Sosyalist öğretinin ve hatta toplumun bilimsel analizinin bizi getireceği bir nokta, kadın eksenli bir kurtuluş ideolojisinin büyük önem taşıyacağını önümüze koyacaktır.
Abdullah ÖCALAN
Partimizin de, sosyalizmin güncelleşmesiyle birlikte bu sorulara, çok ciddi eğilmesi temelinde salt Kürdistan’daki kurtuluşla sinirli kalmayıp; başta Ortadoğu olmak üzere dünyadaki yeni sosyal mücadelelere de, kadın boyutunda oldukça hem iddialı hem de yaratıcılığı içeren bir yaklaşım büyük önem taşımaktadır. Ve her şeyden önce bir kadın kurtuluş ideolojisinden bahsetmek gerekiyor. Biz bu ideolojiyi yaratma peşindeyiz. Böyle sıradan bir-iki olay, bir-iki eylemle, yorumlamakla bu işin altında çıkılamaz. Çok yoğun bir biçimde kadın kurtuluş ideolojisinin gelişimi sağlanmadan her-şey kendini kandırmaktan öteye gidemez. Ve inanıyorum ki, çok ciddi bir kadın kurtuluş ideolojisine ihtiyaç var.
Bu salt cins kurtuluşu anlamında bir ideoloji değildir. Sosyalist öğretinin ve hatta toplumun bilimsel analizinin bizi getireceği bir nokta, kadın eksenli bir kurtuluş ideolojisinin büyük önem taşıyacağını önümüze koyacaktır. Benim şahsen daha çok üzerinde yoğunlaştığım hususlardan birisi budur. Bu şüphesiz feminist bir yaklaşım değildir. Zaten ben kendim bir kadın değilim. Ama kadın boyutlu, kadın eksenli bir düşünme giderek bir ideolojiyi ve buna dayalı bir örgütlenmeyi geliştirmeyi oldukça önemli bulmaktayım. Savaş sorunlarına çözüm getirmekten tutalım özgürlüğe dayalı bir barışı mümkün kılmaya kadar böylesine bir ideolojik gelişmeye ihtiyaç vardır. Şimdiye kadar ki tüm ideolojiler erkek damgalı, erkek ağırlıklı ideolojilerdir. Şüphesiz sınıf boyutu vardır yine emperyalist sömürgeci boyutu vardır. Ama çok çarpıcı bir biçimde erkek egemenlikli boyutu da vardır. Bunu hiç kimse inkâr edemez. Her ne kadar topluma hâkim olan erkek egemenlikli yaklaşım, bunu yüzyıllardan beri sürekli gizlemişse de biraz, bilime saygı, biraz da kadının kurtuluşuna, dolayısıyla çok sıkı bağlantılı temelde de halk, bir halkın kurtuluşuna yüksek ilgi duyan birisinin bunu görmemesi mümkün değildir. Ve dolayısıyla düşüncesinde de kadın eksenli bir ideolojinin yaratılması gereğini önemli görür.
Herhangi bir devrimci akım hatta herhangi bir ciddi sosyal faaliyete girişmek istiyorsak; giderek kadınlık boyutunu esas alan bir ideolojik faaliyete şiddetle ihtiyaç vardır. Ben bunu burada fazla açmak durumunda değilim, zaten yeri de bura değildir. Kavram olarak, bunu ortaya atıyorum, bu kadın günü dolayısıyla. İkinci bir husus, şüphesiz bununla bağlantılı, demin söylediğim gibi bütün erkek ağırlıklı örgütlenmeleri tabi ki yoğun bir eleştiriye tabi tutmak gerekecektir. Sadece eleştiriye değil tabii, bunları giderek aşmak gerekecektir. Başka türlü savaşın sonu da gelmez, barış da olmaz. Bakin bütün militarist örgütlenmelere yüzde yüz erkeğin damgasını taşırlar. Orada tek bir kadının yeri, tek bir kadının dili, yüreği yoktur ve bunlar tepeden-tırnağa zorba örgütlerdir, şiddet örgütleridir. Dikkat edilirse, kadının en az olduğu veya hiç olmadığı bu yerlerdeki mekanizma şiddetin korkunç düzeyde geliştirildiği sistemdir. Bu da tabii görüşümüzü doğruluyor. Erkek egemenliğinin en fazla girişken olduğu kurumlar başta militarist kuruluşlar, demek ki müthiş savaş araçlarıdır. Yani barışın, yani yaşamın karşıtıdırlar.
Dolayısıyla erkek egemenlikli ideolojilere dayalı kurumları şiddetle eleştirmek gerekecek, eğer kadının kurtuluşunu istiyorsak. Bunun önemli bir parçası da ailedir. Aile de erkek egemenlikli bir kuruluştur. Ben burada yine fazla açmak istemiyorum ama bizim için çok önemli, özellikle Kürt toplumu açısından aile mutlaka gözden geçirilmesi gereken bir kurumdur. Bana göre aile, esas itibari ile erkeğin ve kadının düşüşünün en tehlikeli bir biçimde gerçekleştirildiği dipsiz bir kuyudur. Ne kadar düştüklerini ne kadar derine, karanlığa daldıklarını bilmezler. Bütün emperyalist-sömürgeci sistemlerin ve yine bütün özel savaş sistemlerinin kendisini gerçekleştirdiği zemin ailedir aslında. Bunu şiddetle gözden geçirmek gerekiyor, eleştirmek gerekiyor. Gerçekleşmiş olan aileyi inkâr ediyoruz veya aşmak gereğinden bahsediyoruz. Böyle bir kavram önem taşıyor. Aile içinde diktatörlük vardır, mülkiyet vardır, kadının her türlü haktan-hukuktan yoksunluğu vardır, acıları vardır, oldukça hor görülmesi vardır. Fiziki olarak her şeyden önce bitirilmesi vardır, herhangi bir ciddi talebi yoktur. Bunun için kadın duygusallığından bahsedersiniz. Bütün bu koşullar böyle olursa tabii kadın bağlanacak bir varlık olur. Sadece duyguları ile yaşayan bir varlık olur ve bu da tabii ki insan haklarına karşı en büyük saygısızlıktır, en büyük saldırıdır. Bu nedenle kadının kurtuluşundan bahsetmek istiyorsak, onu boğan bir kurumu -aile kurumunu- çok ciddi bir eleştiriden geçirme gereği var. Bu eleştiriyle birlikte geliştirilecek diğer bir kavram, kopuş kavramıdır. Bazılarımızı zorlamaktadır ama özgürlük ideolojisi açısından bunu açıklamamız gerekiyor.
Evet, tabii bu anlamda biz erkeği öldürmekten bahsettik. Kendimde gerçekleştirdiğim erkeği anlatmak da istiyorum. Kimseyi fazla suçlamamak ve töhmet altında bırakmamak için. Bu anlamda önce kendimi öldürdüm, diyorum. İster kadınlar üzülsün ister erkekler üzülsün, hiç umurumda değil. Bu benim için bir felsefedir, benim için bir ideolojidir. Ona göre yaşamaktan vazgeçemem. Kimisi büyük bir ahlaksızlıktır diyebilir, kimisi bilmem büyük bir sapıklıktır diyebilir. Onların görüşüdür. Benim onların görüşüne saygım var. Onların da benim görüşüme saygısı olması gerekir. Mevcut düzendeki erkekler gibi olacağına, ben erkeklikten nefret ediyorum. Böyle bir erkek olmayı büyük bir aşağılık, büyük bir düşkünlük olarak, büyük bir çirkinlik kaynağı olarak değerlendiriyorum. Öyle bir erkeklik altında bir kadınla olmak benim için işkenceden daha beterdir. Mümkün değil, benim böyle bir yaşantı içine girmem. Büyük düşüş diyorum ben buna, büyük baskı, bütün yalanların birbirleriyle buluşması. Bütün zayıflatan duyguların birbirleriyle buluşması… Bütün çirkinleştiren tavırların iç içe geçmesi.
Tabii hemen bu konuda benim sık sık işlemeye çalıştığım diğer bir husus, geneli de ilgilendirebilir. Daha çok Kürtler için somutlaştırmaya çalıştığım bir husus. Yeni bir aşk teorisidir. Kürtler için bir savaşı geliştirirken, diyeceksiniz bu aşk nerden çıktı? Şimdi gerçekten en az aşk kadar zor bir olay olduğu karşıma çıkıyor. Kürt aslında sevgiden de çok yoksun bırakılmış bir halkı temsil ediyor. Sevgi kurutulmuş, sevgi katliama uğratılmış. İnanılmaz düzeyde tabii! Aslında aydın geçinen bazı insanlarımız var. Aydınlar bildiğiniz gibi sanatla bilmem edebiyatla uğraşıp sözüm ona insan yüreğini yorumlamaya çalışırlar. Maalesef Kürt söz konusu olduğunda, aslında hiç tanımamışlardır. Kürdün yüreği nerede, ne zaman bitmiştir? Var olan Kürt’teki yürek kimin yüreğidir? Bu duygu kimin duygusudur? Varsa bir ruhu hangi yabancının ruhudur? Hangi uşak ruhudur? Hangi vicdansızlık, hangi çaresizliktir? Bunların açılması gerekiyor.
Aşksız yaşam olur mu veya sevgisiz yaşam olur mu? Olmayacağına göre katledildiğine göre peki biz bunu nasıl yaratacağız? Erkeklerimiz nasıl düşünüyor? Kadınlarımız nasıl düşünüyor? Ben acı duyuyorum, ben hatta iğreniyorum. Yani en başta kendi ailemi de eleştirdim. Bu temelde anam da kavga ettim, babamla da kavga ettim. Nasıl bir ailedir dedim? Ve sonra baktım tamamen toplumun bir hikâyesidir bu. Ama boyun mu eğelim, ama vaz mı geçelim yaşamdan, yaşamın tutkusundan, aşkından. O zaman nasıl olacak? Bakıyorsun tarihe, tümüyle elinden alınmış. Günümüzde yaşamak istiyorsun. Bayağı büyük tutkulu, büyük güzellik arayan bir kişiyim. Büyük bir güzellik arayıcılığım da var. Fakat nasıl elde edeceğim, nasıl yaşayacağım, nasıl kaba anlamda değil, yani maddi anlamda bunu söylemiyorum. Başlı başına bir ideolojik meseledir.
Gerçekten biz YAJK’ı niçin bulduk? Kadını öyle kaba anlamda savaştırmak için değil. Bu yanlış anlaşılmasın daha fazla öyle dışımızda ki erkeği de değil; içimizde ki erkeği hizaya getirmek için. Hizaya getirmek derken, onu biraz değiştirmek dönüştürmek
Şimdi zırnık kadar yaklaşımını değiştirmek istemiyor. Aşktan, duygudan bahsettim. En özgür kadın karşısında saygılı olmasını bile bilemiyor. Ben bu erkeği ne yapacağım? Benim biraz vicdanım var. Kızlarımıza bu erkekleri layık göremiyorum. Neden? Çünkü kaba cinsiyetliği desem, o da fazla yok karşımda. Çünkü kendi başına bela olmuş. Serseri mayın gibi kadının başında patlamak istiyor. Düşmana gücü yetmiyor. Ciddi bir eylem planı, örgüt geliştiremiyor. Yanı başındaki kadına suç yüklüyor, diyor; sen engel oldun savaşın önünde. Yaşamı çözemiyor. Duyguları fazla gelişmemiş, güdüleriyle birdenbire fırsat buldu mu yetkilerine dayanarak hıncını kadından çıkarmak istiyor. Şimdi bu ciddi bir sorun tabii. Bu erkeği dönüştürmemiz gerekiyor. Aldığımız en kaba tedbirlerinden birisi bu konuda YAJK’ı örgütlemek.
Bir kez daha bugün dolayısıyla tümüyle özgür kadınlarımızın hizmetinde olduğumu, yine başta analar olmak üzere, özellikle savaşan bütün yiğit kadın gerillalarımız başta olmak üzere, mücadele içindeki bütün kadınlarımızın insanı, erkeği olduğumu belirtiyorum. Sürekli saygı-sevgilerimi sunuyorum.