Metin ASLAN
Haki Karer’in katledilişinin 1. Yıl dönümünde, 1978’in 18 Mayısında hareketimizin bulunduğu her yerde anma, afiş ve bildiri çalışması yapılıyordu. Hilvan’da bu çalışmayı yürüten arkadaşlar polis ve Süleymanlar aşiretçi feodal çetesinin ortak saldırısına uğramıştı. Halil Çavgun (Halil Çavuş) katledilmişti. Acı haber tez ulaşırmış. Ankara’ya haber ulaştığında bütün arkadaşlar acı ve öfkeye kesilmişti. Herkesin tek bir düşüncesi vardı, bunun hesabını mutlaka sormalıyız. Hem de hemen…
Halil Çavuş, Kemal PİR’in Urfa’da çalışmalar yürütürken tanıdığı, birlikte kaldığı çok harika bir arkadaştı. Şehit düşmeden önce tanışmamış olmaktan en çok üzüntü duyduğum arkadaşlardan biri oldu. Hakkında duyduklarım, tek kelimeyle örnek bir devrimci olduğunu anlatıyordu. Çok nadir insanda bulunabilecek meziyetlere sahip olduğu anlaşılıyordu. Tam bir halk adamı, halk önderi, olduğunu şahadetinden sonra öğrendik.
Kemal PİR Halil’i katledenlerden hesap sorma görevine de ısrarla talip olur. Bu önerisi de kabul edilir. Kemal bu görevi yerine getirmek için ekibini kurar. Ekibin içinde Şehit Cuma TAK, Şehit Salih Kandal da bulunmaktadır.
Kemal gecesini gündüzüne katar, görevi başarmaya odaklanır. Bu görev için özel olarak borç-harç bir kleş alınmıştır. Hareketin ilk kleşi artık Kemal’in elindedir. Temizlemek için açar, ama bir türlü yeniden çalışır hale getiremez. Yanındaki arkadaşlar da ilk kez ellerine kleş almışlardır. Onlar da yeniden monte edemezler. Kemal deneme sınama yöntemiyle bunu başarır. Sevinçten ne yapacağını bilemez. Çocuklar gibi sevinir.
Ama hesap sorma eylemi geciktikçe gecikmektedir. Karşı tarafın tedbirli davranması, yeterli istihbarat akışının sağlanamaması gecikmenin esas nedenidir. Önderlik Kemal’i çağırıp ‘ısrar ettin, görevi üstüne aldın hani nerede’ der. Bu Kemal’e çok dokunur. Ağırına gitmiştir. Artık Kemal’i tutabilene aşk olsun.
Çok geçmeden nihayet Halil’in katillerinin hareket tarzı hakkında somut bir bilgi gelir. Ve harekete geçerek aldığı görevi yerine getirir. Katillerden birisi yaralı olarak Antep’e kaldırılmıştır. Ama Kemal’in elinden kurtulamaz. O da cezasını kaldırıldığı hastanede bulur.
Halil yerde yaralı halde ‘kahrolsun sömürgecilik’ sloganı atarken kafasına son kurşunu sıkan polis Ekrem’in tayini Suruç’a yapılmıştır. Ona da orada ulaşır ve hak ettiği cezayı verir.
Kemal aldığı bu görevi tamamladıktan sonra Antep’e dönüştü. Birkaç ay geçmiş geçmemişti, Antep-Maraş karayolunda arabada üç arkadaşıyla birlikte yakalandı. Bir kader gibi ikinci yakalanması da araba içindeyken gerçekleşti. Önce Adana kapalı cezaevine konuldu. Bir süre sonra Urfa’da hakkında açılan soruşturmalar nedeniyle savcılığın talebi üzerine Urfa E Tipi cezaevine nakledildi.
Kemal yakalandığında üstünde yine bir tabanca vardır. ‘Silah benim’ demişti. Bu seferki yeni ve temizdi. Ama pahalı bir silahtı. Arjantin 14’lüsü dediğimiz bir tabancaydı. Kemal’in bir işte çalışmadığı halde böyle bir silaha sahip olabilmesi, satın alabilmesi imkânsız görünmekteydi. Bana Urfa cezaevinden selamlarıyla birlikte bir de mesaj göndermişti. Gönderdiği mesajda ‘mahkemede silahı senden aldığım 4500 lira borçla satın aldığımı söyleyeceğim. Talimatla ifaden alındığında beni doğrularsan işe yarayabilir’ demişti.
Ama Kemal mahkemeye çıkmadan dışarıya çıkmayı başarınca buna gerek de kalmadı. Kemal ikinci kez firar etti. Ben o gün Antep’teydim. Cuma arkadaşla buluşmamız gerekiyordu. Gecikti. Akşam hava karardıktan sonra nihayet Abdullah Hoca ile kaldığım eve ulaştı. Kemal’in firar etmesinin verdiği sevinç ve moral yüzünden okunuyordu.
Antep’te geceleri damda yatmak gibisi yoktur. Antep’in damlarında uykunun tadına doyamazsınız, hele de sohbetlerine hiç doyamazsınız. Üçümüzün de yatakları yan yana dama serilmişti. Cuma arkadaş aramıza girdi. Kemal’in kaçışının yarattığı sevinci hala sindirememiştik. Cuma arkadaş Kemal’in yaptığı son sürprizi gülerek anlattı. ‘Bize üç kişi çıkacağız dedi dokuz kişiyle çıkıp geldi. Herkesi arkasına takıp getirmiş. Neyse ki fazla sorun olmadı, herhangi bir kaza bela yaşanmadı. Ulaşması gereken yere sağ salim ulaştı’ dedi.
Kemal PİR ile Diyarbakır zindanında aynı koğuşta bir kez daha buluştuğumuzda bu son firarın hikayesini ondan da dinlemiştim.
Kemal’de şeytan tüyü dedikleri herkesi kendisine çeken bir tılsım vardı. Urfa E Tipine getirildiğinde girip çıktığı bütün koğuşlarda dil ve düşünce gücüyle herkesi etkilemiş. Herkesle ilgilenmiş. Kısa zamanda mahkumların çoğunu ve birçok gardiyanı cezbedip kendisine bağlamış. Bu mahkumların arasında mutfakta çalışan, tek başına bir odada kalan yarı çatlak birisi de varmış.
Kemal zaten Urfa’ya gelir gelmez daha önceki mahpusluğunda ve Adana’da olduğu gibi nasıl firar edebileceği üzerine yoğunlaşmış. Mutfakta çalışan mahkûmun tek başına kaldığı odanın duvarının Cezaevinin Yarı Açık bölümünün bahçesine, yani ön boşluğuna çıktığını öğrenmiş. Keşif için gidip bakmış. İlk dikkatini çeken adamın odasındaki büyük elbise dolabı olmuş. Ona kaçmayı düşündüğünü burasının çok uyun olduğunu, dolabı karşı duvara yaslayarak arkasında önce bir kişinin geçebileceği genişlikte sıvayı kaldırmasını, tuğlaları kırmadan çıkartmasını, dış sıvanın patlamaması için çok ince, titiz, dikkatli çalışması gerektiğini, aksi halde her şeyin mahvolacağını söylemiş.
Bizim mahkûm Kemal’in yaptığı planı kutsal emir gibi kabul etmiş. Kısa bir süre sonra ‘tamam her şey hazırdır’ diyerek dönmüş. Kemal’de firar eyleminin gün ve saatini planladığı gibi ziyarete gelen kurye üzerinden dışardaki arkadaşlara bildirmiş.
Firar anı gelip çattığında dolabı çekip duvarın içine gömülen battaniyenin üzerindeki alçıyı kaldırmışlar. Battaniyeyi çekip almışlar. Kemal bir bakmış, açılan delik daracık. Buradan bir insanın geçebilmesi mümkün değil. Bir kedi, bilemedin biraz daha büyükçe bir köpek belki geçebilirmiş, ama yetişkin bir insanın bu delikten dışarıya çıkabilmesi imkansızmış.
Kemal deşifre olur kaygısıyla bizim mahkûmun odasına gidip gelmemeye özen göstermek gerektiğini düşündüğü için daha önce hiç kontrol etmemiş. Etmediğine o anda pişman olmuş. ‘Hemen kapat şunu. Bu deliği iki, hatta üç katı genişlet. Dış sıvayı sakın ola patlatma’ deyip koğuşuna dönmüş.
Dışarda Kemal’i almaya gelen arkadaşlar beklemiş, beklemiş gelen giden yok. Daha fazla dikkat çekmemek için geri çekilmişler. Durum kendilerine bildirilinceye kadar meraktan çatlamışlar. En çok kaçış planının deşifre olması ihtimalinden korkmuşlar. Ta ki Kemal durumu dışarıya bildirene kadar.
Deliği genişletme çalışması ilkinden daha uzun sürmüş. Delik genişledikçe dış sıvanın patlama riski arttığı için bizim akıllı deli özenle çalışmış. Kemal’in beğenmediği bir iş çıkarttığı için her gün kendisine küfürler edermiş. Artık kendi kendisine günlük öğütler verir olmuş. ‘Bu sefer kesinlikle onun istediğinden de daha iyisini yapacağım. Hadi göreyim seni oğlum’ dediğini duyanlar olmuş.
Kemal içerde silahsız olamazdı elbette. Cezaevleri bin bir türlü oyunun, komplonun rahatlıkla döndürülebileceği mekanlardır. Suyun uyuduğu, düşmanın asla uyumadığı mekanların başında zindanların geldiğini Kemal’den daha iyi bilen olamaz. Dikkatlidir, tetiktedir. Sağlam karakterli yurtsever bir mahkûmu yakınına alır, onunla ilgilenip eğitir. O artık Kemal’in gözü-kulağıdır.
Bizim mahkûm gelip ikinci kez ‘tamamdır’ dediğinde Kemal en uygun zamanı kollar ve bu sefer gidip kontrol eder. Aynı hatayı ikinci kez yapmaz. Deliğin kesin sınırlarının ne kadar geniş olduğunu dokunarak görür. ‘Aferin tam da benim istediğim gibi olmuş’ der. Yaptığı işi Kemal’e beğendirmeyi başaran ‘deli oğlan’ın içi içine sığmaz. İri iri açtığı gözlerinin içi ışıl ışıldır. Dünyaya ışıklar saçarak bakar. Sevinçten dört köşe olmuştur.
Yeni bir kaçış planı ve tarihi belirler Kemal PİR. Dışarıya haber salar üç kişi geleceğiz der. Dışarda kendisini ve iki arkadaşını alabilecek bir taksi ayarlanır. Arabaya kadar onlara rehberlik edecek birisi de olacaktır. Bu bizim Kızıl Yıldız Ali’dir.
Kaçış saati gelir ve sadece dış sıvası kalmış duvarı patlatarak ilkin Kemal PİR çıkar dışarıya. Sadece onda silah vardır. Arkasından da diğer iki kişi gelecektir. Fakat evdeki hesap çarşıya uymaz. Deliğin açıldığını, arkadaşlarının kaçtığını gören mahkumlar dışarı fırlar ve Kemal’i takip eder. Yarı Açık Cezaevinin dış nizamiye kapısında silahsız memur görevliler bulunmaktadır. Elindeki çıplak tabancasıyla koşarak gelen Kemal’e engel olmayı akıllarından bile geçirmezler.
Kemal’in ardında neredeyse bir ‘orduyla’ dış nizamiye kapısından çıktığını gören Ali Çiçek önce afallar. Üç kişi beklerken bunun üç katı firariyi görünce haliyle şaşırmıştır. Ta ki Kemal ‘ne bakıyorsun koş önümüzden yolu göster’ dediğinde şaşkınlığını üstünden atabilir. Ve var gücüyle koşarak onları arabanın beklediği noktaya ulaştırır.
Taş çatlasa beş kişiyi alabilecek binek taksi onları beklemektedir. Özgürlüğe ulaşma umudunun verdiği güçle koşan mahkumlar hemen hemen aynı anda arabanın yanına ulaşırlar. Üst üste binerler. Araba hınca hınçtır. En arkadan gelen bir kişi yerde kalmış, araba hareket etmiştir. Arabaya binemeyen mahkûm avazı çıktığı kadar bağırır. ‘Kemal abi, Kemal abi ne olur, elini ayağını öpeyim beni bırakma’. Kemal şoföre ‘durdur arabayı, o insanı da alacağız’ der. ‘Yer yok alamayız, çok tehlikeli, riskli’ itirazları yükselir şoförden. ‘Duracaksın’ der Kemal. Mecbur durdurur arabayı. Onu da alırlar.
Belli bir yerden sonra Kemal’i ikinci bir araç beklemektedir. Kemal mahpus arkadaşlarından ayrılır kendi yoluna koyulur. Ver elini hudut, ver elini Filistin…
Sanırım aynı gün terk eder Türkiye’yi ve Filistin’e ulaşır.
Önderlik Filistin’deki ‘eğitim kampından sen sorumlusun’ der. Gönderdiği üç yüz kişi gelsin talimatına rağmen yurt dışına sınırlı sayıda arkadaş çıkartılmış olsa da tasarladığı gibi gerilla savaşı için hazırlık yapmaktadır. Kemal’in alana ulaşması elini rahatlatır. Günlük yaşam, eğitim ve kamp alanındaki Filistinlilerle ilişki Kemal’in sorumluluğundadır. Kemal artık orada Ebu Ali’dir.
Rusya’da kalmış, eğitim almış Filistinli askeri eğitmen Kemal’e çok bağlanır. Her fırsatta hayranlığını belli eder. Elbette sebepsiz değildir. Kemal ve arkadaşlarının eğitimdeki duruşları, hırsları, arzulu ve istekli gayretleri onu etkiler. Sadece bu da değil. Kemal, askeri eğitmene talim sonrası yapılan banyoda ilk sıranın Filistinlilerde olmasını söylemiştir. Kısa süre sonra bunun nedenini anlar. Filistinliler bir kere kullandıkları sabunları ve çamaşırları atmaktadır. Kemal ve arkadaşları ise kendilerine verilen sabun ve çamaşırları kaldırırlar. Ülkeye dönüşte lazım olacaktır. Onun yerine Filistinlilerin attıkları sabunları kullanırlar. Çamaşırları toplarlar kaynatıp temizleyerek kurutur ve kullanırlar. Askeri eğitmen, Ebu Ali ve arkadaşlarının bu davranışından çok etkilenir. ‘Eğer böyle yürümeye devam eder, bizim gibi bolluğa ulaştığınızda yozlaşmazsanız siz kesinlikle devrim iddianızda başarılı olursunuz” der.
Kemal PİR, Kesire ile aynı alanda kalmayı içine sindiremez. Ondan hiç haz etmemektedir. Önderliğe saygısız yaklaşımından ötürü onu ortadan kaldırmayı bile düşünmüştür. Hakkında bu kadar olumsuz düşündüğü birisi ile aynı mekanlarda kalacak kadar mezhebi geniş değildir. Önderliğin hatırına bir süre tahammül eder. Ta ki Beyrut’ta bir hareketin temsilcileriyle görüşmek için randevuya onunla gitmek zorunda kaldığı ana kadar.
Beyrut’un ana caddelerinden birinde randevu yerine giderken bir genç koşarak gelir ve ağlayarak Kemal’in boynuna sarılır. ‘Kemal abi siz neredesiniz, ben üç aydır arkadaşları arıyorum. Sormadığım kimse, bakmadığım yer kalmadı’ der. Bu genç bulunduğu Mardin bölgesinde operasyonlar ve kitlesel tutuklamalar yapılınca ilişkisiz kalmış ve kendi inisiyatifiyle yurt dışına çıkmış bir parti kadrosudur. Kesir’e ‘bırak onu biz işimize bakalım, o nasıl olsa arkadaşlarla ilişki kurmanın bir yolunu bulur’ der. Kemal adeta şok olur. Kafasına çöküşen ‘Bir insan nasıl bu kadar duygusuz, bu kadar arkadaş, yoldaş sevgisinden yoksun olabilir?’ yollu düşünceler öfkeye dönüşür. ‘Lanet şeytana’ der ve kendisini bastırır. ‘En iyisi ülkeye dönmek, benim böyle duygusuz, sevgisiz insanla aynı yerde kalmam, birlikte çalışmam imkânsız’ der. Ama bundan daha önemli nedenleri vardır. Ülke burnunda tütmektedir. Pratiği, halk içine girmeyi, yoldaş canlısı arkadaşlarıyla bir arada olmayı, ille de şehit düşen yoldaşlarının, öğrencilerinin hayallerini gerçekleştirmek için dağlara sırtını yaslamayı deliler gibi özlemiştir.
Kararı kesindir. ‘Bizimki gelince onunla konuşacağım’ der. Önderlikle bir araya geldiğinde ‘Ben ülkeye döneceğim’ der. ‘Kalmalısın, birlikte çalışmalıyız, bana yardımcı olursun. Görüyorsun çok zorlanıyorum’ yanıtını alır. ‘Hayır! Bir devrimcinin işi devrim yapmaktır. Benim gidip devrim yapmam, devrimci mücadeleyi yükseltmem lazım. Burada yeterince arkadaş var’ der.
Önderlik ne dese ne söylese Kemal’in bir yanıtı vardır. Bir türlü kalmaya ikna edemez. Cuma arkadaştan yardım ister, ‘Git bizim deliyle bir de sen konuş. Senin eski arkadaşın, belki seni dinler. Tutturmuş illa da ben ülkeye döneceğim diyor, kendisini dayatıyor’.
Cuma arkadaşın çabaları da sonuç vermez. Kemal kararını vermiştir. Onu geri döndürebilmek artık mümkün değildir.
Hazırlıklarını yapar. Önderlik madem gideceksin o zaman ülkedeki bütün örgütsel, askeri, siyasi çalışmalardan birinci dereceden sen sorumlu olacaksın. Biz içeriye gereken talimatları ulaştırırız’ der.
Artık ülkeye dönüş anı gelip çatmıştır. Cuma arkadaş uğurlamak ve geçişini sağlamak için sınıra kadar onunla birlikte gelir. Vedalaşmadan önce Cuma arkadaş, ‘sakın bir daha yakalanmayasın Kemal, bu sefer kaçamayabilirsin’ demiş. Demesine demişte Kemal’in içinde hangi fırtınalara yol açtığını hiç bilememiş.
Kemal PİR Diyarbakır zindanındaki sohbette bu anı anlatırken gözlerini kimsenin erişemeyeceği uzaklara, bilinmez bir boşluğa dikerdi.
-‘İnan Meto dedi, Cuma böyle dediği anda içim cız etti. Yakalanacağım o an içime doğmuştu.’
‘Keşke önderliğin sözünü dinleseydin dedim, onun yanında kalsaydın. Keşke yakalanacağın içine doğduğu an “tamam gitmekten vaz geçtim” deseydin. Niye demedin ki?’
-Devrimcilik belasına dedi.
-Bizim mahallede biz bu durumlar için erkeklik belasına derdik dedim.
-‘Öyle olsun’ dedi.
Kemal PİR sınırı aşıp Kuzey Kürdistan’a geçmişti. Daha sınırı geçmeden önce bir daha arabaya asla binmeyeceğine dair kendisine ve galiba Cuma arkadaşa da söz vermiş. Nereye gitse ayaklarını kullanıyor. Medeniyetten uzak kalmadan yaşayamayacağını, medeniyete yaklaşınca bütün sihrin bozulacağını çok iyi anlamış. Saçlar, sakallar uzamış. Omuzunda tüfeği, sırtında çantası, belinde kütüklüğü dağ, taş, dere, tepe demeden Kürdistan’ı adım adım keşfetmeye çıkan bir derviş gibi o bölgeden bu bölgeye, şu eyaletten bu eyalete toplantılar yaparak netleştirme, güçlendirme, düzenleme, planlama çalışması yürütür.
Kızıltepe’nin Xurs köyüne gider. Alanı iyi tanıyan yurtsever bir köylü onu ve yanındakileri köyün çobanına götürecektir. Dağ, taş çobanı ararlar. Bir türlü bulamazlar. Çobanın yerini, yönünü tespit edebilmek için rehberleri çobana seslenir.
Seslenir ama, Kemal’in üzerinde nasıl bir iz bıraktığının hiç farkında değildir. Kemal, ‘Ya Meto dedi, adamın Şivanooo diye bir seslenişi vardı, tüylerim diken diken oldu. Bilesin ki bu Kürtçenin çok sihirli bir yanı var. O kadar derinden geliyor ki, dersin milattan önce bilmem kaçtan kalma. O ses hala kulaklarımda. Şivanooo, şivanooo! İnanır mısın sanki dağlar yerinden oynadı, dile geldi adama cevap verdi. Şivanooo şivanooo! Ama ne yankıydı! Hala aklıma geldikçe o ses orada asılı duruyordur diye düşünürüm.’
12 Eylül darbesinden birkaç gün sonra Kemal ile bir kez daha 7. koğuşta buluştuk. Yeni koğuşum artık 7. Koğuştu. Gözaltında işkenceden çıkıp cezaevine geldiğinde kendisine ‘tanıdığın kimse var mı seni onun yanına verelim’ diye sormuşlar. Kemal sorguda hiçbir şey kabul etmediği için bizi tanımazlıktan gelmiş ve Adana’daki davasında avukatlığını yapan Rüşhan Aslan’ı tanıdığını onun yanına gidebileceğini söylemişti. Cezaevinde durumun ne olduğunu bilmediği, cezaevinin polisle bağının bulunup bulunmadığı hususunda emin olmadığı için böyle davranmıştı.
Bir gece Rüşhan’ların orada kaldıktan sonra sabah bizim koğuşa getirdi arkadaşlar. Hayri, Mazlum arkadaşlarla altlı üstlüydük. Kafasında ve dirseğinde yaraları vardı. Kafatasındaki dikişler hala duruyordu. Çok zayıflamıştı. Ama Kemal, bizim eski Kemal’di. Hiç değişmemişti. Morali, coşkusu, çocuksu neşesi yerli yerindeydi. Mimikler aynı mimik.
Sanki dersiniz aylardır bizimle beraber yatıyordu. Oysa daha dün gelmişti. Mazlum ile satranca tutuştu. Tez canlıydı, aceleciydi çok düşünmeden hamleler yapıyordu. Sonrasını görünce hamle geri almaya kalkıştı. Mazlum bırakır mı? ‘Satrancın evrensel kuralları var, istediğin gibi onu değiştiremezsin hamle geri alınmaz’ dedi.
Kemal altta kalacak değil ya, ‘Kim demiş nerde yazıyor hamle geri alınmaz diye..’
-‘Bende kitabı var. Getirip sana okuyabilirim. En temel kurallardan birisi de hamlenin geri alınamayacağı üzerine’ deyince.
‘Cezaevindeki kuralara göre de geri alınır. Biz her zaman alıyorduk’ dedi.
Mazlum satranç kurallarının mekâna göre değişemeyeceğini söylese de Kemal alıştığı gibi oynamaktan yanaydı. Haliyle bu oyun oynanamazdı. Satranç bir kenara bırakıldı. Sohbetten iyisi mi vardı!
Kemal’in yakalanması bizi çok üzmüştü. Hiç yakalanmaması gerekiyordu. Hele de dışarda hareket o kadar zayıflamışken. Şahin Dönmez’in ihanetiyle Dersim-Elazığ-Bingöl zayıf düşmüştü. Henüz 12 Eylül darbesi olmadan Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman da yoğun operasyon ve tutuklamaların ardından güçten düşmüştü. O dönem itibariyle iyi kötü ayakta kalan sadece Antep bölgesiydi. Kemal’in gelişiyle bir toparlanma, güçlenme yakalanabilirdi. Ama Kemal yakalanmıştı. PKK’nin kadro gücünün beşte dördü içerdeydi. Darbenin ayak sesleri çok yakınlaşmıştı. Maraş katliamından bu yana hareket olarak ha bugün ha yarın diye darbeyi bekliyorduk. Gelişmelerin doğrultusu bunu işaret ediyordu. Darbenin olacağından emindik. Hareketimizin tespiti bu doğrultudaydı. Maraş Katliamı Üzerine Bir Değerlendirme adlı kitapçıkta önderlik bunu bir yıl öncesinden dile getirmişti. İmkanlar el verdiği kadar önlemler de almaya çalışmıştı. Ama kadro yapımızın, yani bizlerin amatörlüğü başa bela olmuştu. Düşmanı en azından gereği kadar ciddiye alma yaşansaydı bu kadar yakalanma, güç kaybetme yaşanmayabilirdi.
Alınan darbeler öyle basit değildi. Şimdi Mehmet Hayri Durmuş, Mazlum Doğan, Ferhat Kurtay, Sakine Cansız, Mustafa Karasu, Rıza Altun, Muzaffer Ayata ve onlarca bölge, eyalet sorumlusu içerdeydi. En son Kemal’in gelişi yaramıza tuz biber ekti.
Devam edecek…