Kadın Kültürleşmesi Olarak Tanrıçalık -II-

0
1114

Bir özgürlük militanının en temel işi güzellik yaratmaktır. Bunun için tırnaklarımızla Mezopotamya’nın bütün topraklarını kazıyıp tanrıçaların izine ulaşmalıyız ki yaşamak, güzelleşmek, sevmek ve sevilmek için bir gerekçemiz olsun

Tanım Kazanmamış Kadınlık Örgüleri

Kadının layık olmadığı fikir ve zikirler kendini dinlere, topluluklara nasıl böyle kabul ettiriyor sorusu bizi tarihi yolculuklara çıkarıyor.Kadının gerçek tarihine ters, hakaretlerle dolu bunca uygulama, neyin karşılığında ve ne hakla yaşatılıyor, en ağır bedeller ne uğruna ödetiliyor sorularının cevabı bugünkü kadınların ruhunda hala bir sır gibi saklanıyor.Örneğin İslamiyet’ten önce üç kadın tanrıçanın,Lat,Uzza ve Menat’ın mekânı ve onların putlarının yükseldiği gökyüzünün altında, günümüz Mina tepesinde şeytan taşlanıyor. Aslında yüzyıllar öncesinin üç kadın tanrıçası taşlanıyor. Bir dönemin tanrıçaları bugünkü erkek egemenlikli sistemde taşlanmakta, yücelikler en büyük aşağılanmaların konusu olmaktadır.

En çok kurgulanan varlık olarak kadın, mitolojilerin de, dinlerin de, felsefe ve sanatın da vazgeçilmez,işlevsel öğesidir. Kadın, etrafında adeta bir dünyanın, toplumun ve insanın bilinç ve ruh olarak yeniden kurulduğu bir senaryo yazılmıştır. Kadını kimliksiz, tanımsız bırakan sistem, bununla da yetinmemiş, kadın aracılığı ile erkeği ve bütün toplumu da cinsiyetsiz ucubelere dönüştürmüştür.Bu gerçekliğin dışavurumundan da anlayacağımız gibi şimdiye kadar kadına dair niyetler ve zihniyetler sadece kadını değil toplumun bütün değerlerini hedeflemiştir. Bugünün kadınını ifade edecek binlerce çirkin özellik sıralanabilir, ama bu ne verili sistemi ve sistemin mimarı erkeği temize çıkarır, nede tarihin bütün birikimini kadın kimliğinde görmemizi engelleyebilir. Zaten bugünün sisteminde şekillenen kadının en büyük yanılgısı; güncel çirkinlikle yaşayıp, tarihi güzelliği hatırlamamasıdır.

Kadın şahsında çarpıtılan tarih, toplumun bütün algısını, kültür ve ahlakını değiştirmiştir. Ve ters yüz edilen bir tarihle yaşamak kadar onur zedeleyici bir şey olamaz. Hem de gerçekler insanlığın örtülmüş hafızasında çığlık çığlığayken, Bilinmelidir ki kadını ve gerçek tarihi merkezine almayan her türlü ideoloji, bilim ve mücadele biçimi başarıya ulaşamayacağı gibi üstü bin bir yalanla örtülen evrensel gerçekleri de doğru bir şekilde yaşayamaz.Çünkü yaşama dair her şey kadının kaybedişinde gizlidir, gerçek tarihle buluşmak ise arayış sahibi olacak kadar soyluluk gerektirir. Kendine insanım diyen hiçbir insan bugün bize sunulan çarpık tarih anlayışıyla yaşayamaz, eğer yaşıyorsa yalana bulaşmış, vicdandan boşalmış olarak yaşıyordur. Kadının geçmiş tarihini görmezden gelip bugün insanca yaşayabileceğini düşünmek, hele insanlık için mücadele ettiğini iddia etmek en vahim hafızasızlığın yansımasıdır.

“Mevcut kadınla yaşanmaz” çözümlemesini yapan Önderliğimiz tarihte eşi benzeri olmayan bir yalanı çözme aklına eriştiği için bu çözümlemeyi geliştirmiştir. Kadının dününden, tarihinden, güzelliklerinden ve kutsallığından kopartıldığı bilince çıkarıldığından, Önderlik gerçeğinde bu belirlemeler toplumu özetleyen bir söz oluyor. Zira kendini ve tarihi bilmeyen hiçbir insanın bu sözü kolay dile getirmez. Filozof Nietzsche bu yargıya vardığında delirmenin sınırındaydı ve toplumsal tarihi pozitivistçe ele alan bilimcilere, sistemin iğdiş edilmiş cüceleri”demişti. Bilim adına kadına sayıp söven bunu da bir gerçeğe ulaşma adına yapan hiçbir insan bilimden, tarihten, ahlaktan ve gerçeklikten nasiplenmemiş demektir. Bu iğdiş olmuş, cüceleşmiş erkekliğin kandırmaca dolu öyküsüdür.

Öyle sanıldığı ve sıkça edebiyatı yapıldığı gibi değildir kadın gerçekliği, bütün zıtların buluşma hali deyip yüzeysel kurtuluş yollarına başvurmak da insanı doğru yollara koymaz. Bugünkü kadını çözmek bütün tarihte yolculuk yapmayı göze almayla başlar. İnançla ayaklanmış yürek ve akıl ile bilmeye cesaret etmek gerekir. Eğer gerçekten özgür insan doğasına ulaşılmak isteniyorsa, gerçek tarihini seçebilme özelliğine ulaşmak gerekir. Yoksa bugünün penceresinde iyiliğin-kötülüğün, doğruluğun-yanlışlığın birbirinin içine geçirilmiş haliyle yaşadığını idea etme gibi bir yanılgı yaşamaya devam edilirse bu güdülere, uyuşturulmuş erkek aklına teslim olmak demektir ve insan olmanın karşıt kutbunda yalanla yaşamaya boyun eğme anlamına gelmektedir. Kadının bu çirkinlikten kopamamasıysa alternatif yaşam yaratamamasından ve gücünün farkına varamamasından kaynaklıdır. Buda eril zihniyete nasıl eklemlendiğinin göstergesidir.

Erkek akıl yada eril tarih algısı derken bir cinsi dıştalamıyoruz, tersine insanın uğradığı ihanetin vahametine vurgu yapmaya çalışıyoruz. Çarpıtılmış tarihle yaşamak, sadece kadının onur sorunu değildir, erkeğin sus payı karşılığında onursuzlaşma ve toplumsallığın duygu dolu aklından kopma sorunudur da. Dolayısıyla nasıl bir yaşam, nasıl bir kadın ve erkekle yaşanır soruları hiç de kolay cevaplanabilecek sorular değildir. Öyle ki biz Kürtlere özgürlük tanınmadığı için özgürlüğü hayatımızın gayesi haline getiririz, ama tuhaf bir şekilde köle olmaya karşı direndiğini ve özgürlüğü aradığını iddia eden Kürt erkeği, doğası ve aklıyla güzel kalabilen kadın karşısında, tüm özgürlük arayışlarını unutup form kazanmış iktidarını hatırlar. Bu en ucuz ve teslimiyetçi, kaçak dövüşün erkek şahsında dışavurumudur.

Oysa Rêber APO ‘Kadınsız yaşanmaz ama bugünün kadınıyla da yaşanamaz’ tespitine varmak için kadının özgürlük mücadelesine bir ömür adadı. Kendini aşıp evrensel hakikatin özüne ulaştı. Kadınla özgür ilişkilenme, arkadaş olmaarayışı ta çocukluğuna kadar uzanır. Bu anlamda büyükleri taklit etme yanılgısına kapılmamış olmak Önderliğin en sade yanıdır ve bu, kadınla arkadaş olabilmenin yegâne yoludur, kadın kişiliği çok karmaşık gibi yansıtılsa da esasta kadınla yoldaş olmanın bir kuralıda doğal ve çıkarsız bir hafızaya sahip olabilmektir. İnsan sevdiği için ölümü göze alamıyorsa, sevmekten bahsetmemelidir. İnsan sevdiğini kendi emek ve ahlakıyla yaratamıyorsa sevgiden anlamıyor demektir. Tamda bu noktada Önderliğimiz bütün insanlığın en yürekli insanıdır, en cesur tarihçidir. Sevilebilen kadının can yoldaşıdır, kadınca duygu ve akıl deryalarında en özgür yüzen insandır. Sevilebilecek kadın olmadan insanlığın var olamayacağını en iyi bilen ve bütün amacını güzel kadın yaratımlarına adayan, bütün çağların hilekâr tanrılarına baş kaldıran kahramandır. Ve kadına dair yazdığı binlerce sayfanın birkaç satırında şöyle demektedir: Sevilecek kadını yaratmak en temel görevimdir. Bir kadını kahramanlaştırmak kolay değil. Sanırım bunu anlayabilecek durumdasınız. Belki adı unutulmuş Kürt halkının daha fazla unutulmuş Kürt kadınından, dünyanın ender rastlayacağı bir kahramanlığa yol açmak büyük bir hünerdir ve çok büyük bir edeptir. Sevmek çok heyecan verici bir olay, güzelliği geliştirmek çok heyecan verici bir olay. Her şeyden önce çok büyük bir yürek, cesaret olayıdır. Aslında bu önemli oranda edebiyatın işidir. Bunu gerçekleştirebildik. Sadece kahraman kadını değil, savaşan kadını, yaşamsal kadını da ortaya çıkarmak benim için önemli. Beni sürükleyecek, kendisiyle çok ileri düzeyde yaşama çekebilecek kadın olsa alkışlarım. Büyük bir yarış olsun, bu güzel bir şey olur, çok tarihi ve çağdaş olur.

Görüldüğü gibi güzellik yaratılmadan sevgi yada sevilecek olan oluşmuyor. Bir özgürlük militanının en temel işi güzellik yaratmaktır. Bunun için tırnaklarımızla Mezopotamya’nın bütün topraklarını kazıyıp tanrıçaların izine ulaşmalıyız ki yaşamak, güzelleşmek, sevmek ve sevilmek için bir gerekçemiz olsun. Yoksa bugünün gerçekliğine, kadınına ve erkeğine bakıp gerisin geri kaçmamak mümkün değil, biz neydik, ne olduk diye sormanın başlangıç noktası, sonsuz bir arayış oluyor, belki de kadının özünü en iyi tanımanın yolu, yaşamın, özgürlüğün, arayışın ve sonsuzluğun karakterinin dişil olduğunu bilince çıkarmak oluyor.Bu doğasal akışın dışına çıkmış, erkeğin gölgesine sığınan kadının en önemli olan yaratıcı ve üretken özelliğini kaybetmesi, kendi özünden düşüşünü de ifade ediyor. Bu sebepten olsa gerek Önderlik gündemimize Tanrıçalaşmagerçekliğini koydu.Bizim için kadın karakterini, felsefesini, tarihini, aklını, duygu ve yaptırım gücünü tekrar araştırma ve verili içi boş, sistemin inşası kadın kimliklerini aşmanın yolları açılıyor.

Tanrıçalık Soylu Olmakta Isrardır

Tanrıça kültürü; insanlığın kaybettiğini kabul etmeme ve insanlığa kaybettirilen anlamı tekrar kazandırma kültürüdür. Tanrıça kültürü; pozitif ayrımcılığı, cins eşitliğini aşan, özgürlüğü esas alan akış halidir. Bu kültürün donmuş formlara gelmeyen, esnek, akışkan enerjinin özgürlükle ifade bulduğu ve kadın özüne en çok yakışan kültür olduğuna inanmak, yaşamak ve mücadele etmek için gerekçelerimizi çoğaltır.

Tanrıçalık bir konum değil, bir kültürdür ve kültürleşme insanlaşmayla direkt bağlantılıdır.Tanrıçalık kültürünün güncelleşmesi ancak kendinden nefret edecek hale getirilen kadın ruhunun gerçek tarihte arınmasıyla anlam bulabilir. Sonsuz bir aşkla egemenlikten boşanmadüzeyinde kendini bulma, kendini arındırma, kendini yeniden yaratmanın iradesi ortaya çıkarılmalıdır.

Tanrıçalık,insanlık ve toplumsallığın doğal bir ihtiyacı olarak yaşamsallaşıyor. Ama tanrı olma istemi, arzusu, kıskançlıkla, taklit edilerek sonradan ortaya çıkıyor. Tanrıların temel yaratımı egemenliktir. Mitolojilerdeki tanrı isimlendirmeleri ve işlerinin karakterinden de anlaşılacağı gibi bütün tanrılar insan özünden epey uzaklaşmış, yıkıcı eylemcileri ifade ediyor. Örneğin Adad, Sümer’de fırtına tanrısı,Anubis, Mısır’da ölüler tanrısı iken Seth de Mısır’da şiddet ve fırtına tanrısı olarak biliniyor ve daha sayısız savaş, karanlık, ölüm ve yer altı tanrısı sıralanabilir. Tanrı hep gözetleyen, cezalandıran, sonsuz güçleriyle insanlar üzerinde korku yaratan, insan aklının eremeyeceği özgünlükte bir varlık olurken, tanrıça kültürünün en belirgin özelliği ve tanrılardan ayrılan temel farkı ise yaşamın ve insanların dışında veya üstünde olması değil, içinde ve ilişkili olması, yarattığı değerlerin yaşamsal, doğasal ve evrensel olmasıdır.

 Bu isimlendirmelerinden ve işlerinden de çok rahat anlaşılabilir bir gerçekliktir. İştar Mezopotamya da aşk ve doğurganlık tanrıçası, İsis Mısır’da ana tanrıça, Hathor Mısır’da aşk ve neşe tanrıçası, Maat Mısır’da evrensel uyumu temsil eden tanrıça, Nut Mısır’da gök tanrıçası, Bo Sümer’de sağlık tanrıçası, Vuyu Vedalarda rüzgâr tanrıçası, İsis Sanat Tanrıçası, NinhursagZagros dağ tanrıçası, İnanna da Mezopotamya’da Aşk Tanrıçası olarak bilinir. Oysa yukarıda bahsi geçen çok az tanrının meziyetine değinmiştik ki bu kötülük saçan tanrıların sayısı yirmi binlerle ifade edilecek kadar çok ama toplumsallık ve insanlık adına erdemleri yok. Tanrıçalık ise tersine bir erdemler toplamıdır. Tanrıçalık çoğul, tanrılık ise tekildir. Tanrıçalık kültürleşen bir toplumsal eylemin ifadesidir, tanrılık toplum üstü bir kurumsallaşmadır, istediğinde devlet olur, istediğinde fırtınalar estiren savaş komutanı.

Bugünden bakıldığında mitoloji insana çok eskileri anlatan bir öykü olarak gelebilir, ama eski olması bize uzak olduğunu ifade etmez. Zira her insan tarihin yaratımı bir varlıktır. Bilinmelidir ki mitoloji tarihte yolculuk yapmak isteyeninsan için en çok gerekli olan haritadır. Bütün mitolojik öykülere bakıldığında görülecektir ki müthiş akıl ve duygu ile işleyen bir toplumsallık üstüne tahripkâr bir bireycilik inşa edilmiş, yine yaratan tanrıçalığa karşılık, ölüm fermanları yağdıran bir tanrı kurumu peyda edilmiştir. Burada sorun sadece sağaltan, neşe dağıtan bir tanrıçalığın yerine, savaşla yaralayan, öfke yayan bir tanrılığın geçmesi değil, sorun toplumların öz olan kültürel kimliklerini barbar ahdeden, kendini de uygar ilan eden iktidar kurumsallaşmasıdır. Ve bu sadece mitolojilerde yaşanan ve kalan bir gerçeklik değildir, belki de bugün halk kültürünün istismarını en çok yapan, birikmiş barbarlık ve iktidar birikimi kapitalizmin kendisidir. Bugünün yeryüzüne inmiş, her yere sızmış, en soyut ama bir o kadarda somut tanrısı devletleşmiş, bankalaşmış her türlü iktidara bulaşmış kapitalizmin ta kendisidir.

Tarihteki bütün hırsızların miras yedisi en büyük hırsız olan kapitalist sistem karşısında mücadelesiz kalmak, artık gerçekten kötülüğe teslim olmak, bütün kutsallıkların öldüğüne inanmak olacak. Oysa damarlarımızda kanla beraber tarihsel zerrelerin dolaştığını, yapılan her haksızlığın bütün beyin hücrelerimizi sarstığını bilmek gerekir. Hele tanrıça soyundan gelme kadın ve erkekler olduğumuzu unutmamak gerekir- ki geçmişimize saygı duyalım, insanlığın şimdiki ütopyası olan özgürlüğün, hakikatin geçmişimizde yaşandığını bilmeksizin onur payesi olan tek bir adım bile olamaz. Özellikle kadınlar tanrıçalaşmanın asıl öz insanlaşma olduğunu bilerek mücadelede öncü olmayı gururla karşılamalıdır. Çünkü tanrıçalık soylu olmakta ısrardır. Tanrıçalık sadece tarihsel değil bir o kadar da günceldir. Her düzeyde ana tanrıçaya dayalı bir düşünce ve inanç yapısı geliştirmeyi amaç edinmek insanlığın aşkla yaşamasına kapıyı aralamak demektir.

Verimli Hilal’de ilk defa ana tanrıça Stêrk veya Star adı altında göğe yükseltilerek ölümsüzleştirilen kadın,bugünde yeryüzünü güzelliklere açıp her düzeyde iyilik, doğruluk için mücadele etmek tanrıçalıktan pay almış güzel kalabilen kadının işidir.Ana tanrıça kültü, bu çağında temel ideolojik kimliği olmak durumundadır.Tanrıçalar çağında kadın kültügüneş, ay, yıldız gibi göksel değerlerle ifade bulurken, anlamlarda göksel ve yüceydi. Şimdilerde ise yerlerde sürünen değerlerin sözcüsü yapılmaya çalışılan kadın, tanrıça temsili doğal karakterini her gün yeniden diriltmelidir ki yaşam ancak bu şekilde anlam derinliğine yol açmaktadır.Tanrıça kültürünün neolitik tarım devriminin ürünü olduğu tartışmasız bir gerçek ve bu gün ilham kaynağı olarak önümüzde durmaktadır.

Tanrıçalıktan kasıt, kadının yüce değerlerini kendi kişiliğinde yaşatıp toplumu gerçek özüne döndürme çabasına yönelmeyi ifade ediyor. Ki Önderlik Yeni tanrıça dininin müminleri gibi çalışacaksınız”dedi, bu bizim işimizin ve çalışmamızın ne olması gerektiğini de ortaya koymuş oluyor. Yitirilen insanlık değerlerinikazanmanın tanrıça kültüründeki adalet ve asaleti kişilikte somutlaştırmakla başlıyor. Tanrıça kültürü; kendini toplumuna adamasını bilen kadın gerçekliğidir. Kadının geçmişine bağlılığı bu gün yapacağı her işte yansırsa anlam kazanmış bir varlık olabilir. Doğanın tahribine karşı amansız mücadeleci olmak, çarpık, homojen insan tipi üreten okul ve eğitim sistemleri yerine kendi doğasına dönen çocukların bilge öğretmeni olmak, bir erkeğin değil, bütün insanlığın kutsal amaçlarının kadını olmak, demokrasinin, politikanın, ekonominin asal üyesi olmak ve bu göreve layık olmak bütün olmaların, yeni oluşumların adı oluyor.Bu işler tanrıçalık yoluna girmiş kadının işleridir. Zira geçmişin tanrıçaları da bu işleri kusursuz yapmaya çalışan, kutsal kalmakta ısrar eden kadınlardı. Yaratan, doyuran, koruyan, eğiten, yöneten, üreten tanrıçalık ile bu gün topluma demokratik,ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması, temelindeöncülük yapan kadınlık arasında oluşan farklar özsel değil, sadece koşulsaldır. Gelişen her türlü olumsuzluk sadece mücadele gerekçesidir. Mücadelede tanrıçanın en belirgin özelliğidir.

Önderliğin Ay kadar sade, ay kadar derin, ay kadar ilham verici olmalısınız” sözünden de anlayacağımız gibi tanrıçalığın ilham verici derinliği ve sadeliği kişiliklerimizi kadının gerçek özüne ulaştıracak yegâne yoldur. Afrodit kadın tipinin güncelleştirilmesi bugünün çirkinliklerine karşı bir güzellik arayışı, aşkı özgürce yaşamak kadar, kendisi olabilmeyi ifade eden sahte yapılandırılmış kadın kişiliğinin tersine sadeleşen öz değerlerin kadın kişiliğinde somutlaşmasını ifade ediyor. Tanrıçalık bir toplumu, yeniden var etmenin bütün eylemlerinin yaratıcı gücünü,kadın gerçeğinin yaşama kattığı değerler bütününün anlam kazanması ve yüceltilmesinin bir sembolü olarak kutsallaşmış oluyor.

PKK’de kadın özgürlük mücadelesi de hiçbir zaman salt kadına haklar vermeye dayalı bir stratejiye dayanmamış, toplumsal hayatın yeni değerler üzerinden yeniden düzenlenmesiyle özdeş ele alınmıştır. Bugün de Önderliğimizin kadın hareketi açısından öne sürdüğü model ve perspektifler aynı yaklaşımdan bağımsız değildir. Demokratik- ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması, temelinde hakimiyet ilişkileri yaratan bir sistemin aşılmasını hedeflerken, uygarlık tarihinin başından beri hakimiyet ilişkilerinin nesnesi konumuna getirilen doğa ve kadınla özgür bir yaşam etrafında şekillenmektedir.

Bugün de kadın özgürlük hareketimizPAJK, tanrıçalaşma olarak formüle edilen özgür kadın kimliğini, aynı özle yaratmak istiyor.Buda özgür yaşam gerçeğini ortaya çıkarabilecek kadın kimliğine atılmış yeni bir adım, yeni bir düzeydir. Özgür kadın kimliğini tarihin en gizlide kalmış kuytularından alıp günümüze taşımanın ve özgür kimliğini bulmuş kadın ile yeni bir toplumsal sitem yaratmanın formülüdür.

Tanrıçalaşma kültüründen esinlenerek özgürlük yoluna girmiş kadın, bugün amacını tanrıçanın yaratıcılık özelliği, ihtiyaçların bilinci ve bu yönlü arayışlarda gelişen yüksek duyarlılık, azim ve emekle gösterip yaşatabilir. Bu konuda yüreğinde inanç taşıyan kadın; kendi şahsında bir toplumu yüceltip, insanlığa kaybettirilen saygınlığı tekrar kazandırabilir. Bu anlamda tanrıçalık soyut bir kavram ve kimlik değildir. Özgüvenle yola koyulmak, duygu, düşünce,yetenek ve iradesiyle hareket etmek de tanrıçalığın temel özelliklerindendir. Sevgi,hoşgörü, sadakat, gibi kavramlar yaşam tarzı olarak benimsendiğinde verili sistemin tam karşıtı bir karakter ortaya çıkar ve bu tanrıçalığın direniş dolu yolunun belki de ilk basamağıdır. Güncelde tanrıçalık en büyük direnişçilik olarak anlaşılmalıdır, özgürlüğü tekrar insanlık adına ısrar ve inatla kazanma direniş ve mücadelesi en belirgin tanrıça özelliklerinden sayılmalıdır.  

Özgürlüğü en büyük aşk olarak ele almak,bu temelde egemen sistemin tüm aldatıcı aşk söylemlerine karşı, aşkın gerçek gücü haline gelmeyi başarmak da tanrıçalık bilincinin bir ürünüdür. Bilmek gerekir ki amacı özgürlük olanlar, kadın karakterini tarihle ele almak, bugünün iddia düzeyini de kadın özünün yaratıcılığıyla özümsemek durumundadır. Özünü bulmuş kadın gerçekliğinin neler yarattığını ve neler yaratabileceğini bilmek, kendini sosyalizme,insanlığa adamanın ön koşuludur. Bu anlamda devrim iddiası olanlar bu tarihi bilinçle çirkinliğe karşı savaşım yürütüp, güzellik yaratma eylemine girişebilir.Gerçek devrimciler; soylu olana inanmak ve insanlık değerlerine sahip çıkarak varlıklarına anlam katabilirler. Bir devrimciye en çok yakışan kimlik, bütün toplumu benliğinde somutlaştırmış tanrıçaların çocuğu olmaktır. Bu kimliğin onuru ile işe koyulmak gerçek onurdur. Özgürlüğün diğer adı olan bitimsiz enerji ile çalışmak ise, insanlığın öz değerlerine bağlı kalmakta ısrardır. Bunu başaran devrimci tanrıçaların öz çocuğu olma onuruna ulaşan,insandır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz