolarımız, PKK Merkez Komitesi, Yürütme Konseyi üyeleri, Kadın Hareketinin öncü kadroları bu çizgide mücadeleyi geliştireceklerdir. Zaten düşman, “siz Önder Apo çizgisinde, yani 14 Temmuz ruhunda, tarzında direnişe devam ettiğiniz müddetçe hedef alınacaksınız, bu çizgiye yaşam hakkı yok,” diyor. “Nasıl Kürt’e yaşam hakkı yoksa, Kürt’ün özgürlük mücadelesini verenlere de yaşam hakkı yok,” diyor. Bu nedenle bu saldırılar Sara (Sakine Cansız) arkadaşın şehadetinden başlayarak planlı biçimde yürütülmektedir.
Şunu gördüler; PKK’yle ne kadar mücadele etseler de savaşsalar da sonuç alamıyorlar. “Şu kadar darbe vurduk,” dedikleri dönemde PKK yine dimdik ayakta ve daha da güçlenerek mücadelesine devam ediyor. Çünkü başarıyı getiren bu çizgi korunuyor. Başarıyı getiren Önderlik çizgisi, 14 Temmuz ruhu ve tarzı korunuyor. Bu mücadele tarzı ruhu bırakılmıyor. Koşullar zor denilmiyor. Zor koşullar mücadele gerekçesi yapılıyor. İşte bunu temsil eden tüm kadrolar hedefleniyor. Bu yönüyle biz yönetimin niye hedeflendiğini anlıyoruz. Tüm halkımız da kadrolarımız da anlıyor. Nitekim halkımız da kadrolarımız da sürekli yönetim kendilerini korusun, diyorlar. Nasıl ki Önder Apo’ya sahipleniyorlarsa, bütün yönetim gerçeğine de sahipleniyorlar. Çünkü başarılı tarz, çizgi PKK’de var. Bu bakımdan öncülük önemli, öncülüğün sürdürülmesi önemli, bu çizginin sahiplenilmesi önemli. Düşman da dostlarımız da halkımız da bunu iyi biliyor.
Saldırılar, 14 Temmuz direniş ruhunu ortadan kaldırmayı amaçlıyor
Bu yönüyle biz bu saldırıların neden yapıldığını biliyoruz. Bu saldırılar çizgiye yönelik saldırılardır. Yaşam ve mücadele felsefesine yönelik saldırılardır. Tüm militanların ruhuna, yüreğine yerleşmiş 14 Temmuz direnişçiliğinin, 14 Temmuz ruhunun, tarzının etkisizleştirilmesi için, ortadan kaldırılması için bu saldırılar yürütülüyor. Bugün PKK yönetimi, KCK yönetimi, Kadın Hareketi, HPG, YJA STAR yönetimi şunu gösteriyor; 14 Temmuz direnişçiliği sürüyor, Önderlik çizgisi sürüyor. Önderlik çizgisine sahiplenme var. Uluslararası Komplo da bunu engelleyemiyor, hiçbir saldırı da bunu engelleyemiyor. İşte bunun için yönetimin tümü tasfiye edilmek isteniyor. Tasfiye edilirse PKK, çizgisinden saptırılabilir, Özgürlük Hareketi çizgisinden saptırılabilir. Zor koşullarda mücadele etme tarzı ve ruhu ortadan kaldırılabilir. Zor koşullarda mücadele etme tarzı, ruhu ortadan kaldırılırsa, zor koşulların varlığı mücadele gerekçesi olmaktan çıkarsa o zaman baskıları artırırız, sonuç alırız, diye düşünüyorlar. Baskıları yoğunlaştırırsak, zorlukları artırırsak bu zorluklar karşısında direnemezler, hesabı yapıyorlar. Zorluklar karşısında direnemez hale getirmek ancak 14 Temmuz ruhunu tasfiye etmekle, ortadan kaldırmakla olur. Bu ruh ortadan kaldırılamadığı müddetçe hiçbir baskı, hiçbir zorluk, sıkıntı mücadeleyi engelleme sonucunu doğurmaz. Aksine bunlar PKK gerçeğinde mücadele gerekçesi haline getiriliyor. Bu yönüyle biz bu saldırıların, böyle bir tarzı, ruhu ortadan kaldırmayı, zorluklar karşısında direnemeyen, baskılar karşısında ayakta kalamayan, kırılgan bir örgüt haline getirmeyi amaçladığını biliyoruz. Yani Kürt’ü yeniden eski gerçekliğe döndürmek istiyorlar. Zorluklar karşısında direnen değil de zorluklar karşısında sinen, çaresiz kalan, zorluklar karşısında ne yapalım diyen, böylelikle mücadele eden değil de kendini bırakan, soykırım kılıcına boynunu uzatan, soykırım sistemi değirmeninde öğütülen bir halk durumuna getirilmek isteniyor.
38 yıldır 14 Temmuz ruhu ve tarzı derinleşerek, kapsamlılaşarak gelişmekte ve büyümektedir
14 Temmuz direniş ruhu ve tarzı mücadelenin en zor dönemlerinde ihtiyaç duyulan ruh ve tarzdır. Ne zaman zorluk yaşanırsa, ne zaman zorluklarla karşılaşılırsa başvurulacak olan 14 Temmuz ruhu ve tarzıdır. Zorlukların, mücadelede sıkıntıların olduğu dönemde en başta da 14 Temmuz gerçeğini bir daha anlamak, onun yaşam ve mücadele felsefesini ele almak ve bu temelde mücadeleyi geliştirmek gerekiyor. Zaten bugüne kadar bütün zor koşullarda 14 Temmuz ruhu ve tarzıyla, yaşam ve mücadele felsefesiyle mücadele edilmiş, zorluklar aşılmış, gelişmeler yaratılmıştır. 38 yıldır bizim mücadele gerçeğimiz, anlayışımız ve mücadele diyalektiğimiz böyle olmuştur. Böyle olduğu için zorluklar, sıkıntılar bu mücadele ve Hareket için engelleyici olmamış, aksine zorluklar ve sıkıntılar 14 Temmuz ruhunun, tarzının yaşam ve mücadele felsefesinin yenilendiği, daha da derinleştiği zamanlar olmuştur.
Nitekim 38 yıldır 14 Temmuz ruhu ve tarzı derinleşerek, kapsamlılaşarak gelişmekte ve büyümektedir, daha da anlamlı hale gelmektedir. 14 Temmuz’un ruhuna, özüne uygun 14 Temmuz gerçeği sürekli büyümektedir, güçlenmektedir. Yenilmezlik ruhu olan 14 Temmuz ruhu özgürlük mücadelesinin önüne çıkan zorlukları aşarak daha da yenilmez hale gelmektedir. Her şeyden önce 14 Temmuz direniş gerçeğini, 38 yılda aldığı karakteri, özü ve gücü böyle ele almak gerekmektedir. Zaten bunun dışında bir yaklaşım yenilgi, kaybetmek demektir. Kürdistan Devrimi’nin tarzından, çizgisinden, yaşam ve mücadele felsefesinden kopmak demektir. Kürdistan Devrimi’nin tarzından kopulursa, bu tarz esas alınmazsa, bu tarza dayanılarak mücadele verilmezse zaten başarısızlık kaçınılmazdır, yenilgi kesindir. Bu yönüyle de hiçbir saniye, dakika, gün bu çizgiden, ruhtan kopmamak gerekiyor. Özellikle de zor koşullarda, dönemlerde bu tarzı, ruhu daha fazla dikkate almak, ele almak, değerlendirmek; mücadele tarihimizdeki bütün zor ve sıkıntılı dönemlerde ne yapılmışsa, nasıl yaklaşılmışsa, nasıl mücadele edilmişse, zorluklar ve sıkıntılar nasıl aşılmışsa yine böyle yaklaşmak ve bu temelde zorlukları aşarak mücadeleyi geliştirmek gerekmektedir.
Saldırıların, zorlukların arttığı, zorun zoru koşulların dayatıldığı bir dönemden geçilmektedir
Günümüzde de mücadele tarihimizin birçok döneminde rastlandığı gibi büyük zorluklarla karşı karşıya bulunuyoruz. Saldırılar artmış bulunmaktadır. Düşman dört bir yandan bütün araçlarını, imkanlarını, ilişkilerini kullanarak Harekete yüklenmektedir. Sadece soykırımcı sömürgeci Türk devleti değil, uluslararası güçler, işbirlikçi Kürt güçleri de halkımızın özgürlük mücadelesine, Özgürlük Hareketine yüklenerek zayıflatmak, etkisizleştirmek, hatta tasfiye etmek istemektedir. Bu yönüyle mücadelemiz çok zorlu ve amansız bir süreçten geçmektedir. Çok yönlü saldırılar yapılmaktadır. Mücadelemizin önüne her türlü zorluklar konulmakta ve engeller çıkarılmaktadır. Saldırıların, zorlukların arttığı, zorun zoru koşulların mücadeleye dayatıldığı bir dönemden geçilmektedir. Böyle dönemler Hareket açısından, özgürlük mücadelemiz açısından riskli dönemler olduğu gibi, aynı zamanda aşıldığında ise büyük gelişmeler ortaya çıkaran dönemlerdir. Zaten gelişmenin diyalektiği genel olarak her yerde, her koşulda, her alanda, her çalışmada ve işte zorlukları aşmaktır. Çelişkiler, zorluklar aşıldıkça gelişmeler yaratılır. Gelişmelerin diyalektiği, kanunu budur. Ya zorluklar karşısında kaybedilir, yenilinir ya da zorluklar karşısında mücadele edilir, başarılır ve büyük gelişmeler sağlanır.
Şimdi de Özgürlük Hareketimiz böyle koşullarla karşı karşıyadır. Böyle bir süreçten, dönemden, sınavdan geçiyor. 14 Temmuz ruhunun en fazla gerekli olduğu, 14 Temmuz ruhunun, tarzının, yaşam ve mücadele felsefesinin en fazla ihtiyaç duyulduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde 14 Temmuz ruhunun esas alınması, 14 Temmuz ruhu ve tarzıyla donanılması, 14 Temmuz ruhunun yaşam ve mücadele felsefesiyle saldırılara karşı konulması gerekmektedir. 14 Temmuz ruhu, tarzı zorun zoru koşullarda direnmek ve başarmaksa o zaman bugün de zorun zoru koşullarda direneceğiz ve başaracağız. Yani Kemallerin, Hayrilerin yarattığı zor koşullarda direnmenin ve başarmanın tarzını, ruhunu, yaşam ve mücadele felsefesini bu dönemin bir an bile vazgeçilmeyen çizgisi haline getireceğiz.
Sadece Hareketin kadroları değil, halkımızın da bu dönemde 14 Temmuz gerçeğini ve Kürdistan Devrimi’nin tarzını anlaması gerekiyor. Kürdistan Devrimi’nin tarzı zor koşullarda direnerek başarmaktır. Bu sadece kadrolar için değil, bütün halk için, yurtseverler için ve dostlar için de geçerlidir. Zorluklar karşısında yılma olmayacak. Zorluklar karşısında, “niye zorluk var, niye sıkıntı var, niye bu kadar saldırı var, saldırılar yoğundur, ne yapacağız” gibi bir yaklaşım içine girmeyeceğiz, girilmemelidir. “Niye bu kadar zorluk var, zorluklar çok, ne yapacağız?” demek PKK çizgisinden, Önder Apo çizgisinden, yani 14 Temmuz ruhundan, direniş tarzından, yaşam ve mücadele felsefesinden, yani Kürdistan Devrimi’nin tarzından kopmak olur. Kürdistan Devrimi’nin tarzından kopulması zaten kaybetmek anlamına gelir. Kürdistan’da, Kürdistan Devrimi’nin tarzıyla kazanılır. Ancak Kürdistan Devrimi’nin tarzı başarıyı getirir. Bu da zor koşulları mücadele gerekçesi yapmakla, imkanların değil, imkansızlıkların mücadele gerekçesi haline getirmekle sağlanır.
Bu yönüyle soykırımcı sömürgeciliğin, AKP-MHP faşizminin bu kadar azgınca saldırdığı, devletin bütün imkanlarını kullanarak, Türkiye’yi pazarlayarak Özgürlük Hareketimizi bitirmek istediği bir dönemde 14 Temmuz ruhunun, tarzının her yerde pratikleşmesi gerekiyor. Her militanın, kadronun ve yönetimin bu gerçeğe göre hareket etmesi gerekiyor. Tüm halk ve yurtseverler bu gerçeğe göre yaklaşmalı, koşulların zorluğundan söz etmemelidir. Koşulların zorluğu bir yakınma gerekçesi, mücadeleden geri çekilme, bir şey yapamayız tutumu haline getirilemez. Zorluklar var, mücadele edemeyiz demeyeceğiz. Kürdistan Devrimi’nin tarihine, şehitlerimize ve PKK’nin 45-50 yıldır yürüttüğü mücadeleye bakacağız ve bu temelde de zorlukların ve sıkıntıların üzerine üzerine gideceğiz. Böyle dönemlerde fedakarlık yaparak, bedel ödeyerek, zorun zoru koşullarında mücadele etmesini bilerek gelişmeler yaratılır.
Bu sürece böyle yaklaşmamak köleliği, yenilgiyi kabul etmektir. Bu soykırımcı sömürgeciliğin Kürt’ü soykırıma uğratmasına boynu uzatmaktır. Soykırım değirmeni içinde öğütülmektir. Bu yönüyle bu dönemin görevleri, sorumlulukları nedir, sorusunun cevabı için; mücadele tarihimizin zor dönemlerinde neler yaptığımıza, zorlukları nasıl aştığımıza ve 14 Temmuz ruhuna bakacağız. Kemal’in yaşam ve mücadele felsefesine bakacağız. Hayri’nin yaşam ve mücadele felsefesine bakacağız. Bu temelde de mücadeleyi örgütleyeceğiz, gerilla mücadelesini de halkın mücadelesini de dostların mücadelesini de bu çizgide geliştireceğiz.
14 Temmuz ruhu ve tarzı sadece gerillanın ruhu, tarzı olamaz. Mücadele bir bütündür, topyekûndur. 14 Temmuz ruhu sadece gerilla için değil, halk için de gereklidir. Tabii ki herkes kendi koşullarına ve konumuna göre 14 Temmuz tarzını ve ruhunu uygulayacak. Ama özü aynıdır. Özü zorluklara katlanma, zorluktan yılmama, zorluk ne olursa olsun mücadele edileceğine inanmadır. Bu temelde de bu dönemin zorluklarına katlanarak, bedel ödenerek zorlukların aşılıp gelişme yaratılacağına inanmak ve böyle davranmak gerekir. Bu dönemde zor koşullar mücadele gerekçesi yapılmazsa, yılma olursa bu da yenilgi demektir, yok olmak demektir.
Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında da Kürtleri tümden soykırıma uğratmak istiyorlar
Tabi ki herkes kendi konumunda zorlukları aşma mücadelesi verecek. Dağda, ovada, şehirde, mahallede, köyde mücadele böyle yürütülecek. Gençlik içinde, kadın içinde böyle olacak. Herkes bulunduğu yerde zorluk demeden örgütlenmeye, eyleme, mücadeleye geçecek. Düşmanın uğursuz amaçlarını görecek. Nasıl ki zindanda düşmanın uğursuz amaçları görüldü, düşmanın amacının tutsaklar şahsında Kürt’ü bitirmek, Özgürlük Mücadelesini bitirmek olduğu görüldü ve bu uğursuz amaca karşı büyük direnme ortaya konulduysa, bugün de düşmanın amacı uğursuzdur, Kürt halkının özgürlük mücadelesini bitirmek istiyor, Kürt’ü köle yapmak istiyor. O zaman bu uğursuz amaca karşı bu uğursuz amacı yenecek, bu düşmanı yenecek ruhu, tarzı, yaklaşımı ortaya koymak ve pratiğini yaratmak gerekiyor.
AKP-MHP iktidarı zaten amaçlarını gizlemiyor. Tek bir terörist kalana kadar bitireceğiz, diyorlar. Bununla kastettikleri; tüm Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmaktır. Rojava’da Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak istiyorlar, Bakur’da Kürt halkının özgürlük mücadelesini veren her kurumu, herkesi ezmek ve tasfiye etmek istiyorlar. Dünyanın neresinde Kürt halkının özgürlük mücadelesini veren varsa onları düşman ilan ediyorlar. Medya Savunma Alanları’na saldırıyorlar. Bir nevi Kürt’e ne kötülük yapılacaksa, hepsini yapıyorlar. Ortadoğu merkezli Üçüncü Dünya Savaşı koşullarından yararlanarak Kürt’ü tümden soykırıma uğratma önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmak istiyorlar. Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenileri soykırıma uğratmışlardı. Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında da Kürtleri tümden soykırıma uğratmak istiyorlar. Bütün uygulamalar bu amaca yöneliktir. Kürt’ün varlığı yok sayılıyor, Kürtlük adına ne varsa kökü kazınmak isteniyor, Kürdistan tümüyle Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirilmek isteniyor.
AKP-MHP iktidarı sadece Bakurê Kürdistan’da soykırım gerçekleştirmeyi hedeflemiyor. “Lozan başarısızlıktır,” diyerek Misakı Milli sınırları içinde gördükleri Başurê Kurdistan’ı ve Kuzey-Doğu Suriye’yi de Türkiye’ye katmak istiyorlar. Bunları çeşitli zamanlarda açık ve net söylediler. Zaten “Başurê Kurdistan’da yaptığımız hatayı Suriye’nin kuzeyinde yapmayacağız,” diyerek niyetlerini açık ve net ortaya koymuşlardır. Bu yönüyle neyi amaçladıkları konusunda hiçbir kuşku yoktur. 12 Eylül’de de Kürt’ü yok etme, kök kazıma saldırısı yürütülmüştü. Buna karşı 14 Temmuz bilinci ve ruhu ile karşı konularak bu saldırı ideolojik olarak yenilgiye, siyasi olarak da sekteye uğratılmıştı. Soykırımcı sömürgecilik o gün yapamadıklarını bugün yapmak istiyor.
PKK gerçeğinde şu netleşmiştir; zorluklar karşısında mücadele edilirse büyük başarı elde edilir
Saldırılar gerçekten ağırdır. Kürt’ün nefes almasını bile engellemeye çalışıyorlar. Neredeyse her bilinçli Kürt’ü tutukluyorlar. Kürt halkının özgürlüğünden, hatta varlığından söz eden herkes suçlu olarak görülüyor. Böyle bir saldırı döneminden geçiyoruz. AKP-MHP iktidarının bu kadar saldırdığı böylesi bir dönemde ihtiyaç olan ruh ve tarz, bu zorlukları ve baskıları mücadele gerekçesi haline getirmektir. Baskılardan, zulümden geri çekilme değil, aksine daha fazla mücadeleyi yükseltme yaklaşımıyla hareket etmek gerekiyor. 14 Temmuz’un anlamı, ruhu, karakteri ve tarzı budur. Bu, Önderlik tarzıdır. Önder Apo bu tür zor koşullarda mücadele temposunu ve çalışmayı daha da artırıp yükseltmiştir. Düşmanın saldırısı arttıkça Önder Apo’nun da temposu ve tarzı artmıştır. Önder Apo’yla düşman arasındaki mücadele her zaman şu biçimde sürmüştür; düşman saldırıları arttıkça Önder Apo tempo ve mücadelesini artırmıştır. Düşman buna karşı daha fazla saldırıyla cevap vermiştir, Önder Apo da buna karşı daha fazla ideolojik, örgütsel, siyasal ve askeri mücadeleyle cevap vermiştir.
PKK gerçeğinde şu netleşmiştir; zorluklar karşısında mücadele edilirse büyük başarı elde edilir, zorluklar karşısında yılma olursa da kaybetme olur. Bu nedenle de PKK’nin mücadele tarihinde ortaya çıkan zorluklar ve buna karşı mücadele PKK’yi her zaman geliştirip büyütmüştür. Mücadele de zaten hep zorluklara karşı başarı kazanarak bugünlere gelmiş ve büyümüştür. Bugün de zorluklar karşısında gösterilmesi gereken tutum Önder Apo’nun, PKK’nin, Hareketimizin ve şehitlerimizin tutumudur.
14 Temmuz ruhuna, iradesine, kişiliğine ve duruşuna ihtiyaç var
Öte yandan AKP-MHP faşizmi meşruiyet ve ideolojik olarak zayıftır. 12 Eylül faşizmi de çok saldırgandı. Ancak ideolojik ve meşruiyet olarak çok zayıftı. Bu nedenle kaybetmemek için saldırıyorlardı. Bugünkü iktidarın da meşruiyeti zayıftır, güçlü değildir. İdeolojik olarak miadını doldurmuştur. Siyasi olarak içerde ve dışarda desteğini kaybetmiştir. Ama saldırarak kendisini ayakta tutmaya çalışıyor. Bu açıdan 14 Temmuz ruhuyla bu şiddetli ve topyekûn saldırıya karşı direnildiğinde bu meşruiyeti, ideolojik temeli ve siyasi gücü zayıflamış iktidarı yenilgiye uğratmak mümkündür. Bu yönüyle de 12 Eylül faşizmine karşı nasıl mücadele edilerek büyük kazanıldıysa, halkımızın karşısına büyük zorluklar çıkaran bu faşizme karşı da mücadele edildiğinde gerçekten büyük kazanılacaktır. Siyasal süreci, mevcut durumu böyle anlamak lazım. Aslında doğru bir siyasal analiz ve değerlendirme yapılırsa bizim güç kaynaklarımızın AKP-MHP’nin güç kaynaklarından çok daha fazla olduğu görülür. Onun güç kaynağı çok kabadır ve onu başarıya götürecek bir güç değildir.
AKP iktidarı 2015’ten önce daha güçlüydü. İçerde ve dışarda güçlüydü ama Önder Apo’nun çizgisinde Özgürlük Hareketimizin yürüttüğü mücadele, demokrasi güçlerinin yürüttüğü mücadele bu iktidarı başarısız kıldı. Onu, güçlü olduğu dönemde yenilgiye uğrattı. 2015’ten önceki AKP iktidarının yenilgiye uğratılması çok çok önemlidir. O zaman kendisini Kürt sorununu, demokrasi sorununu ve daha birçok sorunu çözecek bir iktidar olarak gösteriyordu. Yine kendisini Arap dünyasının dostu, halkların dostu olarak gösteriyordu. İçerde birçok kesimin; liberallerin, demokrasi isteyen çeşitli çevrelerin ve Kürtlerin bir kısmının desteğini alıyordu. Dışarda da Avrupa’dan destek alıyordu, ABD ile ilişkileri daha iyiydi. Ama bugün öyle değildir. O, ideolojik ve siyasi olarak güç kaynaklarını kaybetmiştir. Tamamen kaba güce, faşizme dayanan bir güçle saldırmaktadır. Günümüzde tartışılıyor; yumuşak güç, kaba güç deniliyor. Yumuşak gücün önemine dikkat çekiliyor. İşte mevcut iktidarın hiçbir yumuşak gücü kalmamıştır. Çok fazla kırılgan olan bir kaba güçle karşı karşıyayız. Mücadele edildiğinde de yıkılması kaçınılmazdır.
Bu kaba gücün getirdiği sıkıntılar, zorluklar, tutuklamalar, öldürmeler, askeri saldırılar ve işgal harekatları var. Bu yönüyle tabii ki bu saldırılar küçümsenemez. Bu kaba saldırıların yarattığı tahribatlar, zorluklar ve sıkıntılar var. Ama buna karşı 14 Temmuz ruhuyla, yani zorluklara karşı mücadele ruhuyla karşılık verilirse bu iktidarın sonu yenilgidir. Bu yönüyle diyoruz ki, böyle ağır saldırıların olduğu dönemde 14 Temmuz ruhuna, iradesine, kişiliğine ve duruşuna ihtiyaç var. Tabii ki bunun bir bütün olarak anlamı da Önder Apo’nun daha ilk günden itibaren ortaya koyduğu Kürdistan Devrimi zordur, ama bu zorluklara karşı mücadele edilerek kazanılacaktır, sözünün, duruşunun, yaklaşımının tam da ortaya konulması ve gerçekleştirilmesi zamanıdır. İşte Apoculuk böyle zamanlarda gereklidir, PKK’li olmak böyle zamanlarda gereklidir, şehitlere ve Önderliğe bağlılık böyle zamanlarda gereklidir. Tarihimize ve başarı kaynaklarımıza bakmak böyle zamanlarda gereklidir. 14 Temmuz ruhu, çizgisi ve duruşuyla, yaşam ve mücadele felsefesiyle yaklaşıldığında AKP-MHP faşizmi sadece Bakurê Kürdistan’da ve Türkiye’de değil, Rojava’da, Başurê Kurdistan’da, Medya Savunma Alanlarında, bütün Ortadoğu’da yenilgiye uğratılacaktır.
AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratmanın şifresi; bu yenilgiyi getirecek ruh ve tarz olan 14 Temmuz ruhu ve tarzıdır. Bu bakımdan böyle zamanlarda 14 Temmuz ruhunu ve tarzını çok iyi anlamak ve pratikleştirmek gerekmektedir. Bu, Önder Apo çizgisinin, PKK’nin ve şehitlerimizin başarı ve zafer çizgisinin pratikleşmesidir. 14 Temmuz’un 39. yılında bu ruhla ve tarzla mücadele geliştirildiğinde Özgür Kürdistan ve Demokratik Ortadoğu mutlaka gerçekleştirilecektir.
Mustafa KARASU