Stêrk TV’de yayınlanan Özel Program’a katılan PAJK Koordinasyonu Üyesi Evîndar Ararat, Barış ve Demokratik Toplum sürecine, kurulan komisyona ve bölgede yaşanan son gelişmelere ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
20 Nisan 2020 yılında şehit düşen ve şehadeti geçtiğimiz günlerde açıklanan YJA Star Merkez Karargâh Komutanlık Üyesi Emine Erciyes, Ekin Amara Toldar ve Zîn Zagros’u anarak konuşmasına başlayan Evîndar Ararat, şehit Emine Erciyes’in özellikle kadın özgürlük mücadelesinde çok önemli bir rol oynadığına vurgu yaptı.
Önder Apo tarafından başlatılan Barış ve Demokratik Toplum sürecinin başarıya ulaşması için Kürt Özgürlük Hareketi olarak tarihi adımlar attıklarını belirten Evîndar Ararat, “Türk devletinin niyeti sorunu çözmek ise o zaman sorunun adı konulmalıdır. Hala ‘Terörsüz Türkiye’ diyorlar. Yer yer dengesiz açıklamalarda bulunuyorlar. Bazıları sanki çözüm niyetleri varmış gibi açıklamalar yapıyorlar, bazıları daha sert açıklamalar yapıyor. Danışıklı dövüş şeklinde hareket ediyorlar. Ya anlaşmalı bir şekilde böyle bir siyaset yürütüyorlar ya da aralarında çelişkiler var. Özellikle iktidarın artık karar vermesi gerekir; niyetleri Kürt sorununu çözmek, Türkiye’de demokrasi ve barışı inşa etmek midir, yoksa iktidarlarını uzatmak mı istiyorlar? Türkiye’yi kurtaracak olan şey, sürecin ciddi ve samimi bir şekilde yürütülmesi olur” dedi.
PAJK Koordinasyonu Üyesi Evîndar Ararat’ın Stêrk TV’de yayınlanan röportajı şöyle:
HPG geçtiğimiz günlerde üç devrimcinin şehadetini açıkladı, şehit düşenlerden biri de Kadın Özgürlük Hareketi’nin öncülerinden Emine Erciyes’ti. Bize şehit Emine Erciyes’in yaşamından biraz bahseder misiniz?
HPG açıklamasında heval Emine Erciyes’e ilişkin değerlendirme vardı, katılımına, yürüttüğü mücadeleye dair değerlendirmeler vardı. Öncelikle heval Emine, heval Zîn ve Ekin şahsında, yine bu ayda şehit düşen heval Bêrîtan Amed, heval Çiya şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyorum.
Heval Emine hem sosyalist bir devrimci hem de kadın ordumuzun öncü bir komutanı olarak uzun süre mücadele içerisinde yer aldı. Şehadeti tabii ki bizim için çok ağır bir durum. Zaman zaman heval Emine ile bir arada kalma şansımız oldu. Hem KCK, hem PAJK çalışmalarını birlikte yürüttüğümüz dönemler oldu. Heval Emine, HPG açıklamasında da belirtildiği gibi hem bir kadın devrimci, hem sanatçı, hem şair hem de bir komutan olarak çok yönlü bir kişiliğe sahipti. Kürdistan ve Ortadoğu’daki sanatçılar için bir örnektir. Heval Emine sadece kendisini geliştirmedi, sadece kendisini eğitmedi aynı zamanda ne öğrendiyse arkadaşlarına da öğretti. İdeolojik, felsefik, kadın, sosyalizm, savaş taktiklerine ve tarzına, mevzilenmeye ilişkin hem kendisini geliştirdi, hem de yüzlerce arkadaşı eğitti. Yürüttüğümüz savaş tarihi bir savaştı.
Bu savaşın ne anlama geldiğini sadece Kürt halkı için değil tüm Ortadoğu halkları için, özellikle de kadınlar için ne anlama geldiğini hem araştırıyordu, hem de bunun eğitimini veriyordu. Kadın özgürlük mücadelesinde de önemli bir rol üstlendi. Hem PAJK Koordinasyon Merkezi’nde hem de KJK Koordinasyonunda yer aldı. Kendisini sadece askeri alanla sınırlamadı; ideolojik, siyasi, örgütlenme alanında da öncü bir rol oynadı. Heval Emine komutanlık yaptığında sadece askeri alanla sınırlı kalmadı aynı zamanda ideoloji, felsefe, bilim alanında da kendisini eğitti. Bu alanda hem kendisini derinleştirdi hem de yoldaşlarını eğitti. Kürt, Kürdistan toplumu, Ortadoğu toplumu, kadın gerçekliği konusunda kendisini geliştirdi. Demokratik Toplumu inşasına ilişkin, özgür kadın kimliğine ilişkin, öz savunmaya ilişkin kendisini eğitti, öncülük etti, yol-yöntemlerini gösterdi, perspektif sundu. Bu konuda örnek bir arkadaştı. Halka olan sevgisi de büyüktü, özellikle Kürt halkının özelliklerini çok çabuk kavradı. Heval Emine katılımından şehit düştüğü güne kadar sosyalist, enternasyonalist bir arkadaştı, halkların birliğini esas alırdı.
Mesela kadın devriminde, demokratik toplum inşasında, eş başkanlık sisteminin oturtulmasında, kadın ideolojisinin anlaşılmasında öncü bir rol oynadı. Bu yüzden heval Emine mücadele tarihimizde hepimiz için örnek bir yoldaştır.
Onu sadece bir öncü olarak anlatmak yetersiz olacaktır, aynı zamanda öğretmendi, sanatçıydı. Yaşamı da, savaşı da bir sanat gibi yürütmek istedi. Heval Zîn ve heval Ekin de çok genç arkadaşlardı ama çok kısa bir sürede öncü oldular, devrimci halk savaşında rollerini oynadılar. Düşmanın saldırılarını boşa çıkardılar. YJA Star’da önemli rol oynadılar. Kahramanca, cesaretle ve büyük bir emek vererek üzerine düşeni yaptılar. Bu dönemin genç komutanlarıydı. Bir kez daha heval Emine, heval Zîn ve heval Ekin şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyorum. Bu devrimi başarıya ulaştıracağımızın sözünü yineliyoruz.
28 Ağustos’ta Rêber Apo ile bir görüşme gerçekleştirildi. Bu geç kalınmış bir görüşmeydi. Devletin oyalama politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu süreç 27 Şubat’ta başladı. Önderlik, sürecin dönemsel olmadığını söyledi. Barış ve Demokratik Toplum için atılan adımları dar bir şekilde ele almıyoruz. Bu tarihi bir karardır. Bir hareketin 52 yılın ardından feshedilmesi, silahlı mücadeleyi durdurma kararı taktik değildir; çok stratejik bir karardır. Önderlik de böyle yorumluyor. Biz de bu temelde tarihi adımlar attık. Partinin feshedilmesinin ve Türk devletine karşı silahlı savaşın durmasının ardından Önderlikle görüşmeler devam etti. DEM Parti heyeti İmralı’ya gidip geldi, devlet heyeti görüşmeler yaptı. Sürecin hassasiyetinin ve samimiyetimizin anlaşılması için 30 arkadaş, heval Besê Hozat öncülüğünde silah yakma töreni gerçekleştirdi. Bunlar tarihi adımlardı.
Önderlik neden sürecin stratejik olduğunu söylüyor? Çünkü çok ciddi adımlar atılıyor. Mesela geçmişte de ateşkes ilan edilen zamanlar oldu. 1993 yılından bugüne kadar dokuz kez uzun ve kısa vadeli ateşkes ilan edildi.
Dönem dönem de Önderlik, parti ve devlet arasında görüşmeler gerçekleşti ama her seferinde kesintiye uğradı süreç. Devlet meseleye ciddi yaklaşmadı, Önderliğin sorunu çözme çabasına olumlu bir cevap verilmedi. Süreçlerin bozulmasının ardından çok çetin çatışmalar yaşandı, savaş daha da derinleşti. Her iki taraftan da büyük kayıplar yaşandı.
Tarihte gerilla güçleri ve devletler arasında bir çok görüşmeler, anlaşmalar, ateşkesler olmuştur ama Rêber Apo’nun şu an geliştirdiği gibi bir süreç yaşanmamıştır. Normalde silah bırakma en son adımdır ama Önderlik ilk önce partiyi feshetme ve silahlı savaşı durdurma kararı aldı. Bu Önderliğin ciddiyetini ifade ediyor. Fakat Önderliğin stratejik yaklaşımına karşı Türk devleti veya AKP iktidarı tarafından aynı ciddiyet ve stratejik yaklaşım sergilenmiyor. Önderliğe karşı 4-5 yıl boyunca dünyada görülmemiş bir tecridi uyguladılar. Tamam, şu an Devlet Bahçeli’nin çağrısının ardından devlet heyeti Önderlik ile görüşmeler yapıyor, DEM heyeti de Önderliğin yanına gidiyor ama iktidar özellikle son bir buçuk aydır tecridi farklı bir yöntemle sürdürmek istiyor.
Mesela DEM Parti heyeti üç kişiden oluşuyor, ayda ya da bir buçuk ayda bir gidiyor İmralı’ya. Her gün o hücre kapısı Önderliğin üzerine kapanıyor. Hücrenin kapısı bile açık kalmıyor. Önderliğin yanına avukatların, gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasi partilerin, meclis komisyonunun gitmesi gerekir, Önderliğin görüşlerini almaları gerekir. Önderliğin geliştirdiği sürecin içeriği nedir, Önderlik ne istiyor, Kürt sorununa ilişkin devlette nelerin değişmesi gerektiğine ilişkin kimse bir şey duymuyor. Çünkü kimsenin gitmesine izin verilmiyor.
Aile bir-iki kez gitti. Oysaki ailenin, oradaki arkadaşların ailesinin her hafta ziyarete gitmesi gerekir. Şu an bir buçuk aydır aileler de ziyarete gidemiyor. Peki bu nasıl bir süreç? Madem Kürt sorununu çözme ve kalıcı barış için adım atma niyeti ile başlatıldı bu süreç; peki bu uygulamalar nedir? Devlet tecridi yine farklı yöntemlerle devreye koymuştur. Öncelikle devletin bu tecritten vazgeçmesi lazım, İmralı kapılarının açılması lazım.
Bir diğer konusu ise, ‘umut hakkı.’ Mesela Avrupa Konseyi 10 yıl önce Türk devletinin yasalarını değiştirme ve ‘umut hakkı’nın devreye girmesi yönünde karar aldı. Önderlik şahsında ağırlaştırılmış müebbet alan binlerce tutsak için de geçerli olan ‘umut hakkı’nı Türkiye yerine getirmiyor.
ÖNDERLİK HALA HÜCREDE KALIYOR
Önderlik de son görüşmelerde, “aslında benim cezam bitti” dedi. Önderliğin tutuklu kalmaması lazım fakat bunu yapmıyorlar. Avrupa Konseyi’nin Türk devletine verdiği süre de bu sene bitiyor. Eğer Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği bir kez daha Türk devletinin çıkarlarına göre hareket etmezse ‘umut hakkı’nın yerine getirilmesini mecbur kılar. Eğer Türk devleti bu kararı uygulamazsa bir yaptırımın devreye girmesi gerekir. Şu an böyle bir süreç yaşanıyor. Biz hem 12. Kongremizde, hem de tüm açıklamalarımızda müzakere edecek olan kişinin Rêber Apo olduğunu belirttik. Önderlik dışında sorunu çözecek, barışı sağlayacak kimse yok. Baş müzakereci Önderlik’tir. Bir tarafta Türk devletini temsil eden iktidar, diğer tarafta ise milyonlarca Kürt’ü temsil eden Önderlik var.
Peki, baş müzakerecinin üzerine nasıl her gün hücre kapısı kapatılır? Herkes nasıl Önderliğin yanına gidip gelemiyor? Bu gizli tecrit yürütülürse, Önderlik baş müzakereci olarak muhatap alınmazsa süreç nasıl yürütülecektir? Bu durumun artık değişmesi lazım. Bu sürecin başarıya ulaşmasını, gerçek bir barış ve çözüm istiyorlarsa, halkların kardeşliğinin gelişmesini istiyorlarsa Önderliğin İmralı’dan çıkması, fiziki özgürlüğünün sağlanması gerekir.
Türk devleti, bizim gibi, Önderlik gibi stratejik yaklaşmıyor. Eğer iktidar olası bir seçimde oylarını arttırmak için böyle bir yol izliyorsa tekrar kaybedecektir. Biz kaybetmeyiz. Önderlik de bunu söylüyor. Önderlik bu adımları çok zayıfladık, çok mecburuz diye atmadı. Ortadoğu’da yaşanan 3. Dünya Savaşının geldiği aşama hem Türk devleti için hem bölge için büyük bir tehlike yaratıyor. Önderlik de bunu gördü. Savaş da artık karşılıklı tıkanma noktasına gelmiş durumda. O zaman bir çözüm yolu bulunmak zorunda. Eğer bu olmazsa daha da derin bir savaş yaşanır.
Türk devletinin niyeti sorunu çözmekse, o zaman sorunun adı konulmalıdır. Hala ‘Terörsüz Türkiye’ diyorlar. Yer yer dengesiz açıklamalarda bulunuyorlar. Bazıları sanki çözüm niyetleri varmış gibi açıklamalar yapıyorlar, bazıları daha sert açıklamalar yapıyor. Danışıklı dövüş şeklinde hareket ediyorlar. Ya anlaşmalı bir şekilde böyle bir siyaset yürütüyorlar ya da aralarında çelişkiler var. Özellikle iktidarın artık karar vermesi gerekir; niyetleri Kürt sorununu çözmek, Türkiye’de demokrasi ve barışı inşa etmek midir, yoksa iktidarlarını uzatmak mı istiyorlar? Türkiye’yi kurtaracak olan şey, sürecin ciddi ve samimi bir şekilde yürütülmesi olur.
Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için mecliste bir komisyon kuruldu. Ama görüldüğü kadarıyla komisyon tarafından henüz somut bir adım atılmış değil. Sizin de dediğiniz gibi Rêber Apo hala bir hücrede tutuluyor. Komisyona düşen rolü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında komisyonun kurulması Önderliğin ısrarı ve önerisi sonucu oldu. Tüm partilerin temsilcileri bir araya geldi fakat şu an komisyonun yürüttüğü yol-yöntemler aslında sadece süreci uzatıyor. Bir ciddiyetleri yok. Eğer gerçekten ciddi yaklaşsalardı, komisyon mecliste hukuki bir zemine oturtulurdu, bir kanun çıkarılması lazımdı. Erdoğan şu an ben komisyonu feshediyorum derse edebilir. Çünkü yasal bir zemini yok. Tamam, komisyon herkesi dinliyor şu an, bu yöntem de iyi ama bu görüşmeler Kürt sorununu çözme temelinde yürütülmüyor. Silah bırakma ve PKK üyelerini silahsızlaştırma temelinde görüşmeler yapıyorlar. Komisyonun bu zihniyetle meclise sunacağı yasalar da sadece silah bırakma temelinde olacaktır. Bu konuya ilişkin birçok tartışma yürütüldü ama ben de bu noktaya dikkat çekmek istiyorum: Mesela Barış Annelerinin mecliste Kürtçe konuşmasına müsaade edilmemesi bile aslında komisyonun niyetini ortaya koyuyor. Peki, bu savaş neden başladı, bu silahlar neden kullanıldı, karşılıklı o kadar bedel neden verildi?
Kürt ulusunun kabul edilmesi, anayasada Kürt halkının resmi olarak tanınması, anadillerini, kültürlerini, geleneklerini yaşamaları, tüm haklarına kavuşmaları için bu savaş 50 yıl yürütüldü. Kürtçeye bile tahammülünüz yoksa Kürt halkını nasıl kabul edeceksiniz? Bu savaş kabul ettirdi. Artık “Kürt kökenli” demiyorlar, “Kürt” diyorlar, tamam. Bir ulus olarak kabul ettiler ama anadile bile tahammülleri yok. Komisyonun bu yöntemleri, süreci uzatma yaklaşımları kabul edilemez. Komisyonun ciddi olması lazım. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na göre hareket etmesi lazım. Komisyon tarafından grupların kurulması ve bu grupların Türkiye halklarından her kesimle görüşmeler yapmaları, süreci anlatmaları, öneriler almaları lazım. Ama mevcut komisyon bileşenlerinin de oturup çıkarılacak yasalar üzerine tartışma yürütmeleri gerekir. Kürt sorunu nasıl çözülecek, bunu tartışmaları lazım. Bunun için de Önderliğin yanına gitmeleri gerekir. Öyle sembolik birkaç saatlik görüşme değil, sistematik olarak komisyonun Önderlikle çalışma yürütmesi lazım. Meclise de sorunu çözecek yasalar önermeleri gerekir.
Başûrê Kurdistan’daki özgürlük gerillaları silahlı savaşı durdurmalarına, mevzilerde kendilerini savunmalarına rağmen Türk devleti ve işbirlikçisi KDP’nin işgali kalıcılaştırma girişimleri devam ediyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durum da Türk devletinin süreç ile ilgili niyetiyle bağlantılıdır. Türk devletinin geçmişten beri Rojava’ya, Başûr’a ilişkin Osmanlı hayalleri var. Özellikle AKP iktidarının buna ilişkin hesapları var. Türk devletinin niyetini biliyoruz. Geçmişte operasyon yapıp dönüyorlardı ama özellikle son yıllarda artık Başûr’da kalıcı bir işgal gerçekleştiriyorlar. Yaklaşık 10 aydır PKK’yi feshettik, Türk devletine karşı silahlı mücadeleyi durdurduk. Kamuoyuna ve tüm dünyaya bu ilan edildi. Samimiyet göstergesi olarak da 30 arkadaş silahını yaktı. Şu an savaş ve çatışmaları durdurduk. Başûrê Kürdistan hükümeti ve Başûr halkı kendilerine şu soruyu sormalı: Biz silahlı mücadeleyi durdurduktan sonra Türk devletinin Başûr’daki varlığının anlamı nedir? Neden hala oradadır, neden hala oraya yerleşiyorlar? İşgal ettiği yerleri genişletiyor, yeni karakollar yapıyor, yeni silahlar getiriyor. Özellikle Behdînan bölgesinde köylüler hala rahat bir şekilde köylerine gidemiyorlar. Türk devleti, Türk askeri izin vermiyor gidip bağ, bahçesinde çalışsın, köyünde sürekli kalsın.
Başûr hükümeti, Başûr’daki partileri Irak devleti de ama özellikle de Başûr halkımızın bu durumu kabul etmemesi, buna karşı bir duruş sergilemesi lazım. Türk devleti, Başûr’da ne işin var? Savaş durdu, çık git artık. Bu konuda bir duruş sergilenmeli.
KDP de işbirliğini sürdürüyor. Türk devleti artık Başûr’u kendi toprağı olarak hesaplıyor. İşgal ettikleri yerleri Türk toprağı olarak tanımlıyorlar. Başûr iktidarının bu konuda halka bir şey söylemesi gerekir. Şu an Türk devletinin, Türk ordusunun Başûr’da kalma sebebi nedir? Başûr hükümeti ya bu işbirliğini sonlandırmalı, ya işgali reddedip Türk devletini çıkarmalı ya da işbirliğini belirtmeli. Başka yolu yok. Halkımızın da bu duruma karşı bir duruş sergilemesi lazım.
Bir diğer nokta ise, dış güçlerin, özellikle Türk devletinin Başûr’daki partilere müdahalesini artık partilerin de, Başûr halkının da kabul etmemesi gerekir. Bu konuda dikkatli olmaları lazım. Kürdistan partilerinin parçalı duruşu iyi değil, Kürt halkının geleceği için Başûr’daki tüm partiler ve Kürdistan halkının tamamının dikkatli olması, ulusal birliğini kurması gerekir. Bu parçalı duruş Kürt halkının çıkarlarına hizmet etmiyor.
Türk devleti Rojava’ya yönelik tehditlerini sürdürüyor. Colani’ye baktığımızda onu DAİŞ’in bir temsilcisi olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’nin gündeminde demokrasi ve barış var ama Rojava’daki Kürt halkına saldırmak, QSD’yi ortadan kaldırmak istiyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında Türk devletinin Rojava Devrimi kurulduğundan bugüne kadar sürekli devrimin karşısında durdu. Rojava’nın, Kuzey ve Doğu Suriye halkının kazanımları, Kürt-Arap-Süryani halkının birliğini her zaman kendisi için bir tehlike olarak gördü. Çünkü şovenist, tek bayrak, tek devlet, tek din, tek millet gibi faşizan bir yaklaşım sergiledi. Esad rejiminin yıkılmasının ve Colani’nin gelmesinin ardından şu an HTŞ’nin, etrafındaki çete grupların Suriye için huzurlu bir gelecek sağlayamayacağı görüldü. Mesela Alevilerin, Nusayrilerin, Dürzilerin durumu ortadadır. Herkes Süveyda ve Tartus’ta yaşanan katliamların ardından bu hükümetle huzurlu bir Suriye’nin olamayacağını gördü. Çünkü halkların kardeşliğini kabul eden, demokratik, tüm dinlere, inançlara açık bir zihniyette değiller. İpleri de farklı güçlerin elinde, her güç Şara’ya ayar vermek istiyor. Bu yüzden süreç, her an iç çatışmaya dönüşebilir.
Şu an en huzurlu bölge Kuzey ve Doğu Suriye’dir. Orada yaşayan halklar 12 yıldır birliklerini, sistemlerini, savunma güçlerini, eğitim sistemlerini kurmuşlar. Kadın öncülüğünde yaşanan devrimle birlikte demokratik bir toplum yaratıldı. Şara bunu kendileri için bir tehlike olarak görüyor. Türk devleti, QSD’nin kendisini feshetmesi ve Suriye ordusuna entegre olması gerekir, diyor. Ortada bir Suriye ordusu yok ki dahil olsunlar. Şara şu an her şehirde bir grup çeteyi sorumlu yapmış. Her gün o şehirlerde ölüm var, talan var, tecavüz var, hırsızlık var. Suriye’nin bir ordusu yok, kendi aralarında da çatışıyorlar, farklı gruplar var, her grup farklı dış güçlere bağlı. Ne bir hükümet var, ne devlet var, ne ordu var peki nasıl entegre olunacak?
Aslında Kuzey ve Doğu Suriye’deki sistem tüm Suriye için bir örnektir. QSD Suriye ordusunun gövdesini oluşturabilir ama QSD neden olmayan bir orduya entegre olsun? Bunun mecbur kılınması çok tehlikelidir. Bu aslında Kuzey ve Doğu Suriye devriminin tasfiye demektir, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının savunmasız bırakılması demektir. Bu yüzden Rojava’ya yönelik tehditler kabul edilemez. Başta Kürt halkı olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye halkları bu konuda dikkatlidir. Halkların kardeşliğinin daha da güçlendirilmesi lazım. En büyük tehlike de kadınlara yöneliktir. Çünkü bu devrim kadın devrimidir; ağır bedellerle bu devrim kadınlar öncülüğünde inşa edildi.
Bu yüzden YPJ’nin varlığı çok önemlidir. YPJ’nin büyütülmesi çok önemlidir. Ne anlaşmalar yapılırsa yapılsın YJP savunma gücü olarak varlığını sürdürmelidir. Yine aynı şekilde Asayiş Güçleri de varlığını sürdürmelidir. Halk da her türlü saldırıya, karışıklığa hazır olmalı, dikkatli, örgütlü olmalı, sistemini, kurumlarını daha da güçlendirmelidir. Rojava’nın kazanımlarını savunmalıyız.
Türk devletinin Suriye’de bir işi yok. Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî, Cerablus, Ezaz, Türk devletinin işgali altında. Türk ordusu, Türk istihbaratı oraya yerleşmiş, Suriye’nin tüm kazanımlarını talan ediyorlar. Türkiye’nin Suriye’den elini çekmesi lazım. Suriye’nin geleceği ile bir alakaları yok önce kendi iç sorunlarını çözsünler. Kuzey-Doğu Suriyeli güçler de diplomasi, siyasi çalışmalarını sürdürüyorlar ve kazanımlarını savunmak istiyorlar. Onlarca kez Suriye’yi parçalamak istemediklerini ama demokratik, halkların haklarının olduğu, özerk bölgelerin olduğu, kültürlerin, dinlerin, inançların kabul edildiği bir Suriye inşa etmek istediklerini belirttiler. Biz de sürecin bu temelde yürümesini umut ediyoruz.
Rojava Devrimi’nde kadın öncülüğüne dikkat çektiniz. Eylül ayı Jin Jiyan Azadî serhildanının da yıl dönümüdür. Hem bu serhildana ilişkin hem de genel olarak İran devletinin halklara özellikle de Kürt halkına yönelik baskılara ilişkin değerlendirmeniz nedir? Mücadele bundan sonra nasıl yürütülecektir?
Jin Jiyan Azadî serhildanı sadece Rojhilat’ı, İran’ı değil tüm dünyayı sarstı. Tabii ki Rojava Devrimi’nin etkisi, kadın devrimini etkisi, YPJ şahsında DAİŞ çetelerine karşı verilen mücadele, elde edilen kazanımlar Rojhilat ve İran’daki tüm kadınları etkiledi. Rojava Devrimi aslında Jin Jiyan Azadî serhildanının zeminini hazırladı. Jîna Emînî’nin katledilmesinin ardından kadınlar bu serhildana öncülük etti ama tüm toplum bu serhildana katıldı. Çünkü İran rejiminin kadın haklarına yönelik saldırıları, yasakları, baskıları nedeniyle böyle bir isyan başladı. Kadınlar özgür bir hayat yaşamak istiyorlar. İran rejiminin topluma yönelik baskılarından kaynaklı tüm toplum isyana katıldı. İran devleti her gün onlarca kişiyi idam ediyor, siyasi olsun, adli olsun. Özellikle de siyasilere yönelik baskıları, idam uygulamaları 21. yüzyılda kabul edilemez.
İran’a karşı da büyük bir baskı var, bu sene müdahalelerle yüz yüze kaldı. 12 gün boyunca İsrail-Amerika İran’a saldırdı. İran halkı dışarıdan gelen saldırılara karşı kendi içinde birlik oluyor, İran halkının yurtseverliği güçlüdür, tarih hafızaları güçlüdür, topraklarını ülkelerini seviyorlar ama topluma yönelik anti-demokratik siyaseti de kabul etmezler. İran’da yaşayan halklar buna karşıdır.
İran bugüne kadar Türk devlet gibi Kürtleri reddetmedi. Kürt var diyor, bir ulus olarak kabul ediyor. Bugün o kadar saldırıyla karşı karşıdır; demokratikleşmeyi esas alması gerekirken, kanunlarını değiştirmesi, demokratik bir sistem geliştirmesi gerekirken Newroz’da halk ulusal kıyafet giydi diye hapis cezası veriyor, sonra para cezasına çeviriyor. Gerilla, pêşmerge kıyafetlerini andırıyor diye. Ki gerilla ve pêşmerge kıyafetleri de halkın giydiği kıyafetlerdir. Bu kabul edilemez.
Yine Jin Jiyan Azadî isyanına katılan binlerce kişi hala tutuklu, büyük bir işkence altındadır. Her gün Jin Jiyan Azadî serhildanına öncülük edenler idam ediliyor. Bu siyaset İran’ın geleceğini karanlığa sürüklüyor. İran devletinin bu siyasetten vazgeçmesi, halkların haklarını, siyasi taleplerini, kadınların, gençlerin özgürlük taleplerini yerine getirmeli. Esad rejimi de bu taleplere karşı direndi, Kürtleri inkar etti, reddetti, çözüme yanaşmadı ve sonunda yenildi. İran da zihniyetinde ısrar etmemelidir. Eğer İran halklarının birliğini savunuyorsa, halkın yanında olmasını istiyorsa ilk önce demokratik adımlar atmalı. Öncelikle de Kürt halkına, Beluc halkına ve kadınlara yönelik siyasetini değiştirmeli, yasak, baskı, idam siyasetinden vazgeçmeli. Jin Jiyan Azadî serhildanında tutuklananların bırakılması gerekir. İran zaten dış müdahalelerle karşı karşıya kalıyor. Eğer ciddi bir değişim gerçekleştirmezse iç müdahalelerle karşı karşıya kalır. Bu yüzden bir an önce zihniyetini değiştirmek zorundadır.
Kadın katliamları, kadın cinayetleri, kadın intiharları her geçen gün daha da artıyor. Bu duruma ilişkin somut bir öneriniz var mı?
Tüm egemen devletler toplumun iradesini kırmak, toplumu teslim almak, zihniyetini hakim kılmak için özel savaşı yönteminin çok fazla kullanıyorlar. Toplumu dağıtıyorlar. Özellikle kadınlara ve gençlere karşı farklı yöntemlerle özel savaş politikaları yürütüyorlar. Ajanlıktan tutun fuhuşa, işsizlikten tutun yoksulluğa, göçe kadar tüm bunları özel savaş yöntemi olarak kullanıyorlar. Buna karşı toplumumuz özellikle de kadınlar ve gençler çok dikkatli olmalıdır. Kendilerini eğitmeliler, örgütlenmeliler. Öz savunma örgütlenmeden olmaz. Bu yüzden önce örgütlenmeliler. Örgütlü olurlarsa zaten bilinçlenirler. Düşmanını iyi tanımaları lazım. Tarihlerini, halkının tarihini çok iyi öğrenmeli. İktidar güçlerinin kadınlara, gençlere, topluma karşı yürüttüğü siyaseti bilmeliler. Bu yüzden kendilerini eğitmeleri önemlidir. Bunun için eğitim kurumlarımız var, teknoloji artık herkesin kendisini eğitmesine olanak sağlıyor.
Ama maalesef sosyal medya özel savaşın tüm kirliliğini çok fazla yaydığı için en küçükten tutun büyüğüne kadar birçok kişi özel savaşın etkisinde kalıyor. Çok fazla ahlaksızlık gelişiyor, toplumdan kopuş yaşanıyor, çürüme yaşanıyor. Buna karşı bilinçli bir mücadele yürütülmelidir. Neye bakmamız, neye bakmamamız, ne okuyup, ne okumamamız gerektiğini bilmeliyiz.
Aileler bu konuda çocuklarını çok iyi bir şekilde eğitmelidir. Gençler de kendi aralarında örgütlenmelidir. Örgütlenme de komün temelinde olmalıdır. İster okulda olsun, ister üniversitede olsun, ister sokakta, köyde olsun gençler bir araya gelip biz okuma komünüyüz, biz ekoloji komünüyüz, biz eğitim komünüyüz desinler, bir araya gelip tartışmalar yürütsünler. Bu tartışmalar bilinçlenmenin, örgütlenmenin, öz savunmanın zeminini oluşturacaktır. Kadınlar sokaklarda bir araya gelmelidir. Mesela neden ajanlık bu kadar gelişiyor, neden uyuşturucu sokaklara, okullara bu kadar girmiş durumda?
Özgür yaşamak isteyen, Kürtlük bilincine sahip, yurtsever olanlar birbirlerini savunmalıdır. Mesela gençler ajanlığın, fuhuşun, uyuşturucunun sokaklara, okullara girmesine izin vermemelidir. Kadın katliamları Türk devletinin teşvik siyaseti sonucu yaşanıyor. Örneğin insan çok üzülüyor, neden Kürdistan şehirlerinde, Kürt halkı arasında kadın intiharları yaşanıyor? Neden namus, sevgi adı altında kadınlar katlediliyor? Bu da eğitimli, örgütlü olmayla alakalıdır. Eskiden bu kadar yoğun değildi. Devrimimizin bu kadar kazanımı olmasına rağmen neden bu katliamlar oluyor? Demek ki özel savaş uygulamaları çok fazla. Demek ki erkek egemen zihniyette çok ciddi değişimler yaşanmamıştır. Bu konuda her gencimiz, her ailemiz kendisini geliştirmelidir, yurtseverdir, bu paradigmayı, bu felsefeyi kabul ediyor ama kadına karşı şiddet uyguluyor. Bunun kabul edilmemesi lazım.
Devrimimizin bu kadar kazanımı var ama kadınlar da kendilerini böyle çaresiz, erkeğin insafına bırakmamalı, erkeğin şiddetini, tehditlerini kabul etmemelidir. Her kadın öz savunmayı esas almalı ve bu zihniyete karşı, devletin kadın politikalarına mücadele yürütmelidir. Bu temelde tüm kadınlara çağrıda bulunuyorum; umudunuz kadın devriminde olmalı, örgütlenmeli, erkek şiddetine, erkek baskılarına ve devletin politikalarına karşı da dikkatli olmalı ve öz savunmayı esas almalısınız. Öz savunma da örgütlenmeden, örgütlenme de kömünleşmeden geçer. Bu anlayış temelinde örgütlenmeliler.
Dortmund’da 13 Eylül günü 33. Uluslararası Kürt Kültür Festivali gerçekleşecek. Festivale ilişkin bir mesajınız veya çağrınız var mı?
Bir şey söylemeyi unuttum, öncelikle onu dile getireyim. Türk devletinin siyaseti ile bağlantılı olarak Bakurê Kurdistan’da şehitliklerimize, doğamıza yönelik saldırılar oluyor. Buna karşı Besta’da bir yürüyüş gerçekleştirildi, yürüyüşe katılanları tebrik ediyorum. Bu eylemin daha da kitlesel bir şekilde devam etmesi lazım.
Yine şehit yoldaşlarımızın taziyelerine, cenaze törenlerine, şehit ailelerimize yönelik engellemeleri kınıyorum. Halkımızın bu saldırılara karşı kitlesel ve örgütlü bir şekilde tepki göstermesi, bu durumu kabul etmemesi gerekir. Herkes şehitlikleri yeniden yapmalıdır. Bu konuda hukuki alanda da mücadele yürütülmelidir ama halkımızın kitlesel olarak hem şehitlerin cenaze törenlerine, hem de şehitliklere sahip çıkması gerekir.
Şehit arkadaşların cenazelerini birkaç sene önce toplayıp Kilyos’a götürüp kaldırıma gömdüler, özellikle tüm ailelerin cenazeleri almak için başvuru yapmaları, ciddi baskı oluşturmaları hatta kitlesel protestolar gerçekleştirmelidir. Şehit arkadaşlarımızın Kilyos’taki cenazelerinin oradan çıkarılması lazım. Yani radikal bir mücadele yürütülmelidir. Bu faşizan saldırılar Barış ve Demokratik Toplum Sürecini zedeliyor, zarar veriyor ve halkımızın da bunu kabul etmemesi ve şehitlerine sahip çıkması lazım. Bunu söylemek istedim.
Dortmund’da yapılacak olan festival, 1992 yılından bu yana gerçekleştirilen genel bir festivaldir. Tüm Avrupa halkımız katılıyor. İnanıyorum ki; bu festival daha coşkulu, daha kitlesel bir şekilde yapılacaktır. Festivale sadece Kürt halkı değil, kadınlar ve gençler öncülüğünde tüm dostlarımız, yurtseverlerimiz, Avrupa’da olan dört parça Kürdistan halkının Dortmund’a akması ve tek sloganlarının Önderliğe özgürlük olması lazım. Bundan sonra da Avrupa, Bakûrê Kürdistan, Türkiye metropollerinde ve Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşayan halklar eğer Barış ve Demokratik Toplum sürecinin başarıya ulaşmasını istiyorsa Türk devletini çözüm noktasına getirmeli ve stratejik kararlar alarak sorunu Önderlikle çözüme kavuşturmasını sağlamalıyız. Bunun için daha kitlesel, daha merkezi ve daha büyük eylemler gerçekleştirilmeli.
Ya Önderlik çıkacak fiziki özgürlüğüne kavuşacak, Kürt halkı haklarını elde edecek, Türkiye demokratikleşecek ya da mücadelemiz daha radikal bir şekilde sürdürülecektir. Tüm halkımızın ve dostlarımızın bu temelde Dortmund’daki festivale katılması gerekir. Özellikle kadınlar ve gençler daha radikal ve daha kitlesel bir şekilde bu festivale öncülük etmelidir. Şimdiden başarılar diliyorum ve festivale katılan herkese selamlarımı iletiyorum.