Fûad Bêrîtan: Önceliğimiz özgür ve demokratik bir yaşamdır

0
7

İsrail ile İran arasında 12 gün süren savaşın ardından yeni bir döneme girilirken, PJAK Yönetim Konseyi üyesi Fuad Bêrîtan İran yönetimi ve diplomasisinin başarısızlığına ve ülkeyi uçuruma sürüklediğine vurgu yaptı.

ANF’ye konuşan Fûad Bêrîtan, özetle şu mesajları verdi:

– Çözüm Moskova’da, Pekin’de, Brüksel’de ve Washington’da değil; Tahran’dadır. İranlı yetkililer, onlarca yıldır milyonlarca insanın kaderini, insan kaynaklarını ve mali imkanlarını şüpheli ve tehlikeli bir programa bağlamışlardır.

– Eğer yaptırımlar halkın yaşamında büyük zorluklar yaratmışsa, oligarşiler, Devrim Muhafızları komutanları ve çevreleri için bir rant ve zenginleşme kaynağı olmuştur.

– Bizim önceliğimiz rejimin bekası değil; özgür ve demokratik bir yaşamdır. Dünyadaki tüm halklarla barış ve dostluktur. 

– Açıktır ki Ortadoğu’da yeni bir dönem başlamıştır. Kürdistan, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ve bölgede yeni düzenin yeniden tanımlanması için bir fırsattır.

– Her senaryoya hazırız. Ne bir kurtarıcı bekliyoruz ne de kimsenin lütfuna göz dikiyoruz.

İRAN YÖNETİMİ VE DİPLOMASİSİ BAŞARISIZ

PJAK yönetiminden biri olarak tetik mekanizmasının devreye girmesinden sonra İran’ın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğal olarak, Avrupalılar tarafından tetik mekanizmasının işletilmesi, İran diplomasisinin ve yönetim yapısının başarısızlığından başka bir şeyi hatırlatmıyor. Onlar şu ana kadar dünya kamuoyunun güvenini kazanmayı başaramadılar. Bu durum İran toplumu için ciddi bedellere yol açacaktır. Önümüzdeki haftalarda İran İslam Cumhuriyeti’nin önünde yalnızca tek bir yol vardır: Avrupa ve Amerika’yı, gizlilik ve çatışma yerine işbirliği arayışında olduğuna ikna edecek bir esneklik ve geri adım formülü bulmak.

İran İslam Cumhuriyeti, Batılı ülkeler ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nı ikna etmeye yoğunlaşmaktan çok, Rusya ve Çin’in kapasitelerinden yararlanarak bu çıkmazdan kurtulmaya çalışıyor. Örneğin, Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesinin sonuç bildirgesi, İran yönetimi lehine güçlü, caydırıcı ve belirleyici bir inisiyatifi akla getirmiyor. İran’ın bu örgüte bağladığı azami umut, muhtemelen Amerika, Avrupa ve İsrail ile olan daha derin krizlerini çözmeye yetmeyecektir. Açıktır ki, Çin ve Rusya’nın Amerika ve Avrupa ülkelerine karşı İran İslam Cumhuriyeti’ni desteklemek için sahip oldukları siyasi ve hukuki araçlar sınırlıdır.

ÇÖZÜM YERİ TAHRAN

Çözüm Moskova’da, Pekin’de, Brüksel’de ve Washington’da değil; Tahran’dadır. İranlı yetkililer, onlarca yıldır milyonlarca insanın kaderini, insan kaynaklarını ve mali imkanlarını şüpheli ve tehlikeli bir programa bağlamışlardır. Yine bu yetkililer, güvenlik ve askeri doktrinlerini nükleer program, füze programı ve benzeri projelerde tanımlarken; toplumu yoksullaştırmayı, baskı ve demir yumruğu, yapısal yolsuzluğu ve halkın taleplerini görmezden gelmeyi yönetim karakterlerinin ayrılmaz parçası haline getirmişlerdir.

İRAN’DA OLUŞAN ‘YAPTIRIM TÜCCARLARI’

Eğer yaptırımlar halkın yaşamında büyük zorluklar yaratmışsa, oligarşiler, Devrim Muhafızları komutanları ve çevreleri için bir rant ve zenginleşme kaynağı olmuştur. “Yaptırım tüccarları” ifadesi son derece isabetlidir. Onlar kişisel ve grup çıkarlarını, rejimin bekasını ve güç merkezini; milyonlarca insanın ve birkaç neslin yaşamından daha önemli görmüşlerdir. Bunları hepimiz biliyoruz. Fakat şimdi sormamız gereken şudur: Uçurumu görmüyor musunuz?

REJİMİN KADERİYLE İLGİLENMİYORUZ, BİZİ İLGİLENDİREN HALKTIR

Açıktır ki biz bu rejimin kaderiyle ilgilenmiyoruz; bizi kaygılandıran, bu gidişatın halk üzerinde yaratacağı yıkımdır. Halkın ekmeği yok, suyu yok, elektriği yok; özgürlük ve insani onuru yok. Halkın kaderi üzerine kumar oynamayı asla kabul etmiyoruz. Dış politika daima iç politikanın uzantısıdır; birbirinden ayrı değildir. İran İslam Cumhuriyeti, içeride köklü bir dönüşüm gerçekleştirmeden dış krizlerini çözemez.

Çözümler, zenginleştirme yüzdesinde, zenginleştirme yerinde ve bu teknik detaylarda değil, siyasi irade ve gücün halka geri dönmesindedir. Çözüm, ahlak ve akıldan yoksun bir yönetimde değil; toplumun, dışlanmışların, kadınların, azınlıkların, halkların, demokrasi ve özgürlük yanlılarının, bu toprakların iyilikseverlerinin muhatap alınmasındadır. Onlar taktiksel ve geçici pazarlıkların, otoriter bir gücün pastasından pay alma arayışında değiller; siyasetin içeriğini, yönetim tarzını ve doğasını değiştirmeyi, halk–halk ve halk–siyasi yapı ilişkisini yeniden tanımlamayı istiyorlar.

MEŞRU SORU ŞUDUR

Dolayısıyla meşru soru, “hangi politika rejimi kurtarabilir?” değildir. Meşru soru şudur: İran İslam Cumhuriyeti bu derin sapmaları nereden ve nasıl düzeltecek, halka yüklenen bu ağır maliyetleri nasıl telafi edecektir? Bu mümkün müdür? Ve eğer mümkünse, İslam Cumhuriyeti’nde böyle bir önceliği gündemine alabilecek sağduyulu bir akıl var mıdır? Bu konudaki kuşku ve kaygılar tamamen meşrudur. Biz inanıyoruz ki halkın kaderini etkileyecek her büyük karar, halkın görüşü alınmadan ilerleyemez. Halkın çıkarlarıyla çelişen hiçbir şey, hiçbir hükümetin gündemine girmemelidir.

Tam da bu nedenle, yani İslam Cumhuriyeti’nde böyle bir kapasite görmedikleri için, birçok kişi ondan kurtulmayı talep etmektedir. Açıktır ki İran İslam Cumhuriyeti, yönetimini sürdürmek için gerekli siyasi sermayeden yoksundur. Bir devlet olarak ya kendi içinde derin bir “ameliyat” gerçekleştirmek zorundadır ya da bu sürecin devamı çöküş ihtimalini hızlandıracaktır.

ÖZGÜR, EŞİT VE DEMOKRATİK YAŞAMAK İSTEYEN BİR ÇOĞUNLUK VAR

Peki, bu “ameliyat”tan kastımız nedir?

Her kesimin yanıtı farklıdır. Reformistler, iktidardan pay alma ve popülist çözümler peşindedir. Hükümet, yalnızca rejimin talepleri ile halkçı sloganlar veya en iyi ihtimalle sonuçsuz iddialar arasında gidip gelmektedir. İsrail saldırısından sonra Hamaney’in konumu belirsizdir ve genel olarak demokratikleşmenin ve halka başvurmanın öneminin anlaşıldığını gösteren tek bir ses bile duyulmuyor.

Bizim “halk”tan kastımız, İslam Cumhuriyeti’nin sınırlı destekçileri ya da seçilmiş bir kesim değildir. Biz milyonlarca insandan bahsediyoruz: Güçten pay almayan, sürekli baskı gören, tanınmayan, her daim bedel ödeyen. Biz İran’ın özgür, eşit ve demokratik yaşamak isteyen çoğunluğundan bahsediyoruz.

İÇERİDE DEĞİŞİM OLMADAN, DIŞ POLİTİKADA KALICI SONUÇ ALINAMAZ

PJAK olarak biz yıllar boyunca bu gidişata defalarca uyarıda bulunduk. Öneriler sunduk, çözümler gösterdik, yol haritaları çizdik. Ancak mutlak iktidarın sarhoşluğundaki bir rejim, hiçbir zaman bu meşru taleplere kulak verme ihtiyacı duymadı. Şimdi ise bu öneri ve taleplerin reddedilmesinin halka ne kadar pahalıya mal olduğunu görüyoruz. Halkın ötesinde, rejimin kendisi bile artık derin bir güvensizlik hissediyor.

Özetle; içeride değişim olmadan dış politikada kalıcı bir sonuç elde edilemez. Olası bir nükleer anlaşma, halkla diyalog olmadan, özgürlük, demokrasi ve eşitlik sorunları çözülmeden, İslam Cumhuriyeti’nin yarattığı çok katmanlı felaketlerin sorumluluğu üstlenilmeden bir yere varmayacaktır.

Siyaset, toplumu yönetme sanatıdır. Bu sanat mezhepçi, yozlaşmış, siyasi akıldan yoksun, toplumdan kopuk, çevre düşmanı, teokratik, antidemokratik, merkeziyetçi, otoriter ve erkek egemen olamaz. Biz bu durumu demokratik, toplum odaklı ve ekoloji merkezli bir düzene dönüştürmeye hazırız; ancak asla yüzeysel, taktiksel, aldatıcı ve riyakar yaklaşımların parçası olmayacağız.

SORUNLAR GERÇEK VE KÖKLÜDÜR, ÇÖZÜMLER DE ÖYLE OLMALI

Çözümler ciddi, derin ve stratejik olmalıdır. Biraz sosyal mühendislik, birkaç konsere izin, televizyonda birkaç eleştirel program ya da özgürlük görüntüsü veren sahte vitrinlerle bu aşamayı aşamazsınız. Gri kitleyi geçici olarak memnun etmeye dönük göstermelik hamleler stratejik özden yoksundur. Bunlar güvenlik oyunlarıdır. Milyonlarca insanın kaderi böyle oyunlarla değiştirilemez. Bunlar rejimi de kurtaramaz. Sorunlar gerçektir, köklüdür. Çözümler de kaçınılmaz olarak öyle olmalıdır.

Henüz 30 günlük sürenin sonunda bir anlaşmaya varılıp varılmayacağını bilmiyoruz. Ancak biliyoruz ki BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarının geri gelmesi, özellikle emekçiler, yoksullar, dışlanmışlar ve yoksulluk sınırının altında yaşayanlar üzerinde yıkıcı etkiler yaratacaktır. Bunun sorumlusu da kuşkusuz İran İslam Cumhuriyeti’nin yanlış politikalarıdır.

HALKA BİÇİLEN ROL, İTAATKAR BİR SEYİRCİ OLMAK

Halk, böyle bir durumda gelişmeler üzerinde nasıl etkili olabilir?

Bu çok önemli bir sorudur; çünkü biz halkı, toplumu ve onların kaderini ilgilendiren bir konuyu konuşuyoruz, fakat halkın kendisi ve toplum bütün karar alma süreçlerinde ve diyaloglarda yoktur. Kimse onların görüşünü sormuyor, kimse onları temsil etmiyor, kimse kaygı ve taleplerini dile getirmiyor. İran İslam Cumhuriyeti’nin halk için biçtiği rol, itaatkar bir seyirci olmaktır; yani rejimin kararlarının bedelini ödemek ama itiraz etmemek. Bu utanç verici ve kirli bir siyasettir. Halk böyle bir muameleyi hak etmiyor.

Hiç kuşku yok ki ağır güvenlik ortamı ve İslam Cumhuriyeti’nin baskıları bu tabloya yol açmıştır. Ancak gerçekçi davranırsak, toplumun artık sesini daha gür çıkarması gerektiğini vurgulamak yanlış olmayacaktır. Halk hiçbir zaman susmadı ve büyük bedeller ödedi. Ama bugün toplum demelidir ki: Hiçbir güç benim kaderim üzerinden kumar oynayamaz, pazarlık yapamaz. Ben buradayım. Haklarımı biliyorum, önceliklerimi tanıyorum ve artık bu duruma katlanmıyorum.

Halkın bu itirazı hangi yöntemle dile getireceği ayrı bir konudur; elbette tek boyutlu olmayacaktır. Ancak bu ses, bu ruh ve bu itiraz meşru, ahlaki, siyasi ve yerindedir. Halkın sahada varlığı hayati önem taşır; anti-halk anlaşmalarının yapılmaması ve halkın hiçbir anlaşmada pazarlık unsuru olmaması için, İslam Cumhuriyeti’nin onlar için tanımladığı rol şimdi her zamankinden daha fazla reddedilmelidir.

ÖNCELİĞİMİZ REJİMİN BEKASI DEĞİL, ÖZGÜR VE DEMOKRATİK YAŞAMDIR

Bu varlığın özü şudur: Kimse bizim çıkarlarımızı, taleplerimizi ve önceliklerimizi yok sayarak anlaşma yapamaz. Bizim önceliğimiz rejimin bekası değil; özgür ve demokratik bir yaşamdır. Dünyadaki tüm halklarla barış ve dostluktur. Biz ne bomba istiyoruz ne diktatörlük. Biz özgürlük, eşitlik ve onurlu bir yaşam istiyoruz.

Halk her fırsatta, her yerde ve her şekilde bu ruhu güçlendirmeli ve bu mesajı yaymalıdır. İran halkının haklarını çiğneyen her anlaşma, İran İslam Cumhuriyeti için maliyet yaratmalıdır. Rejimin maceracı ve düşmanca politikalarının yarattığı her bedel, halkın değil, doğrudan rejimin kendisinin sırtına yüklenmelidir. Bu dönemin kuralı budur.

Dolayısıyla hiç kimse toplum ve halkı muhatap almadan karar verilebileceğini düşünmemelidir.

KÜRDİSTAN, ORTADOĞU İÇİN BİR FIRSATTIR

– Biraz daha Kürdistan’a odaklanalım. Bu dönemde Kürdistan halkının hazırlık düzeyini nasıl görüyorsunuz? Kürdistan halkının öncelikleri ne olmalıdır?

Açıktır ki Ortadoğu’da yeni bir dönem başlamıştır. Bizim “üçüncü dünya savaşı” olarak nitelendirdiğimiz süreç, bölgemizde de yeni boyutlar kazanmıştır. Bunun yansımalarını az ya da çok Ortadoğu’nun birçok ülkesinde görüyoruz. Ne totaliterlik, ne otoriterlik ve diktatörlük, ne de savaş ve dış müdahaleler bu krizlere uygun bir çözüm olamaz. Bugünkü birçok sorunun derin tarihsel, siyasi, hukuki ve zihinsel kökleri vardır. Artık bölge ülkelerinin eskisi gibi yönetmeleri mümkün değildir. Herkes bu dönemde zarar görmemek için yeni politikalar geliştirmek zorundadır. İran’da ve Kürdistan’da da durum böyledir. Kürdistan, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ve bölgede yeni düzenin yeniden tanımlanması için bir fırsattır.

KÜRTLER SAVAŞ YANLISI DEĞİL, KENDİLERİNİ KANITLADI

Kürtler, sorumlu, ılımlı, demokrasi yanlısı ve eşitlik yanlısı bir güç olduklarını kanıtlamışlardır. Özgür ve adil bir birlikte yaşam inancına sahiptirler. Savaş yanlısı değillerdir; fakat varlıklarına yönelen her tehdide karşı kendilerini savunurlar. Kürtler “üçüncü çizgi”yi temsil etmektedir. Bu açıdan, toplumumuzun yaklaşımı, Ortadoğu’daki savaş ve kriz ortamında bir fırsattır. Kürtlerin katılımı olmadan yeni Ortadoğu şekillenemez. Kürtlerin katılımı olmadan Ortadoğu’daki hiçbir proje kesin sonuca ulaşamaz. Kürtler değerler yaratmış, mücadeleler yürütmüşlerdir; bu da diğer Ortadoğu halklarına ilham verebilir. “Jin, Jiyan, Azadî” felsefesi ve yöntemi bunun örneklerinden biridir. DAİŞ’in yenilgisi bunun bir başka görkemli örneğidir. Bunlar sadece partisel ve yapısal değil; toplumun dokularına işlemiş değerlerdir.

HER SENARYOYA HAZIRIZ

Bizim defalarca belirttiğimiz gibi, her senaryoya hazırız. Ne bir kurtarıcı bekliyoruz ne de kimsenin lütfuna göz dikiyoruz. Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi, demokratik modernite temelinde ve toplumun kendi iç dinamikleriyle sürüyor. Elbette bu aşamanın hassasiyetleri çok farklıdır. Halkımız saflarını daha sıkı birleştirmeli, siyasi akımlar daha uyumlu çalışmalı, stratejik işbirlikleri geliştirmelidir. Kürdistan’ın gücü ve enerjisi daha bütünlüklü ve hazırlıklı olmalıdır. Bu konuda herkes sorumlulukla hareket etmelidir. Kürdistan, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde defalarca öncülüğünü göstermiştir; bu aşamada da aynı karakteri sergileyecektir. İran’da hiçbir proje, Kürdistan halkının hak mücadelesiyle işbirliği ve uyum olmadan başarıya ulaşamaz. Bundan herkes emin olmalıdır.

KÜRDİSTAN’DA SİVİL TOPLUM ÇOK DİNAMİK VE AKTİFTİR

Bu gerçek, özgürlükçüler, eşitlik yanlıları ve hak savunucuları arasında kapsamlı ulusal diyalogların zorunluluğunu daha da öne çıkarmaktadır. İran genelinde bu konuda hâlâ ciddi zayıflıklar vardır. Kürdistan gerçeği ne kadar geç anlaşılır ve onunla işbirliği ve uyum ne kadar geç sağlanırsa, siyasi akımların gelecekteki gelişmeler karşısında şok olma düzeyi ve alternatif siyasi projelerin ortaya çıkış kaynağı da o kadar güçlü olacaktır.

Bir başka düzeyde, toplumun performansına bakalım. Sivil toplum, toplumun vicdanıdır ve ne mutlu ki Kürdistan’da sivil toplum çok dinamik ve aktiftir. Örneğin, bu dinamizmin yansımasını neredeyse tamamı gönüllü olan geniş çevre faaliyetlerinde görebilirsiniz. Son günlerde Kürdistan’daki öğretmenlere karşı baskıcı kararlar alındığına tanık olduk. Yüzlerce kişi ve sivil toplum aktivisti, protesto ve sembolik bir eylem olarak Abidar dağ yürüyüşü güzergahında yürüyüş düzenledi ve bu öğretmenlere verilen sürgün ve ihraç cezalarının kaldırılmasını talep etti. Bu, yerinde ve sorumlu bir sivil eylemdir. Buradan tek tek hepsine ve onların haklı, insani itirazlarına selam gönderiyorum.

ÇOK DERİN VE GÖRKEMLİ BİR DİRENİŞ VAR

İşte bu ruh, Kürdistan toplumunun —ve genel olarak İran toplumunun— ihtiyaç duyduğu ruhtur: baskı karşısında kayıtsız kalmamak, susmamak, insanların birbirini bulması ve birbirine güç ve değer vermesi. Demokratik ve canlı bir toplum böyle olmalıdır. İran İslam Cumhuriyeti halkı bastırmak ve kontrol etmek için 24 saat çalışıyor. Halk da 24 saat boyunca baskıya karşı koymalı ve özgür, insani ve demokratik bir toplum inşa etmek için direnmelidir. Bu direniş Kürdistan’da çok derin ve görkemlidir.

Bu ruh, günlük insani ilişkilerde bile kendini gösteriyor. Son örnekte, Sakızlı genç bir adam Mahabad Barajı’nda boğuldu ve hayatını kaybetti. Mahabad halkı günlerce o gencin ailesinin yanında oldu ve cenazenin bulunması için çaba gösterdi. Onlar Sakız halkını yalnız bırakmadılar ve yaslarına topluca ortak oldular. Sorumlu, bilinçli ve vicdanlı bir toplum böyle özelliklere sahiptir.

Bu kültür her alanda yayılmalı ve sarsılmaz bir siyasi irade ve toplumsal mutabakata dönüşmelidir. Nerede toplumun çıkarları tehlikeye girerse orada harekete geçilmeli. Nerede birlik gerekiyorsa adım atılmalı. Nerede sivil direniş gerekli ise orada şekillenmeli. Bu, Kürdistan halkına yaraşan bir durumdur. Ve daha geniş ölçekte, bu kültürün tüm İran’da yayılmasını umuyorum.

Bu kültürün yayılması, hiçbir gücün hiçbir alanda yanlış adım atamamasını sağlayacaktır. Otoriterlik ve antidemokratik bir düzene karşı mücadele tam da bu yoldan geçer. Bu deneyimler ve bu direniş kültürü tüm İran’da yayılmalıdır.

AZERİ TÜRK TOPLUMUNA İYİ NİYETİMİZİ GÖSTERDİK

Son haftalarda, Azeri Türkleri hakkındaki tutumlarınız siyasi ve medya çevrelerinde bazı tepkilere yol açtı. Bu tepkilere ilişkin değerlendirmeniz ve genel olarak İran’daki Kürtler ve Türkler arasındaki ilişkinin geleceğine dair görüşünüz nedir?

Biz defalarca İran Türk toplumuna karşı iyi niyetimizi gösterdik. Hareketimiz, siyasi görüş ve projelerini açıkça, filtresiz ve dolaysız ifade eder. Açıkça belirtmek isterim ki biz, stratejik ittifaka ve insani, adil bir birlikte yaşama inanıyoruz. Ne Türkleri tehdit olarak görüyoruz ne de biz onlar için bir tehdit olacağız. Ne Kürtlerin ne de Türklerin ortadan kaldırılması ya da zayıflatılması asla düşünülebilir bir seçenek değildir. Aksine, hareketimiz özgürlük ve birlikte yaşamı dar, etnikçi veya toprak-merkezli bir bakış açısıyla ele almamaktadır. Biz birlikte yaşamı, eşitliği, karşılıklı saygıyı ve özgür, demokratik katılımı; tüm toplumlarla, özellikle Türklerle ilişkilerimizin temeli olarak kabul ediyoruz.

Bu çerçevede, geçmişte hem Türkler hem de Kürtler tarafından yanlış tutumlar dile getirilmiştir. “Kürt fobisi”ne kapılmış ve buradan siyasi çıkar elde eden kimi medya organları ve gruplardan beklentimiz yoktur. Bizim hitabımız, Türk vatandaşlara, onların aydınlarına, vicdanlı ve demokrasi yanlısı insanlarına yöneliktir: Bu kritik aşamada diyalog, işbirliği ve karşılıklı anlayış güçlendirilmelidir. Resmî tutumumuz budur. Bunun dışındaki her şey, bize isnat edilirse ya bilgisizlikten ve haksız kuşkudan kaynaklanmaktadır ya da siyasi çıkar hesapları içermektedir.

DOSTLUK ELİNİ UZATIYORUZ, YENİ BİR SAYFA AÇILMASINI İSTİYORUZ

Bu nedenle biz İran Türk toplumuna dostluk elini uzatıyoruz ve İran’da Kürt–Türk stratejik ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmasını istiyoruz. İyi niyetle ilan ediyoruz: Eğer Türkler tarafından özel bir kaygı varsa, doğrudan diyaloğa hazırız. Demokratik diyalog platformları kurulsun. Biz her zaman Azerbaycan toplumunun temsilcileriyle samimi, dostane ve karşılıklı saygıya dayalı görüşmelere hazır olduk. Onlarla dostluk ve işbirliği bizim için bir değerdir. Bu işbirliğinin temeli toprak genişletmek değil; ortak bir demokrasi modelini geliştirmek ve ortak coğrafyada adil bir yaşamı paylaşmaktır.

Biz demokratik ölçütlere inanıyoruz ve Kürtlerin ve Türklerin çoğunluğunun da aynı talebe sahip olduğuna inanıyoruz. Ne biz Türkler için bir tehdidiz ne de Türkleri Kürtlere karşı bir tehdit olarak görüyoruz. Her iki halk da bu bölgenin tarihsel, siyasi ve kültürel hakikatinin bir parçasıdır. Varlıkları çatışmada değil, birbirini tamamlamada anlam kazanır. Yeni İran ancak böyle bir zihniyetle tasavvur edilebilir.

Bu bağlamda, Kürtler ve Türklerin ortak güvenliğini garanti altına almak için bize hangi görev verilirse yerine getireceğiz. Biz yalnızca Kürtleri korumak ve onların arasında demokratik bir projeyi ilerletmek için var olan bir güç değiliz; insani bağların aşağıdan yukarıya güçlendirilmesi, ortak siyasi modellerin oluşturulması ve ortak çalışmaların yapılması gerektiğine inanıyoruz. İran’da Kürtlerin ve Türklerin ilerlemesi ve refahı aynı anda, yan yana görülmelidir.

Türklerin bizi bu şekilde görmesini istiyoruz. Bunun dışında her algı, bizimle hiçbir ilgisi yoktur. Bizi farklı bir zihniyetle suçlayan her güç, gerçekte hakikatimizi anlamaya çalışmamış; ne diyalog ne de programlarımızı kavrama niyeti taşımıştır. Dolayısıyla biz yanlış yargıların ve klişelerin sorumlusu değiliz. Biz hiçbir zaman diyalog talebini reddetmedik, hiçbir işbirliği davetini yanıtsız bırakmadık ve muhtemel kaygılara da kayıtsız kalmadık.

Bu nedenle, Türkler arasında vicdan sahibi insanların bu tutumlarımızı iyi niyetle ve önyargısız değerlendirmelerini bekliyoruz. Hiçbir gücün, hiçbir düşüncenin Kürtlerle Türkler arasında düşmanlık yaratmasına izin vermeyeceğiz. İran’ın koşulları ne kadar kritik hale gelirse, ilişkilerin yeniden tanımlanmasına, karşılıklı güvenin inşasına ve ikili-çoklu diyaloglara duyulan ihtiyaç da o kadar artacaktır. Bu coğrafya kimse için korku ve endişe kaynağı olmamalıdır; aksine halklarının işbirliğiyle parlayan bir örneğe, güvenli, özgür, demokratik ve ilham verici yeni bir senteze dönüşmelidir: Türkler, Kürtler, Hristiyanlar ve tüm toplumlar için.

Biz PJAK olarak, birlikte yaşama ve ortak geleceğe inanan herkesin elini önceden sıkıyor, onlara selam ve saygılarımızı gönderiyoruz.

JIN JIYAN AZADÎ BİR SLOGAN DEĞİL, DERİN BİR FELSEFEDİR

“Jin, Jiyan, Azadî” hareketine değindiniz. Biliyorsunuz ki Kürdistan ve İran’da Jin, Jiyan, Azadî’nin yıl dönümüne yaklaşıyoruz. Bu konuda tutumunuz nedir?

“Jin, Jiyan, Azadî” hareketinin yarattığı protestolar değerli bir miras ortaya çıkardı. Onun insancıl ve özgürlükçü değerleri uğruna pek çok can feda edildi. Bu hareket, özgür, eşit, demokratik ve onurlu bir yaşam isteyen; istibdat, diktatörlük, eşitsizlik, zulüm ve baskıdan arınmış bir İran talep eden herkesindir.

“Jin, Jiyan, Azadî” yalnızca bir slogan değildir; yaşam için bir yol ve mücadelede derin bir felsefedir. Bu felsefe canlı ve dinamiktir. İran’da hiçbir fikir veya yaklaşım, bu hareketin yaptığı gibi halkı birbirine bağlayamamış, umut ve coşku yaratamamıştır. İran İslam Cumhuriyeti’nin ve otoriter akımların buna yönelik sert saldırıları sebepsiz değildir. Baskı, sokak katliamları, zindan ve işkence, bu hareketin yaktığı ışığı söndüremez.

Bu hareketi ilerletmenin yollarından biri, yaşamını feda edenlerin anısını diri tutmak, onunla yaratılan değerleri yaşamak ve bireysel ve kolektif mücadeleleri derinleştirmektir. Biz bir kez daha Jina Emini’yi ve “Jin, Jiyan, Azadî” hareketinin tüm şehitlerini anıyor, onlarla yeniden sözleşiyor ve kendimizi özgürlükçü ve demokratik mücadeleleri sürdürmeye bağlıyoruz.

Buradan halkımızı -Kürdistan’da, tüm İran’da ve yurtdışında- her yerde, her şekilde birbirine katılmaya; “Jin, Jiyan, Azadî” hareketinin demokratik değerlerini temsil etmeye; onun görkemli ruhuyla birlik, dayanışma ve işbirliğini temel almaya davet ediyoruz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz