KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Önder Apo ile 28 Ağustos’ta gerçekleşen görüşmeyi “çok gecikmiş bir görüşme” olarak değerlendirdi. Karasu, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü açısından kritik öneme sahip bu süreçte, Önder Apo’nun baş müzakereci olarak rolünün doğru anlaşılması gerektiğini vurguladı.
Karasu, sürecin gecikmesinin kabul edilemez olduğunu belirterek, Önder Apo’nun özgür ve aktif koşullarda rol oynamasının çözümün önünü açacağını ifade etti. “Zamana yayılan her adım risklidir” diyen Karasu, Türkiye’de demokratikleşme ve Kürt sorununda ilerleme sağlanabilmesi için görüşmelerin hızlandırılması ve Önder Apo’nun rolünün tam anlamıyla hayata geçirilmesi gerektiğini kaydetti.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa, Barış ve Demokratik Toplum Sürecine ve Türk devletinin Suriye politikalarına dair Medya Haber Tv’nin sorularını yanıtladı:
1982’de ölüm orucunda şehit düşen Kemal, Hayri, Akif, Ali yoldaşları minnet ve saygıyla anıyorum. Onların özlemleri mutlaka mücadelemizle gerçekleşecektir. Tabii daha birkaç gün var şehadet yıl dönümlerine. Bu arkadaşların şehadeti zindan direnişinin tarihsel değeridir, zindan direnişinin gerçekleşmesinin esası, özüdür.
Öte yandan Hareketimizin geriye çekildiği dönemde mücadelemize gerçekten önemli köprü olmuş, mücadelemizin yeniden toparlanmasında, gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Bu yönüyle de Kürt halkının özgürlük mücadelesinde sürekli yaşayacaktır.
Yine bu ayda şehit düşen Bêrîtan Amed’i de saygıyla anıyorum. Onlarca yıldır mücadelemiz içinde yer almış, komutanlık yapmış, kadın özgürlük çizgisinde mücadele etmiş, çok değerli bir yoldaşımızdı. Onu da sağlık sorunları nedeniyle kaybettik, şehit düştü. Ailesine ve bütün Kürt halkına başsağlığı diliyorum. Gençlik Hareketi önderlerinden Çiya Rizgar’ı da yine bir hastalık nedeniyle şehit verdik. Mücadelemizde çok önemli yeri vardı. Öncülüğüyle, coşkusuyla hem gençlik hareketi hem de mücadelemize önemli değerler katmıştı. Onu da minnetle ve saygıyla anıyorum.
ÖNDER APO İLE GÖRÜŞMENİN GECİKTİRİLMESİ, SÜRECE CİDDİ YAKLAŞMAMANIN İFADESİDİR
28 Ağustos’ta yapılan görüşme çok gecikmiş bir görüşmedir. Görüşmenin bu kadar gecikmesi tabii ki AKP iktidarının yaklaşımını ortaya koyuyor. Böyle çok önemli konuda Önderlik, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yaptı. Türkiye’nin demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü konusunda çok önemli adımlar attı. Hiç kimsenin beklemediği adımları attı. Ve bu Türkiye’de demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü açısından bir umut yarattı. Böyle bir ortamda görüşmelerin bu düzeyde gecikmesi tabii ki kabul edilemez bir durumdur.
Çünkü Önder Apo baş müzakerecidir, Kürt halkının önderidir, Kürt sorununun muhatabıdır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin de muhatabı Önder Apo’dur. Çünkü demokratikleşmeme, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanıyor. Bu bakımdan Türkiye’nin demokratikleşmesi konusu da bizzat Önder Apo’nun muhataplığıyla, O‘nun mücadelesiyle, onun devletle yapacağı müzakereyle gerçekleşecek bir konudur.
Kuşkusuz demokrasi mücadelesi onlarca yıldır veriliyor, onun yarattığı birikim var. Kürt halkının özgürlük mücadelesi 100 yıldır veriliyor, bunun yarattığı birikim var. Önder Apo, tüm bu birikimlere dayanarak Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü yaratmak istiyor. Böyle önemli bir konuda, Türkiye’nin en temel sorunları konusunda böyle bir baş aktör varken, müzakereci varken, büyük bir rol oynaması gereken Önder Apo gerçeği ortadayken, bu görüşmenin geciktirilmesi, sürece ciddi yaklaşmamanın bir ifadesidir. Biz bunu böyle anlıyoruz.
Halbuki Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Türkiye’nin diğer sorunları konusunda Önder Apo’nun tutumu, söyledikleri çok çok önemlidir. Bu yönüyle bırakalım bir ayı, 15 günü; Önder Apo’nun sürekli çeşitli kesimlerle görüşmesi lazım; demokratik çevrelerle, aydınlarla, gazetecilerle, siyasilerle görüşmesi lazım ve bu görüşmeler yoluyla Türkiye’nin demokratikleşmesinde en doğru yol nasıldır, hangi adımlar atılmalıdır; bunlar ortaya çıkar. Çünkü tartışmalar, görüşmeler sürecin olgunlaşmasını, sürecin sonuca götürülmesi konusunda hangi adımların, hangi yöntemlerle atılması gerektiğini ortaya koyar.
Bu da barış ve demokratik toplum sürecinin gelişmesini sağlar. Bu yönüyle eğer gerçekten devlet, AKP-MHP iktidarı Kürt sorununda çözüm istiyorsa, o zaman bu görüşmelerin uzun süreye yayılmaması gerekiyor. Uzun süreye yayılması, soruna ciddi yaklaşmamadır.
ZAMANA YAYILAN HER ŞEYİN RİSKLİ OLACAĞI AÇIKTIR
Türkiye’nin bu kadar sorunu varken, Ortadoğu’da sorunlar bu kadar ağırlaşmışken böyle dönemlerde temponun, tarzın yüksek olması gerekiyor. Zamanında hızlı adımların atılması gerekiyor. Eğer böyle yapılmıyorsa o zaman demek ki süreç doğru anlaşılmıyor, doğru yaklaşılmıyor ya da bir oyalama yapılıyor, zamana yayılıyor. Zamana yayılan her şeyin riskli olacağı açıktır. Zamanın ne getireceği belli değildir. Sorunlar zamanında çözülmezse o sorunlar tıkanabilir, çürüyebilir, farklı mecralara evrilebilir.
Bu yönüyle sorunların çözümünü zamanında erkenden yapmak, bunun için de görüşmeleri hızlandırmak, özellikle Önder Apo’nun rol oynamasını hızlandırmak çok çok önemlidir. Bundan sonra gerçekten sürece nasıl yaklaşılacağı, sürece ne kadar ciddi yaklaşılıp yaklaşmadığının ölçüsü de Önder Apo’ya yaklaşım olacaktır, Önder Apo’nun sıklıkla görüşülüp görüştürülmeyeceğine bağlı olacaktır. En önemlisi de Önder Apo’nun koşullarının özgür ve çalışır hale getirilmesi ve tabii özgürlüğünün gündemleşmesi ve somutlaştırılmasıyla mümkün olabilir. Biz bu nedenle süreci yakından takip ediyoruz.
Şimdi Önder Apo’yla görüşme oldu. Görüşme kısmen yansıdı. T24’e yansıdı. Yine Pervin Buldan görüşme konusunda televizyonda bazı değerlendirmeler, bilgiler verdi. Gerçekten de bu görüşmede Önder Apo çok önemli değerlendirme yapmış, tutumlar ortaya koymuş. Bir nevi sürecin yönünün nasıl olması gerektiğini belirtmiş. Önder Apo açıkça bu sürecin oyalanmadan, oyalanmaya mahal vermeden ciddi biçimde ele alınması gerektiğini vurgulanmış.
DEVLET ÖNDER APO’YA DOĞRU YAKLAŞMAZSA EN BÜYÜK ZARARI KENDİ GÖRÜR
Biz her zaman vurguluyoruz. Önder Apo da kendi rolünü vurgulamış; kendi rolünün öyle sıradan bir rol olmadığını… Sıradan bir rol değil; baş müzakereci. 50 yıllık savaşın bitirmesinde rol oynayan bir önderlik. 100 yıllık Kürt sorununun çözümü için inisiyatif alan, rol oynayan bir önderlik. Bu yönüyle böyle yaklaşılması gerekir. Herhangi, sıradan kişi değil ki! Önder Apo bir aktördür. Bu yönüyle devletin Önder Apo’ya doğru yaklaşması gerekir. Yetkililerin doğru yaklaşması gerekir.
Biz daha önce de defalarca söyledik. Önder Apo ne aldanır ne de aldatır. Önder Apo’yu aldatmak mümkün değildir. Önder Apo aldanmaz. Bu yönüyle Önder Apo’yla görüşecek, oyalayacaklar, zamanı ayarlayacaklar, kendilerine göre bir gündem belleyecekler, bir planlama yapacaklar; ona göre bu süreci götürecekler. Bu kendini kandırmaktır. Bu sürece gayri ciddi yaklaşımdır.
Devlet Bahçeli açıklama yaptı. “Gelsin Meclis’e, örgütü fethetsin” dedi. “Umut hakkı uygulansın” dedi. Bu bir taahhüttür. Bu, hükümetin taahhüdüdür; sadece Devlet Bahçeli’nin görüşü değildi. Devlet Bahçeli ile Erdoğan görüştü. Ortak kararla bu adım atıldı. O zaman Önder Apo’nun Meclis’e gidip konuşması lazım. Hatta “Gelsin DEM Parti sıralarında siyaset yapsın” dedi. “Umut hakkı uygulansın” dedi.
Şimdi bunları yapılmıyorsa, o zaman verilen sözlerin ne anlamı var? Niye bu sözler veriliyor? Umut hakkının uygulanması lazım. Önder Apo’nun serbest çalışır koşullara kavuşması lazım. Gazetecilerle, aydınlarla, siyasilerle görüşmesi lazım. Heyetlerle sık sık görüşmesi lazım.
Bu nedenle Önder Apo böyle gecikmeyi doğru bulmuyor, anlamsız buluyor. Bu gecikmenin bu sürece, kendisine bir yanlış yaklaşım olduğunu düşünüyor.
Bu bakımdan şu açıktı. Biz de söylüyoruz. Önder Apo’ya yaklaşım ne olacak? Doğru yaklaşacak mısınız? Baş müzakereci olarak görecek misiniz? Sorunların çözümünde temel aktör görecek misiniz? Yoksa kendinize göre bir planlama yapıp bir kullanma, bir oyalama mı yapacaksınız? Bu yönüyle devletin veyahut da yetkililerin netleşmesi gerekir.
Bu hareket 50 yıldır mücadele ediyor, tecrübesi var. Önderliğin büyük bir siyasi tecrübesi, deneyimi var, sezgileri var. Bu bakımdan doğru yaklaşılması gerekir. Doğru yaklaşılmazsa en büyük zararı Türk devleti görür. Önder Apo, bu sorunu çözmek istiyor.
BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM OLMADAN ENTEGRASYON OLMAZ, ASİMİLASYON VE SOYKIRIMIN DEVAMI OLUR
Barış, demokratik toplum ve entegrasyon. Entegrasyon derken, demokratik entegrasyon. Cumhuriyetle birleşme, bütünleşme. Ama nasıl? Demokratik temelde. Kürt halkının varlığını, kimliğini kabul ederek bütünleşmesi gerekir. Öyle anlaşılması gerekir. Kürtler üzerinde asimilasyon, soykırım politikaları devam edecekse, o zaman ne entegrasyon olur, ne bütünleşme olur ne de bu süreç ilerler. Bu yönüyle Önderlik, temel “barış, demokratik toplum, entegrasyon”dur diyor.
Barış olacak, demokratik toplum olacak. Kürtler özgür örgütlenecek, kendini ifade edecek, irade sahibi olacak. Kendi hakları kabul edilecek, kimliği, kültürü kabul edilecek. Kürt öz yönetim iradesi kabul edilecek.
İşte belediyelere bilmem ne atanıyor. Belediyeler bile tahammül edilmiyor. İşte demokratik toplum bunların gerçekleşmesi temelinde olacak. Ondan sonra entegrasyon. Entegrasyon öyle olur. Barış olmayacak, demokratik toplum olmayacak ama entegrasyon olacak! Bu entegrasyon değildir. O asimilasyon ve soykırımın devamı olur.
Bu yönüyle de doğru yaklaşılması gerekir. Önder Apo pozitif rol oynuyor. Çözümleyici yaklaşıyor. Bu konuda gerçekten makul bir yaklaşım gösteriyor.
Önderlik devlete karşı olduğunu söyledi. Fakat bir devletle de müzakere temelinde bütünleşme gerekiyor. Tamam devlet olmayacak ama diğeri Kürtlerin varlığını, haklarını hiçbir şeyi kabul etmeyecek! O, mevcut politikanın devamı olur.
Bu yönüyle Önderlik uyarmıştır. Böyle olmaz. Böyle olursa tıkanır, eskinin devamı olur. Yüz yıllık isyanlar olmuş. Kürt halkının tepkisi olmuş. Elli yıldır savaş sürüyor. O zaman bunun nedenlerini ortadan kaldırmak lazım. Bu konuda bir yoğunlaşma, bir yaklaşım olmayacak ama bir süreç sürdürecek. Bu yönüyle Önder Apo’nun “barış, müzakere, demokratik toplum” dediği konu çok önemlidir. Bu konuda Önder Apo, kendisinin rolünün doğru anlaşılması, kendisine doğru yaklaşılmasını istemektedir.
Öyle yanlış yaklaşımlar, -hatta Önderlik buna “Muaviye yöntemleri” diyor- Muaviye yöntemleriyle aldatmak, oyalamak, oyun yapmak olmaz.
Biliyorsunuz, Muaviye’nin Sıffin Savaşı’nı nasıl hileyle savaşı kazandığı ortadadır. Hazreti Ali orada iyi niyetli, daha doğrusu saflıkla yaklaşıyor. Tabii ki Muaviye yöntemi karşısında saf olmamak gerekiyor. Ne Önderlik saf olur, ne biz saf oluruz. Bu yönüyle Önderliğe karşı yaklaşımların, bize karşı yaklaşımların çok doğru olması gerekiyor.
BARIŞ ORTAMI BİRBİRİNİ ANLAMA, UZLAŞMA SÜRECİDİR
Türkiye medyasının yüzde 95’i kimin elinde? AKP’nin, AKP-MHP ittifakının elinde. Geçmiş dönemde nasıl çalışıyordu? Belli bir konuya odaklanıyordu, hepsi o konuda bir yaklaşım gösteriyordu, bir algı yaratmaya, toplumu yönetmeye, yönlendirmeye çalışıyorlardı. Şimdi soruyoruz: AKP-MHP yönetimi, eğer samimiyseniz, sorunu gerçekten çözmek istiyorsanız, o zaman bu bütün basının dili değişmesi gerekiyor. Basının bu süreci destekleyen pozisyonda olması, bu sürece olumlu yaklaşması gerekiyor. Önder Apo’ya doğru yaklaşması gerekiyor. Hem Önder Apo’ya doğru yaklaşılmayacak, hala bilmem “terörist başı” denilecek, ondan sonra da “çözüm süreci”, “biz sorunu çözmek istiyoruz” denecek. Buna kim inanır? Bu, aldatma olur. Bu açıdan samimiyse hükümet, ki diyor biz bu süreci sonuca götürmek istiyoruz; o zaman bu medya dilinin değişmesi gerekiyor. Çünkü kontrollerindedir. Öyle bağımsız medya yok.
Bir yıl önce nasıldı medya? AKP-MHP ne belirliyorsa, sabahtan akşama kadar onun borazanlığını, onun propagandasını yapıyordu. Bu da Türkiye’nin en temel sorunu. Tarih sorunudur. Diğer sorunlar o kadar esas sorun değildir. Bu esas sorun. Bu esas sorunsa o zaman bu basının, bu AKP’nin, MHP’nin, bu iktidarın barış ve demokratik toplum sürecini geliştirme, olumlu yönde geliştirme açısından rol oynaması, pozitif yaklaşması gerekiyor.
Evet, geçmişte savaş olmuş ama şimdi barış yapılmak isteniyor. Barış nasıl yapılır? Barış hep kavga ederek, birbirini suçlayarak mı yapılır? Barış ortamı demek, birbirini anlama, uzlaşma, bir anlaşmaya varma sürecidir. Hala bu süreçte Harekete yönelik, “bilmem şöyle terörist”, Önderliğe yönelik şöyle yaklaşımlar sürüyorsa bu doğru bir şey değildir. İktidarın bu tutumu değiştirmesi gerekiyor. Biz anlamıyor muyuz yani? Bu iktidarın nasıl yaklaştığını oradan anlıyoruz.
BU SÜRECİ BAŞARIYA GÖTÜRME GÖREVİMİZ VAR
Evet, biz bu süreci sonuca götürmek istiyoruz. Önder Apo dedi, “ben başlattığım inisiyatifin arkasındayım”. Önder Apo süreci götürmek istiyor. Biz de Önder Apo’nun başlattığı sürece tam destek veriyoruz.
Halkımız destek veriyor. Destek vereceğiz. Çünkü biliyoruz ki, bu süreç başkalarının insafına bırakılmayacak kadar değerlidir. Ne AKP’nin ne başka birisinin insafına bırakılamaz yani. Onların yaklaşımı ne olursa olsun mücadele ederek, doğru bir önderlik mücadele yöntemiyle, yaklaşımla; halkımız da her yerde destekleyerek bu süreci geliştirebilir. Evet, bu iktidar yarın öbür gün ne yapacak belli olmaz. Onu bilemeyiz. Ama halkımız böyle yaklaşmamalı. Halkımız bu sürece inanmalı ve desteklemelidir. “Kaygılıyız” demekle olmaz. Destekleyerek bu süreci başarıya götürebiliriz. Tabii ki devlet, AKP, MHP oyun peşinde olur. Buna da tabii hazırlık oluruz. Herhangi bir saldırı olduğunda gereken yaklaşımı gösteririz. Ama bugün bu süreci başarıya götürme görevimiz var. Hepimizin bu yaklaşımla hareket etmesi lazım.
İçeride dışarıda halkın da, dış güçlerin de AKP’ye yönelik bir eleştiri geliştirmesi anlaşılırdır. Eleştiriler geliştirmek, bu yapılan yanlış yaklaşımları teşhir etmek lazım. Buna katılıyoruz.
MUHALEFETE BU KADAR SALDIRMAK, ONU BU SÜREÇTEN UZAK TUTMAKTIR
Belediyelere, il yönetimlerine, kongreye kayyum atama yaklaşımları antidemokratik yaklaşımlardır. Güncel olarak da sürece karşı provokasyondur. Dünyanın her tarafında bu tür süreçlerde, bu sürecin muhatabı olan iktidarlar muhalefetin, toplumun desteğini almak için çaba gösterirler ki süreci doğru, başarılı yürütsünler ki, sonuca gitsin.
Burada tersi bir durum var. Bu yanlış! Böyle şey olabilir mi? Yüz yıllık sorunu; Türkiye’nin en temel sorunu çözmek istiyorsun, bunun için toplum desteği alacaksın. Toplumsal destek alınmadan bu tür sorunlar çözülebilir mi? Toplumsal desteğin güçlü biçimde alınması gereken bir sorunda, muhalefete bu kadar saldırmak, gerçekten provokasyondur. Yani açıkça muhalefete, “sen bu işe karışma, sen uzak dur” demektir. Muhalefeti bu süreçten uzak tutmaktır.
Fakat Özgür Özel yaptığı programda, doğru, haklı bir yaklaşımla “Onlar bizi bu süreçten koparmak, komisyondan çıkarmak istiyor. Biz iktidarın bu politikasına alet olmayacağız, buna gelmeyeceğiz” dedi Gerçekten doğru tutum gösterdi. Çünkü Kürt sorunu, Türkiye’nin demokratikleşme sorunu Türkiye’nin, muhalefetin temel sorunudur.
Komisyona ne isim konuldu? Demokratikleşme de konuldu. Milli birlik, dayanışma, demokratikleşme denildi. O zaman bu komisyonun demokratikleşme yönünde adım atması için, tabii ki CHP’nin ve muhalif kesimlerin içinde yer alması lazım.
Gerçekten iktidarın tutumu kabul edilir değil. Provokasyondur. Kayyum demek, demokrasi karşıtlığı demektir. Belediyelere kayyum ata, partiye kayyum ata, şirketlere şuna buna kayyum ata! Bu aslında hiç kimsede irade bırakmamadır. Hiçbir kurumun, hiçbir çevrenin güvencesi yok yani. Her gün kayyum atanabilir. Böyle giderse belki ailelere bile kayyum atarlar.
Bu bakımdan biz o tutumları yanlış görüyoruz. Buna karşı demokrasi güçlerinin tutum göstermesi gerekiyor. Muhalefetin de bu provokasyona gelmemesi, barış ve demokratik toplum sürecine aktif katılması gerekir.
Çünkü bu sorun bir yerde demokratikleşme sorunudur. “Biz AKP’ye inanıyoruz, inanmıyoruz” şeklinde sorunu belirtmek yanlıştır. Bir süreç var ve biz bunu başarıya götürmek için yükleniyoruz. Esas muhatap biziz; biz yükleniyorsak, o zaman muhalefetin de yüklenerek bu sürecin demokratikleşme doğrultusunda çözüme götürmesine katkı sunmamız lazım, rol oynamamız lazım. Muhalefete de böyle bir görev düşüyor.
MECLİS KOMİSYONU TARİHE KARŞI, HALKA KARŞI SORUMLU
Komisyonun mevcut işleyişi gerçekten sürece uygun değil. Sürece denk, layık bir yaklaşım içinde değil. Çünkü meclis komisyonunun, Türkiye’nin en temel sorunu karşısında ciddi yaklaşması gerekiyor. Özellikle bu konuda Önderliğe ciddi yaklaşılması gerekiyor.
Biz şunu söylüyoruz: Önder Apo özgür çalışır hale gelmeden, aktif rol oynamadan, müzakereci olmadan bizim Hareket olarak yapacağımız hiçbir şey yoktur, kalmamıştır. Partiyi feshettik, silahlı mücadeleyi durdurduk ve irademizi göstermek için de Besê arkadaş öncülüğünde silahlar yakıldı. Bizim yapacağımız bu kadardır. Bundan öte kimse bizden, örgütten bir şey beklemesin. Önderlik dedi, “biz yaptık”.
Bu bakımdan komisyonun bunları dikkate alması lazım. AKP iktidarının bunu dikkate alması lazım. Devlet Bahçeli “Umut Hakkı” dedi; bunun uygulanması lazım. Önderliğin özgürleşmesinin sağlanması gerekiyor Süreç böyle yürür; Önderlikle yürür, bizimle yürümez. Halkımız da Önderliği baş müzakereci kabul etti, biz de kabul ettik. Dünya da biliyor, devlet de bunu böyle kabul etti. Çünkü Önder Apo’nun böyle bir rolü var. Zaten ilk günden, “benim bir gücüm var, benim bunu siyaset ve hukuk zemininde çözmeye gücüm var” dedi. Bu bakımdan komisyonun da, iktidarın da bunu dikkate alması gerekiyor.
ÖNDER APO DIŞINDA SORUNU ÇÖZECEK BAŞKA BİR AKTÖR YOK
Önder Apo ile görüşmediler, sürüncemeye aldılar. Halbuki sorun, Türkiye’nin temel sorunudur. Bizim istemimiz değil, onların büyük bir istekle, heyecanla, coşkuyla Önderliği çağırıp, Önderliği dinlemeleri gerekir. Meclis komisyonu sorumludur. Halka karşı, tarihe karşı sorumlu olan komisyon, Önder Apo’yu dinlemiyor. Bırakalım komisyonun İmralı’ya gitmesi, Önder Apo’nun gidip o mecliste konuşması gerekiyor. Devlet Bahçeli de öyle dedi.
Bu yönüyle meclisin, iktidarın doğru yaklaşması gerekiyor, yoksa böyle olmaz. Bu, oyalama olur. Biz toplumu, toplumsal kesimlerin temsilcilerini dinlemesinler demiyoruz, dinlesinler ama bu dinleme bir sonuca gitsin. Yani bir oyalama olmasın.
Bir daha vurguluyorum; Önder Apo’nun özgürlüğü dışında bu sorunu çözüme kavuşturacak, geliştirecek başka bir aktör yok. Biz görevi Önder Apo’ya vermişiz. Halk bu görevi ona vermiş. Bu bakımdan bizim yapacağımız bir şey yok. Kimse bizden bir şey beklemesin; baş müzakereci Önder Apo’dur. Süreci o yürütüyor. Önder Apo’nun müdahaleleriyle, rol almasıyla, aktör olmasıyla bu süreç gelişecek, sonuçlanacak. Başka türlü; işte Önderliğe sıradan yaklaşım Önderliği, Hareket’i oyalama, kendince “Önderliği bu süreçte nasıl kullanırız” gibi yaklaşımlar hiçbir sonuç vermez, kendini kandırmadır. Bu yönüyle iktidarın da komisyonun da ciddi yaklaşması lazım; yoksa böyle olmaz.
Komisyondaki muhalefet temsilinin de ciddi yaklaşması lazım. AKP’yi sıkıştırmaları lazım. Bir tane CHP’li diyormuş “biz gitmeyiz İmralı’ya”. Ya gitsen ne olacak gitmesen ne olacak? Demek ki Türkiye’nin sorunuyla, en temel sorunuyla bir ilgin yok. Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgin yok. Sorumsuzsun yani. Bunu ancak sorumsuz kişiler belirtir. Bu kadar ciddi sorun karşısında bu kadar gayri ciddi yaklaşılır mı? Herkes biraz ciddi olsun, özellikle muhalefet ciddi olsun; AKP’yi sıkıştırsın. Demokratikleşme, Kürt sorununu çözme konusunda sıkıştırsın ki rol oynasın. Yoksa demokratikleşme konusunda da, Kürt sorununun çözümü konusunda da geride kalır. Bunlar yüzeysel yaklaşımlardır, bırakılması gerekir.
SÜRECE PATİNAJ YAPTIRMAK DEĞİL, YENİ ADIM, YENİ YAKLAŞIMLAR GEREKİR
Biz örgütü feshettik, Türkiye’ye karşı silahlı mücadelenin durduğunu söyledik. Silahlı mücadelenin bir yöntem olarak kullanılmasının doğru olmadığını söyledik. Yani hukuk ve siyaset gündeme girecekse, demokratik siyaset olacaksa niye silah olsun? Bu bakımdan biz irademizi ortaya koyduk. 15 kadın 15 erkek arkadaşın, Besê arkadaşın öncülüğünde gidip silah yakması, irademizi, niyetimizi ortaya koymuştur. Örgüt de feshedildi, silahlı mücadele zaten durdurulmuş durumda. Bu durumda kalkıp hala silah bırakmayı dayatmak, tıkatmaktır. Artık yeni şeyler konuşmak lazım. Onlar geçmiş, yapılmış, o konuda tutumumuzu, niyetimizi, ideolojik ve politik yaklaşımımızı ortaya koymuşuz. Burada ısrar etmek, süreci tıkatmaktır. O bakımdan yeni yaklaşımlar, yeni tutumlar, yeni adımlar gerekir. Bu, geride kalmışlıkta ısrar etmektir. Bu, sürece patinaj yaptırmak demektir. Demek ki sürecin ilerlemesinde bir irade koymuyor. Bu bakımdan yeni yaklaşımlar, yeni adımlar, yeni tutumlar gerekir. Evet, artık ilk adımlar yapıldı, aşıldı. Silahsızlanmadır, PKK’nin feshidir, silahlı mücadelenin durdurulmasıdır; bunların tartışılmasının anlamı yok. Bunlarda zaten irade ortaya koymuşuz. Ama devletin yapacakları var. Biz yapacaklarımızı yapmışız; artık devletin yapması gerekenler var. Sanki bu sorun hiç devletle ilgili değil. 100 yıllık sorun, Kürt sorunu hiç devletle ilgili değil, PKK sorunu devletle ilgili değil; PKK yapsın! Tamam da peki devlet ne yapacak? Devletin yapacağı bir şey yok mu? Ya da soruyorum: Türkiye’ye demokrasi mi geldi? Komisyon ismi demokratikleşme. Demokrasi mi geldi, Kürt sorunu mu çözüldü? Yok! Bu konularda hiçbir adım yokken ikide bir silahlar bırakılsın, silah bırakın gelsinler, hepsi gelsin teslim olsun! Ne yani, demokratikleşme mi oldu, sorunun çözümüne dair bir adım mı atıldı? Bu akımdan yanlış tartışma, yanlış değerlendirmeler. Yeni bir yaklaşım gerekiyor; devletin de adım atması gerekiyor. Sanki bu sorunu biz tek taraflı çıkarmışız da tek taraflı adımlarla bu sorun bitecek; böyle şey olabilir mi? Bu doğru yaklaşım değil, bunun bırakılması gerekiyor.
BARIŞ ANNESİNİN KONUŞTURULMAMASI KOMİSYONUN NİTELİĞİNİ GÖSTERİYOR
Barış Annelerinin komisyonda Kürtçe konuşmalarının engellenmesi, güveni azaltmadan ötedir. Bu komisyonun görevi nedir? Demokratikleşme değil mi? Demokratikleşmenin en temel sorunu da Kürt sorununun çözümü değil mi? Kürt sorunun en temel sorunu ana dildir, ana dilde eğitimdir. Amed Barosu Başkanı demiş, Kürt sorunu budur”. Kürt sorunu nedir diye soruyorlar; Kürt sorunu budur işte. Mecliste analar Kürtçe konuşuyor; Kürtçe konuşmasına bile müsaade edilmiyor.
Dünyada en meşru şey, insanın kendi dilini konuşmasıdır. Bundan daha meşru, daha doğal bir şey var mı? Ama susturuyorlar. Kürt sorunu budur, demokratikleşme sorunu budur işte. Bu sorun çözülmeden hiçbir sorun çözülmez. Bu bakımdan ciddi bir sorundur ve gerçekten de Türkiye’yi de anlamak zordur. Dünyada böyle bir şey olabilir mi? Biri mecliste Kürtçe konuşuyor, susturuluyor. Ciddi bir tepki yok, DEM Parti’nin tepkisi de yetersiz, diğer muhalif güçlerin de tepkisi yetersiz. Hani CHP’liler, siz neredesiniz? Niye demediniz bu ana niye konuşturulmuyor?
Bir toplumun, bir kadının kendi dilini konuşması kadar meşru, makul, haklı bir şey var mı? En meşru şey budur. Bu, aslında bir yaşam hakkı gibidir. Ama komisyondan ciddi bir tepki çıkmamış. Bu işte o meclisin durumunu gösteriyor, Türkiye’deki siyasetin durumu gösteriyor. Partisinin yaklaşımı da yanlış. Çok ciddi bir tepki ortaya koymaları gerekiyor. Bırakıp çıkmaları gerekiyor. Demokratikleşme sorunu budur. Amed Baro Başkanı’nın dediği gibi, Kürt sorunu budur işte. Bu zaten o komisyonun niteliğini, kalitesini, ayarını, zihniyetini gösteriyor. Gerçekten olacak şey değil.
Kürt toplumu da daha fazla tepki gösterebilirdi. Az gösterildi. Her yerde ayağa kalkılabilirdi. Ne demek “Kürtçe konuşma!” Bu kabul edilemez, sindirilemez.
Bu, aslında Türkiye’nin, Türkiye’deki siyasetin durumunu gösteriyor. Yüz yıldır Kürtlerin, toplumun ne yaşadığını gösteriyor. Buna bakarak her şeyi anlamak lazım. Bu açıdan bu komisyon, gerçekten karizmayı mı çizdirmiştir, kendi kalitesini mi, ayarını mı ortaya koymuştur; ne diyelim. Yani olacak şey değil.
SURİYE KÜRTLERİNE DÜŞMANLIK YAP, BAKUR’DAKİ KÜRTLERE ‘KARDEŞİM’ DE; KİM İNANIR BUNA?
AKP savaşı gündeme getirmiş. İşte Devlet Bahçeli de yine tehdit etmiş. Devlet Bahçeli demiş, “İsrail’i mi dinleyecekler İmralı’yı mı?
Tamam, İmralı aktör olsun o konuda. Nasıl aktör olacak? Tecrit uygulanarak, kimse gidip gelmeyerek nasıl aktör olacak? Yani “Suriye’de aktör olsun” demiş; o anlama geliyor. AKP’yi mi dinleyecekler, İsrail’i mi dinleyecekler? Tabii ki o halk, Önderliği dinler. Bir gerçekliktir yani. Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürtler, Önder Apo’yu dinler. Bu açık. Zaten her gün mitinglerde, toplantılarda bunu açıkça ortaya koyuyorlar. Kendi liderleri, önderleri olarak kabul ediyorlar. Çünkü 20 yıl orada çalışmış, o toplumu o noktaya bu Önderlik getirmiş. O zaman bu Önderliğin orada aktör olması, rolünü oynaması lazım. Önder Apo’ya diyorlar “Yok, sen oraya karışamazsın, buraya karışamazsın ama rolünü oyna orası için.” Nasıl oynayacak? Bu yönüyle hükümetin ciddi yaklaşması gerekir.
Bu kadar savaş tehdidi şudur: “Orada Kürtler özerk olursa bize de örnek olur.” Başka şey değil. Kaygı bu, kompleks bu. O zaman sen kendi sorunu çözeceksin zaten. Kendi sorununu çözeceksen niye orada halkın adem-i merkeziyetçi çözümüne, özerk çözüme karşı çıkıyorsun? Kendi sorununu çözeceksin. Gerçekten yaklaşımı yanlış. Bir de “Misak-ı milli” diyorlar. Sen ne diyorsun; “Kürt kardeşlerim” diyorsun. Hatta “biz Kürt-Türk içiçeyiz, etle tırnak gibiyiz” diyorsun. Kürtleri sahiplenmiyorsun ama DAİŞ’in bir türevi olan, demokrat olmayan, otoriter bilmem neye sahip çıkıyorsun! Bu ne anlayıştır? Sen Kürt halkına sahip çık orada. Evet, bir çözüm olsun; herkes istiyor ama nasıl çözüm olacak? Demokrat değil, adil seçim yok, kadınlara nasıl yaklaştığı belli değil. Kürt kadınlar nasıl orada yaşayacaklar? Kürt kadınların hepsini katleder, linç ederler. “Dinsiz imansız” derler, bilmem ne yaparlar. Niye? Kendi kadınları gibi çarşafa girmiyor diyecek. Evet çarşaf giyen giyer, kim ne karışır ama onlar herkese kendi şeyini dayatıyor; nasıl çözülecek?
Çözülsün ama o sistemde biraz demokratikleşsin. Kendi kendine seçim yapıyor, kendi kendine anayasa yapıyor, kendi kendine bilmem ne yapıyor; nasıl çözecek? Öyle sorun mu çözülür? Hangi dünyada yaşıyorsun? Ortaçağ’da bile böyle değildir. Ancak faşist anlayışlar öyle yaklaşır.
Bu yönüyle gerçekten sorundur, Türkiye’nin yaklaşımı doğru değildir. En son biraz yumuşatmışlardı ama yine sertleştirdiler. Yani ne kazanacak Türkiye oraya saldırmakla. Diyor, askeri gücüm var, şuyum buyum var. Tamam ama meşruiyetin var mı? Sen her gün İsrail’e diyorsun, müdahale ediyor, saldırıyor, oranın şeyini bozuyor. Sen ne yapacaksın? Sen oraya istikrar mı getireceksin? Sen Kürtlere bu kadar düşmanlık yapıyorsun; ondan sonra diyorsun ki, “Kürtler şurayı tercih eder”. Niye Kürtlere saldırarak Kürtleri başka politikaya yöneltiyorsun? Suçlu, sorumlu sen olursun. Bu bakımdan Kürtlere yaklaş, olumlu yaklaş, ilişki kur. “Misak-ı Milli” diyorsun, “kardeşlerim” diyorsun. O yönlü bir politika üret. Suriye Kürtlerine düşmanlık yapacaksın, Bakur’daki, Türkiye’deki Kürtlere “kardeşim” diyeceksin! Kim inanır buna? AKP’li Kürtler bile inanmaz, AKP’ye oy veren Kürtler bile kabul etmez. Bu bakımdan yanlış bir yaklaşımdır, o yaklaşımın bırakılması lazım. Eğer Devlet Bahçeli’nin dediği gibi “Kürtler İmralı’yı mı dinleyecek” diyorlarsa, o zaman Önder Apo’nun orada aktör olmasını, rol almasına açıkça sağlasınlar.
ROJAVA HALKI ÖNDER APO DIŞINDA KİMSEYİ DİNLEMEZ
Evet, bu halk Önder Apo’ya bağlıdır. Önder Apo dışında kimseyi dinleyecek bir halk değil. Önder Apo’ya bağlılık konusunda birinci sıradadır Suriye’deki Kürtler. Zaten Önderlik, Uluslararası Komployla İmralı’da esaret altına alınınca Rojavalı Kürtlere teşekkür etmiştir, kendisini sahiplendikleri için. Bu bakımdan Rojava’da-Kuzey ve Doğu Suriye’de sorun, Önder Apo’nun rolüyle, aktörlüğüyle çözülebilir. Sorun çözülmezse tabii ki kriz, çatışma çıkar. Öyle tehditle de, şununla bununla da Kürtler şey edecek değiller. Kim olursa olsun onunla sonuna kadar savaşacaklar, ne yapacaklar yani?
Böyle bir savaş Türkiye’ye ne getirecek? Bu bakımdan çok hamaset var. Artık bir devlettir; bence biraz daha makul, biraz daha doğru yaklaşım göstermesi, biraz daha mantıklı, çözümleyici yaklaşması lazım.
Doğru olan nedir? Cevap vermesi lazım. “Ezeriz, vazgeçeceksiniz, adem-i merkezi bir sistemden vazgeçeceksiniz” diyerek saldırmak, gerçekten akla ziyan bir yaklaşım olur.
TÜRKİYE İLE İSRAİL ARASINDAKİ GERİLİMİN SEBEBİ, TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASIDIR
Aslında İsrail’in kuruluşunda Türkiye büyük bir rol oynamıştır. Türkiye gibi bir devlet olmasaydı, İsrail orada devlet olmazdı. Türkiye, İsrail’e Ortadoğu’da en fazla destek veren ülke olmuştur. Yakın zamana kadar böyledir. Hala İsrail ile bir uzlaşma arıyorlar.
Türk devleti, Kürt soykırım politikasını, İsrail ile ilişki temelinde, ABD ve Avrupa’nın desteğini alarak yürütmüştür. Çünkü İsrail ile doğru ilişki kurmadan ABD ve Avrupa ile ilişkilenemezdi. Bu bakımdan Kürtleri soykırıma yaratmak için İsrail ile ilişki kurdu, ABD ve Avrupa’nın desteğini aldı. Evet, böyle bir gerçek var.
Şimdi Türkiye tarihsel rolünden, yani İsrail’e en büyük destek verme rolünden biraz uzaklaşınca, İsrail Türkiye’ye karşı tutum aldı. Yoksa yakın zamana kadar en iyi ilişkide olan iki ülkeydi. Tabii İsrail yanı başında bu karşıt İslamcıları – bunlara radikal İslamcı dememek, bunları İslamcı falan görmemek lazım, HTŞ İslamcı falan değildir, karşıt İslam’dırlar, İslam’ı sadece kullanıyorlar; bunları İslamcı olarak görmemek lazım- görmek istemiyor. Nasıl ki Hizbullah’ı tehdit olarak görmek istemiyorsa HTŞ’yi de tehdit olarak görmek istemiyor. Türkiye de HTŞ’yi sahiplenince aralarında gerilim oluyor. Bu gerilimi yaratan, Türkiye’nin Suriye politikasıdır. Çünkü Erdoğan, kendine radikal İslam diyen, -aslında karşıt İslam olan; İslam’ı yücelten değil İslam’ı batıran bunlardır- DAİŞ’e, HTŞ’ye destek verince İsrail de ona karşı tutum alıyor.
Evet, Türkiye o politikasını bırakmadığı müddetçe İsrail ile çatışır. İsrail de ABD’den, Avrupa’dan desteğini alır. Evet, Avrupa belki ses çıkarıyor ama Gazze’de katliam yaptığı içindir. Gerçekten Gazze’de yapılanlar insanlık katında kabul edilemez. Avrupa’da da yönetimlerin bir kısmı kabul etmiyor, tutum alınıyor fakat esas politika olarak yine İsrail’in arkasındadırlar. Bu bakımdan İsrail, ABD ve Avrupa’yı yanına alarak Türkiye’nin bu politikalarını durdurmak istiyor.
Bence çatışma bu eksende yürüyor. Daha fazla ilerler mi? Eğer Türkiye politikalarını değiştirmezse daha da fazla ilerleyebilir çünkü İsrail’in arkasında bu destek var, görülüyor.
AVRUPA’NIN HER KÖŞESİNDEN KÜRT HALKINI DORTMUND’A AKMAYA ÇAĞIRIYORUM
Kültür ve sanat festivalleri çok çok önemlidir. Bu, bir bütün Avrupa’yı kapsayan bir kültür sanat festivali. 92’den beri kutlanıyor. Sadece bir yıl Almanya’nın yasağından dolayı kutlanmamıştır, onun dışında kesintisiz kutlanmıştır.
İsviçre’de, Fransa’da farklı kültür sanat festivalleri de yapılıyor. Bunlar iyi şeylerdir çünkü Kürtler kültürel soykırıma uğrayan bir halktır. Bu bakımdan kültür sanat faaliyeti, Kürtler için var olma faaliyetidir. Yani çok önemlidir. Kürtler kültürüne, sanatına sahip çıkmalıdırlar. Bu böyle popülist, bireyci sanat değil; toplumcu sanat, Kürt toplumunu düşünen, Kürt toplumunun varlığını savunan sanat olmalı. Zaten sanat bireysel olamaz, kültür bireysel olamaz. Şimdi kapitalizm bunu bireyselleştirmiş ama bir sapmadır, saptırmadır bu. Kültüre, sanata ihanettir.
Kültür toplum içindir, sanat toplum içindir. Kültür toplum için olacak, sanat toplumu için olacak ki birey de onun içinde nitelik kazanacak, kalite kazanacak, ölçüleri yükselecek. Bireyci kültür, bireyci sanat bireylerin kalitesini, ölçülerini yükseltmez. Onların güzellik ölçülerini, ret kabul ölçülerini yükseltmez; günlük yaşatır. Bu bakımdan kültür sanat çok çok önemli.
Biz Hareket olarak kültür sanat faaliyetlerine tam destek veriyoruz. Bütün imkanlarımızı bunlara harcamaya, destek vermeye çalışıyoruz.
Zaten 92’den beri bu festival sürüyor. Ben de 2. festivale katıldım; hatta konuşmacısıydım. Daha sonra 3. festivale de katılmıştık. Çok önemliydi, Kürt halkı da çok önem veriyordu. Kürt halkı için bu festival, kendi yaşamının bir parçasıdır. Her yıl oluyor. Bir nevi Newroz’u bekler gibi Avrupa’daki halkımız bu kültür festivalini bekliyor. Bekliyor ve katılım gösteriyor. Bu çok önemli.
Bu yönüyle Avrupa’daki halkımızın özellikle gençlerin kadınların festivale katılması lazım. Zaten kültür biraz da kadının işidir, kadın etrafında şekillenen bir gerçekliktir. Gençler yaşatır kültürü. Bu bakımdan gençler ve kadınlar başta olmak üzere tüm Kürt halkını Avrupa’nın her köşesinden Dortmund’a akmaya çağırıyorum. Bu temelde daha şimdiden Avrupa’daki halkımızın kültür festivalini kutluyorum, başarılar diliyorum.