Demokratik öz yönetim halkların kurtuluş pusulasıdır

0
1015

İskan AMED

  “Yarınlar için dövüşenler var oldukça hep sürecek bu kavga…”

    Türk devleti Maxmur, Şengal ve Medya savunma alanlarına çok sayıda uçaklarını kaldırarak saldırdı. Gerillanın doğup, büyüdüğü ve varlığını sağlayan bir mekan olan Haftanin dağlarına ise karadan operasyon başlattı. Başından belirtelim bu saldırıların hepsi özünde faşist Türk devletinin hava alma harekatından başka bir şey değildir. Ve saldırı sonuçlarından hava aldığı da ortadadır. Katar’dan mı, Avrupa’dan mı bilinmez artık kaç kuruş parayı kimden dilenerek veya halkların zenginliklerini satarak elde etmişse, kadim Kürt halkının yerleşim yerlerini ve dağlarını bombalarken ancak havasını alabildi. Peki, bu saldırı dalgası ile hedeflenen nedir?           

   Bu saldırıları, merkezi uygarlığın hegemonyasını elinde bulunduran ABD’nin izni ve onayı ile yapabilen Türk devleti, insanlığın gelişimi ve inşasında tohum olan Kürt halkına saldırıyor. Kürtler, kadını ve insanı köleleştiren, bütün savaşların ve jenositlerin kaynağı olan uygarlığın dışladığı bir topluluktur. Türk devleti, saldırılarında uygarlığın bu dışlamasından güç alıyor. Uygarlığın tarihin tanıdığı en eski halkı olan Kürtleri dışlaması, Kürt halkının temiz kalmış doğasını ifade eder. Bu dışlanma, Kürtler açısından şansızlık değil aksine şanstır. Bu acımasız çarkın dişlileri dışında kalan Kürtler, dağlarına tutunarak günümüze kadar varlığını korumuştur.    

    Kürtler, insan toplumsallığının oluşumunda, mayalanmasında hücredir. DNA’sının temel şifrelerinden bir tanesidir. Kürtlere saldıran kim olursa olsun özünde insanlığa saldırmaktadır. Emek sömürüsü üzerinde canavarlaşan uygarlığın, bu halka saldırması boşuna değildir. İnsan toplumsallığının en eski mekanı olan Mezopotamya topraklarının kadim halkına saldıran uygarlık güçleri özünde demokratik direniş geleneğini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Kürtlere saldıran hangi güç olursa olsun eninde sonunda kaybetmeye mahkumdur. Neden mi? Bu sorunun yanıtını Kürtlerin insan toplumsallığının kök hücresi oluşunda aramak gerekiyor.

    Dünyanın en dibinde mağma tabakası vardır. Cevher orada habire kaynar, dünyanın dengesini sağlar ve pusulasını belirler. Kürtler, bu noktada insan toplumsallığının var oluş biçimi olduğu için mağma tabakası gibidir. Kürtlerle savaşan, Kürtleri dinlemeyen ve anlamayan asla iflah olamaz. Demokratik direniş geleneğinin soy sürdürücüsü Kürtlerin, her saldırı karşısında büyüdüğü, güçlendiği, insanlığa umut olduğu, tıpkı Hacı Yatmaz gibi üzerine doğrulduğu görülmektedir.

    Kürtler köylerini ve kentlerini dağların kıyısında, bağrında inşa etmişlerdir. Dağlara yakın olmayan, uzak kalan yerlere yerleşmedikleri görülüyor. Dağ için Kürtlerin dostu, kimliği denildi. Oysa dağ Kürtlerin ta kendisi ya da Kürtler dağın ta kendisi olmuştur. Tarih boyunca Kürtlerin dağ ile kopmaz yolculuğunun derin bilinci; saldırılar karşısında varlığını savunması ve özgürlüğüne bağlı olmasında mündemiçtir. Mezopotamya topraklarının doğurduğu demokratik direniş geleneğinin, demokratik öz yönetime evrimsel ve devrimsel dönüşümüne kısa bir tarihsel bakış açısı ile inmekte fayda olacaktır.                 

    Mezopotamya toprakları yeryüzünün yitik cennetidir. Yeraltı, yerüstü zenginlikleri, hayat veren akarsuları, bereketli topraklarının kutsadığı coğrafyasının doğal zenginlikleri göz kamaştırıcıdır. İnsanlık tarafından kutsiyet atfedilen toprak, besler, büyütür, yaşatır. Dinlerin kutsal kitabeleri de insan toplumsallığına tarım ve köy devrimiyle kök hücre olan Mezopotamya topraklarını cennet diye tasvir ederken, birçok öykülerinin anlatısına mekân kılmıştır.

     Eşitliğin, adaletin, özgürlüğün ikliminde soluk alıp veren Mezopotamya topraklarının kutsiyeti insan toplumuna beşiklik etmesinden kaynağını alır. Her düalist hakikat gibi kutsiyeti besleyen, anlamlı ve mücadeleci kılan karşıtını temsil eden lanetin oluşumudur. Mezopotamya halkları, bu acımasız oluşumun gerçeğini, ganimet, gasp ve talan şehvetine kapılan orduların saldırılarıyla tanımıştır. Yeryüzü cennetinin yaşatıcıları özgür halklar, uygarlığın köleleştirme saldırıları karşısında sürekli direnmiştir. Uygarlığa karşı direniş ve mücadele, Mezopotamya topraklarında yaşayan halkların kimliği ve pusulası olmuştur.

     Zulmün sürekli sahibini vurması ve tüketmesi bu toprakların kutsallığında saklıdır. Zalim şehvetperestler her saldırılarında bu toprakların mezarına gömülmüşlerdir. Bu topraklar ikliminin yetiştirdiği kahramanlarla, demokratik direniş geleneğinin anavatanı ve kaynağıdır.

     Kutsiyetle anılan Mezopotamya topraklarının omurgasını teşkil eden dağlarıdır. Asi, sert ve geçit vermez dağlar, vahşi uygarlığa karşı kutsal değerleri korumanın zapt edilemez kalesi olmayı çağlar aktıkça sürdürmüştür. Direniş ve mücadele Mezopotamya dağlarının sır dolu büyüsüdür. Nuh Nebi, bu coğrafyanın dağlarından Cudi’yê Miradaya gemisini demirleyerek yaşamı ve canlıları zalimlerin neden olduğu tufandan kurtarmıştır. Yeryüzünün en zalim imparatorluklarının yıkılışı dağlarında yakılan ateşlerle insanlığa muştulanmıştır. Dünya insanlığını Med Konfedarasyonu ile Asur zulmüne karşı koruduğu biliniyor.

    İmparatorluklar yıkıldıkça enkazları üzerinden yeni devletler kurdu zalimler. Türk devleti de böylesi kendini ezel ebed gören Osmanlı imparatorluğunun enkazı üzerinde emperyalistler tarafından kurdurulmuştur. Bu yeni yetme cumhuriyetin efendileri, tarihten de biliyordu: ‘Mezopotamya özgür kaldıkça sonları gelecekti’.

     Emperyalistler, Mezopotamya topraklarının kadim halkı Kürtlerin ülkesini dört parçaya böldü. En büyük parçayı kendi hegemonyalarında kurdukları Türk Cumhuriyetine peşkeş çektiler. Amaçlanan, Mezopotamya topraklarının kadim direniş geleneğinin ortadan kaldırılmasıydı.

     Kürtler için cumhuriyetin kurulması felaket anlamına gelmişti. Cumhuriyetin başlangıcında Kürtlere sayısız vaatlerde bulunan, ilk anayasalarında Kürtlerin varlığını rol icabı kabul eden maddeler koyan Türk egemen sınıfı, iktidarını sağlamlaştırdığı andan itibaren Kürtlere saldırmayı en temel uğraşı belledi. Saldırılar, Kürtlerin öz yönetim statülerini daha da parçalamayı ve nihayetinde yok etmeyi amaçlıyordu. 

     Mezopotamya’yı, Türkleştirme, halkları öz yönetimden yoksun bırakma projesinde Kemalistlere kayıtsız şartsız biat etmeyen ve Türk olmayı kabul etmeyen, öz yönetim değerleri için direnen halklara yaşam hakkı tanınmadı. Bu coğrafyanın kadim halklarından olan Ermeniler katledildi ve sürüldü. Cumhuriyetin kuruluşundan iki yıl sonra Kürtlerin varlığı inkar edilmeye başlandı. Kürtler çok çeşitli yöntemlerle yoğun bir asimilasyona tabi tutulmaya başlandı. Şeyh Sait isyanı kanla bastırıldı. Önderlerin tümü asılarak katledildi.

     Kürdistan’ın her tarafında katliamlar, zulümler, soykırımlar, bitmeyen tehcir yasaları ve sıkıyönetim uygulamaları devreye konuldu. Kürtler, 1925 ve 1938 yılları arası, Dersim, Zilan, Agîri ve Botan’da isyanlarını sürdürdü. Tüm zalim deneyimleri kuşanan Türk devlet faşizmi, Kürtlere yüzyılın tüm ölüm çeşitlerini yaşattı. Sekiz yüz bin ile bir milyon arasında Kürt, yirmi sekiz isyanları sonucu katledildi. Yüzbinlerce Kürt yerinden, yurdundan zorla iskana tabi tutuldu. Yani vatanından koparıldı ve sürüldü. Ardından Kürtler, şiddetli bir asimilasyona uğradı. Kürtlerin kendilerine Kürt denmesi dahi yasaklandı. Kürtçe konuşmak, Kürt kültürünü yaşamak, Kürdistan demek ölümle, sürgünle, zindanla, cezalandırılan birer suça dönüştürüldü.

     On iki Eylül darbesi Kürtlerin üzerine bir kez daha kabus gibi çöktü. Kürtler zindanlara atıldı. Akıl almaz işkencelerden geçirildi. Amed zindanında insanlık ayaklar altına alındı. Kürtler hilkat garibesi damızlık faşist profesörlerin: ‘Kart-kurt, Güneş-dil’ teorileriyle yok sayıldı. Türk olmak ya da ölüm arasında tercihe zorlandı.

      Demokratik direniş geleneğinde her halka bir önce ki halkaya eklenerek zalimlerin boğazını sıkmaya muktedir olmuştu. Büyük gerilla komutanı Egid’in öncülüğünde Eruh’ta sıkılan ilk kurşunla ne ölüm ne de Kürtlük cevherinin inkarı olan Türklük kabul edilecekti. On beş Ağustos Eruh eylemiyle Kürtler dağlarında tekrar özgürlüğe uyandı. İlk kurşun sesi, Mezopotamya diyarlarını şeri meydan muharebesine dönüştürdü. İlk kurşunla Kürtler öz yönetime yürüdü. Zulüm artık bu toprağın insanlarının yazgısı olmayacaktı. Direnişle, Mezopotamya toprakları zulümden ve zalimlerden arınacaktı.

       Dağlardan akan intikam ateşinin ışığı, şavkı ve sıcaklığı, zulme uğrayanların dileği, duası ve özlemiydi. Soykırım kıskacının pençesinde tutulmaya çalışılan Kürtler, bu ateşin şavkının sıcaklığına yüzünü verdi. Direnişin bedeli evvela kabuldendi. Öz yönetim yolunun, ölümü, zorluğu, acısı, baş göz üstüne kabul edilmişti.

     İlk kurşunun peşinde tıpkı sel gibi özgürlük için şaha kalkmanın adı Serhıldan oldu. Dağ doruklarının Egidlerinin ve Zilanlarının önderliğinde, kesk û sor û zer renginliğinde, Kürt halkı inkara, imhaya, işgale artık yeter diyerek Serhildanların özgür yaşam çığlığıyla Mezopotamya’nın Dijle ve Fırat’ı gibi kentlerinin sokaklarında öz yönetim aşkınlığının coşkusu ile akmaya başladı.    

     Zalimler; dilini, özgürlüğünü, kimliğini, kültürel değerlerini amaçlayan, Kürt halkının binlerce köyünü ateşe verdi. Sivil ölümlerin adı, gözaltında kaybetme, faili meçhul cinayetler oldu. Milyonlarca insan ana topraklarından metropol varoşların acımasız sokaklarına sürüldü. Ceberut devlete göre: ‘Gerilla balıktı. Deniz ise balığı besleyen halktı’. Halktan koparılan gerilla yaşayamaz, zapt edilemez dağlarına tutunamazdı.

      Elleri topraklarından sökülemeyen on binlerce Botan’lı ise bir tutam mesafede ki sınır ötesine sığındı. Kendi topraklarının mültecileri oldular! Bihêre, Bêsivê, Geliyê Qiyametê, Etrûş, Nînova, Nehdarê ve en son Maxmur kamplarında öz topraklarının sürgünü oldular.

    Sürgün yollarına düşenler, mekan eyledikleri her kampta direndi ve varlıklarının en güzel parçaları olan oğullarını ve kızlarını dağlara uğurlamaktan imtina etmedi. Dağların Egidlerine ve Zilanlarına yenilerini göndermeyi özgürlüğe ulaşmanın kıblegahı gördü. Sürüldükleri topraklarda özgürlük direnişine adadıkları kızları ve oğulları ile ceberut devlete, yakılmalarının, yıkılmalarının, topraklarından sürülmelerinin, hesabını sormayı, namus bildiler.

    Maxmurlular, dağlara ödediği ağır bedellere rağmen özgür yaşamı yaratma mücadelesinde milim geri adım atmadı. Topraklarının kendilerinden beklediği kutsallığın güzergahından asla ayrılmadılar. Yorulmak nedir bilmeksizin gece gündüz emek sarf ederek, her şeyleri ellerinden alınan bir halkı özgürleştirme yolundan taviz vermediler.

     Tarih boyunca Kürtler isyanlarıyla özyönetim statüsünü kazanmanın mücadelesi içinde oldu. Bazen an tarih, tarih an olur.  Kürtlerin tarih boyunca yürüttüğü özyönetim mücadelesi de Kürdistan kentlerinde direniş anına dönüştü. Kürdistan kentlerin de anda tarih, Tarih’te anın direniş ışığı sokak sokak, mahalle mahalle, kent kent, karanlıklar içine gömülen Kürdistan ülkesini aydınlattı. Kürdistan kadını ve gençliği öncülüğünde bir halk, devletsiz öz yönetime kalkıştı. Devletler çağının, tüm acımasız saldırıları karşısında!

     Demokratik komünal geleneğinin direniş ruhu, devletler çağının tüm vahşetine, metal ordularına karşı ferdi silahlarla, kurdukları barikatlarla, sistemden arınmayı ve kopuşu ifade eden hendeklerle, tarihin tanıdığı en eski Kürt kentlerinde direnişe durdu. Tarihin bu düellosu Kürdistan öz yönetim direnişleriyle bir kez daha devletçi iktidarcı zihniyete karşı anın sahnesine çıktı. Bu düello kutsallarını, devletçi-iktidarcı ağın pençesinden kurtarmaya çalışan kimliksiz, statüsüz bırakılan Kürt halkının öz savunma savaşı oldu.   

     Maxmur, Kürdistan ülkesidir. Maxmur Kürt halkının direniş ocağıdır. Her daim olduğu gibi öz yönetim direnişlerinin tarihsel anına da ocağına yaraşırcasına öncülük eden, Hazım’ı, Koçero’yu, Cesur’u, Hamza’yı, Sefkan’ı, Stêrk’i, Helbest’i, Soro’yu, Seyitxan’ı, Nupelda’yı, uğurladı. Sarina ve Zindan kardeşler, iki beden de aynı kan ve aynı ruh olup aktılar Maxmur’dan, özyönetim direnişlerinin barikatlarına ve hendeklerine. Tüm duyguların iç içe anlam bulduğu an, tarihe evrilirken, tarih anda durdu.   

       Doğdukları ama büyüyemedikleri, yaşayamadıkları, ya da sürgünde doğdukları ama hayallerinde asla kopamadıkları tarihin tanıdığı en eski kentlerine yönlerini vererek, öze dönüşün yoluna düştüler. Özün olmadığı bir hayatın anlamı da olamazdı. Özlerine umutla dönüşleri hayatlarının da anlamını bulmasıydı. Sürgün onlara ait değildi. Ruhsuz, duygusuz, elit bir zümrenin çıkarlarının dünyası olan devlet tarafından topraklarından sürülmüşlerdi. Tarih ve an sürgünlerin bir daha yaşanmayacağı, zulümlere uğramayacağı, öz sel değerlerine kavuşacakları, öz yönetimlerine ulaşma zamanında hep kalacak, amaçlanan er ya da geç zaferine kavuşacaktır.

    Barikatlarda, hendeklerde, kısıtlı imkanların içinde, özgürlük havarileri, Cudi, Gabar, Besta ve Çırav dağlarına yüz veren, Şırnex’i, Silopya’yı Cizir’i, Hezex’i, Kerboran’ı, Bagok dağına sırtını veren, İpek yolunun içinden geçtiği Nıseybin’i, Surların tıpkı Mezopotamya dağları gibi kuşattığı Payitaxtın Sur’unu, Zagrosların, Gever’ini direnişle onure etti. Tarihin kadim kentleri, özgürlük havarilerinin kaim direniş iklimiyle demokratik komünal geleneğine muhteşem ve eşsiz bir halka ekledi.

    DAİŞ; Şengal, Kobani ve Maxmur’a, gizli lideri faşist Türk devletinin şefi Erdoğan’ın direktifiyle saldırılar gerçekleştirdi. DAİŞ ve lideri Erdoğan, Kürtlerin Şengal, Rojava ve Maxmur’da sergilediği eşsiz direniş karşısında yenilgiye uğradı. Bu yenilginin bir nedeni yazıda da okunacağı gibi yok edilen Asur zulmünden kalmadır. Ama esas neden Kürtlerin insan toplumunun kök hücresi oluşudur. Erdoğan terör devletinin, Maxmur, Rojava ve Şengal’e hava saldırıları düzenlemesinin altında yatan esas neden ise gizli liderliğini yaptığı örgütü DAİŞ’in yenilgisinin intikamını alma istemi ve arzusudur.

     Şengal dağları ile Maxmur mültecilerinin dümdüz çölde gördüğü küçük bir dağ olmasına rağmen sırtını dayadığı Qereçox dağı bütün zalim saldırılara karşı direnecek ve Erdoğan terör devletine baş eğmeyecektir. Bu dün de olduğu gibi bugün de ve yarında öyle olacaktır. Çünkü Kürtler demokratik öz yönetimi, kurtuluşun pusulası görüyor ve magma tabakasında görüldüğü gibi bütün halkların kurtuluş pusulasının bu olduğunu gösteriyor. Maxmur, Şengal, Rojava ve Mezopotamya dağlarının direnişlerinin kazanması, insanlığın köleci devletçi iktidarlardan kurtuluşunun kazanmasıdır. Kürtler kazandıkça insanlık kazanacaktır. Çünkü demokratik öz yönetim dünya halklarının kurtuluş pusulasıdır.                      

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz