Kalkan: Mevcut iktidarın politikaları hala Kürt karşıtıdır

0
8

Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Üyesi Duran Kalkan, “İşte herkes Meclis’e gidiyor, komisyon Meclis’te çalışıyor, orada görüşülüyor. Önder Apo da, heyeti de Meclis’e götürülmeli. Meclis’te yeteri kadar dinlenmeli, yeterince zaman verilmeli. Ancak böyle olursa komisyon doğru ve yeterli çalışmış olur, yaptıklarından sonuç ortaya çıkar. Ama böyle olmazsa; örneğin İmralı’da rehine sistemi sürer, görüşmeler bile yapılmazsa, Meclis çalışması ne olursa olsun, komisyon ne kadar çevreyi katarsa katsın, hep tek yanlı işler, tek yanlı gider. Dolayısıyla oradan sonuç çıkmaz” dedi.

Türk devletini yöneten AKP iktidarının politikalarının hala barış ve demokratik toplum sürecinin ruhuna, öz ve ilkelerine uygun olmadığını vurgulayan Kalkan, İmralı’da rehine sisteminin sürmesi ve Önder Apo’nun komisyon çalışmalarına katılmak için hazırlık yapma imkanına sahip olamamasını, hala Kürt karşıtı politikalar izlemesini ve ülke içindeki antidemokratik uygulamaları örnek göstererek eleştirdi. Kalkan, “Kürtlerle Türkiye Cumhuriyeti devleti barışıyor, Türk-Kürt kardeşliği öngörülüyor. Bunun gereklerine göre bir politika izlenmeli, strateji belirlenmeli, politikalar geliştirilmeli. Eski politikalar; çatışma, savaş, birbirini yok etme politikaları değişmeli yönünde bir ciddi değişiklik görmüyoruz” diye konuştu.

Kalkan, 11 Ağustos’ta şehit düştükleri açıklanan Nûreddîn Sofî ve Koçero Urfa’yı da andı. Her iki ismin mücadele içindeki rollerine dikkat çeken Kalkan, “HRK’den ARGK’ye, oradan HPG’ye uzanan gerilla süreçlerinin bütün birikimini temsil eden, Uluslararası Komplo’ya karşı direnişi en önde büyüten komutanlar oldular” dedi.

Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Üyesi Duran Kalkan’ın Medya Haber TV’de yayınlanan konuşmasının tamamı şöyle:

Öncelikle Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin mimarı Rêber Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Şunu da eklemek istiyorum: Tartışanlar, süreci anlamak isteyenler açısından bazı bilgilendirmeler yerinde olabilir. Yaklaşık bir aydır Önder Apo ile herhangi bir görüşme olmuyor. 25 günü geçti. Bilemiyoruz, İmralı’da durum nedir?

Halbuki sürecin gereği, yani İmralı kapılarının artık tümden açılacağı yönündeydi. Beklentiler öyleydi, değerlendirmeler öyleydi. Artık İmralı sistemi ortadan kalkacaktı; hem de bu kadar uzamadan. Fakat, bazı görüşmeler olduysa da böyle bir durum gerçekleşmedi. Komisyona bağlı olarak süreci değerlendirmek isteyenler, önce bu gerçeği bilmek durumundalar. Bunu dikkate almalılar. Çünkü bu durum görülmeden, Önder Apo üzerindeki rehine pozisyonunun hala devam ettiği bilinmeden yapılacak her türlü değerlendirme yanlış olur. Hatalı olur. Yapanları yanılgıya götürür. Dahası, bilgimiz de yoktur. Yani İmralı’da ne olup bittiği bilinmiyor.

Halbuki görüşme talepleri ülke içinden, dışından, kadınlardan, gençlerden, siyasetçilerden, aydınlardan, gazetecilerden, tüm toplumsal kesimlerden yoğun olarak geliyor. Herkes Önder Apo ile görüşmek istiyor, tartışmak istiyor, görüş alışverişinde bulunmak istiyor. Çünkü Önder Apo herkesin durumuna ilişkin görüşler belirtiyor.

Diğer yandan ise; demek ki Önder Apo’nun durumu, mevcut İmralı sistemi herkesi bu düzeyde ilgilendiriyor, etkiliyor. Herkes kendi yaşadıklarına dair bir parça şeyi bu sistem içinde görüyor. Aslında bir tür mücadele yürütüyor, özgürlük arıyor. Demokrasi istiyor, demokrasinin gelişmesini istiyor. Bunun gerçekleşmesini Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanmasında görüyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü gerçekleşmeden, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi ortadan kalkmadan sadece Kürtler için değil, Türkiye’nin tümü için de özgürlüksüzlük ve demokrasisizlik söz konusudur. Belli ki Orta Doğu ve dünya da bundan çok derinden etkileniyor. Dünyanın değişik alanlarında yaşayanlar, kendi özgür ve demokratik yaşamlarının önemli bir mihenk noktasını İmralı’da görüyorlar. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünde görüyorlar. Bu, gün gibi açık bir gerçek. Fakat bu durumda da herhangi bir değişiklik yok. Biz çok umutsuzluk, karamsarlık yaymak istemeyiz ama bilgi böyledir. Elbette dikkatle değerlendiriyoruz, takip ediyoruz, nedenlerini anlamaya çalışıyoruz.

KOMİSYON CİDDİYET GÖSTERİYOR

Bununla bağlantılı olarak oluşturulan Meclis Komisyonu’na gelince; sonunda bir isim takıldı. Normal oldu. Biz fazla bir şey demiyoruz. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, eğer gerçekten de kendisinden bekleneni, üzerine düşeni yerine getirirse, bu isme uygun davranırsa, önemli sonuçlar ortaya çıkarabilir. Komisyondan beklenti çoktur. Böyle bir komisyonun bu biçimde kurulmuş olması da önemli. Bütün partiler katıldılar. Siyaset arenasının yüzde 98’i temsil ediliyor deniliyor. Bütün partiler büyük bir ciddiyetle katılıyorlar. Biz elbette ciddi bir işle uğraşıldığını biliyoruz. Yeniden ifade etmemizde bir sakınca yok.

Komisyonun da mevcut durumu böyle bir ciddiyeti önemli ölçüde gösteriyor. Ciddiyetle oluşmuş, öyle davranan bir komisyon. Tabii komisyondan beklentiler çok. Talepler de çok. Şimdiye kadar belli bir çalışma da yürüttü. Yaptıklarını önemsiyoruz. Arkadaşlarımız da açıklamalarda bulundular. Anlam yüklüyoruz, değerli buluyoruz.

Buna dayanarak basında görüş belirten birçok arkadaşımız şunu söyledi: Devlet ciddi yaklaşırsa, Kürt sorununun çözümünü demokratikleşmeyle birlikte ele alır ve bu temelde hareket ederse; biz sürece stratejik yaklaşıyoruz. Ciddiyetle ele alıyoruz, takip ediyoruz. Bu temelde üzerimize düşenin gereklerini eksiksiz yerine getireceğiz.

Önder Apo zaten bunun güvencesi konumunda. PKK’nin 12. Kongre kararları bunu açık ortaya koydu. Örgütsel yapının feshedilmesi, silahlı mücadele stratejisinin sonlandırılması bu gerçeği açıkça gösterdi. Arkadaşlarımız da bu kararlılığı, net tutumu her defasında ifade ettiler, ediyorlar.

Şu ortaya çıkıyor: Kürt tarafı bir bütünlük halinde, meseleye ciddi ve stratejik yaklaşıyor. Üzerine düşen görevleri hiç kimseden bir şey beklemeden yerine getiriyor. Ama tabii Devlet Bahçeli’nin de dediği gibi, kuş tek kanatla uçmuyor. Bu işler tek taraflı olmuyor.

Meclis çok taraflı olmaya çalıştı. Bütün partileri kattı. Bu anlamda önemli, anlamlı bulduk. Şimdiye kadar yaptığı çalışmalar da normal, olması gereken düzeyde seyrediyor. Gündemleri, açılışı, son toplantılarda dinlediği çevreler, kişilikler normal, olması gerekenler. Bu da işin biraz ciddi ele alındığını gösteriyor. Bu bakımdan da önemsiyoruz. Daha fazla da olmalı.

BÜTÜN KESİMLERİN KATILIMINI SAĞLAMASI SÜRECİN BAŞARISININ BİR GEREĞİ

Aslında birçok çevre hep diyor ya; barış ve demokrasi toplumsallaştırılmak durumunda. Toplumsallaşırsa, bütün toplumu içine alırsa sonuca gider, başarılı olur, gerçekleşir. Meclis çalışmaları da ne kadar çok değişik toplumsal kesimleri dinler, görüşlerini alır, herkesi birleştirirse sonuca gider.

Yüzyıllık bir sorunu çözmek istiyor. Yüzyıldır bu sorundan kaynaklı yaşanmış çatışma durumunu gidermek istiyor. Bu çatışmanın ortaya çıkardığı acılar var, kan var, gözyaşı var. Bu durum bütün toplumu etkilemiş. Evet, Kürtleri biraz daha çok etkilemiş. Ama Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içinde yaşayan herkesi şu ya da bu düzeyde etkilemiş. Dolayısıyla bunları gideren bir barış süreci yürütülüyor. Barış, bunların giderilmesi anlamına geliyor. Ki çok yönlü çalışırsa, ciddi yaklaşırsa, bütün kesimleri katarsa başarılı olur. Bu anlamda da çabaları önemli, anlamlı. Bütün kesimleri dinlemesi, her kesimin katılımını sağlaması demokrasinin de bir gereği. Bu işin başarısının da bir gereği.

KÜRT TARAFININ BAŞMÜZAKERECİSİ OLARAK ÖNDER APO’NUN KOMİSYONA ETKİN KATILMASI GEREKİYOR

Tabii bununla bağlı olarak Önder Apo’nun dinlenmesi çok önemli. Bu baştan itibaren ifade edildi. Zaten böyle bir komisyon teklifi, talebi en önce Önder Apo’dan geldi. Değişik kişilikler, partiler de bunu dillendirdiler. Talepler arttı ve nihayetinde böyle bir komisyon ortaya çıktı. Önder Apo bu komisyon talebinde bulunurken, komisyonun kendisini dinlemesi gerektiğini de ifade etti. Yani söyleyeceklerinin olduğunu, komisyon çalışmalarına aktif katılmak istediğini belirtti. Zaten işin gereği o. Böyle olması gerekiyor. Bütün bu süreçlerin bir tarafı, Kürt tarafının baş müzakerecisi. Dolayısıyla Önder Apo’nun da makul bir planlama ve zamanlamayla ve yeterli düzeyde dinlenmesi gerekiyor.

Tabii sadece Önder Apo’nun da değil; baş müzakereci yalnız başına değil ki! Yani bir heyeti var. Bir tarafı temsil ediyor. Kürt tarafını, demokrasi tarafını temsil ediyor. Demokratikleşmenin mimarı, öncüsü. Bunun düşüncesini üretiyor, politikalarını ortaya koyuyor, çözüm yolunu geliştiriyor. İçte ve dışta herkes de bunu kabul ediyor, görüyor. Başka kişilikler, şahsiyetler, partiler de buna katılıyorlar. Ama Önder Apo’nun öncü ve belirleyici düzeyde bu işi yürüttüğü tartışmasız bir gerçek. Dolayısıyla  etkin olarak katılması gerekiyor. O bakımdan elbette koşullarının uygun olması lazım.

BAŞ MÜZAKERECİ AMA REHİNE TUTULUYOR, HAZIRLIK YAPAMIYOR

Şimdi bir aya yakındır hiç görüşme olmuyor. Baş müzakereci ama temsil ettiği kesimlerle görüşemiyor. Kürt toplumunun dinamikleriyle görüşemiyor. Örgüt lideri olarak rehine tutuluyor. Örneğin örgütüyle ilişkisi yok, görüşemiyor. Bir heyet oluşturamıyor. Yani hazırlık yapamıyor. Halbuki bütün bunların olması lazım. Önder Apo’nun dinlenmesiyle birlikte, aynı zamanda heyetiyle de dinlenmesi gerekli.

Bazıları diyor; “komisyon İmralı’ya gitmeli”. Ben onu da yadırgadım.

Önder Apo İmralı’da rehine konumunda kaldıkça komisyonun bir milim ilerlediğinden söz edilemez. Sadece konuşur durur. Bunu herkes bilmeli. Yani Türkçe ile konuşuyoruz, net de ifade ediyoruz. Kürt tarafı, örgütüyle, gerillasıyla, toplumuyla, silahlı-silahsız tüm direnme güçleriyle, kadınıyla, genciyle her şeyi net ortaya koyuyor. Her şey Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne bağlı. O özgürlük yönünde gelişmeler olmadıkça diğer söylemler, konuşmalar, yapılan işler bir iyi niyet çalışmasından öteye gitmez. Herhangi bir sonuç vermez. O bakımdan İmralı’ya gidilecek, aynı koşullarda rehin tutulan bir kişiyle görüşülecek. Bunun adı da barış görüşmesi, demokrasi görüşmesi olacak! Böyle olması mümkün değil. Böyle olamaz.

BAHÇELİ’NİN SÖZLERİ NEDEN PRATİKLEŞMİYOR?

Devlet Bahçeli ilk günden söylemişti. “Gelsin Meclis’te, DEM Parti grubunda konuşsun” demişti. Şimdi güzel konuşmalarına devam ediyor Devlet Bahçeli ama bunlar hep sözde kalıyor. Bahçeli’nin sözleri neden pratikleşmiyor? Neden pratikleşmemesi üzerinde durmuyor? Onu anlamıyoruz. Halbuki üzerinde durması gerekli.

ÖNDER APO DA HEYETİ DE MECLİS’E GÖTÜRÜLMELİ

Diğer yandan ise… İşte herkes Meclis’e gidiyor, komisyon Meclis’te çalışıyor, orada görüşülüyor. Önder Apo da, heyeti de Meclis’e götürülmeli. Meclis’te yeteri kadar dinlenmeli, yeterince zaman verilmeli. Ancak böyle olursa komisyon doğru ve yeterli çalışmış olur. Yaptıklarından sonuç ortaya çıkar. Biz bu temelde olduğu müddetçe buna inanıyoruz. Ama böyle olmazsa; örneğin İmralı’da rehine sistemi sürer, görüşmeler bile yapılmazsa, Meclis çalışması ne olursa olsun, komisyon ne kadar çevreyi katarsa katsın, hep tek yanlı işler, tek yanlı gider. Dolayısıyla oradan sonuç çıkmaz.

Bu niye böyle oluyor? İnsan bunun üzerinde düşünüyor tabii. Biz tabii devleti muhatap alıyoruz. Fakat devleti de iktidar yönetiyor. Mevcut iktidar politikaları hala barış ve demokratik toplum sürecinin ruhuna, özüne, ilkelerine uygun değil. İşte İmralı’da rehine sisteminin sürmesi buna uygun değil. Önder Apo’nun komisyon çalışmalarına katılmak için hazırlık yapma imkanına sahip olamaması buna uygun değil. Diğer yandan, ülke içindeki politikalar da buna uygun değil.

MEVCUT İKTİDARIN POLİTİKALARI HALA KÜRT KARŞITI

Birçok çevre değerlendiriyor. Topluma dönük şeylerde, siyasi partilere dönük yaklaşımlarda sadece Meclis’te bir komisyonda birlik sağlanabildi. O da Önder Apo’nun çabasıyla, demokratik inançla, demokrasiye yaklaşımla oldu. Yoksa iktidarın çabalarıyla fazla olmadı.

Dış cephede de, AKP politikalarında, iktidar politikalarında herhangi bir değişiklik yok. Böyle bir süreç gelişti. Kürtlerle Türkiye Cumhuriyeti devleti barışıyor, Türk-Kürt kardeşliği öngörülüyor. Bunun gereklerine göre bir politika izlenmeli, strateji belirlenmeli, politikalar geliştirilmeli.

Eski politikalar; çatışma, savaş, birbirini yok etme politikaları değişmeli yönünde bir ciddi değişiklik görmüyoruz. Mevcut iktidarın politikaları hala Kürt karşıtı. Hala Kürt’ün imkanlarını, gücünü yok etmeye dönük. Bu Suriye’de de böyle, Irak’ta da böyle, Avrupa’da da böyle, Türkiye’nin kendi içinde de böyle.

İşte somut örneği Suriye’de yapılanlar. Neredeyse Kürtler etkili olacak diye mevcut iktidar, Suriye’de demokratik birliği engelliyor. Bütün çevrelerin katılıp demokratik bir Suriye oluşturmasına karşı çıkıyor Kürtler de katılıyor diye. Örneğin uluslararası güçler devreye girdiler. Koalisyon güçleri, Paris’te toplantı yapılması öngörüldü. Hakan Fidan gitti; bir günde reddettirdi.

Herkes biliyor ki; Şara, Hakan Fidan’ın görüşleri temelinde Paris toplantısına katılmayacağını açıkladı. PYD Eş Başkanlık Divan Üyeleri açıklamada bulundular. Bunun nedeninin bir uluslararası platformda Kürt sorununun gündeme gelmemesi, Kürtlerin de haklarının uluslararası bir platformda görüşülmemesini sağlamak ya da görüşülmesini engellemek olduğu söylendi. Yani bu kadar Kürt karşıtı olan bir politika nasıl Kürt sorununu çözer dört parçada, Orta Doğu’da? Nasıl Türkiye’yi demokratikleştirir? Orta Doğu’nun demokratik gücü haline gelebilir? Böyle bir durum gerçekleşemez.

SİYASETTE ERDEMLİLİK, HATANIN GÖRÜLÜP KABUL EDİLMESİDİR

Bu her şeyden önce bir zihniyet olayı. Yine bu zihniyete bağlı politika geliştirme durumudur. Zihniyet ve politika değişimi şart. Fakat mevcut durumda bazı pratikler yapılıyor. Olumlu yönleri de var. Herkes izliyor, biz de takip ediyoruz. Fakat Kürt özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde henüz böyle bir zihniyet ve siyaset değişikliği gözükmüyor. Madem bu devleti yönetmek istiyorlar; Türkiye’nin devletinin de, partilerinin de her şeyden önce şunu ifade etmeleri lazım: Kürt halk varlığını kabul ediyorlar mı, etmiyorlar mı? Kürtler bir halk mıdır, değil midir? Bu halksa bunun demokratik hakları olacak mı, olmayacak mı? Hala bu net değildir. Dolayısıyla bu halk varsa o zaman yüzyıldır neden “yok” dendi? Biraz yüzleşmek gerekiyor bununla. “Yok” demek yanlış olmuştur, hata olmuştur.

Yani siyaset hata yapabilir. Siyasette erdemlilik, hatanın görülüp kabul edilmesi ve vazgeçilmesidir. Buna öz eleştiri denir. Ama bu yapılmak durumunda. Siyaset demokratik olacaksa bu şarttır. Demokratik siyasetin gereği yanlıştan, hatadan dönmek, eksiği düzeltmektir. Yoksa var olanı çeşitli kılıflar altında sürdürmeye çalışarak bir değişim, dönüşüm, demokratikleşme gerçekleşmez.

Bu bakımdan komisyona katılan partiler de tutumlarını koyuyorlar. Daha net de koymuyorlar. Bazı partiler açıkça koydular. Biz onları çok anlamlı buluyoruz. Önder Apo’nun süreçte oynadığı rolü ifade ettiler. Komisyonun mutlaka Önder Apo’yla muhatap olması, dinlemesi ve Önder Apo’nun komisyon çalışmalarına katılımını sağlaması gerektiğini ifade ediyorlar. Bunlar çok değerli, çok anlamlı.

AKP TUTUMUNU NETLEŞTİRMELİ; KÜRT VARLIĞI HAKKINDA NE DİYOR?

Ama bütün partiler için böyle değil. Özellikle iktidar partisi için böyle değildir. AKP tutumunu netleştirmeli. Yani zihniyetini ve politikasını netleştirmeli. Tayyip Erdoğan’ın 1990’lı yıllardaki zihniyet şeylerini açıklamak istemiyoruz. Bunlar konuşmalarda var, yazılı olarak var. O zaman söylüyordu. Birçok şeyi kabul ediyordu. Bizden daha radikaldi hatta. Ama şimdi gerçekten ne düşünüyor; kamuoyuna açıklamalı. Herkes bilmeli.

Yani Kürt halkı, Kürt varlığı hakkında ne diyor? Bu varlığı bir halk varlığı olarak kabul ediyor mu? Dolayısıyla komisyon çalışmalarını, bu halkın haklarını demokratik temelde sağlama ve kardeşliği, milli dayanışmayı buna göre gerçekleştirme olacak mı, olmayacak mı?

BU KADAR SÜRECE YAYMAK DA SÜRECİ HER YÖNE AÇIK TUTMAK ANLAMINA GELİYOR

Komisyonun ismi de öyle oldu. Ama bu konular henüz net değil. Yani denebilir ki, süreçle olur. Tamam, bilmiyoruz ama bu süreci başlatanlardan biri olarak Devlet Bahçeli de hep şunu söyledi: “Çok geç kalmamalıyız, acele olmalı” diye. İyi, sıkboğaz etmeyelim ama bu kadar sürece yaymak da süreci her yöne açık tutmak anlamına geliyor. Nereye gideceği belli olmayan bir süreç. Buradan her sonuç da çıkabilir yani. Tehlike var o zaman. O bakımdan aslında bu çok net ki; bir anlayış ve politika sorunu. Geçmiş anlayışın, zihniyetin, politikanın değişmesi, bu yönlü gelişmelerin olması gerekli.

Fakat şunu söyleyebilirim: Katılım var, bir duyarlılık oluştu. Dış dünyadan çözüm için daha net ve radikal talepler geliyor Önder Apo’nun rolü ve özgürlüğü konusunda. Kürt toplumu da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü kampanyasını yürütüyor. Daha etkili de yürütmeli. Asla gevşetilmemeli. Türkiye’ye de bu daha fazla yayılmalı. Komisyon çalışmalarına bu temelde de güç ve destek verilmeli. Yani toplum kendi taleplerini yüksek sesle, demokratik temelde ortaya koymalı ki, o zaman süreç doğru yönde gelişebilir. Bu eksiklikler, aksaklıklar giderilebilir. Engeller aşılabilir. Yani muğlak olan, netleşmeyen hususları mücadeleyle aşmak, netlik sağlamak ve süreci ilerletmek gerekiyor.

ÖZEL SAVAŞ SİSTEMİ SÜRÜYOR

Kürt karşıtı, antidemokratik zihniyet ve siyasette ısrar, İmralı’da rehine sisteminin sürmesini getiriyor. Irak’ta, Suriye’de, dünyanın dört bir yanında Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt karşıtı bir politika yürütmesini getiriyor. Aynı zamanda Kuzey Kürdistan’da, Türkiye’nin içinde de özel savaş sistemini derinleştirerek, yaygınlaştırarak uygulamayı, yürütmeyi getiriyor. Bu da neyi gösteriyor? Özel savaş sistemi sürüyor. Burada da herhangi bir değişiklik yok. Dedim ya, Suriye politikasında bir değişiklik yok. İşte deniliyor, “savaşa hazırlanıyor”. AKP’ye en yakın olan çevreler yazıyorlar. Hazırlık var, saldıracak. Dêrazor’da savaş olacak, Tişrîn’de savaş olacak. Kuzey Doğu Suriye üzerine Şam yönetimi saldıracak. Tabii Türkiye desteğiyle olacak. Bunu Türkiye hazırlıyor. Hem de herkesin gözü önünde bu hazırlıkları yapıyor.

İşte Suriye’de bunu yapan Türkiye, Kuzey Kürdistan’da da her türlü özel savaş uygulamasını sürdürüyor. Yani bir zihniyet ve siyaset değişimi yok. Demokratikleşmeye dönük adım atma yok. Halbuki demokrasi, AKP’ye zorla kabul ettirilecek bir durum değil. Kendileri yanlış oldu diyorlar, eleştirdiler. Bazı uygulamaları, yaklaşımları değiştirmek, düzeltmek istiyorlar. Bu bir anlayış sorunu, sistem sorunu, ona göre politika geliştirme sorunu. Eğer gerçekten demokrasiyi benimsiyorlarsa, antidemokratik yaklaşımlardan, diktatoryal merkezi siyasetlerden vazgeçiyorlarsa, bunu kendileri yapmaları lazım. Kendi çıkarları açısından doğru görerek yapmaları gerekli. Bunun için de birileriyle pazarlık yapmaya gerek yok. Birilerinin kendilerini zorlamasına gerek yok. Bunu zamana yaymalarına gerek yok. Hele, “Biraz pazarlık yapalım, biraz daha dışarıda Kürtlere karşı savaşalım, Kürt karşıtı olalım, içeride halk üzerinde baskı uygulayalım, ormanları yakalım, dağları yok edelim, kadınları katledelim, gençlik üzerinde özel savaşı geliştirelim, baskıyı, sömürüyü artıralım, işçiyi, memuru aç bırakalım, insanlar açlıktan inlesinler, hele sonra bakarız” denemez. Bunların hepsi suçtur.

ZİHNİYET VE POLİTİKA DEĞİŞİKLİĞİ OLMALI

Madem bunları suç görüyorsan, böyle politikaları antidemokratik görüyorsan, anında değişiklik yapman lazım. Zihniyet ve politika değişikliğinin gelişmesi gerekli. Ama dikkat edelim, böyle bir durum yoktur. Yani AKP uygulamalarında yok. Dışarıda örnekler gösteriyoruz. AKP’nin muğlaklığı devam ediyor. Her ne kadar güzel sözler söylemiş olsa da, AKP Genel Başkanlığı bu süreci üstlenmiş olsa da, devletin cumhurbaşkanı olarak, yine Meclis Başkanı güzel açıklamalar yapmış olsa da, o sözlere uygun bir politika içte ve dışta yok, demokratik yaklaşım yok, Kürt düşmanlığını değiştiren bir yaklaşım, anlayış ve politika yok.

Bu açık bir durum. Böyle bir durum gerçekten herkeste bir şey yaratıyor. Yani “Acaba?” sorusunu sordurtuyor, “AKP’ye güvenilmez” deniliyor. Mesela Kürdistan’da işte basın, her gün sokağa çıkıyor,  “Biz güvenmiyoruz” diyorlar. Güven yok. Halbuki güven de önemliydi yani. Çünkü yüz yıldır, son elli yıldır, yine kırk yıllık süren savaşta acıları toplumun hepsi yaşadı. Türkiye’de yaşayan herkes yaşadı. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, gençler, erkekler, herkes yaşadı. Herkes bundan etkilendi. O halde bunun aşılması, barışın sağlanması herkesi ilgilendiriyor, içine alıyor.

TOPLUM GÜZEL SÖZLERLE YETİNMİYOR, ALDATICI BULUYOR

Dolayısıyla da bunun olup olmayacağı herkesi ilgilendiriyor. Gerçekten de insanlar bu kadar uzun çatışmalı süreç yaşandıktan sonra tabii güven verici pratik adımlar görmek istiyor. Güzel sözlerle yetinmiyor. Aldatıcı buluyor. Kanmak istemiyor o sözlere. Yani pratiği gördüğü ölçüde inanacak. Sadece söz düzeyinde kalan şeyler, insanlar açısından inandırıcı olmuyor.

Bu açıdan da karamsar bir tavır çizmek istemeyiz ama AKP, gerçekten de bir devlet politikası haline gelmekte olan bu barış ve demokratik toplum sürecinin gereklerini yerine getirecek, Türkiye’de Kürt sorununun, Kürt halkının varlığı ve hakları temelinde çözümünü; buna dayalı Türkiye’nin demokratikleşmesini, Cumhuriyet’ten önce olduğu, daha önceki tarihsel süreçlerde yaşandığı gibi Türk-Kürt kardeşliğini yaratacaksa, bunun öncülüğünü yapacaksa, siyasi öncüsü olacaksa o zaman zihniyetini ve politikalarını değiştirmesi gerekiyor.

AKP sözcüsü çıkıyor, mesela Ömer Çelik; onun zihniyetinde bir milim değişiklik yoktur. Tek devlet, tek millet, tek dil… Tek, tek, tek, tek. Ulus-devletçilik faşizmdir. Ömer Çelik okusun, baksın “faşizm nedir” diye. Yani bu kadar faşizmi bu ortamda da dillendirmeye gerek yok. Onunla AKP ve MHP tabanını daha da fazla zehirliyor. Süreç karşıtı hale getiriyor. O zaman bu biçimde konuşan, propaganda yapan bir siyasetin barış getireceğini nasıl öngörebiliriz, değerlendirebiliriz? Bu gerçekten çok güven vermeyen bir durum.

Şunu söyleyebilirim ben. AKP bilmeli ki herkes görüyor. Yani kendi durumunu görüyor, biliyor. Yani şöyle diyebilir: “Zamana ihtiyacım var, bu işler bir anda olmuyor, zordur. Biz ciddi yaklaşıyoruz, adım adım ilerleyeceğiz.” Böyle denirse biz de anlam veririz buna. Ciddi yaklaşırız, önemli buluruz. Ama böyle de denmiyor.

İşte bakın, aslında diyorlardı, “Eylül’e kadar komisyon bitirecek bu işi”. Komisyon daha yeni toplantılar yapmaya başladı. Ağustos bitiyor, Eylül geliyor. Belli ki sürece yayılıyor. AKP böyle bir şey demiyor,  güya bir barış ve demokratikleşmeden yana tutumu varmış gibi izlenim veriyor. Ama bunu sözde yapıyor, kısmen yapıyor, çoğu zaman yapmıyor da. Zaten basın, zehir dilini kullanmaya devam ediyor. Diğer yandan ise politik uygulamaları içte ve dışta, eski o baskıcı, Kürt karşıtı, ulus-devlet tekçiliğini ifade eden temelde hiç değişiklik olmadan sürüyor.

KADIN KATLİAMLARI ERKEK EGEMEN ZİHNİYET VE SİYASETİN ÜRÜNÜ

Örnekler vereyim. Mesela bugün kadın örgütleri açıklama yaptı. 2025 yılının ilk yedi ayında egemen erkek zihniyeti tarafından katledilen kadın sayısı 167; katliama sürüklenen kadın sayısı 175. Yani her gün bir kadın katledilmiş, bir kadın da ölüme sürüklenmiş. Bunlar bizim tespit ettiklerimiz diyorlar. Kadın katliamı sürüyor. Erkek egemen zihniyet ve siyasetin ürünü. Kadınlar “erkek devlet zihniyetinin ve politikalarının uygulamaları” diyor. Devlet böyle bir egemen zihniyete sahip. İran’da da, Orta Doğu’nun diğer yerlerinde de benzer durumlar sürüyor. Kadın idamlarını peş peşe sıralamaya kalkıyor onlar da.

Şu görülüyor: Orta Doğu’da gerçekten de milliyetçilik ve dincilik bütün sorunların kaynağı. Milliyetçiliğin ve dinciliğin dayandığı kaynak da cinsiyetçilik. Erkek egemen zihniyet ve siyaset durumu, sistem gerçeği. Şimdi bunun devlet politikalarından bağımsız olduğu, AKP iktidarının yürüttüğü politikalardan ayrı olduğu düşünülebilir mi, değerlendirilebilir mi? Hayır. Zaten hiçbir kadın öyle düşünmüyor. Kadın örgütleri, haklı olarak, doğru olarak devletin politikası olarak görüyor, iktidarı sorumlu tutuyorlar. Şimdi bu kadar kadın katliamı yapacaksın ama barış ve demokratik toplum süreci yürüteceksin. Bunun anlaşılır, yani doğru bulunur bir yanı yok. Bu böyle olmaz. Her gün kadın katliamının yaşandığı bir yerde demokrasi olmaz. Hele hele demokrasinin sözü bile olmaz. Onun nasıl bir katliamcı, egemen zihniyet olduğu, siyaset olduğu, rejim olduğu açıktır.

UYUŞTURUCU KULLANMA YAŞININ 6-7 YAŞINA İNMESİ UTANILACAK BİR DURUM

Bunlar özel savaş uygulamaları. Her gün bilgiler geliyor. Yani toplumun içerisinde çürüme çok ileri düzeyde yayılıyor ve hepsi özel savaş kaynaklı, iktidar ve devlet politikalarına dayanıyor. Kürdistan’da uyuşturucu kullanma yaşı, çocuk yaşa indirilmiş. Yedi yaşına, altı yaşına kadar düşmüş bunlar. İstatistiklere çıkıyor, çeşitli kurumlar inceliyorlar, kalkıyor söylüyorlar da. Utanılacak bir durum. Yani gerçekten de burada konuşmaktan da, dile getirmekten de utanç duyuyoruz. Bu nasıl olabilir böyle? İnsanlık bu kadar nasıl kendisini yok edebilir? Bu ne biçim bir zihniyet? Bu ne biçim bir politika? Nasıl insan kendine böyle düşman olabilir, kendi geleceğini yok edebilir?

Gençlik için yine böyle… AKP’liler daha önce demişti “Dağa çıkacağına, savaşçı olacağına bilmem ne olsun.” Bunları toplum unutmuyor. Hiç kimse unutmaz. Ama AKP gerçekten de bu zihniyeti ve bu politikayı değiştirdi mi? Görmemiz lazım. Öz eleştiri vermesi gerekli. Tutumunu, yeni tutumu varsa açık ortaya koyması lazım. Koymadığı müddetçe var olan geçerli demektir yani.

O TOPLUMUN, O DOĞANIN AHI, ONUN PARASINI YİYENLERİ İFLAH ETMEZ

Şimdi hiç benzeri yaşanmamış bir toplum katliamı yaşanıyor. Önder Apo demişti toplum kırımı. Kürdistan’da soykırım oluyor. Türkiye’de, bütün dünyada toplum kırımı var. İnsanlık kırımdan geçiriliyor. Sadece insan değil. Aynı şekilde doğa da kırımdan geçiriliyor. Yakılıyor, kesiliyor. Kürdistan’da son yıllarda Botan’dan, Amed’den Dersim’e orman bırakılmadı. Bütün kutsal kitapların cennet olarak tanımladığı bu coğrafya, şimdi cehennem alevleri içerisinde yanıyor mevcut iktidar politikalarının sonucunda. Bunu hep birlikte görüyoruz.

Geçmişte diyorlardı, savaş var da ondan oluyor? Şimdi o da yok ama yine yanıyor. Yine ağaçlar kesiliyor, orman yok ediliyor. Yaşam bunlar üzerindedir. Su, hava, toprak, var olmanın, yaşamanın kaynakları. Bunların hepsi yok ediliyor. Kıyamet koparılıyor yani. Aslında kıyamet denen sürece gidiş yaşanıyor. Bu Kürdistan’da da, Türkiye’de de yapılıyor. Dünyayı bu hale getirdiler. Azami kar için, maddiyat için, bir avuç altın için bir dağı yok ediyorlar. Biraz enerji için bir vadiyi yok ediyorlar.

Sadece orman yakımı da değil; barajlardır, maden aramalardır. Yani Türkiye’de de, Kürdistan’da da yaşam kaynakları kurutulur hale geldi. Hiçbir dönemde bunlar yaşanmamıştı. Dünyanın diğer yerleri betonlaşmış olarak şey ediliyordu ama örneğin Kürdistan, Türkiye böyle görülmüyordu. İnsanlar Avrupa’dan, diğer yerlerden geliyorlardı; doğayla, suyla, havayla bütünleşiyorlardı, turistik geziler yapıyorlardı. Şimdi o turist çeken yerler, aslında yaşamın yok edildiği, bütün canlıların yok edildiği alanlara dönüştürüldü, dönüştürülüyor. Hiç kılı kıpırdamıyor, engellemiyor bunu. Havalar ısınmış deniliyor. Evet, niye ısındı? Azami kar için, para için ısındı. Rant için yapılıyor bütün bunlar. Odunları kesiyor, satıyor. Onun parasıyla yiyorlar. Zıkkım olsun, haram olsun onu yiyenlere! Boğazlarında kalır! O toplumun, o doğanın ahı, onun parasını yiyenleri iflah etmez. Biz o inançtayız, kim ne derse desin.

İNSAN VE TOPLUM YAŞAMI DEVLETLERİN, İKTİDARLARIN İNSAFINA BIRAKILAMAZ

Sonuç olarak şunu diyeceğim. Bütün bunlar mevcut halde sürüyor. Bir yandan komisyon çalışıyor, barış ve demokratik toplum süreci ilerliyor. Evet, ilerliyor ama bir yandan da bunlar yaşanıyor. Şimdi bir anda yok edilemez, durdurulamaz denebilir. Durdurulamaz da durdurmak için bir yaklaşım olur, plan olur, politika olur, çaba olur. Bunlar yok. Dolu dizgin gidiyor bütün bu uygulamalar. Hiçbir önleyici, değiştirici şey görülmüyor. Toplum bunu yaşıyor, görüyor. Açlık sınırında işçiler, işte şey alamıyorlar toplu sözleşme görüşmelerinde. Grev de yapamaz haldeler. Her türlü baskı var üzerlerinde. Yani cennet vatanda açlıktan ölüm sınırına gelinmiş; böyle bir durum var.

Bunu yapan iktidara elbette ki güven olmaz. Ama şimdi sorun şöyle: Bunları böyle tespit edip söylemek de yeterli değil. İktidar bunları yapmıyor diye eleştirmek de yeterli değil. Kuşkusuz teşhir etmek, şifre etmek lazım. Sorumlu onlardır. Yapanların maskelerini düşürmek lazım. Ama sadece söylemekle de yetinmemek gerekiyor.

Ne lazım? Bunlar onların şeyi değil ki! Bu vatan, bu hava, bu su, bu toprak hepimizin. Burada hepimiz yaşıyoruz. O halde insan ve toplum varlığı, yaşamı, devletlerin, iktidarların insafına bırakılamaz. Bu kadar merkezileşmiş iktidar sahipleri, kendi azami karları için, kapitalist, endüstriyalist yaklaşımları için böyle bir doğayı, toplumu yok etmelerine karşı sessiz kalınamaz. Mücadele gerekiyor. Bunlara karşı daha aktif, daha örgütlü, daha planlı mücadele lazım.

Kadın hareketleri önemli bir mücadele geliştiriyorlar. Kuşkusuz daha çok olmalı. Daha fazla kadınlar katılmalı. Sadece kadınlar değil. Yani bu egemenliği uygulayan erkeklerdir. Erkekler buradan ders çıkartarak biraz demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi yaklaşım gösterebilmeli. Biraz değişim, dönüşüm yaşayabilmeli. Bu kadar antidemokratik, baskıcı, kadın üzerinde egemenlikçi olurlarsa, hiçbir zaman kendileri özgür ve demokratik bir yaşama ulaşamazlar. Diğer yandan bu özel savaş yaklaşımlarına, doğaya saldırılara karşı bütün toplum karşı durmalı.

Parça parça mücadeleler var. Ben bütün bu mücadeleleri, kadın mücadelelerini, gençlik mücadelelerini, toplumun kadın katliamlarına karşı, toplum kırımlarına karşı, doğa kırımlarına karşı yürütülen mücadeleleri selamlıyorum. Başarılar da diliyorum. Çok önemli buluyorum.

Çok geliştirilmesi gerektiğini vurguluyorum. Yani bu bizim için her şeydir. Bu dönemin en temel sorunu bu. Böyle olması gerekli.

GENÇLİK HERKESE ÖNCÜLÜK ETMELİ; APOCU KİŞİLİK NASIL OLUR, İNCELEMELİ

Zaman zaman gençlik örgütleri de bu yönlü açıklamalar yaptılar. Örneğin gençliğe dönük özel savaş saldırılarına karşı, fuhuşa, uyuşturucuya, bu kötü alışkanlıklara karşı mücadele etmek üzere kampanyalar düzenlediler. Önemliydi. Bazı eylemler yaptılar, çıkışlar yaptılar ama belli ki uzun süreli olmuyor, sonuç vermiyor. Demek ki çok planlı ve örgütlü değil. Kesik kesik oluyor, derinleşmiyor, sürekli kazanmıyor. Dolayısıyla sonuç vermiyor. Gençlik buradan ders çıkarmalı. Böyle olmaz. Saman alevi gibi yanıp sönen bir yaklaşımla yürütülen mücadeleden sonuç çıkmaz. Bir atımlık barutla bir yere gidemeyiz.

Ne gerekli? Sürekli, bütünlüklü, örgütlü, planlı, sonuç alıcı bir mücadele gerekli. Apocu tarz bu. Önderlik tarzı bu. Bir de böyle bir mücadele yürütmek için gençlik herkesten daha çok duyarlı olmalı, bilinçli olmalı, örgütlü olmalı. Kendine yönelik saldırılara değil, doğaya yönelik saldırılara karşı da, kadına yönelik saldırılara karşı da, bütün özel savaş saldırılarına karşı da öncü düzeyde mücadele etmeli. Herkes etmeli ama gençlik herkese öncülük etmeli. Başka türlü olmaz ki! Böyle olamaz.

Apocu gençlik nasıl olabilir; Önder Apo gerçeğini bir incelesinler. Bunları en sert bir biçimde eleştiriyor Önder Apo. Apocu kişilik nasıl olur? İşte PKK, fedai, militan kişiliği dedik. Birçokları şöyle böyle propaganda ettiler. İncelesinler. Apocu kişilik kendine zarar vermez, doğaya zarar vermez, insana zarar vermez. Yaşama zarar veren hiçbir şeyi yapmaz. Hep yaşamı doğru yaşar, doğru anlar, güzellikler geliştirir. Böyle uyuşturucu yanı başında olacak da sessiz kalacak, şu bu… Önder Apo karınca ezmez, ot incitmez olarak tanımladı kendisini. Sigara içmeye bile “kendini zehirlemektir” diyor. Apocu kişilik sigara bile içmiyor. Apocu düşünce öncülüğünde bu kadar mücadele gelişecek, onun gençliği yetişecek ama bunları bilmeyecek, bu temelde kendisini örgütlü kılmayacak, buna karşı olan yaşam tarzlarına karşı mücadele etmeyecek. Yanı başında, mahallesinde, sokağında, okulunda bunlar yaşanacak; sessiz kalacak. Öyle Apocu militanlık, öyle Apocu gençlik olmaz.

O halde demek ki AKP’nin mevcut topluma dönük özel savaş politikaları karşısında da sürecin doğru yürütülmesi, sonuç vermesi için hepsini Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne bağlama temelinde mücadele etmek lazım. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü isteme temelinde bütün bu doğa karşıtı, insanlık karşıtı, kadın karşıtı, özgürlük ve demokrasi karşıtı zihniyet ve politikalara karşı etkin, aktif mücadele etmek lazım. Süreç böyle yürür, sürecin başarısı böyle gerçekleşir.

Hep şunu söyledik: Bu süreç durup beklemeyle, bir yerden istemeyle elde edilecek, sonuca götürülecek bir süreç değil. Mücadeleyle kazanılacak, hem de dişle tırnakla söküp alınacak. Doğru, yerinde, etkili mücadeleyi kim yürütürse de o kazanacak.

O halde biz doğru mücadeleyi yürütmeliyiz, yeterli mücadeleyi yürütmeliyiz ve sonuçta kazanan olmalıyız.

GERİLLA SÜREÇLERİNİN BÜTÜN BİRİKİMİNİ EN ÖNDE BÜYÜTEN KOMUTANLAR OLDULAR

Ben öncelikle Sofî Nûreddîn, Koçero Urfa ve Bahtiyar Gabar yoldaşları saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Yine bugün ilan edildi, Argeş Serhed hem bir gerilla hem de bir özgür basın emekçisi. Mücadele içerisinde yaralanmıştı, şehadeti ilan edildi. Argeş Serhed’i de saygı ve minnetle anıyorum. Özgür basın camiası, inanıyorum kalemini yerde bırakmayacak, acısını daha doğru ve sonuç alıcı mücadeleye dönüştürecek.

Gerilla, şehitlerine her zaman sahip çıktı. Eylemini, şehitlerinin anısını yaşatma ve intikamlarını alma mücadelesi olarak geliştirdi. Kendisini bu temelde var etti, güçlendirdi. Bu şehitlerini de bu temelde sahiplenecek. Sahipleniyor da zaten. Komutanlarını da, yoldaşlarını da sahiplenecek.

Değerlendirmeler yapılıyor, her yerde anmalar oluyor; daha fazla da olmalı. Halk gerçekten de bu Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele döneminin gerilla komutanını saygıyla, sevgiyle anmak üzere her alanda anma törenleri düzenliyor. Sofî Nûreddîn böyle bir kişilikti.

Koçero Urfa da bu dönemin önde gelen komutanlarındandı. Sofî Nûreddîn’in komutanlığını yaptığı karargahın üyelerinden birisiydi. Apollo Akademiler Komutanlığı’nda uzun süre çalıştı, eyalet komutanlıkları yaptı. Gerçekten de HRK’den ARGK’ye, oradan HPG’ye gelen gerilla süreçlerinin bütün birikimini, Uluslararası Komplo’ya karşı mücadelede gerilla direnişini en önde büyüten komutanlar oldular Sofî Nûreddîn ve Koçero Urfa yoldaşlar.

Bu yoldaşları otuz yıl önce tanıma imkanı buldum ben. Onlarca yıl beraber çalıştım. Her koşulda, zorluklarda, imkanlarda, acıda, sevinçte hep birlikte olduk. Her zaman büyük güç ve destek verdiler yoldaşlarına. Biz de böyle bir güç ve destek aldık.

1995 yılında Zagroslar’da tanıdım her iki arkadaşı da. Yıl ortasında, bir ağustos sürecinde Koçero Urfa arkadaşı tanıdım. Zagroslar’da faaliyet yürüttü, başka alanlarda yürüttü, Apollo Akademiler Komutanlığı’nda çalışma yürüttü. Komutanlıkta, Garê alanında komutanlık yaptığı sırada, yani Apollo Akademiler Komutanlığı’nda çalıştığı süreçte her zaman birlikte ortak planlamalar temelinde çalışır olduk. Birlikte çalıştık, yedik, içtik, güldük, üzüldük. Yeni savaşçıların eğitimi, HPG’nin, YJA Star’ın kendilerini eğitip güçlendirmesi, çalışmalarını en ileri düzeyde geliştirmek için çalıştık.

KOÇERO ARKADAŞ HEP UMUTLU, POZİTİF YAŞADI

Koçero arkadaşın temel özelliği; emekçiliği, sakinliği, iradesi, çalışması, hep umutlu, pozitif yaklaşım içinde olmasıdır. Böyle yaklaştı, böyle yaşadı. Önder Apo çizgisini bu temelde öğrenmişti. Mücadeleyi bu temelde anladı ve algıladı. Hep yapan, yaratan, üreten, sürekli çaba içerisinde olan bir kişilik oldu. Yerinde durmadı. Sorunlar karşısında çaresiz kalmadı. Olaylara çekinceli bakmadı. Hep iddiayla, iradeyle, cesaretle, fedakarlıkla sorunlar üzerine yürüyen, çözüm arayan, bunu büyük bir emekle, çabayla, pozitif yaklaşımla, mütevazı tutumla, saygıyla, sevgiyle gerçekleştiren oldu. Hepimizin üzerinde emeği çoktur.

SOFÎ NÛREDDÎN KOMPLE BİR KİŞİLİKTİ

Sofî Nûreddîn yoldaşı da 1995 sonunda Xakurkê’de tanıdım; Güney Savaşı sonrasıydı. İkinci Güney Savaşı dediğimiz savaş süreci içerisinde gerçekleşti. Xakurkê’de 1995-1996 kışında bir eğitim devresi toplanmıştı; o eğitim devresinin komutanıydı. Kurulun sorumlusuydu. O eğitime uzun süre ben de katıldım. Orada tanıdık, birlikte çalıştık.

Oradan birlikte ‘96 Martı’ndaki Zagros Konferansı’na geldik. Daha sonraki süreçlerde biz de savunma merkezi çalışmalarında olduk. Farklı alanlarda Amed’e kadar gitti, eyalet komutanlıkları yaptı. Yine Merkez Karargah’ta komutanlıklarda bulundu. Merkez Karargah Komutanlığı da yaptı. Merkez Karargah’ın kuruluşunun geliştirilmesine öncü düzeyde katılım gösterdi. Biz bütün bu süreçlerde hep birbirini tanıyan, takip eden, çoğu zaman birlikte çalışan, tartışan, kararlaştıran, uygulama yapan bir yaşamın içinde olduk. Çok iyi tanıdık Sofî arkadaşı.

Tanıyanlar değerlendiriyorlar. Komple bir kişilikti. Entelektüel bir kişilikti. Duygu dünyası çok güçlüydü. Edebiyatçıydı, şairdi, sanatçıydı, savaşçıydı, komutandı, yöneticiydi. Komple bir devrimciydi. Sofî arkadaşın da kişiliği pozitifti. Sorunlar karşısında her zaman çözüm, çare arayan ve bulan, çaresiz kalmayan bir yapısı vardı. Zorluklar karşısında dirençliydi. Her zaman çevresine pozitif yaklaştığı, güç verdiği, destek verdiği, zorluklar, engeller karşısında yılmadığı, Uluslararası Komplo’ya karşı savaşan gerillanın eğitiminde, örgütlenmesinde, yönetiminde en önde görev ve sorumluluk yürüten komutanların bir tanesi oldu.

Uzun süre bu temelde Ana Karargah bünyesinde de çalışmalar yürüttü ve Uluslararası Komplo saldırılarının boşa çıkartıldığı direnişin gerçekleştirilmesine en çok katkı sunan oldu.

Şimdilik bunları ifade edebiliriz. Bu temelde sonuç olarak bir kere daha Komutan Egîd çizgisinde kararlılıkla yürüyen HPG sürecinin komuta tarzını, çizgisini açığa çıkartarak, öncü düzeyde uygulayan Sofî Nureddîn ve Koçero Urfa yoldaşları, yine genç yoldaş Bahtiyar Gabar yoldaşı bir kere daha saygı, sevgi ve minnetle anıyor; amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözü veriyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz