Parti, Halkı Kölelikten Özgürlüğe Taşıyan Köprüdür

0
159

İnsanımıza inanırım, güvenirim ve şimdiye kadar hiç bıkmadan, usanmadan bütün halkla uğraştım. Hemen herkese, yediden, yetmişe, kadın-erkek ayrımı yapmadan bir şeyler vermeye çalıştım. Bu, hiç şüphesiz gelişmeye de yol açmıştır.

Bütün bu işler halk içindir, onun başarısı ve özgürlüğü içindir, bunun dışında bir amacımız olamaz, yani halkın üstünde siyaset, halkın üstünde savaş diye bir derdimiz yok. Fakat sizin de sorununuz gerçekten özgürleşen bir halk yoluna girebilmedir veya özgürleşen bir halkın kendisi olabilmedir. Sizinle böyle konuşmak istemem, ama gerçekçi de olmak zorundayım. Benim en önemli bir özelliğim; insanlar arasında ayrım yapmadan, onların ciddi olmasını isterim, sözlerine bağlı kalmalarını isterim. Bu işin şakaya gelir yanı yok. Siz, eski toplumsal ölçüler ve anlayışlar içinde yaşamışsınız. Sizde ahbap-çavuş, senli-benli ve köylü anlayışlar oldukça egemen. Siyasi, hele askeri yönünüz fazla gelişmemiştir. Ahbap-çavuşluğu esas alıyorsunuz. Bize yaklaşımı bile, siyasi ve resmi yaklaşımdan ziyade dostluk yaklaşımı biçiminde ele alıyorsunuz.

Dostluk kötü değil, akraba, ahbap-çavuşluk da lanetlenecek şeyler değil, ama bunlar geri ilişki biçimleridir. Bunları aşmak gerekir. Yeni ve özgür bir halk olmayı birlikte düşünüp, tartışıp sağlamamız gerekir. Bunu kendimize yakıştırmamız gerekiyor ve buna kesinlikle ihtiyacımız da var. Biz, sizi özgürlük çalışmalarının dışında göremeyiz. Dediğim gibi bu savaş halk savaşıdır. Halkımızın kendisini mutlak yenileme ve özgürleştirme savaşıdır. Hatta siz bile parti çalışmalarını daha da güçlendirmenin yollarını bulmalı ve ona daha güçlü katılmayı kendinizde başlatmalısınız. Varsa yanlış, eksiklik üzerinde durmalısınız. Ben çok büyük bir çaba içine girmeme rağmen, halen kendimi çok şiddetli eleştirilere tabi tutuyorum.

Size nizam veren, biçim veren bir güç yoktu. Daha doğrusu bunu yapan düşmanın kendisiydi. Aslında düşman askeri gibi, düşmanın işçileri gibi geliştiniz. Bu durumunuzda suçlanacak bir şey de yok, fakat normal görmemek gerekir. Yani halkın uyanabileceğine, hatta her koşul altında önemli işler yapabileceğine güvenmek gerekir. Düşman, nitekim size şunu yakıştırmıştır: “Kırolar, hiçbir şeyden anlamazlar, süreriz, kullanırız, çalıştırırız. Bizim en iyi askerlerimiz, en iyi işçilerimizdir.” Tabii biz bunu yerle bir etmek istiyoruz. Bu ölüm fermanından daha ağırdır ve insana hakarettir. Biz, insanı insanların yüz karası yapan bir ölüm fermanına karşı çıkmak ve bunu yerle bir etmek istiyoruz. Ve kesin doğru olan da budur.

Şunu da söyleyelim ki; bütün çabalarıma rağmen öfkemi sınırlı bile olsa gidermiş değilim. Düşmanla bu kadar uğraşıyor ve savaşıyoruz, bu henüz küçük bir başlangıçtır. Neden? Çünkü, geliştirilen hakaret ve özellikle sizin kendinize yakıştırdığınız çirkinlik katlanılır ve yaşanılır gibi değildir. Ben yedi yaşımdan beri kendimi son derece bağımsız tutmaya özen göstermeme rağmen, halen de affedemiyorum. Neden bu yaşam, niçin bu yaşam, nasıl bir yaşam diye öfkelendikçe öfkeleniyorum. Halbuki büyük çözüm gücüm ve kendimi özgürce yürütme gücüm var, ancak buna rağmen öfkem dinmiş değil. Ama siz kendinize bakın, nelere katlanmışsınız, ne kadar göz yaşı dökmüşsünüz, ne kadar boyun eğmişsiniz, ne kadar el kapılarında yalvarmış, yakarmışsınız ve tabii bu nedenle de özgür düşünceniz, özgür eyleminiz, özgür kişiliğiniz fazla gelişme kaydedememiş.

Özgür bir halk olmak, öyle sanıldığı gibi basit bir mesele değil veya öyle ileride düşünülecek bir mesele de değil. Ekmek-su kadar ve hatta ondan daha öncelikli bir yaşam ihtiyacıdır. Aksi halde siz her türlü laneti, olumsuzluğu kendinize yakıştırmış olursunuz. Unutmayın ki size bir tokat atıldığında, bir küfür sarf edildiğinde isyan edersiniz. Ulusal düzeydeki küfür, hakaret öyle sıradan bir tokat, küfür değildir. Ölümcüldür, en ağır ve yerle bir edici tarzdadır. Tabii bunları bilmek gerekir. Bunları bilmeden siz, zaten birey olarak da kendinizi anlayamaz, nasıl yaşadığınızın bile farkına varamazsınız.

Bütün devrimciliğimi yaşadığım koşullara duyduğum tepkiye bağlıyorum. Belki okumuşsunuzdur. Anamın, üzerimde hak-hukuk iddia etmesine karşılık ‘sen ne konuşuyorsun, bir çocuğa karşı senin söyleyecek hiçbir sözün yok’ dedim. Ve bu anlamlı cevabı daha o zaman verdim. ‘Bir çocuğun eğitimidir, sağlığıdır, geleceğidir, bu konularda en ufak bir düşünceniz yok’ dedim. Doğrudur, bu hepiniz için geçerlidir. Sözüm ona çocuklarınızı seversiniz, sayarsınız ama, onların geleceğine ilişkin konularda kocaman bir hiçsiniz. Onun için ağlarsınız, sızlarsınız, neden? Çünkü çaresizsiniz.

Geleceğini iyi kararlaştıranlar, yolu-yöntemi iyi belirleyenler ağlamayı ve yalvarmayı bir yöntem olarak fazla benimsemezler. İşlerinin doğru sahibi olurlar. Nitekim, gelişmiş ulusları görüyorsunuz; onlarda hiç ağlama var mı? Son derece duyarlı uluslardır. Bütün işlerini son derece sağlam araçlara ve örgütlere bağlamışlardır. Ve son derece bilinçlidirler. Onlarda kaderini pamuk ipliğine bağlama var mı? Hiçbir zaman ağlamayı ve yalvarmayı bilmezler. Ama kendimize bakalım ne haldeyiz? Bu Allah’ın yaptığı ayırım değil, bizim kendi kendimize yakıştırdığımız lanetli durumdur.

Vermek istediğim, sizi biraz daha özgürlük gerçeğine ve savaşımına yakın hale getirmek, onun amacına ve onun duygusuna biraz kavuşturabilmektir. Çünkü yaşam bunsuz olmuyor. Sahte yaşamın, kendini kaybetmiş yaşamın metelik kadar değeri yoktur. Kürt eğer adam olacaksa, bu özgürlük adımına yaklaşmakla bunu sağlayabilir.

İşler bildiğiniz gibi yürümüyor veya kendi bildiğinizi uygulayarak başaramazsınız ve düşmanınızla başarıyla mücadele edemezsiniz. Bunun bir tarzı, bir temeli ve bir çok önemli nedeni vardır. Bunları yediğiniz ekmek ve içtiğiniz su kadar zorunlu bir ihtiyaç olarak görmelisiniz. Bu kadar gelişmişsiniz, bu soruları kendinize sorup cevaplandırmayı bileceksiniz. Ben belki de hepinizden daha yaşlıyım, ama buna rağmen on beş yaşındaki delikanlının heyecanıyla işlerin üzerinde duruyorum.

Bir provokatör vardı, Semir, “Apo sizi sizden çalıyor. Gençliğinizi sizden alıyor, görmüyor musunuz” diyordu. Aslında bununla şunu demek istiyordu; “Apo sizi TC’den çalmak istiyor.” Aslında bu çalma değil, sizi size kazanma hareketidir. Evet bir anlamda sizi sizden de çalıyorum. Ama köleliğinizi kaldırıyorum. Gafletiniz var, bütün uyarıcı ve bilinçlendirici çabalarımıza rağmen uyanamıyorsunuz. Ve bilinen taktik hamlelerle sizi saflara katmaya çalışıyoruz. Yani sizi kendinize kazandırma eylemi. Çalma değil, kazandırma eylemi.

Şunu demeye getiriyorum; bütün bunlar gerçek olmasına rağmen, bazılarının kulakları halen duymuyor ve yürekleri sızlamıyor. “Bize bu işler lüzumsuz, gereksiz” diyor. Ama senin durumun ortada! Kendini istediğin kadar sat, istediğin kadar sun, alan yok. Biçilen hüküm; her şey senin için ölümcüldür. Şimdi PKK tam da bu noktada devreye giriyor veya benim büyük yanım tam da bu noktada bu gidişata “dur” diyor. Nitekim zorluklara ben de katlanıyorum. Bütün ömrüm boyunca ister düşmana, ister dostluğa -ki hepsi de dayanılmaz boyuttadır- büyük bir tahammülle ve sabırla katlandım. Niçin? Biraz özgürlük işleri için ve yaşam fırsatını elde etmek için. Yani bir dosta, hatta sizlere bile katlanmam, biraz da işleri yönetmek içindir. Yoksa ne kadar öfkeli olduğumu herkes bilir, dostlar da bunu bilir. Düşman düşmandır, yapacağını yapar, dost da dosttur, ama kendileri zayıftır ve güçleri yok. Siz iyisiniz, hatta savaşçılarınız iyidirler, ama yetenekleri yok. İşleri fazla geliştirme güçleri yok. Buna rağmen katlanacağız. Yoksa ben niye bu kadar kendimi harcatacağım? Benim boynumun borcu mudur? Yalnız benim vazifem midir? Hayır! Bu, halkın işidir, herkesin işidir. Herkesin aynı sorumlulukla, aynı duyarlılıkla yaklaşım göstermesi gerekiyor. Kimse bana öğretmedi, emretmedi. Sen illa ulusal işler için şunu şunu yapacaksın demedi. Bu işin teorisini iğneyle kuyu kazar gibi buldum. Yine pratik adımlarını halen bu çabalarımla götürüyorum. Sorumluluk budur.

Düşman Genelkurmayı bile kendi günlük taktiklerini benim konuşmalarımdan çıkartıyor. Adam demir gibidir, ama bütün o taktikleri bizi okuyarak buluyor. Kocakarısı da, şunu da, bunu da bizi izleyerek bilinçleniyorlar. Bu düşünceler ve bu kişiliği geliştirme çabaları sizin içindir. Bunları yapamazsanız, yerin dibine girin. Ne diye yaşamaya çalışıyor, ne diye laflıyorsun, buna gerek var mı? Kendini bu kadar kötü bırakanın yaşamaya hakkı var mı? Bir düşman kadar kendi gerçeğine ilgisi yoksa ve üzerinde durmuyorsa bu en büyük alçaklıktır, ahlaksızlıktır.

Neden kendinizi bu kadar kötü bir durumda tuttunuz, hiç mi kendinize soru sormadınız, kendinizi nasıl insan yapacağınıza dair, bir ülke sahipliği, bir halk sahipliği, kişilik sahipliğini yapmak için hiç mi ilgi duymadınız? Düşman ufacık bir zil sesini çıkartsa, bir damla su akıtır mı, akıtmaz mı diye binlerceniz koşturursunuz. Ama altın gibi ülkeniz var, enerjinizi birleştirirseniz cenneti kurabilirsiniz. Bunun fakında bile değilsiniz. Çok kötü bir durumdasınız, bunları aşmak gerekir.

Benim sizi karşılamam bu gerçekler temelindedir. Siz saygılı, sevgili dostlar karşısında söyleyeceklerim biraz böyle. İnşallah şimdi biraz gelişme umudunuz vardır. Bazı gerçekleri gördünüz, herhalde akıllanma yoluna daha fazla gireceksiniz. Kendinizi, özgürleşen ve savaşan halk gerçeğine, onun bilinçlenmesine, örgütlenmesine, siyasi ve askeri ordulaşmasına adımlar atabilecek duruma getiriyor veya en azından bir başarı çizgisini çizme gereğini duyuyorsunuz. Bunun yanında bir çok özlü düşünceleriniz de şüphesiz gelişmiştir. Israrla buraya gelmek istediniz, hatta burada biraz şeref kazanmak istediniz. Biz de, kapımızı hemen sizlere açtık. Diğer güçler gibi değiliz. Sizi de, rahatlıkla halk ordulaşmamızın yoluna girebilirler diye kabul ettik. Ve hatta sizden umutluyuz, iyi bir savaşan olarak çıkarabilirsiniz. Bu çok kısa sürede de olsa, bunu sağlatabiliriz. Yeter ki kendinizi hızla gözden geçirmeye, sorgulamaya ve bazı temel kararları, temel adımları atmaya hazır hissedin.

Parti Önderliği

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz